Sultan Veled -kuddise sırruh- Hazretleri de “Maârif” adlı eserinde şöyle buyuruyorlar:
“Bir de öyle bir makama erişmiş veli vardır ki, doğrudan doğruya arada Kur’an ve Hadis vasıta olmaksızın hareket eder. Bu, evvelkinden de nâdirdir.” (Maârif. s. 143, 257)
Bir kul Hakk’ta fâni olup bütün bu varlıklardan sıyrılırsa hiçbir varlığı kalmazsa O’nunla hemhâl olur, onun artık hükümdarı O’dur.
Nitekim Muhyiddin-i İbn’ül-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri bu ilmin ineceğini ve bu ilmin “İlm-i billâh”ın hülâsası olduğunu beyan etmiştir.
Onun bizzat kendi beyanını olduğu gibi naklediyorum:
“Bu ilim ilm-i billâhın âlâsıdır. Bu ilim, ancak peygamberlerin ve velilerin sonuncusuna verilmiştir. Bu ilmi, Nebî ve Resûl’lerden görebilenler ancak Hâtem-i nübüvvet olan Muhammed Aleyhisselâm’ın mişkâtından (kandilinden) görürler.
Velilerden görebilenler de ancak onun mirascısı olan Hâtem-i veli’nin mişkâtından görürler, hatta peygamberler, o ilmi ne zaman müşahede etseler ancak Hâtem-i velâyet kandilinin ışığıyla görürler.”
(Fusûsu’l-Hikem, sh: 43-44, çeviren N. Gençosman)
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde Hızır Aleyhisselâm hakkında:
“Ona tarafımızdan has bir ilim öğrettik.” buyuruyor. (Kehf: 65)
Allah-u Teâlâ kime has ilim verirse, o sırlara o mazhardır.
Güneşi gören; ay’ı, yıldızı, nuru ve nârı çok iyi farkeder. Güneşi görmeyen güneşi tanıyamaz. Onun ziyası gözleri kamaştırır. O tahsili görmemiştir, o tecelliyata mazhar olmamıştır.
Ay’ı gören; yıldızı, nuru ve nârı bilir.
Yıldızı gören; nur ile nârı tefrik eder.
Nuru da göremeyen karanlıkta kalmıştır.
Bu gizli ilim yalnız hususiyetle O’nun seçtiği, öğrettiği kimseye mahsustur. Seyr-ü sülükte olanlara, diğer velilere dahi mahsus değildir.
Allah-u Teâlâ âlemlerde tasarruf ettirdiği kimselere dilediğini duyurur, o da dünya âlemindeki mutasarrıflara bu hakikatleri duyurur. Çünkü onların Allah-u Teâlã ile o nispette yakınlığı yoktur. Onlar emirle, o tasarrufla.
O her an Hazret-i Allah iledir. Kendisi istemediği halde emir tahtında döndürülmüştür. İnsanları irşad için beşeriyet kisvesine bürünmüştür. Görünüşte halk ile, fakat bâtını Hakk ile meşguldür. Yeryüzünde Cenâb-ı Hakk’ın emriyle tasarruf eder. Fâil-i mutlak’ın fiillerini görür, bir yaprağın tutunduğu kadar bile tutunacak varlığı yoktur. Bir çöp kadar kıymeti olmadığını bilir, kendisini bir resimden hiç farkedemez. Çünkü Fâil-i mutlak o resimde tecelli ediyor. O orada yok. Ondaki irade de idare de Hakk’ın iradesi ve idaresidir. Fakat bu bilinmediği için herkes resmi görür.
Muhyiddin İbn’ül-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri buyurur ki:
“O öyle bir kaynaktan alır ki, Peygamber Aleyhisselâm’a vahiy getiren melek de aynı kaynaktan alır.”
(Fusûsu’l-Hikem. Çeviren N. Gençosman. Sh: 45)
Bu öz bir bilgidir, faydalıdır, hakikidir, hakikattır, ötesi boştur, eğer anlayabilirsen.
Bunu bilen söylüyor, Allah-u Teâlâ’nın has kulları söylüyor. Bir beşerin bunu anlaması mümkün değildir.
Onun için bu ilim karşısında sakın şaşırma, inkâr etme. Geçmiş evliyâullah’ın ifşaatlarına bir bak ve kurtul! Çünkü Allah-u Teâlâ bu ilmi bugün indirdi.
Allah-u Teâlâ, marifetullah ehline dilediği kadarını duyurur. Kitap satırları arasında bulunmayan, ancak Allah-u Teâlâ’ya yakın olanların sadırlarında, kalplerinin derinliklerinde gizli bulunan ilim marifetullah ilmidir.
Allah-u Teâlâ dilerse Hızır Aleyhisselâm’a “Has ilim” öğrettiği gibi, dilediğine de vasıtasız ilim öğretir.
Nitekim Allah-u Teâlâ Musa Aleyhisselâm’a vâkıf ettirmediği ilmi Hızır Aleyhisselâm’a vâkıf ettirdi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde Hızır Aleyhisselâm’ın Musa Aleyhisselâm’a şöyle buyurduğunu haber vermektedir:
“Ben Allah’ın bana kendi ilminden verdiği bir ilim üzerinde yürüyorum ki, sen onu bilmezsin. Allah’ın sana öğrettiği ilmi de ben bilmem.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 102)
Yani Musa Aleyhisselâm’ın bilmediğini sen mi bileceksin? Bu ilim Allah-u Teâlâ’nın ihsan ettiği has bir ilimdir, onu dilediğine verir.
İmâm-ı Gazâlî -rahmetullahi aleyh- Hazretleri “İhyâ-u ulûm’id-din” adlı eserinde ise şöyle buyururlar:
“Sakın anlamıyorum diye bu ilmi inkâra kalkışma. Aklî ilimleri kavradığını zannederek çizmeden yukarı çıkan âlimlerin helâk noktası burasıdır. Allah dostlarının bu hallerini inkâr eden bir ilimden, cehâlet çok daha iyidir. Kaynak bir olduğu için, velîleri ve kerâmetlerini inkâr, peygamberleri ve mucizeleri inkâr demektir. Peygamberleri inkâr ise tamamen dinden çıkmaktır.”