Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
EVLİYÂ-İ KİRAM -kaddesallahu Esrârehüm- Hazerâtı'nın "Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkındaki Beyan ve İfşaatları (195) - Ahmed el-Kırîmî -kuddise sırruh- (3) - Ömer Öngüt
Ahmed el-Kırîmî -kuddise sırruh- (3)
EVLİYÂ-İ KİRAM -kaddesallahu Esrârehüm- Hazerâtı'nın "Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkındaki Beyan ve İfşaatları (195)
Dizi Yazı - "Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkındaki Beyan ve İfşaatlar
1 Şubat 2017

 

EVLİYÂ-İ KİRAM
-Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI'NIN
"HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI (195)

Ahmed el-Kırîmî -kuddise sırruh- (3)

 

Varlıkların Aslı Olan Nûr-i Muhammedî'nin Yaratılışı ve Hâtemiyyet'in Peygamberler ve Velîler Üzerinde Ortaya Çıkışı:

Şeyh Ahmed el-Kırîmî -kuddise sırruh- Hazretleri Şeyh Mahmûd Şebüsterî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin Gülşen-i Râz' ındaki beyitlerin sırlarını açmak üzere yazdığı Gülzâr-ı Demsâz fî Şerh-i Gülşen-i Râz adlı şerhinde, Hâtemü'l-enbiyâ olan Muhammed Aleyhisselâm'ın yokluk karanlığından açığa çıkarılan ilk şey olan Nûr'unun âleme yayılışı ve tüm varlıkların ondan yaratılışı hakkındaki esrâra işaret ederek, onun Has Nübüvvet ve Has Velâyet'inin, zâhir ve bâtın mertebelerinin aslını teşkil ettiğini; Nübüvvet'in "Hâtemü'n-Nübüvve" olarak onda zuhûrunu müteâkip, velâyet mertebelerinin de onun bâtın Nûr'una ve Has Velâyet'ine vâris olan Hâtemü'l-velâye ile tamama ereceğini haber vermiştir:

"Kâmillerin varlıkları güneş gibidir; kâmil olan varlık her gölgeye erişir ve kâmil varlığın menzili diğer varlıklara nispetle güneş mesâbesindedir. 'Mertebelerin cümlesi, onun kanadının gölgesi altına yerleşmiştir.' sözü; Nübüvvet ve velâyet mertebeleri, belki bütün yaratılmışların kemâlât mertebeleri Hâce-i Âlem Muhammed Aleyhisselâm'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- kanadının gölgesi altındadır; bütün varlıklar toprak mesâbesindedir, âlemlerin hepsi onun varlığının gölgesinde gölgelenmektedir, demektir. Zira mertebelerin hepsi onda bir araya toplanmıştır. Peygamberler ve velîler, hatta belki bütün vâr edilenlere, O Hazret'in kâmil vücûdundan varlık bahşedilmiştir.

Nitekim Hazret-i Mevlânâ -kuddise sırruh- buyurur ki:

'Muhammed'in Nûr'u binlerce dala ayrılıp binlerce varlık oldu,

Baştan başa iki cihândaki her şey ona tâbî oldu.

Muhammed'in tek bir dalı olmasaydı, ay kapkaranlık olurdu,

Binlerce râhip ve keşiş ateşte yanan tek bir taş olduğu gibi…'

'Velâyet'in Nûr'undan gölgeler çıkıp göründü.' sözüne gelince; yâni Velâyet nûrunun gölgesi de cihânın üzerinde göründü, demektir.

Zira onların hepsinin nûru, Hâce-i Âlem Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in Nûr'unun bir yansımasıdır.

Bu nedenledir ki Şeyh Irâkî -kuddise sırruh- buyurdu:

'Okyanus kadar yer tutan feyizle feyizlendim;

Herkesin nûrunu kavuşturmayı arzuladığı uçsuz-bucaksız Nûr'dan!..'

Nitekim Âşıkların Re'îsi İbn Fâriz -kuddise sırruh- Kasîde-i Tâ'iyye'sinde şöyle buyurmuştur:

'Kelime'nin geniş Nûr'undan doğdum ben;

Uçsuz-bucaksız Nûr'a dalmış bir katreyim ben...'

Ve Hâce-i Âlem Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in Nûr'u her an her şeye aksetmektedir ki; bütün doğulara ve batılara, belki tüm etrâfa yayılıp, tâ batılara ve doğulara kadar mukâbelesince uzanıp beraber olmuştur.

Doğulardan murâd, muhtemeldir ki peygamberlerin, batılardan murâd ise velîlerin yerleridir; yâni Nübüvvet Nûru'nun pertevinden peygamberlerin zâhir nûru var olmuş, Velâyet Nûru'nun pertevinden de velîlerin nûru peydâ olmuştur.

Aynı şekilde:'Her gölge sahibi, önceki gelen ile hâsıl olur.'; yani nasıl ki güneş her an doğudan görünüp gölgesi batıya düşerek batarsa, her zaman batıdan batar ve gölgesi doğunun üzerine düşer. Dolayısıyla Hâce-i Âlem Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in Nûr'unun pertevi görünür olan zuhûr tarafı diğer tarafını da teyid eder; böylece ilk tarafla teyid eden zuhûr tarafı beraber olur.

Her insan âlemi birer ümmeti meydana getirirler; demek olur ki Hâce-i Âlem -sallallahu aleyhi ve sellem-in [varlık] unsurunun, O'nun ümmetlerinden teşekkül etmiş her âlem üzerine durumu; kitap ile gönderilmiş bir peygamberin diğer ümmetler üzerindeki mertebesi gibidir.

Nitekim Hâce-i Âlem -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

'Ümmetimin âlimleri Benî İsrâil'in peygamberleri gibidir.' (Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ)

Bundan murâd; alabildiğine sağlam şerîat ahkâmının bütün halk üzerine yayılmasıdır.

Şu cihet üzere ki;

'Benden sonra peygamber yoktur.' (Buhârî)

Yâni bu; "Benim üstünlük ve şerefim üzere" anlamındadır.

O (Mahmûd Şebüsterî) -kuddise sırruh- şöyle demiştir:

'Peygamber, peygamberlikte kemâl bulunca çaresiz bütün velilerden üstün olur.

Velilik de velîlerin sonuncusu ile kemâl bulur ve bu suretle ilk nokta, son nokta olur.

Âlem onun yüzünden emniyete kavuşur, imana ulaşır. Cansızlarla canavarlar bile onun feyziyle canlanır, kemâl bulur.

Âlemde tek bir kâfir bile kalmaz, gerçek adâlet zuhûr eder.

O, vahdet sırrına mazhar olarak Allah'ı hakkıyla tanır, Allah'ın hakikati onda görünür.'

O, böylece Nebî ile Velî arasında üstünlük bakımından bir farklılık olduğuna da işâret etmiştir."

(Gülzâr-ı Demsâz der Şerh-i Gülşen-i Râz, Süleymâniye Ktp. Ayasofya, nr.: 1913, beyit: 382-394)

 

Ahmed el-Kırîmî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin Gülzâr-ı Demsâz der Şerh-i Gülşen-i Râz adlı şerhinde varlıkların aslı olan Nûr-i Muhammedî' nin yaratılışı ile, Hâtemü'l-enbiyâ ve Hâtemü'l-evliyâ'nın şahsında peygamberlerik ve velîlik mertebelerinin tamamlanışını ifşâ ettiği satırlar. Süleymâniye Ktp. Ayasofya, nr.: 1913


  Önceki Sonraki