"Ey oğlum! İnsanlar üçe ayrılır:Üçte biri Allah içindir. Üçte biri nefsi içindir. Üçte biri de kabirdeki kurtlar içindir.
Allah'a olan üçte bir onun ruhudur, nefsine olan üçte bir onun amelidir, kurtlara olan üçte bir onun cesedidir."
Allah-u Teâlâ'nın öyle kulları vardır ki, onları sırf kendisi için yaratmıştır. Dünya için, cennet için, huri için yaratmamıştır. Onlar da derece derecedir, onu ancak Yaratan bilir.
Bir kısmını kendisine yaklaştırmıştır, yüz yüze gelmiştir.
"Sonra ben yüzümle onlara yönelirim." (Hâkim)
Onu huzuruna almış, ona murad ettiğini öğretir, murad ettiğini akıtır, murad ettiğini gösterir. Bundan kimsenin haberi olmaz, bu bilgi bilinmez.
Kişi bildirmek istese de hepsini bildiremez, çünkü bildirmekten âcizdir.
Allah-u Teâlâ ona öğretir, o bilir fakat bildiremez. Bildirmek için gücü yetmez, o lisanı o hali bulamaz.
O artık Hazret-i Allah'tan başka hiçbir şey görmek istemez.
Abdulkâdir Geylanî -kuddise sırruh- Hazretleri:
"Dünya, önünde yüzük kaşı kadar küçülür. Dünya onu bağlayamaz, âhiret ona sınır çizemez." buyuruyor. (5. Meclis)
Çünkü Hakk ile olan dünyayı değil, âlemleri hiç görür. Çünkü o âlemlerin yaratanını görüyor.
Allah-u Teâlâ'nın bir mahlukuna en üstün lütuf ve ihsanı, onu zâtına çekmesi ve ondan râzı olmasıdır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Onlar sıdk makamında, kuvvet ve kudret sahibi hükümdarın huzurundadırlar." (Kamer: 55)
Onlar bu Âyet-i kerime'nin sırrına mazhardırlar.
O zaman o kulu ile arasında hiçbir perde kalmıyor ve o kulunu huzuruna alıyor.
Bu da ancak O'nun çektiği, zâtına aldığı, Mirac'a çıkardığı, karşısına aldığı, yüzüne yüzü ile yöneldiği kimsedir.
Demiştik ki:
"Âlem Hakk'ı düşünür, âlim nefsini düşünür, yazar da cebini." (22. Sohbet)
Zâhiri âlim nefis içindedir. O bütün amel ve icraatını nefsini cehennemden kurtarmak için yapar veya nefsine mağlup olduğu için yapar.
Bunların ekserisi sıfat-ı hayvaniyededir. Şu kadar var ki bunlar eti yenen hayvanların sıfatındadırlar. Çünkü bâtına geçmedikçe sıfat-ı hayvaniyeden kurtulmak mümkün değildir.
Allah-u Teâlâ lütfedecek, mânevi yola girecek, günâ gün nasibini alıp tekâmül edecek ve nefisten sıyrılacak.
Amel iki türlüdür:Bir amel var, bir de amel-i sâlih var.
Kişi amel işliyor amma, sâlih olmadığı için, yani yaptığı ameli ihlâsla, sırf Allah için yapmadığı için makbul değildir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Yazıklar olsun o namaz kılanların haline ki, onlar kıldıkları namazdan gafildirler. Onlar gösteriş yaparlar" (Mâun: 4-5-6)
Kendisini övsünler diye amellerini insanlara gösterirler.
Amel ve ibadetleri ihlâsla yapmak farz olduğu gibi, ihlâsı terketmek de haramdır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Kim Rabb'ine kavuşmayı arzu ediyorsa güzel bir amel işlesin ve Rabb'ine kullukta hiç ortak koşmasın." buyuruyor. (Kehf: 110)
Her kim bu yüce makamı elde etmeyi arzu ediyorsa, Allah-u Teâlâ'ya takdim edebilecek amelleri işlesin. Kulluğuna, riyâkârların yaptığı gibi ne açık ne de kapalı hiçbir şirk karıştırmasın.
Allah-u Teâlâ herkesi bir seviye üzerinde yaratmış, herkese vücut vermiş, uzuvlar vermiştir. Bu nimetlerini müminlere de kâfirlere de vermiştir.
