Resulullah Aleyhisselâm Hayber'de birkaç gün kaldı. O sırada yahudiler, Resulullah Aleyhisselâm'a suikastte bulunmayı plânlamışlardı. Savaşta ölen yahudi başkanlarından birinin karısı olan Zeynep, Resulullah Aleyhisselâm'ı Ashâb'ıyla birlikte yemeğe dâvet etti. Kendilerine kızartılmış bir koyun ikram etti. Halbuki bu pişirilmiş koyun zehirli idi. Resulullah Aleyhisselâm ilk lokmasında bunu anlamış, fakat Ashâb'tan Bişr -radiyallahu anh- birkaç lokma yutarak zehirlenmişti. Zeynep cinayetini inkâr etmedi. Sebebini de anlattı. "Babam, amcam, kocam, kardeşim savaşta arka arkaya öldükleri için, intikam almak maksadıyla yaptım!" diyerek itiraf etti. Resulullah Aleyhisselâm önce kadını affetmişti. Fakat zehirlenen Bişr -radiyallahu anh- ölünce, mirasçılar dâvâcı oldular ve kısas isteğinde bulundular. Zeynep idam edildi. Diğer bütün yahudiler, müslümanlığa karşı kalplerinde taşıdıkları düşmanlığa bakılmayarak affolundular.
Devs kabilesi'nin reisi Tufeyl bin Amr -radiyallahu anh-, hicretten önce Mekke'de Resulullah Aleyhisselâm'la görüşüp müslüman olmuştu. O zamandan beri kabilesini İslâm'a dâvet edip durmuştu.
Bu defa da kendi kabilesinden dört yüz kadar müslümanla Resulullah Aleyhisselâm'ı ziyaret maksadıyla Medine'ye geldi. Hayber'de bulunduklarını öğrenince Hayber'e gelip İslâm ordusuna katıldılar.
Gelen bu dört yüz kişinin arasında meşhur Sahabî Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- de bulunuyordu.
Hayber'de böyle büyük fetihlere nâil olduktan ve pek çok ganimet malı elde ettikten sonra mücâhidler, başlarında Resulullah Aleyhisselâm olduğu halde, Medine'ye dönmek üzere yola çıktılar. Gece geç vakitlerde istirahat etmek için mola verdiler. Resulullah Aleyhisselâm Bilâl-i Habeşî -radiyallahu anh-i nöbetçi olarak bıraktı. Fakat Hazret-i Bilâl -radiyallahu anh- aşırı yorgunluğa dayanamayarak devesine yaslanmış bir halde uyuyakaldı. İçlerinden hiç kimse sabah namazına kalkamadı.
İlk uyanan Resulullah Aleyhisselâm oldu. Müslümanlar bu vâdiden çıkarak, başka bir vâdide sabah namazını cemaatle kılarak kaza ettiler.
Hayber muhasara edilirken Resulullah Aleyhisselâm "Fedek" halkını İslâm'a dâvet için oraya Muhayyısa bin Mesud -radiyallahu anh-i temsilci göndermişti. Fedek Medine'ye iki günlük bir yahudi köyü idi. Fedekliler bu dâvete icabette tereddüt edip zaman geçirmeye çalıştılar. Allah-u Teâlâ Hayber'in fethini müslümanlara müyesser kılınca, Fedek yahudilerinin kalbine korku düştü, başkanlarını Resulullah Aleyhisselâm'ın huzuruna gönderdiler. Topraklarını Resulullah Aleyhisselâm'a terkettiklerini bildirdiler. Yalnız kendi topraklarında "Yarıcı" olarak bırakılmalarını dilediler. Bu istekleri yerine getirildi. Hayber kan dökülerek alındığı için müslümanlara âit idi. Yalnız topraklarının beşte biri Resulullah Aleyhisselâm'ın emrindeydi. Fakat Fedek, sulh yoluyla alındığı için bütün toprakları Fey' olarak Resulullah Aleyhisselâm'a bırakıldı. O ise buradan elde edilen geliri amme işlerine, yolcu ve misafirlere sarfederdi.
Resulullah Aleyhisselâm Hayber dönüşü Vâdil-kurâ'ya uğradı. Burası Hayber ile Teyma arasındaki köylerin bulunduğu bir yerdi.
Buradaki yahudiler, civardaki yahudileri de yanlarına alarak Medine üzerine yürümeyi kararlaştırmışlar, ancak bu fırsatı elde edememişlerdi. Resulullah Aleyhisselâm önce onları İslâm'a dâvet etti, fakat onlar karşı koydular, ok atmaya başladılar. Müslümanların hücumu karşısında fazla dayanamadılar. On kadar adamları öldürüldü, teslim olmaya mecbur kaldılar.
Yahudilerden bol miktarda ganimet elde edildi. Resulullah Aleyhisselâm burada dört gün kaldı, ganimetleri mücâhidler arasında pay etti. Arazisi ise Hayber'de olduğu gibi, mahsulünün yarı yarıya bölüştürülmesi şartı ile halka bırakıldı.
Hayber, Fedek ve Vâdil-kurâ'nın müslümanlara teslim olduğu haberi Teyma yahudilerine ulaşınca, hiçbir mukavemet göstermeden, müslümanları elçi göndererek sulh teklifinde bulundular. Cizye vermeyi kabul ettiler. Dolayısıyla yurtlarından ayrılmamış, toprakları da ellerinden gitmemiş oldu.
