Ahmed el-Kırîmî -kuddise sırruh- Hazretleri Mahmud Şebüsterî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin Gülşen-i Râz'ı üzerine yazdığı Gülzâr-ı Demsâz adlı şerhinde, Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin Fütûhât' ında Hâtemü'l-velâye hakkında ortaya koyduğu ifşaatlardan bazılarına işaret ederek, onun Hâtemü'l-evliyâ'nın menzilinin, Hâtemü'n-nübüvve'nin cesedinden bir tüyün menzili olduğunu söylemekle, kendisine bildirilen önemli bir sırrı gizleme yolunu tuttuğunu haber vermiştir:
"(Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arabî -kuddise sırruh-) Fütûhât'ın diğer bir yerinde şöyle buyurdu:
'Ben beş yüz doksan dört senesinde, batı beldelerinden olan Fas'ta, bu Hâtemü'l-Muhammedî ile tanışıp konuştum.
Hakk onu bana târif etti ve onun adlandırılamayan alâmetini bana verdi. Zira onun menzili, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in cesedinden bir tüyün menzilidir.'
Buradaki kelimeler Velâyet-i hâssa-i Muhammediyye'nin Hâtem'ine işaret eder. Hazret-i Şeyh Muhyid-dîn -kuddise sırruh- sözü edilen bâbda, önceki rivâyetleri delil edinerek onu gizlemeyi gâye edinmiştir.
Nitekim Fütûhât'ta buna da işaret ederek şöyle buyurmuştur:
Allah büyüktür, O'nu büyük gördüm
Ay nûruna erenleri düşündüm
Batı doğu, doğular batı oldu
Halkın hakîkatleri tecdîd oldu
Nârla buluştum, cenneti seyrettim
Yakınlaştıktan sonra senâ ettim
Bahçemde yetişmeyi isteyince
Her yaratılmışın yüzünü gördüm
Ben imamdan döndüm benle değilken
Yaratılış-görünüşüyle birken…"
(Gülzâr-ı Demsâz der Şerh-i Gülşen-i Râz, Süleymâniye Ktp. Ayasofya, nr.: 1913, beyit: 373-374.)
Ahmed el-Kırîmî -kuddise sırruh- Hazretleri Gülzâr-ı Demsâz der Şerh-i Gülşen-i Râz' ın bir başka noktasında, Şebüsterî'nin: "Küllî zuhûr Hâtem'le olur." beytini Fahrüddîn Irâkî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin iki manzum beyanı ışığında şerh ederek, Hâtemü'l-Enbiyâ ve Hâtemü'l-evliyâ'nın tüm peygamber ve velîlerde zuhûr eden velâyetlerin kaynağı olduklarını ifâde etmiştir:
"'Küllî zuhûr Hâtem'le olur.' sözüne gelince; yani her peygamberde zuhûr eden, peygamberlerin Seyyid'i olan Hâtem'den gönderilir; her evliyânın zuhûru ise Hâtem-i velâyet ile olur. Zîrâ Hatemiyyet'e mahsus olup, peygamberlerde ve velîlerde zuhûr eden bütün kemâlleri şâmil olan cümlenin imamı odur.
Hazret-i Şeyh Irâkî bunun hakîkatini şöyle beyan buyurur:
'Arşla ferş birleşip bir zerre oldu
Nurları şems nûrundan parlak oldu.'
Akabinde ise bu manâyı teyid edecek şekilde, peygamberlerin varlığının onun birer uzvu gibi olduğunu ifâde buyurmuştur. Yani velîlerin varlıkları Hâtem-i nübüvvet ve velâyet iledir. Onlar bir bütünün parçaları gibidir.
Peygamberlerde ve velîlerde mevcûdiyetine nispet olunanların hepsini tümü itibâriyle kendinde toplamış olan, nübüvvetlerin ve velâyetlerin Hâtem'i olan Seyyidü'l-enbiyâ'nın varlığı, bütün nübüvvetlerin ve velâyetlerin kaynağıdır. O başından sonuna dek bütün nübüvvetleri ve velâyetleri kendinde toplamıştır.
Bu nedenledir ki Şeyh Irakî -kuddise sırruh- buyurmuştur:
'Kudsî ruhlar kuvvetle yüz gösterdi
Mükerrem yurdun ins ü şahsiyyeti…'"
(Gülzâr-ı Demsâz der Şerh-i Gülşen-i Râz, Süleymâniye Ktp. Ayasofya, nr.: 1913, beyit: 375-376)
Şeyh Ahmed el-Kırîmî -kuddise sırruh- Hazretleri Gülzâr-ı Demsâz'' da peygamberlerin ve velîlerin mânevî nasiplerinin Hatemiyyet mertebesini elinde bulunduran bu iki zâta dercedilmesinin; Hâtemü'l-enbiyâ'nın "Levlâke" sırrına ve "Rahmeten li'l-âlemîn" pâyesine ermesinden kaynaklandığını dile getirerek şöyle buyurmuştur:
"Varlıkların Hâce'si (Muallimi)'nin eşsiz nâmına dair işaretler duyurulup, her bir nebî ve her bir velînin nasîbinin Hâce-i Âlem -sallallahu aleyhi ve sellem-den geldiği ilân buyurulmuştur. İşte o: 'Levlâke' tacını başına giyme cihetinden hissedârdır. Âlemin ve âlemlerin üzerine umûmî rahmet ondan gönderilir.
Çünkü Hakk Sübhânehû ve Teâlâ:
'Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.' buyurmuştur. (Enbiyâ: 107)
Öyle bir rahmet-i Rahmânî ki, insana gelen fazîlet ve kemâlâtın hepsi ondan dağıtılmıştır." (Gülzâr-ı Demsâz der Şerh-i Gülşen-i Râz, Süleymâniye Ktp. Ayasofya, nr.: 1913, beyit: 377-378)