Pambucak-deresi vakıf belgesini şekli ve içeriği bakımından değerlendiren bir başka isim ise Şinasi Tekin'dir. Makâlesinde beratın ilkin kime hitâben yazıldığı konusunu masaya yatıran Tekin, buradaki "Ferzend" ifâdesinden Orhan Gazî'nin oğlu ya da bir asil-zâdenin kastedildiği mânâsını çıkartır ve devamla belgenin üslûbu orijinal olmakla birlikte, eldeki şeklinin sonradan çıkarılmış bir kopya olduğunu iddiâ ederek, Yıldırım Bâyezîd döneminden öncesine ait hiçbir belgenin orijinalinin mevcut olmadığı görüşüne odaklanır19.
Şinasi Tekin'den sonra, belgeyi bilimsel açıdan inceleyip yorumlayan son isim Feridun Emecen'dir. Bu konuyu işlediği makalesinde20, beratın saray arşiv kılavuzunda yayınlanışından hakkında yapılan en son yorumlara kadarki tüm görüşlerin geniş bir özetini sunan Emecen, yayına hazırladığı XVI. yüzyılın başlarına ait II. Bâyezîd dönemi Ahkâm Defteri'nde, Pambucak köyünün satışına ilişkin, mülk-nâmede belirtilen sınırların aynı ifâdelerle tekrarlandığı, içinde Orhan Gâzî nişanıyla yazılmış mülk-nâmeye yapılan bir atfın da yer aldığı bir hükmün mevcut olduğuna dikkati çekerek, bunun, belgenin o sırada kâtipler tarafından görülüp işleme tâbî tutulduğuna, dolayısıyla o zamandan beri var olduğuna açık bir delil teşkil ettiğini ifâde eder. Ayrıca berattaki ve hükümdeki kaydı, 1523 tarihli bir tahrir kaydı ve benzeri diğer tahrir defterlerindeki kısa atıflarla da destekler21.
Mülk-nâmenin içeriği hakkındaki önceki tartışmaları da gündeme getiren Emecen, yukarıdaki hükümde ve tahrir defterlerinde "Ferzend" in bir şahıs adı olarak algılanmasından hareketle; Orhan Gâzî'nin "Ferzend" adlı ordu komutanına Pambucak adlı köyü temlik ettiğini, onun da buna karşılık ona, oğullarına ve vezirine çeşitli hediyeler verdiğini, bu durumun şâhidler huzûrunda tasdik edilip belgeye resmiyet kazandırmak amacıyla başına bir de tuğra çekildiği sonucuna varır. İrene Steinherr'in, beratta tuğra ve şâhid adlarının bir arada yazılışını bir çelişki gibi sergileyen yaklaşımının aksine, tıpkı Erzi gibi, sonraki asırlarda düzenlenmiş benzeri belgelerle bunun mümküniyetini ispatlar, ancak: "Belki de belge sonradan hazırlandığı için sıhhatine bir alamet olmak üzere bu tarz ve şekil tercih edilmiş olabilir." yorumunu yaparak, belgenin sonradan kopyalandığı fikrine katıldığını gösterir. Belgede iki tarafın ifâdelerine birden yer verilmesini, isâbetli bir yorumla "karşılıklı taahhüdün bir tezahürü" olarak nitelendirir; fakat bu kez de mülkün sınırları belirtilirken "Bâzârlu Beg kızı dakı anuñ mukâbelesindedür" ifâdesindeki araya sıkıştırılan "-dür" ekinin belirsizliği üzerine eğilerek, eğer bu ek, gerçekten önceki cümlenin son kelimesine aitse, "Bâzârlu Beg kızı" ifadesiyle kastedilenin ne olduğunun belirsiz olduğunu, şayet onun yeri kastediliyorsa buna ilişkin "mülkü" gibi bir ifadenin yer alması gerektiği; veya "-dür" eki bir zuhûl eseri eklenmişse, bu kez "Ferzend" adıyla anılan Pazarlu Beg kızının mülk karşılığında Hünkâr'a ve oğullarına birtakım hediyeler sunduğu mânâsının çıkacağını, fakat sonraki belgelerde "Ferzend" in bir şahıs adı olarak zikredildiğini, bu nedenle meselenin yine de tam bir açıklığa kavuşturulamadığını ve yeni bir çok varsayımı beraberinde getirdiğini belirtir. Sonuç itibariyle Emecen, mülk-nâmenin orijinal olmayıp, II. Bâyezîd dönemindeki satış dolayısıyla aslına bakılarak sonradan çıkarılmış bir kopya olduğunun kesin gibi olduğu neticesine ererek, tartışmaya ilişkin görüşlerini nihâyete erdirir23.
