Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgililerinin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (127) - DÂVUD BİN MAHMUD EL-KAYSERÎ -Kuddise Sırruh- (7) - Ömer Öngüt
DÂVUD BİN MAHMUD EL-KAYSERÎ -Kuddise Sırruh- (7)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgililerinin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (127)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Aralık 2016

 

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (127)

DÂVUD BİN MAHMUD EL-KAYSERÎ -Kuddise Sırruh- (7)

 

"Hâtemü'l-Evliyâ,
Hakikatte Hâtemü'l-Enbiyâ'dan Başka Bir Şey Değildir."

Hâtemü'n-nübüvve nasıl olur? Çünkü Hâtem-i enbiyâ bir tane geldi. Bir daha gelmesi mümkün değil. Allah-u Teâlâ ezelden ona Hâtemü'l-velâyet'i bahşetmiş, Hâtem-i nebi'nin velâyetini de ona tevdi etmiş, Hâtemü'n-nübüvve'nin velâyeti üzerinde olduğu için, onun vekâletini taşıdığı için Hâtemü'n-nübüvve oluyor. Daha doğrusu Hâtemü'n-nübüvve'nin velâyetine emanetçi olduğu için, ona intikal ettiği için; hem Hâtem-i veli, hem de Hâtemü'n-nübüvve oluyor.

Onun bütün vazifesi, icraatı artık o ikinci kandildedir. Zira Allah-u Teâlâ'nın Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine ihsan ettiği emanet olduğu gibi buraya intikal etmiştir. Dolayısıyla velâyet de, nübüvvet de, risâlet de o kandile geçmiştir.

Dâvud el-Kayserî -kuddise sırruh- Hazretleri ise, eserinde nübüvvet ve velâyet mevzularını ele alırken, Hâtemü'l-evliyâ'nın Hâtemü'l-enbiyâ Aleyhisselâm'la bitiştiği ve onun velâyetiyle tahakkuk ettiği noktaya işaret ederek şöyle buyurmuştur:

"Hâtemü'l-evliyâ, hakikatte Hâtemü'l-enbiyâ'dan başka bir şey değildir." (el-Matlâu Husûsu'l-Kilem)

"Hatemün-nübüvve" nin sırrı bu oluyor, "İki bedende bir ruh" bu oluyor. Tıpkı ona benzeyişi bu oluyor. Ahlâkının olsun, gidişatının, icraatının olsun hep ona benzeyişinin sebebi ve sırrı işte budur.

Bu zât-ı muhterem çok mühim bir noktaya parmak basmış. Halkın bunu bilemeyeceğini söylüyor. Burası çok sırlı. Resulullah Aleyhisselâm Hâtem-i enbiyâ'dır, Allah-u Teâlâ'nın nuru, âlemlerin gurur ve sürurudur. Lâkin Hâtemü'n-nübüvve'nin emaneti ona intikal ettiği için, Hâtemü'n-nübüvve'nin emanetini üzerinde taşıdığı için, Hâtem-i veli'nin nuru ayrı yaratıldığı için bir nevi Hâtemü'n-nübüvve olmuş oluyor.

Risâlet ve nübüvvet kesilmiştir, peygamberlerin devri kapanmıştır. Amma o yol durduğu için, onu o yola sürmüştür, o peygamber vekâletini yürütüyor. Nübüvvetin üstünde hiçbir rütbe olamayacağına göre, bu rütbeye vâris olmaktan daha büyük şeref tasavvur edilemez.

Nitekim İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

"Bu zât, geçmiş ümmetlerdeki ulü'l-azm peygamberlerin işini görür." ("Mektûbât"; 234. Mektûb)

Bunun sebeb-i hikmeti şudur ki:O zamanlar ümmet az idi, hedef küçüktü. Günümüzde ise insanlar çoğaldı, hedef büyüdü. Fakat onun nuru yağan karların erimesine vesile oldu.

Nasıl ki geçmiş devirlerde ortalığın karardığı, dinin esaslarının ortadan kalktığı bir zamanda Allah-u Teâlâ Ulü'l-azm bir peygamber göndermekle dinini ayakta tutmuş, nurunu yaymış ise; bugün de ortalık kararmış, iman ile küfür birbirine girmiş, dalâlet ehli öne geçmiş durumdadır. Hususiyetle din kurucular çoğalmış, her bir din kurucu bir nevi allahlık dâvâsı güdüyor.

Ortalık öyle bir hâle gelmişti ki, eğer Allah-u Teâlâ bu ilmi indirmeseydi din nâmına bir şey kalmayacaktı, herkes kendi dinini yaymaya çalışacaktı ve bu dini ile hüküm sürecekti. Vaktaki Allah-u Teâlâ bu ilmi indirdi, bu mânevî nur onların sahte dinlerini yok etti, zulümâtı deldi, maskelerini kaldırdı, aslını ortaya koydu. Hak geldi bâtıl gitti. Dimdik olan İslâm dini meydanda kaldı.

İşte Ulü'l-azm peygamberin vazifesini yapmak budur.

"Bayraklılar ashâbı" da onun ashâbı gibi hareket ediyor. İşte seçilme de, gönderilme de, dâvet de oradan geliyor. Önüne de kimse çıkamıyor. O ise bu yolu temizliyor, nurlandırıyor. Önüne kimsenin çıkamaması, O'nun verdiği kuvvetten ve destekten ötürüdür. O yardım ediyor, O güçlendiriyor, O gösteriyor, yolu O açıyor.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Allah dilediğini yardımıyla destekler." (Âl-i imrân: 13)

Peygamberleri destekleyen Allah-u Teâlâ'dır ve melekleridir. Bu da doğrudan doğruya O'nun desteğidir. Bu apaçık bir yardımdır. O'nun ve O'ndan olduğu apâşikârdır. Onu O gönderdiği için O destekliyor. O'nun yardımı her şeyi halleder, perdede başkası görülür.

