Resulullah Aleyhisselâm Hicret'in sekizinci yılı Ramazan'ın onuncu günü, yerine Külsum bin Husayn -radiyallahu anh-i vekil bırakarak on bin kişilik muhteşem bir kuvvetle ikindiden sonra Medine'den çıktı. Allah-u Teâlâ'nın yardımına güvenerek müslümanlara Mekke-i mükerreme yolunu açtı. Muhâcirler'in ve Ensâr'ın tamamı Resulullah Aleyhisselâm'la beraber bu sefere katılmış, içlerinden hiçbiri seferden geri kalmamıştı.
Zübeyr bin Avvam -radiyallahu anh-i iki yüz kişilik bir süvari birliğinin başında öncü olarak ileri gönderdi. O gün kendisi de Ashâb-ı kiram'ı da oruçluydu. Yolda Resulullah Aleyhisselâm iftar etti, ordusuna da oruçlarını bozdurdu.
Mücâhidlerden bazılarının oruçlarını tutmaya devam ettikleri kendisine haber verilince: "Onlar emre karşı gelenlerdir." buyurdu.
Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz de beraberinde idi.
İki yıl önce Hudeybiye senesi Mekke önüne varan İslâm ordusunun sayısı ancak bin beş yüz civarında iken, iki yıl sonra bu sayı on bini bulmuştu. Medine şimdiye kadar bu kadar muazzam bir ordu hazırlamamıştı.
Müslümanlar Allah-u Teâlâ'nın izniyle Beytullah'ı putlardan temizlemeye, şirkin kökünü kazımaya gidiyorlardı. Artık vakit saat gelmişti, Fetih ordusu yola çıkmıştı.
Muhâcirler'in bayraktarları;
Hazret-i Ali -radiyallahu anh-, Zübeyr bin Avvam -radiyallahu anh- ve Sa'd bin Ebî Vakkas -radiyallahu anh- idi.
Ensâr'ın on iki kabilesinin bayraktarları ayrı ayrı idi. Ayrıca Müzeyne, Cüheyne, Süleym... gibi civarda yaşayan kabilelerin bayraktar ve sancaktarları da vardı.
Mekke yolunda Resulullah Aleyhisselâm amcası Abbas -radiyallahu anh-a rastladı. Abbâs -radiyallahu anh- evvelce müslüman olmuş, fakat dinini Kureyş'ten gizlediği için şimdiye kadar Mekke'de kalabilmişti.
Medine'ye hicret etmek üzere âilesi ile birlikte Mekke'den çıktı, Zülhuleyfe'de Resulullah Aleyhisselâm'ın ordusuna katıldı. Resulullah Aleyhisselâm amcasına:
"Peygamberlerin sonuncusu ben oldum, muhâcirlerin sonuncusu da sen oldun!" buyurdu.
Hazret-i Abbas -radiyallahu anh- Resulullah Aleyhisselâm'ın yanından hiç ayrılmadı, her yerde yanında bulundu.
Ebu Süfyan bin Hâris, Resulullah Aleyhisselâm'ın amcası Hâris'in oğlu ve süt kardeşi, dostu ve arkadaşı idi. Peygamberlik geldikten sonra düşman kesildi. Hiçbir düşmanın yapamayacağı düşmanlığı yapar, Resulullah Aleyhisselâm'ı ve müslümanları tahkir etmekten, şiirleriyle hicvetmekten geri durmazdı. Kureyş müşriklerinin Resulullah Aleyhisselâm'la yaptıkları çarpışmaların hiçbirinden geri kalmadı. Kanı helâl kılınan, öldürülmesi gerekli olanlar arasında onun da adı geçiyordu.
Karısı ve oğlu bir gün kendisine:
"Araplar'ın ve Arap olmayanların Muhammed'e tâbi olduğunu görüyorsun da, hâlâ ne diye ona düşmanlıkta direnip duruyorsun? Halbuki ona yardımcı olmak herkesten çok sana düşerdi." dediler.
Resulullah Aleyhisselâm'ın halası Âtike'nin oğlu ve hanımı Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ-nın kardeşi olan Abdullah bin Ebî Ümeyye de azılı İslâm düşmanlarındandı. Bu düşmanlığını Mekke'nin fethine kadar devam ettirmişti.
