Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - Katar Krizinin Düşündürdükleri - Ömer Öngüt
Katar Krizinin Düşündürdükleri
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Temmuz 2017

 

Katar Krizinin Düşündürdükleri

İsrail-Amerika ikilisi Katar krizi ile bir taşla birçok kuş vurmaya çalışıyor. Bu kirizin içinde; İran var, Türkiye var, küresel ekonomiyi kontrol etme arzusu var, Avrupa ve İngiltere var, Çin var, Doğu Akdeniz doğalgazı var.

 

İngiltere'deki terör saldırıları ve Trump'ın Suudi Arabistan ve İsrail ziyaretinin hemen arkasından Suudi Arabistan ve Mısır'ın başını çektiği bazı Arap ve Körfez ülkelerinin Katar'a ambargo ve abluka uygulamaya başlaması Türkiye başta olmak üzere bütün dünyada alarm zillerinin çalmasına sebep oldu.

Katar küçük bir ülke ama bu kriz; son 6-7 yıldır Ortadoğu'da yaşanan karışıklıkların sebebi olan hemen her şeyin bir özetini taşıyor. Bu sebeple bizi, bölgemizi, bütün İslam dünyasını tehdit eden gelişmelere ışık tutan bir laboratuvar ve aynı zamanda tehlikeli bir düğüm özelliği taşıyor.

Bu krizin içinde;

İsrail'in yayılmacı zihniyeti ve kendi güvenliği için bölge ülkelerini karıştırma, parçalama, birbirine düşürme siyaseti var.

Bu krizin içinde;

İsrail'in Doğu Akdeniz'de keşfettiği zengin doğalgaz yataklarının işlenmesi ve gazın pazarlanması, boru hatlarının inşası, Türkiye'nin ve bölge ülkelerinin ekonomik çıkar ve haklarını ileri sürerek ortaya koyduğu itirazlar var.

Bu krizin içinde;

Doğalgaz rezervleriyle de alakalı boyutu sebebiyle İsrail'in Gazze şeridindeki Filistin ve tabi HAMAS'ın varlığından olan rahatsızlığı var.

Bu krizin içinde;

Amerika'nın yeni başkanının nobran davranışları ile cisimleşen Amerika'nın yamyam gibi gücünün yettiği her ülkeyi haraca bağlamaya çalışması var.

Bu krizin içinde;

Amerika'nın -içindeki Siyonist paralel devletin yönlendirmesi ile- Ortadoğu'dan İngiltere'yi ve diğer her ülkeyi süpürerek tek başına yerleşme gayreti var.

Yine bu krizin içinde;

Amerika'nın enerji kaynakları ve ticaret yolları üzerinde siyasî-askerî hakimiyet kurarak Çin ve Avrupa başta olmak üzere dünya güçlerini kontrol etme amacı var.

Bu krizin içinde;

İran'ın Amerika'nın yol vermesine balıklama atlayarak Ortadoğu'da yayılmacı siyasi ve askerî faaliyetler yürütmesi var.

Bu krizin içinde;

İran gibi İslam dünyasında liderlik hevesi güden ve sapkın Vehhabi ideolojisini yaymaya çalışan Suudi Arabistan'ın Türkiye ve İran'ın etkisini artırmasından duyduğu rahatsızlık var.

Bu krizin içinde;

İsrail, Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkelerin kendilerine tehdit olarak gördükleri Müslüman Kardeşler ve Hamas gibi dini grupları terör örgütü kategorisine alma gayretleri var.

Bu krizin içinde;

İsrail'in, FETÖ'nün abisi Siyonist Amerikan Paralellerinin Türkiye hazımsızlığı var.

…….

Katar gibi küçük ama doğalgaz zengini bir ülke üzerinde oynanan oyunun bölgemizde ve dünya üzerinde yaşanan bu kadar sorunun hepsiyle irtibatlı olması gerçekten ilginç ve bir o kadar da tehlikeli bir kesişim oluşturuyor.

