Şeyh Abdürrezzâk el-Kâşânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Şerhü'l-Kâşânî alâ Fusûsu'l-Hikem" adlı kitabında; kendisini nübüvvet duvarını tamamlayan son tuğla sûretinde gören Hâtemü'l-enbiyâ Aleyhisselâm'a nispetle; Hâtemü'l-evliyâ'nın da kendisini, velâyet duvarını tamamlayan altın ve gümüşten yapılmış iki tuğla sûretinde göreceğini beyan buyurmuştur:
"Rüyâ misâl âlemiyle ilgili olduğu için, o kendisinden sözettiğimiz şeye göre meydana gelen; her hakîkatin biraraya toplanış sûretiyle ilgili bir temsildir.
Peygamber Aleyhisselâm'ın kendi peygamberliği hakkındaki durumu, nübüvvet duvarı ancak kendisiyle kemâle eren tek bir tuğla şeklinde temsîl olunmuştu. Velâyet sûreti ile zuhûr etmeyince de, yalnız Hâtemü'l-enbiyâ olmuştu. Daha sonra ise onun, onu izhâr edeceği için Hâtemü'l-evliyâ'dan uzak olmayan, velâyet tarafı ile ilgili olan yeri temsil edilecektir.
Velâyet'in Hâtem'i, kendi makamını altın bir tuğla sûretinde görürken; Hâtemü'r-rüsûl'ün şeriatıyla meşrûiyyet kazanmasından ötürü, zâhir sıfatı yönüyle, onun makâmını ise gümüş bir tuğla sûretinde görür. Zira o, ona tâbî olduğu zâhir sûretiyle değil, bâtında Allah'tan alma hususunda Muhammedî şerîata tâbi biri olarak zuhur edecektir. Lâkin onun, suret yönüyle ilgili olan benzerliği de temsil edilmiştir.
Ay nûrunu güneşten elde ettiği gibi; onlar (veliler) de onun velâyetini kaynak edinip ondan istifade ettikleri için, onun velâyetine 'Velâyet-i şemsiyye' (Güneş velâyeti) adı verilir; diğer velilerin velâyeti ise 'Velâyet-i kameriyye' (Ay velâyeti) diye isimlendirilir."
(Şerhü'l-Kâşânî alâ Fusûsu'l-Hikem; Ayasofya, nr.: 1901, 21a-21b yaprağı.)
Hazret'in bu beyanlarından anlaşılıyor ki; Resulullah Aleyhisselâm'a âit o tuğlanın içinde Hâtem-i evliyâ da mevcuttu. Binaenaleyh onda olan ona intikal etti. Oraya intikal ettiği için bu sefer intikal eden yerde kaldı. O altın tuğlanın içinde gizlilik var, o gizlilik de Hâtem-i evliyâ idi. Yani o tuğlanın içinde o da vardı. Asıl tuğlayı o tamamlayacak.
Bu intikalin küllîsi Resulullah Aleyhisselâm'a âittir. Fakat o nübüvveti ve risaleti kullandı, velâyeti kullanmadı. Amma o hepsine mazhardı. Velâyeti ona bıraktığı için, o da o altın tuğlaya dahil olmuş oldu. Bütün hususiyetler velâyettedir.
•
Cemâleddîn el-Hulvî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Câm-ı Dülnevâz" adlı eserinde, kendisinden sonraki veliler üzerinde derin izler bıraktığında şüphe olmayan Kemâleddîn el-Kâşânî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, "Güneş velâyeti" ve "Ay velâyeti" benzetmesine göndermede bulunduğu dikkati çeker:
"Bütün velilerin velâyet nûru, Hâtemü'l-evliyâ'nın velâyetinden irtikab edilerek kemâle ermiştir. Hâtemü'l-evliyâ'nın velâyetinin 'Velâyet-i şemsiyye' (Güneş velâyeti), diğer velilerin velâyetinin ise 'Velâyet-i kameriyye' (Ay velâyeti) diye isimlendirilmesi işte bu nedenledir." ("Câm-ı Dülnevâz"; Pertev Paşa, no: 300, 2a yaprağı)
Allah-u Teâlâ onu oraya koymuş. Güneş nerede bulunursa ziyanın kaynağı orada oluyor. Güneş nerede? Koyduğu yerde. O nereye koyduysa, O nereden ihsan ediyorsa...
•
Molla Câmî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü'l-evliyâ'nın, Hâtemü'l-enbiyâ'nın şeriatına tâbî olarak kavuştuğu bu velâyetle diğer nebi ve resullere de istimdâd ettiğine dikkati çekmiş; Hâtemü'l-enbiyâ'nın bâtın velâyetini elinde bulundurması nedeniyle, onun Hâtemü'r-rüsul'den, yalnız risâleti yönünden geride kaldığını haber vermiştir:
"Hâtemü'l-evliyâ, unsurî neş'eti icâbı, ilâhî hükümde Hâtemü'r-rüsul'ün kendisine teşrî'den getirdiği şeye tâbî olur. Unsurî terkibi gereğince ona, hakikati gereği onunla arasındaki metbuiyyetin muktezâsı bulunan bu tâbî oluşu ise, ona makâmı hususunda herhangi bir noksanlık getirmez; resullerin bu ilmi Hâtemü'l-evliyâ mişkâtı dışında göremedikleri hakkında, bizim tâkip ettiğimiz yola ters de düşmez. Şu hâle göre, hakikati itibariyle resûlü'l-Hâtem'in bâtın ciheti olması bakımından; unsurî neş'eti mucibince, risâleti yönünden ona tâbî bir veli olarak onun mertebesi, Hâtemü'r-rüsul'ünkinden sadece bir yönden geride olur."
(Şerhü'l-Fusûs li'l-Câmî; Ayasofya:B-4208, 351ayaprağı)