Davud el-Kayserî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü'l-velâye'nin ilâhî isimler hususunda herhangi bir istimdâda muhtaç olmadığını, onun mânevî kemâlâtını tümüyle Allah'tan aldığını beyan buyurmaktadır:
"İlâhî vergilerin kendisine tertip edildiği ilâhî isimler, nebilerin ve velilerin Âdem'inin evlâtlarından bir oğul olan Şit Aleyhisselâm'a tahsis edilmiştir. Ancak, Hâtemü'l-velâye bundan müstesnâdır; zira o, kemâlâttan yana zuhur eden şeylerin tümünü Allah'tan alır."
("el-Matlâ'u Husûsi'l-Kilem fî Meânî Fusûsu'l-Hikem", Şehid Ali Paşa, nr.: 1242; 34a vr.)
Allah-u Teâlâ bu zevât-ı kirama neler duyurmuş, neler bildirmiş! Onları çok büyük sırlara vâkıf ettirmiş, olmuş ve olacaklara mazhar etmiş.
Kemâlâttan yana zuhur eden şeylerin tümünü Allah-u Teâlâ'dan almasının mânâsı; ona O karışır, ona başka kimse karışamaz. Ona Allah-u Teâlâ veriyor, başkasına muhtaç değil.
Nitekim Mahmud Şebüsterî -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmaktadır:
"Veliliğin tam zuhuru 'Velilerin sonuncusu' ile olacak. İki âlem de onunla tamamlanacak, onunla kemâl bulacak. Bütün velilerin varlıkları, son velinin âzâsına benzer. O küll'dür, öbürleri cüz. Onun 'Peygamberlerin sonuncusu'yla tam bir münâsebeti vardır. Bu yüzden umumî rahmet de onunla zuhur eder. İki âlem de ona uyar, Âdemoğulları içinde Allah'ın halifesi odur." (Gülşen-i Râz, s. 32)
O da bir "Sirâc-ı münir"dir; dünyaya değil, âlemlere şâmildir. Maskede hüküm yok, hüküm Hazret-i Allah'ındır.
Zeyneddîn el-Hâfî -kuddise sırruh- Hazretleri;
"Zira gözle görülen âlemlerin etrafını kuşatan; Hâtemü'n-nübüvve olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- ve Hâtemü'l-velâye'dir." buyuruyor.
Bunun sebebini arzedeyim:
Mâlum-u fâzilâneleriniz olduğu üzere Resulullah Aleyhisselâm Sebeb-i mevcûdat'tır, Allah-u Teâlâ onu yarattı, onun nurundan âlemleri donattı.
Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini:
"Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiyâ: 107)
Âyet-i kerime'sine muhatap yapmış, "Rahmeten lil-âlemîn" kılmış, onu âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Onun nuru âlemleri ihâta etmiştir. O "Rahmeten lil-âlemîn" dir.
Hâtem-i veli'ye de "Rahmeten lil-âlemîn"in velâyetinin intikal etmesi hasebiyle, ona ne ki verdiyse ona da vermiştir. "İki bedende bir ruh"un öz mânâsı budur. Ezelden iki kandil halkettiği için o da "Rahmeten lil-âlemîn" olmuş oluyor. Fakat o görülmüyor. "Rahmeten lil-âlemîn"in yaydığı rahmeti, vekili olduğu için o da yayıyor, yani Allah-u Teâlâ yaydırıyor.
İrşad nurlarının dünyaya değil, bütün âlemlere yayılmasının sebebi; O "Rahmeten lil-âlemîn", bu da "Rahmeten lil-âlemîn"in vekili. Bunun içindir ki Resulullah Aleyhisselâm'a verilen ismin aynısı ona da verilir. Çünkü onun vekilidir, onun hâtemidir. Allah-u Teâlâ'nın Hâtem-i nebi'ye verdiğinin aynısı ona intikal ettiği için aynı ismi o da taşıyor. Niçin? Hâtem olduğu için. Niçin? Hâtem'i peygamberlerden evvel yaratıldığı için.
Allah-u Teâlâ Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i "Nur saçan kandil" mânâsına gelen "Sırâc-ı münîr" yaptığı gibi, Hâtem-i veli'de de tecelli etmiş, ona da Resulullah Aleyhisselâm'a verdiği nuru vermiş, verdiği için bütün âlemleri o nur ihata etmiştir.
Bu noktada size mühim bir sır açacağız:
Bu iki hatem gözle görülen bütün âlemleri kuşatmıştır. Bu sizin idrakinizin haricindedir. Sizin anlayabilmeniz için şu kadar arzedelim:Allah-u Teâlâ kimde nasıl tecelli ederse bütün âlemleri kuşatmak onun için çok kolaydır.
Kuşatan O oluyor, o mahlûkta tecelli ediyor. Meselâ ay geceleri, güneş gündüzleri bütün dünyaya ışık veriyor, amma O'nun emri ile O'nun izni ile veriyor. Bütün âlemleri kuşatmak ise elbette daha büyük bir şeydir. Amma o da O'nun izni ile O'nun emri ile oluyor. Öyle dilemiş öyle olmuş. Nur O'nun nuru olursa, bütün âlemleri kuşatır.
Bu ihata mevzusuna aklınızı yormayın. Mahlûk olan güneşe aklınız ermiyor da Allah-u Teâlâ'nın nuruna hiç erer mi? Güneş olmasa idi bilinmezdi. Amma güneşi yaratmış, güneşe o istidadı vermiş, güneş görülüyor. Halbuki O'nun nuru ile veriyor, amma güneşle veriyor.
Allah-u Teâlâ tecelli eder, bütün kâinatı kuşatır da filân kuşattı der. Kuşatan O'dur, fakat onda tecelli etmiş. O kimde tecelli ederse, ondan her şey tecelli eder, murad ettiği gibi yapar, ne murad ederse onu yapar. O dilediği kula tecelli eder. Bütün âlemleri ihata eden O'dur, fakat o ihata etmiş gibi gösterir. Onda tecelli ettiği için öyle yapmıştır. Azamet-i ilâhî tecelli edince her şeyi ihata eder.
Halbuki o bir kabuktur, kabuğun hükmü yoktur. O kuşatmıştır da kabukla kuşatmıştır. Kabukla kuşattığı için kabuk kuşattı deniliyor. Mahlûk yine mahlûktur, hükümsüzdür.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde:
"İçinizde... Görmüyor musunuz?" buyuruyor. (Zâriyât: 21)
O bir kulda tecelli ederse kul kabuk kalır. Hep O'ndan gelir, fakat kuldan geliyormuş gibi görünür.
Yani siz O'nun lütuf tasarrufu altındasınız, O'nun kuşattığı bir çevrenin içindesiniz, fakat farkında değilsiniz...