Dikkat ederseniz kriz patlak verdiğinde İsrail'li yetkililer memnuniyet duygularını ve düşüncelerini kamuoyu ile paylaşmaktan çekinmediler. İsrail Savunma Bakanı Avigdor Liberman "Radikal İslami terör korkusuyla Katar'la ilişkilerini kesen ülkeler, İsrail'e, Arap ülkeleriyle radikal İslami teröre karşı iş birliği yapmak için büyük fırsat sunuyor. Arap ülkeleri bile bu bölgedeki riskin İsrail değil, terörizm olduğunu anladı. Bu durum iş birliği için fırsat" dedi. Öteden beri söylediğimiz bir tespit var:İsrail'in ve tabii İsrail'in peyki gibi hareket eden Amerika'nın bölgemizdeki amacı ve siyaseti büyük devlet ve ordu namına ne varsa parçalamaktır. Bunu da mümkün olduğu kadar bu ülkeleri ve halkları birbirine düşürerek yapmaktır. Bölgemizdeki devletlerin birbirine düşmesinin, iç savaş ve karışıklıkların çıkmasının arkasındaki en büyük sebep küffarın bu siyasetidir. Bu sebeple bu siyasete alet olan İran, Arabistan, Mısır bunların hepsi bu siyasetin hedefleridir. Ve tabi Türkiye, ve hatta Rusya da bu siyasetin hedefindedir.

Diğer yandan İsrail Doğu Akdeniz'de keşfedilen doğalgaz yataklarını işletmek ve pazarlamak için büyük bir iştah duymaktadır. 2008-2010 yılları arasında keşfedilen, Tamar, Leviathan gibi isimler verilen doğalgaz yataklarında İsrail üretime başladı ve 2013 yılında İsrail'e ilk gaz akışı yapıldı. İsrail-Yunanistan-Kıbrıs Rum Kesimi arasında yapılan anlaşmaların, askerî tatbikatların en büyük sebebi bu doğalgaz kaynaklarıdır. İsrail bu gazı Avrupa'ya pazarlamak istiyor. En ekonomik güzergâh Türkiye üzerinden geçiyor, ancak Kıbrıs sorunu, Rum ve Yunanlıların rezervleri ve İsrail'in Türkiye hazımsızlığı sebebiyle bu seçenek şu an masada pek bulunmuyor. İsrail bölgedeki ülkelerle münhasır ekonomik bölge anlaşmaları yaparak bu gaz yataklarının hukuki statüsünü kendi lehine sağlama almaya çalışıyor. Ancak Kıbrıs Rumları ile yaptığı anlaşmalara Kıbrıs'taki çözümsüzlük sebebiyle Türkiye itiraz ediyor. Kıbrıs'ta son günlerde yeniden alevlenen görüşmelerin en büyük sebebi İsrail'in bu gayesidir. Yine Lübnan Hizbullah'ı ile olan düşmanlığı İsrail'in Lübnan'la anlaşmasına da engel oluyor. İsrail Mısır ve Kıbrıs Rumları ile anlaşarak bölgede elini güçlendirdi. Mursi'nin iktidara gelince İsrail ile yapılan anlaşmayı askıya alması, Türkiye ile yakınlaşması Mısır'da yaşanan darbenin en büyük sebeplerinden birisi olmuştur. Yine o tarihlerde Suriye ile Türkiye'nin ekonomik ve askerî yakınlaşması İsrail'i ziyadesiyle tedirgin etmiştir. Körfez'de Katar ile İran arasında büyük doğalgaz yatakları mevcut. Katar burada İran ile bölgeyi paylaştı ve gaz çıkartmaya başladı. Hemen arkasından bu abluka olayı patlak verdi. İsrail doğalgazını denizden boru hattıyla Girit ve Yunanistan güzergahından Avrupa'ya taşımak istiyor. Bu pahalı bir güzergâh. Ucuz doğalgaz varken kimse bu güzergâha para yatırmak istemeyecektir.

Doğu Akdeniz'de bulunan doğalgazı İsrail işletmeye başladı. İsrail bu gazı Avrupa'ya satabilmek için resimde görülen güzergâh üzerinden bir boru hattı tasarlıyor. Bu hat sebebiyle İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rumları arasında stratejik anlaşmalar yapılıyor. Sırf Türkiye'yi baypas etmek için bu pahalı güzergâhı kullanmak istiyorlar.

 

Gazze şeridinin ve dolayısı ile Filistin'in de Akdeniz'deki münhasır ekonomik bölgesinde büyük gaz yatakları var. Tabii bu durum İsrail'in hiç işine gelmiyor. Hele ki Gazze'de Hamas'ın hüküm sürmesi İsrail için ayrı bir handikap oluşturuyor. Hamas'ın son zamanlarda siyaset dilini yumuşatmasına rağmen Katar krizindeki terör gerekçesinde Müslüman Kardeşler'le beraber adının geçmesinin arka planında yine bu durum var.

