Şunu çok iyi bilin ki bu ilim Allah-u Teâlâ'nın ihsan ettiği, ikram ettiği bir ilimdir. Doğrudan doğruya O'nun bildirdiği, O'nun duyurduğu için de İlm-i billâh'ın âlâsı, has ilmullâh oluyor. Yani bu ilimde nefsin hiçbir katkısı yoktur. Allah-u Teâlâ öyle murad etmiş. Su boruya gelir amma, o su boruya âit değil. Boru da onu itiraf edince, O'nun oluyor. Sen çık aradan kalsın Yaratan.
Biz bu mevzular geçerken veyahut büyük bir hadise olurken, o anda Cenâb-ı Hakk bizi yok eder, o yoklukla dilediği kadar yürütür. Onun için orada hiçbir varlık husule gelmez ve sızmaz. Hakk ile kulun arasındaki gizli bir iştir.
Bu bilgiler bilinecek şeyler değil. Açıklamak bilmekten ileri geliyor. Hiçbir şey bilmiyordum. Amma görüyorsunuz ki Allah-u Teâlâ'nın duyurması ve bildirmesi ile bu açıklamaları rahat rahat yapabiliyorum. Niçin? O bildirdiği için. Gerçekten de bilinecek şeyler değil. Bu zât-ı muhterem bu hususu o zaman görmüş ve ifşâ etmiş.
Bu ihsan edilen ilim has ilmullah olduğu için, bu ilmin üstünde de ilim yok. Onu ancak dilediğine vermiştir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in ilmi var mıydı? Her hangi bir kimseden ilim tahsil görmüş müydü? O ümmi idi, yazısı bile yoktu.
Ümmi olunca her şeyin muallimi olan Hazret-i Allah öğretti. Şimdi saf ilmullah oluyor. Hiçbir ilim, hiçbir zan, hiçbir vehim karışmıyor. Dikkat ederseniz herkesin az çok bir ilmi var. Bu fakirin ise bir gün tahsili yok, o saf ilim bugün akmış. Çünkü ben bir tek harfi izah edecek durumda değilim. Açıkça da söylüyorum bu ilmin benimle hiçbir ilgisi yok, Rabb'ül âlemin ne döktüyse odur. Şimdi odur deyince benden çıkıyor, sahibim olan Hazret-i Allah'ın hükmü ve kelâmı olmuş oluyor.
Bütün âlimler bu vehbi ilme mazhar olmuşlardır ama az, ama çok ilimleri var idi. Benim hiçbir tahsilim olmadığı için bu doğrudan doğruya Hazret-i Allah'a ait bir ilim oluyor. Bu ilmi indiren de O, buna sahip çıkacak da O, bu ilmi yayacak olan da O, dilediğine bu ilimle hidayeti verecek yine O. Bu ilmin Hazret-i Allah'a ait olduğu aşikârdır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Sen kitap nedir, iman nedir önceleri bilmezdin." (Şûrâ: 52)
"Resul'üm! Seni okutacağız da hiç unutmayacaksın." (A'lâ: 6)
Fakir, hiçbir yerden tahsil görmedim, hiçbir şey de bilmiyordum. Gelen o kanaldan geliyor. Hazine-i ilâhîden akıyor. Yani hazine-i ilâhîden Resulullah Aleyhisselâm'a gelen kanal devam etmektedir. İlhâmât-ı ilâhiyenin hududu yoktur.
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- "Hatmü'l-Evliyâ" kitabının "6. Bölüm" ünde şöyle buyuruyor:
"Kendisinde gizlediği ilâhî sözden dolayıdır ki, Muhaddes'in durumu çok büyüktür!
Nitekim Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Mümin-i kâmil'in ferâsetinden sakının! Çünkü o, Azîz ve Celîl olan Allah'ın nuru ile bakar."
(Buhârî, Târih-i Kebîr, c. 4, s. 354; Tirmizî: 3127; Câmiu's-Sağîr, c. 1, s. 134)
Ferâsette bulunulduğunda sakınılması gereken şey, işte bu "İlâhî söz"ün cüzlerinden bir cüzdür. Hayırla nazar ve kezâ ilham; Allah-u Teâlâ tarafından o kulun kalbinin içine akıtılır.
İlâhî söz de tıpkı bunun gibidir.
Cârûd'un Fadl bin Mûsâ'dan, onun Zekeriyâ bin Zâide'den, onun Sa'd bin İbrâhim'den, onun da Ebu Seleme'den bildirdiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
"Geçmiş ümmetlerde kendileriyle konuşulan bir topluluk vardı. Onlar peygamberlerden başkalarıydı. Şâyet ümmetimde de böyle kimseler varsa, hiç şüphe yok ki Ömer de onlardandır." (Ebu Nuaym, c. 1, s. 38)
Yani Ömer İbnü'l-Hattab -radiyallahu anh- de onlardandır. "Konuşulan" sözü; "Allah-u Teâlâ tarafından kendileriyle konuşulan" mânâsına gelmektedir.
Abdülcabbar'ın Süfyân'dan, onun İbn-ü Aclân'dan, onun Sa'd bin İbrâhim'den, onun Ebu Seleme'den, onun ise Âişe -radiyallahu anhâ-dan bildirdiği bir Hadis-i şerif'te de Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
"Sizden önceki ümmetlerde Allah'ın kendilerine ilham ettiği kimseler vardı. Eğer ümmetimde de böyle bir kimse varsa, o da şüphesiz Hattab oğlu Ömer'dir." (Buhârî, Fedâilü's-Sahâbe, 6)
Hakk ile konuşma, ferâset, ilâhî ilham ve sıddîkiyyet Muhaddes'e âittir. Bunların hepsi ve ilâhî haber de Nebi'ye verilmiştir. Resul ise bunların tümünün ve risâlet'in sahibidir. Onlardan daha aşağı mertebede bulunan velilere gelince; ferâset, ilham ve sıddîkiyyet de onlarındır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den rivâyet edildiğine göre, o; "Allah'ın, hakkı Ömer'in kalbine ve diline koyduğunu" beyan etmiştir.
İbn-i Ebu Bekir el-Ümerâ'dan, Ebu Bekir bin Ebu İdris'ten ve Muhammed bin Abdurrahman bin Ebu Nuaym el-Makarrî'nin Nâfî'den, onun da İbn-i Ömer'den bildirdiği Hadis-i şerif'te Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz ki Allah, hakk'ı Ömer'in kalbine ve diline koymuştur." (Ebu Dâvud: 2962)
Hadis-i şerif'i rivâyet edenlerden İbn-i Ömer şöyle demiştir:
"Sekîne'nin Ömer'in dilinden konuştuğu bize uzak değildi. Ömer, hakkında Âyet nâzil olmayan şeyden mutlaka sakınmıştır."
Bir rivâyete göre de Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
"Şeytan Ömer'in yüzünü görünce kaçar." (Münâvî, Feyzü'l-Kadîr: 7974)
Bu ancak Hakk'ın hâkimiyetinden ve velâyet'in sağladığı muhâfazadan olmaz mı?
İşte bundan dolayı Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- tarafından şöyle beyan buyurulmuştur:
"Benden sonra bir peygamber olsaydı, muhakkak ki o Ömer olurdu." (Tirmizî: 3676; Hâkim, el-Müstedrek, c. 3, s. 85)
Bu Hadis-i şerif'i Süleyman bin Nasr, el-Makarrî'nin Hayyaveyh'ten, onun da Şureyh'ten bildirdiğini söylemiştir." (Hatmü'l-Evliyâ 6. Bölüm)