Orhan Gâzî'nin 749/1348'de "Ferzend" e verdiği beratın Topkapı Sarayı Arşiv Kılavuzu'nda yayınlanmasından itibaren başlayan tartışmanın, belgenin şekli ve içeriği hakkındaki farklı yorumlarla şimdiye kadar kısmen aydınlatılmakla birlikte; orijinal mi, sonradan çıkarılmış bir kopya mı olduğu, belgenin verildiği "Ferzend" adlı kişinin kimliği ve mülk bağışına karşılık verilen hediyelerin kime, kim tarafından ve ne şekilde verildiği gibi içeriğe ilişkin sorunların hâlâ çözümlenemediği açıkça görülmekte, bu da belgenin yeniden, tarihî kıstaslara göre ayrıntılı olarak değerlendirilmesi zarûretini gündeme getirmektedir.
Orhan Gâzî'nin "Ferzend"e verdiği 749/1348 tarihli mülk-nâmenin sıhhati üzerinde yukarıda zikrettiğimiz farklı görüşlerin, belgenin fizikî özellikleri ve içeriğine dâir iki farklı perspektif üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Bununla birlikte beratın fizikî problemlerine yönelik iddiâların da önemli bir kısmının, yine içeriği hakkında ortaya konulan sorunlar ve çözülemeyen noktalarla doğrudan bağlantılı olduğu şüphesizdir.
Orhan Gâzî'nin Bursa Beg-sarayı'nda, 749/1348 yılında düzenlenen bu beratın;
Tuğra,
Mülk bağışının i'lâmı,
Bağışlanan mülkün sınırları,
Diğer bağış ve armağanlar,
Şâhidler ve
Târih
Kısımları olmak üzere toplam altı kısımdan meydana geldiğini söyleyebiliriz. Bu kısımlardan ilk ikisinin direkt Sultan Orhan'ın mülk bağışını açıklayan ifâdeleri ve onun tescili ile ilgili alâkalı olduğu, kalan kısımların ise, -ilk iki kısımla hiç de çelişkili bir durum teşkil etmeyecek şekilde- kâtip tarafından yazıldığı bir gerçektir. Beratın bu kısımlarında ifâdenin değişmesini bir çelişki gibi yorumlayanlar, her şeyden önce belgenin gerçekten o zamâna ait olduğuna kesin bir delil teşkil edecek şekilde, basit ve ibtidâî bir formatta düzenlendiği ve mülk bağışından dönülmemesi noktasında, şâhidler huzûrunda pâdişah adına bir taaahüdü de gerekli kılan bu beratın, karşılıklı bir sözleşme niteliğini taşıdığı gerçeğini göz ardı etmişlerdir. Bu durumda, ne bağışı yapanın bunu şâhidler huzûrunda kendi diliyle açıkça ikrâr etmiş olmasının, ne bu ikrârı yazan kâtibin, ikrârın devâmında vezîre ve şehzâdelere verilen hediyeleri kendi ifâdeleriyle sıralamasının, ne de yapılan bağışı şâhidler huzûrunda kayıt altına almasının şaşılacak hiçbir tarafı yoktur.
Kaldı ki, Orhan Gâzî'nin hem kendi ifâdelerine, hem kâtibin klasik bağış ve hudut belirleme tasvirlerine, hem de tüm bu işlemlerin şâhidler huzûrunda tasdikine ilişkin düzenlettiği tek belge bu mülk-nâmeden ibâret de değildir. Sultan Orhan'ın, söz konusu araştırmacıların hiçbirinin orijinalliğinde tereddüt etmedikleri 724/1324 tarihli Frasça mülk-nâmesi de, "Orhân bin 'Osmân"ibâreli bir tuğra ve: "Men kî, Şücâ'e'd-dîn Orhân bin Fahreddîn 'Osmân = Ben ki, Fahreddîn Osmân oğlu Şücâ'e'd-dîn Orhân'ım…" şeklinde24, Sultan'ın bağışa ilişkin kendi sözleri ile başlamakta; devâmında bağışlanan mülkün hudutları açıklanmakta, sonra da -çoğu Sultân'ın kardeşleri, aile fertleri ve oğullarından ibâret olmak üzere- sıralanan şâhidlerin adları ile son bulmaktadır.
Bu vakfiye, dilinin Farsça olması dışında 1348 tarihli vakfiye/mülk-nâme karışımı belge ile tıpatıp aynı formatta hazırlanmıştır25 ve bu belgenin, Orhan Gâzî dönemi mülk/vakıf-nâme belgelerinin ortak özelliklerini taşıdığını ortaya koymaktadır26. Beratın bu şeklî özelliğine takılıp kalanlar ise, benzeri tüm belgeleri birbiriyle karşılaştırarak bu döneme ait olup-olmadığını ve devrin ortak inşâ usûlünü yansıtıp-yansıtmadığını tespit etmeye çalışmaları gerektiği aşikâr iken, onu bu belgelerle az-çok benzer ve farklı özellikler taşımasından daha doğal bir şey olmayan sonraki asırların belgeleri ile kıyaslama hatâsından kurtulamamışlardır.