Hayber esirleri arasında Nadir oğulları reisi Huyey bin Ahtab'ın kızı Safiye de vardı. Kocası savaşta ölmüş, kendisi esir düşmüştü. Resulullah Aleyhisselâm onu Dıhye -radiyallahu anh-e vermişti. Yahudilerin en şerefli kızı ve Hayber reisinin karısının câriye olarak Dıhye -radiyallahu anh-e verilmesi yahudiler için son derece onur kırıcı oldu. Bu sebeple Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm-: "Safiye'yi ancak sizin nikâhlamanız uygun olur." dediler. Resulullah Aleyhisselâm Dıhye'ye başka bir câriye vererek Safiye'yi azad etti ve onunla evlendi.
Resulullah Aleyhisselâm'la Mekkeli müşrikler arasında imzalanan Hudeybiye antlaşmasında Kâbetullah ziyaretinin bir yıl sonraya bırakılması müslümanlara çok ağır gelmişti.
Hudeybiye barışı, Zilkade ayında imzalanmıştı. Müslümanların bu ayda yapmak istedikleri Kâbetullah ziyareti Hacc değil, bir Umre idi. Fakat Kureyşliler, Hudeybiye senesi müslümanları Kâbetullah ziyaretine bırakmadıkları için, yapılacak bu Umre kazaya kalmıştı.
Aradan bir yıl geçmiş, Kâbe-i muazzama'yı ziyaret ve Umre'nin yapılma zamanı gelmiş bulunuyordu. Bir yıl önce yapılamayan bu ziyaret işi antlaşmanın yıldönümünde aynı ayda yerine getirilecekti.
Resulullah Aleyhisselâm Hudeybiye'de bulunan müslümanların hiçbiri geri kalmaksızın hazırlanmasını istedi. Bütün müslümanlar bu günü iştiyakla, sevinçle bekliyorlardı. Hicretin yedinci yılı, Zilkade ayında Umre niyetiyle Medine-i münevvere'den çıkıldı. Kendisiyle birlikte kaza umresine katılan Ashâb'ın sayısı iki bin idi. Geçen sene gidip de tavaf edemeyenlerden hayatta olanların hepsi iştirak ediyordu.
Yerine Uveyf bin Azbat -radiyallahu anh-ı vekil bıraktı. Kurbanlık devesini bizzat kendi eliyle işaretledi. Müslümanlar da yanlarında yetmiş kadar deve götürüyorlardı. Antlaşma mucibince Mekke'ye silâhla giremeyecekleri için, yanlarına silâh almadılar. Yalnız yol emniyeti için kınlarında sokulu kılıçlar takınmışlardı.
Önlerinde Resulullah Aleyhisselâm, Kasvâ adlı devesinin üzerinde gidiyordu.
Hepsi de Kâbetullah iştiyakı içinde idiler. Muhâcirler yedi sene önce bıraktıkları memleketlerine kavuşacaklardı.
Zülhuleyfe'de ihrâma girildi. Daha sonra hep birlikte: "Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk!.."
Diye Telbiye'de bulunarak yola devam ettiler.
Resulullah Aleyhisselâm, Zülhuleyfe'den Muhammed bin Mesleme -radiyallahu anh- kumandasındaki yüz atlı birliği ve beraberinde götürdükleri silâhları Zülhuleyfe'den ileri göndermişti. Merru'z-zehran denilen yere ulaşınca Kureyş'ten bazı kimselere rastladılar. Onlar: "Bu süvâriler nedir?" diye sordular. Muhammed bin Mesleme -radiyallahu anh-: "Bunlar Resulullah Aleyhisselâm'ın süvarileridir. İnşaallah kendileri de yarın sabah burada bulunacaklardır." dedi.
Onlar da hemen gidip durumu Kureyş'e haber verdiler. Kureyş'e bir korku düştü. Mikrez bin Hafs'ı, birkaç kişi ile birlikte göndererek sulh şartlarına aykırı olarak silâh getirmesinin sebebini Resulullah Aleyhisselâm'a sordular. O da verdiği cevapta, silâh getirmelerinin bir tedbir düşüncesine dayandığını, silâhları Mekke'nin dışında bırakacaklarını söyledi. Böylece Kureyşliler rahatlamış oldular.
Resulullah Aleyhisselâm ertesi günü Merru'z-zehran'a ulaştı. Silâhları ileride Batn-ı Ye'cec denilen yere gönderdi ve Ensâr'dan Evs bin Havlî -radiyallahu anh-i iki yüz kişi ile birlikte silâhların başına bıraktı.
Kureyşliler antlaşma hükmüne göre üç gün için hemen şehri tahliye ettiler, yürekleri kin, hınç ve kıskançlıkla dolu olarak Mekke'nin etrafındaki dağlara tırmandılar. Bütün tepeler Mekkeliler'le doldu, müslümanların ne yapacaklarını uzaktan merakla seyredeceklerdi.
Resulullah Aleyhisselâm müstesna bir ihtişam ve vakarla devesi Kasvâ'nın üzerinde Hacûn mevkiine doğru meyillenen yokuştan Mekke-i mükerreme'ye girdi. En yakın arkadaşları da etrafını sarmış bulunuyorlardı. Devenin yularını Abdullah bin Revâha -radiyallahu anh- tutuyordu. Mekke'ye giren müslümanlar Kâbe'yi görür görmez hep bir ağızdan "Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk!" diyorlar, yüksek sesle telbiyede bulunuyorlardı. Yedi yıllık bir ayrılıştan sonra Muhâcirler'in Mekke'ye girişleri, hele çocukluk hayatlarını içinde geçirdikleri boş evlerini görmeleri pek heyecanlı bir manzara idi.
Hâşim oğulları'nın küçük yaştaki çocukları Resulullah Aleyhisselâm'ı karşılamışlar, önünde arkasında koşuşup duruyorlardı.