"Son zamanlarda çok duyar olduk; hüzünlü bir ses ile telaffuz edilen 'Yaşam savaşının bittiği an' cümlesini." dedi eğitimci veli toplantısında velilere hitap ederek. Ve devam etti;
Bir eğitimci olarak, ister istemez bu cümleyi biraz değişik yorumluyorum. Şöyle ki;
Hayat maddi ve manevî olarak ikiye ayrılır. Eğer manevî bir hayat yaşıyor iseniz, maddi hayatın bittiği an aslında yeni ve güzel, ebedî bir hayatın başlangıcı olur. Fakat manevî hayattan uzak iseniz, maddi olarak hayatınızın bittiği an, maddi ve manevî olarak da "bittiğiniz" andır. Bu bakımdan hayat bir savaştır. Ebedî hayat için en büyük düşmanlarımızla; nefsimizle, şeytanla yapılan bir savaş.
Her hayat, bir annenin hamile kalması ile başlar. Ve doğumla birlikte anne ve babanın çocukları için verecekleri savaşın ders zili çalmış olur. Bu çok önemli hayati bir başlangıçtır. Zira bir müslüman sadece kendisinden değil, ailesinden de mesuldür.
Nitekim Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Ey iman edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun." (Tahrim: 6)
Dolayısı ile anne-babalar kendileri için yaptıkları savaşı çocukları için de yapmakla mükelleftir.
Çocuğun ilk okulu aile yuvasıdır. İlk öğretmeni de anne ve babadır. Evde boş geçen dersin telafisi çok ağır olur. Çocuklukta yaşanılan ve yaşatılan bir yanlış, binlerce doğruya bedel olabilir. Bu nedenle 0 ve 7 yaş arasında yapılan bir manevî hata zincirleme kayıplara yol açabilir. Bazı ebeveynlerin çocuk ruhundan uzak, çocuk diline yabancı ve itici yaklaşımı, ayrıca çocuk olgunluğunu göz ardı eden hırsı ilk önce çocuğu manevî bitkisel hayata sokar daha sonra ise bardağın son damlası taşar ve çocuğun manevî hayatı başlamadan bitmiş olur. Örneğin bir çocuk ezan veya Kuran-ı kerim okununca kulaklarını kapatıyorsa, ya da "Kuran okumak güzel bir şey değil" diyorsa maalesef bu savaş kaybedilmiş demektir. Zira fikirler ve zihniyetler hatıralar ile oluşur. Hatıralar hareketlere ve hareketler de karaktere dönüşür. Ve sonucu kişinin ebedî hayatına malolabilir. Bazı meşhur ateistlerin küçükken Kur'an eğitimi almış olmaları, anlatmak istediğimiz durumun en acı örneklerindendir.
Hiç şüphesiz ki çocukların hatıralarındaki başrolleri önce anne-babaları ve okul öncesi eğitmenleri oluşturur.
Anne, baba ve eğitmenlerin, bu mücadeleyi sağlıklı bir şekilde yürütebilmek için çocuksu oyun ihtiyaçlarını göz ardı etmemeleri gerekir. Bu dönemde bütün kapıları açan tek parola "oyun"dur. Eğer çocuğa oyundan uzak yaklaşımlar ile yaklaşılırsa çocukla iletişim kopmaya başlar. Örneğin, ezan okunurken bahçede oyun oynayan çocuklara "Hemen gelip oturuyorsunuz! Ezan okunurken oyun oynanmaz" diyerek kaydıraktan tam kaymak üzere olan çocuğu elinden tutup kırmızı halıya oturtmaya çalışmanın nasıl bir sonuç doğuracağını eğitimci olmayan bir kişi de kolayca tahmin edebilir. Aynı sonuca "Haydi bakalım ezan dinleme oyunu oynuyoruz" diyerek de ulaşabilirsiniz. Bu çağrıyı duyan çocuklar, okulun en afacan öğrencisi dahi koşup kırmızı halıya oturduğunda siz bile şaşıracaksınız. Fakat bu sefer isteyerek yapacaktır.
Ebeveyn ve eğitmenler olarak, oyun çağındaki çocuklarla bu "manevî yaşam savaşını" 7 yaşına kadar vermeliyiz. Bu dönem bilinçli bir şekilde donatılmaz ise, maalesef ileride açığı kapatmak çok daha zor olacaktır.
Zamane eğitimcileri, eğitim kurumları yabancıların metotlarını kullanarak reklam yapmaktadırlar. Oysaki bu yöntemler bizim toplum ve kültürümüzde sağlıklı yankı bulmamaktadır.
Bu nedenle biz müslümanlar olarak, çocuk eğitiminde "Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm'ın metodu"na dönmeli ve bu yöntemden taviz vermemeliyiz. Sahi bu meşhur araştırmacılardan ve eğitimcilerden kaçı, bir kuşu öldü diye küçük bir çocuğa başsağlığına gitti ki? Veya kaçı bir çocukla şakalaştı?
Ya Rabb'i!
Şefaat-i Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- hürmetine;
Kendi söz ve eylemlerimizle, çocuklarımızı ve bizi bu manevî savaşta mağlup etme, muzaffer eyle.
Amin.