Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgililerinin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (132) - DÂVUD BİN MAHMUD EL-KAYSERÎ -Kuddise Sırruh- (12) - Ömer Öngüt
DÂVUD BİN MAHMUD EL-KAYSERÎ -Kuddise Sırruh- (12)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgililerinin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (132)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Haziran 2017

 

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (132)

DÂVUD BİN MAHMUD EL-KAYSERÎ -Kuddise Sırruh- (12)

 

Âlemlere Şâmil:

Davud el-Kayserî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü'l-velâye'nin ilâhî isimler hususunda herhangi bir istimdâda muhtaç olmadığını, onun mânevî kemâlâtını tümüyle Allah'tan aldığını beyan buyurmaktadır:

"İlâhî vergilerin kendisine tertip edildiği ilâhî isimler, nebilerin ve velilerin Âdem'inin evlâtlarından bir oğul olan Şit Aleyhisselâm'a tahsis edilmiştir. Ancak, Hâtemü'l-velâye bundan müstesnâdır; zira o, kemâlâttan yana zuhur eden şeylerin tümünü Allah'tan alır."

("el-Matlâ'u Husûsi'l-Kilem fî Meânî Fusûsu'l-Hikem", Şehid Ali Paşa, nr.: 1242; 34a vr.)

Allah-u Teâlâ bu zevât-ı kirama neler duyurmuş, neler bildirmiş! Onları çok büyük sırlara vâkıf ettirmiş, olmuş ve olacaklara mazhar etmiş.

Kemâlâttan yana zuhur eden şeylerin tümünü Allah-u Teâlâ'dan almasının mânâsı; ona O karışır, ona başka kimse karışamaz. Ona Allah-u Teâlâ veriyor, başkasına muhtaç değil.

Nitekim Mahmud Şebüsterî -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmaktadır:

"Veliliğin tam zuhuru 'Velilerin sonuncusu' ile olacak. İki âlem de onunla tamamlanacak, onunla kemâl bulacak. Bütün velilerin varlıkları, son velinin âzâsına benzer. O küll'dür, öbürleri cüz. Onun 'Peygamberlerin sonuncusu'yla tam bir münâsebeti vardır. Bu yüzden umumî rahmet de onunla zuhur eder. İki âlem de ona uyar, Âdemoğulları içinde Allah'ın halifesi odur." (Gülşen-i Râz, s. 32)

O da bir "Sirâc-ı münir"dir; dünyaya değil, âlemlere şâmildir. Maskede hüküm yok, hüküm Hazret-i Allah'ındır.

Zeyneddîn el-Hâfî -kuddise sırruh- Hazretleri;

"Zira gözle görülen âlemlerin etrafını kuşatan; Hâtemü'n-nübüvve olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- ve Hâtemü'l-velâye'dir." buyuruyor.

Bunun sebebini arzedeyim:

Mâlum-u fâzilâneleriniz olduğu üzere Resulullah Aleyhisselâm Sebeb-i mevcûdat'tır, Allah-u Teâlâ onu yarattı, onun nurundan âlemleri donattı.

Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini:

"Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiyâ: 107)

Âyet-i kerime'sine muhatap yapmış, "Rahmeten lil-âlemîn" kılmış, onu âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Onun nuru âlemleri ihâta etmiştir. O "Rahmeten lil-âlemîn" dir.

Hâtem-i veli'ye de "Rahmeten lil-âlemîn"in velâyetinin intikal etmesi hasebiyle, ona ne ki verdiyse ona da vermiştir. "İki bedende bir ruh"un öz mânâsı budur. Ezelden iki kandil halkettiği için o da "Rahmeten lil-âlemîn" olmuş oluyor. Fakat o görülmüyor. "Rahmeten lil-âlemîn"in yaydığı rahmeti, vekili olduğu için o da yayıyor, yani Allah-u Teâlâ yaydırıyor.

İrşad nurlarının dünyaya değil, bütün âlemlere yayılmasının sebebi; O "Rahmeten lil-âlemîn", bu da "Rahmeten lil-âlemîn"in vekili. Bunun içindir ki Resulullah Aleyhisselâm'a verilen ismin aynısı ona da verilir. Çünkü onun vekilidir, onun hâtemidir. Allah-u Teâlâ'nın Hâtem-i nebi'ye verdiğinin aynısı ona intikal ettiği için aynı ismi o da taşıyor. Niçin? Hâtem olduğu için. Niçin? Hâtem'i peygamberlerden evvel yaratıldığı için.

Allah-u Teâlâ Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i "Nur saçan kandil" mânâsına gelen "Sırâc-ı münîr" yaptığı gibi, Hâtem-i veli'de de tecelli etmiş, ona da Resulullah Aleyhisselâm'a verdiği nuru vermiş, verdiği için bütün âlemleri o nur ihata etmiştir.

Bu noktada size mühim bir sır açacağız:

Bu iki hatem gözle görülen bütün âlemleri kuşatmıştır. Bu sizin idrakinizin haricindedir. Sizin anlayabilmeniz için şu kadar arzedelim:Allah-u Teâlâ kimde nasıl tecelli ederse bütün âlemleri kuşatmak onun için çok kolaydır.

Kuşatan O oluyor, o mahlûkta tecelli ediyor. Meselâ ay geceleri, güneş gündüzleri bütün dünyaya ışık veriyor, amma O'nun emri ile O'nun izni ile veriyor. Bütün âlemleri kuşatmak ise elbette daha büyük bir şeydir. Amma o da O'nun izni ile O'nun emri ile oluyor. Öyle dilemiş öyle olmuş. Nur O'nun nuru olursa, bütün âlemleri kuşatır.

Bu ihata mevzusuna aklınızı yormayın. Mahlûk olan güneşe aklınız ermiyor da Allah-u Teâlâ'nın nuruna hiç erer mi? Güneş olmasa idi bilinmezdi. Amma güneşi yaratmış, güneşe o istidadı vermiş, güneş görülüyor. Halbuki O'nun nuru ile veriyor, amma güneşle veriyor.

Allah-u Teâlâ tecelli eder, bütün kâinatı kuşatır da filân kuşattı der. Kuşatan O'dur, fakat onda tecelli etmiş. O kimde tecelli ederse, ondan her şey tecelli eder, murad ettiği gibi yapar, ne murad ederse onu yapar. O dilediği kula tecelli eder. Bütün âlemleri ihata eden O'dur, fakat o ihata etmiş gibi gösterir. Onda tecelli ettiği için öyle yapmıştır. Azamet-i ilâhî tecelli edince her şeyi ihata eder.

Halbuki o bir kabuktur, kabuğun hükmü yoktur. O kuşatmıştır da kabukla kuşatmıştır. Kabukla kuşattığı için kabuk kuşattı deniliyor. Mahlûk yine mahlûktur, hükümsüzdür.

Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde:

"İçinizde... Görmüyor musunuz?" buyuruyor. (Zâriyât: 21)

O bir kulda tecelli ederse kul kabuk kalır. Hep O'ndan gelir, fakat kuldan geliyormuş gibi görünür.

Yani siz O'nun lütuf tasarrufu altındasınız, O'nun kuşattığı bir çevrenin içindesiniz, fakat farkında değilsiniz...


  Önceki Sonraki