Nihayet geç de olsa her ikisi de Resulullah Aleyhisselâm'la görüşmek üzere Mekke'den yola çıktılar.
Bu sırada Resulullah Aleyhisselâm da ordusuyla beraber Mekke'ye doğru ilerliyordu. Mola verildiği bir sırada görüşmek istedilerse de yüzünü başka tarafa çevirdi. Resulullah Aleyhisselâm yüz çevirince bütün müslümanlar da yüz çevirdiler.
Daha sonra Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in ricâsı üzerine Resulullah Aleyhisselâm tarafından kabul edilerek müslüman oldular.
Ebu Süfyan bin Hâris, İslâm'la müşerref olduktan sonra bir şiirinde şöyle söyledi:
"Hayatına yemin olsun ki ben; Lât putunun süvarileri, Muhammed'in süvarilerini yensin diye sancak taşıdığım gün, gecenin başında yolcu olup yolunu şaşıran ve gecesi kapkaranlık olan bir kimse gibi idim.
Şimdiki zamanım ise, yolum gösterilip kurtuluşa ve hidayete ermiş bulunduğum zamandır."
Yollar tamamiyle tutulmuş olduğu için, Resulullah Aleyhisselâm'ın hareketinden Kureyş'in hiç haberi yoktu. İslâm ordusu on altı kilometre mesafede "Merruz-zahrân" denilen vâdiye yatsı vakti gelerek karargâhını kurdu. Resulullah Aleyhisselâm'ın emriyle burada onbin ateş yakıldı. Her birlik ateşini kendi çadırı önünde yakarak, müslüman kuvvetlerini büyük bir ateş donanmasıyla Kureyş'e gösteriyordu. Resulullah Aleyhisselâm ordunun adedini çok gösterip Kureyş'i sulha mecbur ederek, Mekke-i mükerreme'ye kan dökmeden girmek emelinde idi.
Etrafa nöbetçiler dikildi. Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- de bu nöbetçiler üzerine kumandan tayin edildi.
Resulullah Aleyhisselâm'ın ordusunun yaklaşmakta olduğunu anlayan Mekkeliler neye uğradıklarını anlayamadılar. Hemen Ebu Süfyân'ın başına toplandılar. Durumu anlamak isteyen Ebu Süfyan, yanına aldığı üç dört arkadaşıyla Mekke'den çıktı ve büyük ateşi gördü. Fakat yolda müslümanlar tarafından esir edilerek, Resulullah Aleyhisselâm'ın huzuruna götürüldü.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Ebu Süfyan'ın öldürülmesini, Hazret-i Abbas -radiyallahu anh- ise affını istiyordu. Halbuki Ebu Süfyan, Ebu Cehil'den sonra İslâm düşmanlarının başına geçmiş, müslümanlara karşı en büyük fenâlıkları yapmış bir müşrik idi. Araplar'ı müslümanlara karşı ayaklandıran, Resulullah Aleyhisselâm'ın hayatına suikastler düzenleyen Ebu Süfyan'dı. Yaptığı bütün bu cinayetler karşısında şüphesiz ki cezası idamdı. Ancak Resulullah Aleyhisselâm Ebu Süfyan'ı da affetti. Bunun üzerine Ebu Süfyan şehâdet getirip müslüman oldu.
Hazret-i Abbas -radiyallahu anh-:
"Yâ Resulellah! Ebu Süfyan üstün tanınmayı, övünmeyi seven bir insandır. Ona iftihar edebileceği bir lütufta bulunsanız!" dedi.
Resulullah Aleyhisselâm:
"Her kim Ebu Süfyan'ın evine girerse emniyettedir. Her kim evine kapanır, ordumuza karşı koymazsa emniyettedir. Her kim Harem-i şerif'e girerse emniyettedir.
Ebu Süfyan bunu ilân etsin!" buyurdu.
Bu beyan, Ebu Süfyan'ı evine çekmek, sonra da sokağa çıkma yasağı ilân etmekti. Çünkü Resulullah Aleyhisselâm aslâ kan dökülmesini istemiyordu.