Bunların hepsi ilâhî bir lütuftur. Yapılan her şey Allah-u Teâlâ'nın hükmüyle ve izniyle husule geliyor.

O'nun lütfu olduğunu görüyorum, O'ndan olduğunu biliyorum ve herkesin seyrettiği gibi seyrediyorum.

 

"Kimsenin Erişemeyeceği Bir Makam."

Davud el-Kayserî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü'l-evliyâ'ya nispet edilen "Hasene" nin, Hâtemü'l-enbiyâ Aleyhisselâm'a vaadedilen "Makâm-ı Mahmûd" dan ve "Vesîle" den ibâret olduğunu ifşâ ederek şöyle buyurmuştur:

"Velâyet'in Hâtem'i, Hâtemü'r-rüsul'ün hasenâtıyla ilgili derecelerden bir derecenin sûreti ve onun mazharlarından bir mazhardır. Bu hasene ise, 'Vesîle' diye isimlendirilen cennet mertebelerinin en yükseği ve Peygamber Aleyhisselâm'a vaadedilen 'Makâm-ı Mahmûd'dur."

("El-Matlâ'u Husûsi'l-Kilem fî Meânî Fusûsu'l-Hikem", Şehid Ali Paşa, nr.: 1242; 30b vr.)

Bütün bu lütuflar hep ezelde konulan iki kandil sebebiyledir.

Allah-u Teâlâ ezelden öyle yaptığı için ebedî de öyle olacak demek istiyor. Bu bir mahlûkun idrakinin haricindedir.

Nitekim Abdülkerim-i Cîlî -kuddise sırruh- Hazretleri "El-İnsanü'l-kâmil" isimli eserinde Hâtemü'l-evliya'nın makâmının, Resulullah Aleyhisselâm'a ihsan buyurulan Makâm-ı mahmud'dan başka bir şey olmadığını ve bu makama ondan başka hiçbir velinin erişemeyeceğini ifâde ederek şöyle buyuruyorlar:

"Her kim bu yakınlık makâmına vâsıl olursa, o kimse Hâtemü'l-evliya olup, hitam (hatemiyet) makâmında Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in vârisidir. Çünkü bu yakınlık makamı, 'Makâm-ı Mahmud' ve 'Vesîle makâmı'dır. Oraya kadar vâsıl olan velinin vardığı yer, kimsenin erişemeyeceği bir makamdır."

("El-İnsanü'l-kâmil"; sh. 455. çeviren:A. Mecdi Tolun)

İşte ispatı bu!

Bu zât-ı muhterem en ince sırlardan bahsetmiş; gerçek vuslattan, Hakk'a yakınlığın, Resulullah Aleyhisselâm'a ihsan ettiğini ihsan etmekle mümkün olacağını, yani ona ne bildirirse ona da onu bildirmekle mümkün olacağını ifşâ etmiştir.

"Kimsenin erişemeyeceği bir makam." buyuruyor.

Hâtem-i veli'ye ezelden neler ihsan edeceğini Allah-u Teâlâ ona duyurmuş.

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri bu ordunun o ordu olduğunu açık bir şekilde beyan etmekte ve şöyle buyurmaktadır:

"Âhir zamanda Mehdi yokken, henüz yaklaştırılıp seçilmemişken; aradaki boşlukta, Hâtem'ül-velâye'den başka adaleti (hakkaniyeti) ayakta tutacak kimse olmaz. Ve o, bütün veliler üzerine o devirde, Allah'ın hücceti olmaya muvaffak olur.

İşte bu son evliyâ âhir zamanda; Allah-u Teâlâ'nın bütün peygamberler üzerine hücceti olan ve kendisine Hâtemü'n-nübüvvet verilmiş olan, son peygamber Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- gibi olur." ("Hatmü'l-velâye"; Fâtih no.: 5322, 168b yaprağı)

Bu zât-ı muhterem'lerin beyanlarına bakın, bir de bu ortadaki icraatlara bakın. Allah-u Teâlâ bu zâtlara asırlarca evvel bu durumu göstermiş, size açıklıyorum.

Nitekim Karabaş Veli -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

"Peygamberlerin ve velilerin bu iki Hâtem'ine tahsis edilenin, ikisinden başkasına akıtılması bahis mevzuu olamaz. Bilâkis onun hâlinin ve elde edilişinin zorluğu apaçıktır.

Çünkü kanal ikidir:

Nebilerin ve risâletin kanalı, onlarla ilgili olan her şeyin elde ettirildiği ve emânet edildiği Efdâlü'l-Kâinat Muhammed Mustafâ Aleyhisselâtü vesselâm'dır.

Velâyet kanalı ise Hâtemü'l-evliyâ olan bir imamdır. O Hâtemü'r-rüsul'ün bir parçası, tâbisi ve aynı zamanda onun bâtın şeriati hususundaki vârisidir."

(Kâşifü'l-Esrâr, Hacı Mahmud ef. no: 225, 24b-27b yaprağı)

Hakk'kın desteği olduğu için bu "Velâyet" hepsinden üstündür. Diğer velilerin velâyetinde vasıta var. Onda ise vasıta yok. Üstünlük oradan geliyor.

Allah-u Teâlâ öyle murad etmiş, o kandili O koymuş, o nuru O koymuş. "Oradan alacaksınız." buyurmuş. Yoksa kişide hiçbir şey yok.


  Önceki Sonraki