Belgenin format bakımından doğruluğunu bu Farsça mülk-nâme ile tespit ettikten sonra, kim adına düzenlendiği konusu üzerine eğilmek, bu konuda uzun zamandır süregelen tartışmalara ışık tutmak bakımından yerinde olacaktır.
Beratın ilk üç kısmındaki ifâdeler, bize göre hem mülkün vakfedildiği kişinin kimliğini, hem de belgenin ikinci kısmında şehzâdelere kim tarafından, hangi sebeple hediyeler verildiğini göstermeye yetecek delillerle doludur. Öncelikle "Ferzend" in Farsça'daki kelime anlamı, diğer araştırmacıların da işâret ettikleri üzere "Oğul" demektir ve bu ifâdenin gerçekten Orhan Gâzî'nin oğullarından birini nitelediği, aynı cümlenin başında yer alan ifâdelerden açıkça anlaşılmaktadır. Söz konusu kısmın ilk satırlarında Orhan Gâzî, "mektûbuñ sebeb-i tahrîri"ni açıklarken27, benzeri diğer hiçbir belgede yer almayan önemli bir vurgu ile, verdiği mülkü: "Hâl-i sıhhatümde, kemâl-i 'aklum-birle kendü memleketümde mutasarrıfiken" ifâdesiyle28 verdiğini özellikle belirtme ihtiyâcı hissetmiştir. Mülkün sıradan bir kişiye verilmediğini açıkça ortaya koyan bu ifâdeler dikkatle incelendiğinde, onun bir Sultan olarak bu bağışı henüz sağ iken, aklı başında ve kendi irâdesiyle, devletini yönetecek durumda olmasına rağmen yaptığını belirtmesinin, mülkü bağışladığı kişinin tüm bu konularda kendisine ve yetkisine vâris olabilecek konumda biri olduğunu yeterince göstermektedir. Sultan Orhan, kendi devleti sınırları içerisindeki bir yeri, bir daha geri almamak üzere tamâmen kendi irâdesiyle bağışladığını vurguladığı bu kişiyi "za'îmü'l-cüyûş ve'l-'asâkir" olarak nitelendirmektedir ki29, biz daha sonraları Orhan'ın diğer oğulları Süleyman Paşa ve Murad Gâzî örneklerinde de görüleceği üzere, bu dönemde kadîm bir Oğuz-Moğol hükümdarlık geleneği olarak; büyük oğulun, henüz babası hayatta iken belli bir mülke tasarrufla "ordular baş kumandanı" tâyin edildiğini zâten bilmekteyiz.
(Devamı)
19. Şinasi Tekin, "Gazi Teriminin Anadolu ile Akdeniz Bölgesinde İtibarını Yeniden Kazanması", Tarih ve Toplum, XIX/110 (Şubat 1993), 77-80.
20. Feridun Emecen, "Orhan Bey'in 1348 Tarihli Mülknamesi Hakkında Yeni Bazı Notlar ve Düşünceler", İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası, II. Baskı, İstanbul 2012, s. 297-311.
21. Emecen, a.g.e., s. 297-302.
22. Emecen, a.g.e., s. 302-306.
23. Emecen, a.g.e., s. 306-309.
24. İBB Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet, Fr. nr.: 10, st. 1.
25. Mülk-nâmenin şehzâdelere yapılan bağışlarla ilgili kısmı hariç, tüm kısımlarının sıralaması ve içeriği diğerininkiyle tıpatıp aynıdır. Özellikle burada, şâhidler kısmının giriş metni olan: "Şuhûd-ı 'udûl ki, bu mektûbuñ mazmûnın hâzırdılar, zikr kıldılar" cümlesinin, 24 yıl önce düzenlenen bu belgede yer alan Farsça cümlenin birebir Türkçe'ye tercüme edilmiş şekli olması dikkate şâyândır.
26. Buna Orhan Gâzî'nin her iki belgeden çok daha önceki bir tarihte, 700/1301'de düzenlenen Çalıca vakıf-nâme ya da mülk-nâmesini de dâhil etmek mümkündür. Mülk-nâme formatına daha yakın bir tarzda, oldukça kısa bir metin hâlinde hazırlanan bu belgede Şehzâde Orhan'ın "…vakf eyledüm, vakf ola." ifâdesini kullanmış olması; tüm bu belgelerin ilkel bir yöntemle, vakfiye/mülknâme karışımı bir tarzda hazırlandığını ve sıhhatine açık bir delil teşkil edecek şekilde, tümünün ortak bir dille bu devrin klasik bağış belgesi üslûbunu yansıttığını gözler önüne sermektedir.
27. Krş. a.g.b., st. 1.
28. Krş. a.g.b., st. 1-2.
29. Krş. a.g.b., st. 2-3.