Mümin Yaratan'ını tanıyor, O'na yöneliyor, kulluğunu yapıyor ve kurtuluyor.
Mülkünde yaşattığı, bu kadar büyük nimetleri ile donattığı halde, diğeri bunların bir tanesini Yaratan'dan bilmiyor, Yaratan'ı zaten tanımıyor. Yaşamak için geldiğini kabul ediyor. İşte bunlar kabirde kurtlar içindir.
•
Fakir bu hususu daha önce de şöyle izah etmiştik:
Göz üç türlüdür:
1. Kör göz: Tabiat karanlığına düşmüştür, ondan başka hiçbir şey görmez.
2. Şaşı göz: Hem kendisine, hem de yaratanına bakar. Yani biri iki görür.
3. Görür göz: Hazret-i Allah'ın nuru ile bakar. Her şeyin O'nunla kâim olduğunu görür ve bilir. Kendisini görmez.
Hazret-i Allah'ı gören Hazret-i Allah ile görür. O'nun nuru ile O'nu görür. Kendi gözü ile görmez, çünkü beşer gözü ile görülmez.
Hazret-i Allah'ın nuru ile Hazret-i Allah'a bakar. O'na bakar, O'ndan bakar.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Mümin müminin aynasıdır." (Ebu Dâvud)
Birinci müminden murad mümin kulun kalbi, ikinci müminden ise bizzat Allah-u Teâlâ murad edilmektedir. Mümin Allah-u Teâlâ'nın ism-i şerif'lerinden birisidir.
Yani Allah-u Teâlâ kendisine atfettiği ism-i şerifi, sevdiği mümin kuluna da atfediyor.
İnsan için böyle olduğu gibi, kâinata gelince;
"Allah göklerin ve yerin nûrudur." (Nûr: 35)
Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğu üzere, gökler ve yer O'nun nuru olduğu için, o her yaratılışta Allah-u Teâlâ'nın esrarını, uluhiyet sırlarını görür. Onlar bu Âyet-i kerime'nin sırrına da mazhardırlar.
O Hakk'ı gördü, Hakk'tan gördü. Binaenaleyh onun bakışı bu şekilde olur. Amma bu, anlatıldığı gibi değildir. Çok ince sırlar var.
O'nunla baktığı için, o baktığı zaman kâinatın bir esrardan ibaret olduğunu, perdeden ibaret olduğunu görür. Allah-u Teâlâ'nın âsârını bu perdede görür. Kâinat da bir perde sen de bir perdesin. Perdede kendisi görünmüyor, bütün nakışını o perdede gösteriyor. Herkes nakşı görüyor. Perdeyi kaldırabilenler O'nu görürler. İşte sır bu noktadadır.
Şaşı göz ise hem kendini görüyor, hem de Yaratıcı'nın âsârını görüyor.
Bu gibi kimseler;
"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akl-ı selim sahipleri için elbette deliller vardır." (Âl-i imrân: 190)
Âyet-i kerime'si mucibince kendi vücuduna bakar, öyle bir âsâr, öyle bir esrar görür ki, her bir zerresinin idrakinden âcizdir. Allah-u Teâlâ'nın azametini gördükten sonra yüzünü kâinata çevirir. Bu kâinatın bir yaratıcısı olduğunu, bütün kâinatın içindekilerle beraber O'nun kudretinin kemâline ve azametine delâlet ettiğini idrak eder.
O hem kendini görüyor, hem Yaratıcı'sının âsârını görüyor. Yaratıcı'yı görmüyor, biri çift görüyor.
Hidayet arttıkça, iman kemalleştikçe dereceler ayrılıyor. O da Allah-u Teâlâ'nın yarattıklarına bakar, ondan O'nu bulmaya çalışır. Fakat kalpte kalın perdeler olduğu için O'nu bulması mümkün değildir.
Kalpte yedi perde var. Bu yedi perde kalktıkça hakikat görülmeye başlar. En son perde kalkınca dilerse kendisini gösterir. Bu ledünî mevzudur.
Yaratılışı da görmeyen, kendini gören kör göz tabiat karanlığına düşmüştür. Tabiatı ilâh olarak kabul etmiş, gönderiliş sebebini unutmuş ve küfre sapmıştır. Kör olduğu için, hakikati görmediği için.