Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Eğer siz Allah'tan korkar, takvâ sahibi olursanız, O size furkan (iyi ile kötüyü ayırt edecek bir mârifet bir nur) verir. Kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir." (Enfâl: 29)
Allah-u Teâlâ'nın nur verdiği kimseler Hakk'tan korkar, halktan korkmaz. Hakk'tan korktuğu için, bütün hayatını takvâ üzerinde, O'nun rızâsını kazanmak için yürütür. Öğretmek için bir hoca talebesini karşısına aldığı gibi, Allah-u Teâlâ da kendi talebesini karşısına alır, anlayacağı şekilde ona bir bir hakikatleri duyurur, bildirir ve gösterir.
"Onlar sıdk makamında, kudret ve kuvvet sahibi hükümdarın huzurundadırlar." (Kamer: 55)
Âyet-i kerime'si de bunu gösteriyor. Muktedir olan Allah-u Teâlâ onu huzuruna alıyor ve ona bir bir öğretiyor. Âlem olanın âlemi başkadır. O Allah-u Teâlâ'yı birlerken "Kulhüvellâhu Ehad" dediği zaman Allah'tan başka bir mevcut olmadığını hem görür, hem bilir. Zira O'ndan başka bir mevcut yok zaten. Âlem-i billah olduğu için her zerrede ulûhiyet sırlarının mevcut olduğunu bilir. Bu sırlardan haberi olmayanın onlardan hiç haberi olmaz.
"Bir elçi gönderdi, kendisiyle kendisine."
Fâil-i mutlak o insanı nasıl murad ederse öyle yöneltir. Yani o insan fâil-i mutlak'ın fiillerini icra eder. Hadd-i zatında kendisine kendisinden daha yakındır.
"Biz ona sizden daha yakınız, fakat siz görmezsiniz." (Vâkıa: 85)
Mahlûkun hiç hükmü yoktur. Fâil-i mutlak O'dur. O nasıl murad ederse öyle olur ve öyle tecelli eder. Bu tecelli Hass-ül has'a aittir. Fenâfillah'a çıkanların işidir. Daha doğrusu vazifedar olanların işidir.
"Allah'ın boyası ile boyanın! Allah'ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir?" (Bakara: 138)
Bu Âyet-i kerime de insan-ı kâmil'e aittir.
Allah-u Teâlâ'nın ahkâmı ile ahkâmlanmış olduğu için, daha doğrusu Hazret-i Allah'ta yok olduğu için, o mânevi elbise kendisine giydirildiği için o boya ile boyanmış oluyor...