Doğu Akdeniz'deki gaz yatakları keşfedilmeden önce hazırlanmış, Ortadoğu'daki petrol ve gaz yataklarını gösteren bir harita. Kırmızı renkler doğalgaz sahalarını gösteriyor. Katar küçük bir ülke olmasına rağmen doğalgazda dünyanın en önemli ülkelerinden birisi. Katar'ın hemen kuzeyindeki büyük gaz sahası dikkat çekiyor. Katar ile İran'ın bu sahanın paylaşılması için anlaşması ve Katar'ın buradan gaz çıkartmaya başlayacak olması İsrail'i rahatsız ediyor. Zira İsrail hem İran'ın güçlenmesini istemiyor, hem de doğalgaz piyasasına girmeye çalıştığı için Katar'ı rakip olarak görüyor.

 

Amerikan başkanı Trump'ın her gittiği yerde "Biz sizi koruyoruz, karşılığını verin." mealli haraç kesmeye çalışması işin başka bir boyutu. Trump'ın Almanya başta olmak üzere NATO müttefiklerini sıkıştırmasını hatırlarsınız. (Almanya da kendi yoluna bakmaya çalışıyor, AB kendi savunma gücünü oluşturmayı tartışıyor. Almanya ve İspanya öncülüğünde Airbus yeni savaş uçağı çalışmalarına başladı. Bu kararda Türkiye'nin İngiltere ile beraber savaş uçağı üretmeye başlaması kadar Amerika'nın bu tavrının da etkisi var.) Trump Avrupa'dan sonra Arabistan'a geldi biraz tehdit, biraz da İran'a karşı arkandayım diye gaz verdi, haracını kesti. 350 milyar dolardan bahsediliyor. Amerika parayı nakit olarak aldı. Hatırlarsanız bir ara Amerika'daki trilyon dolarlık Suudi rezervlerine el koymayı tartışıyorlardı. Bu tartışmalar ve İran tehdidi ile Arabistan'ı kendi istedikleri kıvama getirdiler. Trump Katar krizinden sonra Katar emirini Amerika'ya çağırdı. Haraç kesmek için. Ancak Katar emiri gitmedi. Fakat Katar Amerika ile 12 milyar dolarlık savaş uçağı anlaşması yaptı. Arkasından 2 Amerikan savaş gemisinin Katar ile tatbikat yaptığı haberleri geldi. Amerika'nın artık envanterden çıkartacağı uçakları Katar alacak. Amerikan silah tüccarları para kazanacak, Trump'ın dediği gibi binlerce Amerikalı iş sahibi olacak. Trump bütün dünyanın gözünün içine baka baka haraç kesiyor. Dünya siyasetinin içine düştüğü durum işte bu.

Diğer yandan Katar eski İngiliz sömürgesi. İngiltere, Fransa gibi eski sömürgeci ülkeler, her ne kadar bağımsızlıklarını kazanmış olsalar da eski sömürgelerine başka bir gücün çöreklenmesinden hazzetmezler. Katar krizi ile beraber İngiltere'de peş peşe terör olaylarının yaşanmasını, İngiltere'ye sen bu işe karışma, kaderine razı ol mesajı olarak yorumlayabiliriz. Ancak Amerika'da yapılan silahlı saldırıda Temsilciler Meclisi'ndeki Cumhuriyetçiler'in lideri bir senatörün yaralanmasını da İngiltere'nin bir cevabı olarak görmek mümkün.

Yine Amerika'nın bölgeye, petrol ve doğalgazın tepesine çöreklenmesi Çin, Avrupa gibi küresel ekonomik güçleri rahatsız eden bir gelişme. Amerika'nın bir amacı da bu zaten. Almanya'nın Katar krizine Katar lehine müdahil olmasını buradan okuyabiliriz.

Katar krizi diğer yandan İran'a verilen mühletin de artık dolduğunu gösteriyor. Amerika bölgeyi karıştırmak ve bir Şii-Sünni savaşı çıkartmak için İran'a epey yol vermişti. İran da bu tuzağa balıklama atlamakta bir beis görmedi. Türkiye'yi, Suudi Arabistan'ı, Körfez ülkelerini karşısına almaktan çekinmedi. Milisleri ile Suriye'de savaşıyor, Irak ikinci bir İran oldu. Yemen'de desteklediği güçler Arabistan'a füze atıyor. Şimdi de Arabistan İran korkusu ile Amerika'nın kucağına oturuyor. Halbuki Amerika bunların hepsini tek tek yiyecek. Tek amaçları bir Şii-Sünni savaşı çıkartmak. Türk-İran savaşı çıkartamadılar, Arabistan üzerinden deniyorlar. Daha olmadı kendileri girecekler. Sonrasında Mısır'ı, Arabistan'ı da parçalamak için harekete geçecekler. Türkiye'yi de içeriden karıştırmaya çalışıyorlar. Piyonlarını yürütüyorlar. Becerebilseler iç harp çıkartmak için çok büyük bir iştiyakları var. Ancak beceremedikleri için kuduruyorlar.

