Şeyh Ahmed el-Kırîmî -kuddise sırruh- Hazretleri "Gülzâr-ı Demsâz fî Şerh-i Gülşen-i Râz" adlı şerhinde, Hâtemü'l-enbiyâ olan Muhammed Aleyhisselâm'la Hâtemü'l-evliyâ'nın sahip oldukları ortak velâyet nedeniyle, Evliyâ-i kirâm Hazerâtı'nın sıklıkla ortaya koydukları peygamberlikle veliliğin birbiriyle kıyasına yönelik sözleri üzerinde hassasiyetle durmuş; bu konuda açılmış olan sırları ve onlara muhâlif olarak ortaya atılan iddiâları ayrıntılı bir şekilde ele alarak, tüm velâyet mertebelerinin Hâtemü'l-velâye'nin zuhuru ile biraraya geleceğini ve geçmişteki velilere ait tüm mertebelerin bu makama vâris olan şahsın zuhuru ile sona ereceğini haber vermiştir:
"Nübüvvet mertebesi üzerinde bulunan her nebî, velâyeti de cem edip birleştirmesi cihetiyle, Nübüvvet elbette ister istemez daha kâmil ve Nebî de müstakil her veliden ve onlardan daha aşağıda bulunan kimselerden daha üstün olur. Velâyetin nübüvvetten aksinin hilâfına, hem velâyetin hem de nübüvvetin bir tutulması mümkün olmaz. Bunun mânâsı şudur; Nebi ki Nübüvvet'e sâhiptir, bundan dolayı o, kendisinden daha düşük olan her velîden daha üstün ve yüksek olduğundan dolayı daha kâmil olmuştur. Ancak, Nübüvvet'in daha üstün ve kâmil oluşu, Nübüvvet'in gelmesi için lâzım olan şey cihetinden ele alındığında bu mânâ fâsid olur. Zira her velinin kendisine tahsis edilmiş bir ayrıcalıkla daha da üstünleşebilmesi mümkündür. Bu takdir üzere Nebi'nin daha üstün oluşu mutlak anlamdadır; onda Nübüvvet'i yönünden hiçbir velide bulunmayan bir üstünlük vardır. O makamının yazgısı nedeniyle daha önde durur.
Nitekim Şeyh Ebû İshâk Kelâbâzî -kuddise sırruh- Hazretleri bu mânâyı tasrih ederek şöyle buyurmuştur:
'Meşâyıh icmâ etmişlerdir ki; Peygamberler Aleyhimüsselâm ilimleriyle beşeriyetten daha üstün olup öne geçmişlerdir. Beşerden hiç kimse yoktur ki üstünlükte peygamberlerle müsâvî ola. Ne sıddîk, ne veli, ne de onlardan başkaları... Şu kadar var ki, onlar da Halîl (dost) ve Hatîr (hatırı sayılır)dır.'
...
Nebi'nin ilminin vatanı kendisine bir melek vâsıtasıyla ilkâ olunan Vahiy'dir. Veli'nin ilminin vatanı ise sırr (bâtın)dır ki, bizzat O'ndan olan Ledünnî ilimden ibarettir. Reddine karşı delil ise Mûsâ ve Hızır Aleyhimüsselâm kıssasıdır. Bir veli olan Hızır Aleyhisselâm'ın hâlini düşün ki, bir peygamber olan Mûsâ, onun emrine tâbî olmuş, ondan Ledün ilmini almıştır.
İlhâd ve dalâlet ehline göre, hakîkat ehlini ziyadeleştiren bu söz küfürdür ve zındıka ehlinin itikâdıdır. Her peygamber aynı zamanda velidir de. Veli'nin daha üstün oluşu da yine onun, velâyetleri ve nübüvvetleri kendinde toplamış olan Peygamber'den olma Nübüvvet'i iledir. Çünkü peygamberler halkın Sübhân olan Hakk'a en yakın olanlarıdır ve gâyelerin kemâline erişmeleri ve onu tekmîl etmeleri nedeniyle, seçkinlikleri cihetinden de halkın en kâmilleridir.
Halbuki muhâlif olan, tekfîr ve tadlîlle onu mahkûm eden bu itikâddır. Bilâkis, bazı işittiricilerin kelâmı üzere vâkidir ki, Velâyet Nübüvvet'ten daha üstündür. Bazı tahkîk ehli ona şöyle tevil getirmişlerdir ki; bir peygamber hem velâyet sıfatına, hem de nübüvvet sıfatına sahip olmakla vasfedilir. Peygamber'in velâyet sıfatı nübüvvet sıfatından daha efdaldir. Zira onun velâyet sıfatı, Sübhân olan Hakk'a teveccüh ettiği yönüdür; nübüvvet sıfatı ise onun, halka teveccüh ettiği yönüdür. İlk teveccüh ise ikinci teveccühten daha üstündür. Bu meselenin cümlesi işte bu iki mezhep üzeredir ki; ilkine göre nübüvvet, mutlak anlamda velâyetten daha üstündür, şu halde Nebi de Nübüvvet'i cihetiyle mutlak anlamda Velî'den daha üstündür. İkinci görüş ise; mücerred olarak velâyet'ten daha üstün olmakla birlikte, Nebi'nin nübüvvetinin kaynağı da Velâyet'tir.
Şu halde bu takdir üzere, Peygamber toplayıcılığı cihetinden Veli'den daha üstün olmuştur; gizli ve muhâfaza altındaki Mutlak Velâyet ise Nübüvvet'ten daha üstündür ve (ilk görüş sahiplerine göre) bu mezheb bâtıldır.
İlk mezheb de, devamındaki de sahihtir; diğer mezhebin sözünü açıklayanda olmayan, mutlak anlamda istisnâdan hâlîliktir.
'Velâyet bütünüyle Hâtem ile zuhur eder.' sözüne gelince; yani velilerde zuhur etmiş olan velâyet, gerek şümûlü gerekse birleştiriciliği yönüyle 'Hâtem-i velâyet' olan tek bir velide bir araya gelecektir, demektir."
(Gülzâr-ı Demsâz der Şerh-i Gülşen-i Râz, Süleymâniye Ktp. Ayasofya, nr.: 1913, beyit: 394 vd.)