Arabistan hem sapkın Vehhabi ideolojisini İslam dünyasına yaymaya çalışıyor, hem Saddam'ın Kuveyt üzerinde hak iddia ettiği gibi Katar üzerinde hak iddia ediyor, hem de İran gibi İslâm dünyasına liderlik sevdası güdüyor. Bu yüzden Türkiye'ye her ne kadar yakınlaşsalar da Türkiye'nin gücünden ve Türk halkının İslâm anlayışından hoşlanmıyorlar. Amerika'nın kucağına oturarak kendilerinde bir güç vehmediyorlar. Ancak kendi kuyularını kazdıkları gibi İslâm dünyasına da büyük kötülük yapmış oluyorlar.

Vehhabi zihniyetli Arabistan Müslüman Kardeşler ve Hamas'ı terör örgütü ilan etmek hususunda İsrail'le aynı çizgide buluşuyor. Türkiye ve İslâm dünyasının tepkisinden çekindiği için daha net hareket edemiyor. Mısır'daki Sisi önderliğindeki Askerî yönetim ise İsrail'e adeta kendisini teslim etmiş durumda.

Resim bu şekilde.

Bu noktada "Türkiye'nin hareket tarzı ne olmalıdır?" sorusunun cevabı üzerine birkaç söz söylemek istiyoruz.

 

"Türkiye'nin Hareket Tarzı Ne Olmalıdır?"

Birinci olarak, İran, Arabistan gibi ülkelerin ideolojilerini, durumlarını görüyoruz. Ancak, küffara karşı mümkünse bütün İslâm ülkeleri ile birlik olmanın yollarını aramak lâzımdır. Zira küffar gelirken İslâm'a zarar veren fikirleri yok etmek için gelmiyor, Müslüman halkları katletmek ve İslâm dünyasını yıkmak için geliyor.

Bize yaklaşana yaklaşmamız gerekir. Meselâ Katar da Vehhabî zihniyetin etkin olduğu bir ülkedir, ancak bize yaklaşıyorlar, biz de onlara yaklaşıyoruz. (Arabistan'da Abdülvehhab'ın soyundan gelen ve ülkenin dini otoritesi konumundaki Âl-i Şeyh tabir edilen aile adına yapılan açıklamada Katar'da Şeyh Hamed zamanında açılan caminin Muhammed b. Abdulvehhab olan adının değiştirilmesi istendi.)

İkinci olarak, mazlum halkların yanında olalım ancak hiçbir devletin yıkanı yahut yıkılmasına zemin hazırlayanı olmayalım. Görüyorsunuz küffar bütün İslâm devletlerini parçalamak istiyor. Suriye bizim için acı bir örnektir. Türkiye'de müslümanlar yıllarca bağrına taş bastı ancak devletlerinin yıkılmasına razı olmadı. Devletsiz kalmak en kötüsü.

Üçüncü olarak, devlet ve halk boyutunda İslâm dayanışması sergileyelim, ancak diğer İslâm ülkelerindeki dini gruplarla çok fazla özdeşleşmemeye gayret edelim. Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ümmetinin 73 fırkaya ayrılacağını haber vermişlerdir. Bugün İslâm dünyasının bu halde olmasının en büyük sebebi bu parçalanmışlıktır.

Bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Size çullanmak üzere yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya çağrışan yiyiciler gibi birbirini çağıracakları zaman yakındır." buyurduğunda orada bulunanlardan biri: "O gün sayıca azlığımızdan mı?" diye sordu. Resulullah Aleyhisselâm:

"Hayır! Bilâkis siz o gün çoksunuz. Fakat sizler bir selin getirdiği çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı olmayan çer-çöp durumunda olacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!" cevabını verdi.

"Zaaf nedir yâ Resulellah?" denildiğinde:

"Dünya sevgisi ve ölüm korkusu!" buyurdu. (Ebu Dâvud: 4297)

Türkiye ve Türk halkı Allah dostlarının sevgisini gönlünde yaşatıyor. Bu sevgi sebebiyle Allah-u Teâlâ bizi muhafaza ediyor. Ordumuza, polisimize nusret veriyor. Düşmanlarımızın kalbine korku salıyor. Oysa İslâm dünyasında İbn-i Teymiyye zihniyetinden türeyen birçok sapkın fikrin anafikri "Allah dostlarını inkâr"dır. Bugünkü IŞİD terörü, Selefilik, Vehhabilik gibi fikirlerin kaynağı bu İbn-i Teymiyye zihniyetidir. Mısır, Filistin gibi bazı ülkelerdeki Selefi olmayan gruplarda da maalesef Allah dostlarını inkâr etmek adeta moda olmuştur. Bununla beraber bugün "Ben şeyhim" diye ortaya çıkan ve İslâm şeriatı ile hiçbir alakası olmayan kişilerin ortalığı işgal ettiğini de unutmamak lâzımdır. Zira "Allah dostu", "Evliyâullah" diye tabir ettiğimiz bu büyük mertebeler İran'ın mollaları ve Arabistan'ın "Âl-i şeyh"i gibi hiçbir ailenin ya da grubun tekelinde olmadığı gibi babadan oğula verasetle geçen bir şey de değildir. Maddeyle, dünyevî maksatla hareket eden bir kimse ise bırakın Allah dostu olmayı kâmil bir mümin bile değildir.

Bize düşen İslâm ülkelerinin ve halklarının selâmeti ve küffarın kötü niyetinin bertaraf edilmesi için elimizden geleni yapmak, görünür siyasetimizi devletler ve kurumlar üzerinden yürütmeye gayret etmektir.

Dördüncü olarak; petrol ve gaz hevesi ile, zenginlik hırsı ile hareket etmememiz lâzım. Atalarımızın dediği gibi gayemiz "Nizâm-ı âlem" olsun.

Bu hususta da şu Hadis-i şerif'i aklımızdan çıkartmayalım:

"Fırat nehrinin altın hazinelerinden bir kısmının alana çıkması yakındır. Her kim o zaman orada bulunursa, ondan bir şey almasın." (Buhârî, Müslim)

Bu noktada şu hususu da belirtmekte fayda var:

Türkiye doğru ve haklı olarak sınır ötesi harekâtlar yapıyor. Kuzey Irak'ta, Fırat Kalkanı'nda olduğu gibi. Devamı da gelecek. Bunları yaparken sömürgeciler gibi petrol şehvetine kapılmamaya dikkat etmek lâzım. Kuzey Irak'ta yakın bir tehlike var. Bağımsızlık isteyenlere şunu açıkça deklare edelim:

"Biz Irak'ın toprak bütünlüğünü savunuyoruz ancak, eğer sınırlar değişecekse bizim de söyleyecek sözümüz, değişecek sınırımız var. Petrolde gözümüz yok, ancak Musul ve Kerkük'le tarihi bağımız, siyasal hakkımız var. Cerablus-El Bab'da olduğu gibi PKK-PYD ile Irak'ın arasını kapatmakta hayatî çıkarımız var."

Küffar bir taraftan mütemadiyen PKK-PYD'yi besleyip büyütüyor, diğer taraftan Kuzey Irak yönetimine "Artık zamanı geldi" diyor. Fazlasıyla tehditle karşı karşıyayız. Bir de petrol hevesiyle cepheyi büyütmeyelim. Katar krizinde de Türkiye'nin duruşu krizin askerî müdahaleye evrilmesini, kardeş kavgasını durdurdu. Ancak burada da ne kadar ileriye gideceğimizi, nerede duracağımızı, Katar'ı ne kadar kanatlarımız altına alacağımızı iyi hesap etmeliyiz.

Binaenaleyh çok dikkatli olmamız, çok ferasetli hareket etmemiz lâzım. Vekâlet savaşları aşamasını geçtik, vekâlet savaşları ile sıcak harbin arasında bir yerdeyiz. Zira vekâlet savaşında vekâleti verenler pek ortada görünmezdi. Oysa artık vekâlet verenler ismiyle, cismiyle sahadalar. Sadece ordularını henüz sahaya sürmüş değiller. Ama hazırlanıyorlar. Yakında o da olacak.

Bu karikatürün çizildiği 2012 yılından bugüne körfezdeki harp tehlikesi daha da büyüdü.


  Önceki Sonraki