Müeyyedüddin-i Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri ilâhî ilimleri insan hafsalasının alamayacağını, bu gibi esrâr-ı ilâhî'yi ancak Hâtemü'l-evliyâ'nın ve ona vâris olan diğer velilerin bilebileceğini haber vererek şöyle buyurmuştur:
"Bunları anlamak ve kavramak, işiten ve dinleyenlerin işitme ve anlama gücünün pek ötesindedir.
Bir kimse, bunları ayrıntılı olarak öğrenmek ve görmek istiyorsa, Hâtemü'l-evliyâ'nın ve onun vârislerinin yoluna sâlik olsun, elini bu büyüklere teslim etsin."
(Nefhatü'r-Ruh ve Tuhfetü'l-Fütûh, s. 143)
Niçin?
Çünkü onu O yürütüyor, O'nun yürüttüğü esastır.
Aldananlar burada aldanıyor.
Nerede aldanıyor?
Bu ilâhî lütfu hafif tutuyor, elindeki ebedî hayatı ilgilendiren ruhsatı kaçırıyor.
Ancak Allah-u Teâlâ kime duyurursa, işi sağlam tutuyor işin içyüzünü kavrıyor.
Kim ki ucuz tutarsa ucuz olarak gider. Kıymet verdiği nispette de kıymete dahil olur.
Müeyyedüddin-i Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri "Nefhatü'r-Rûh ve Tuhfetü'l-Fütûh" isimli eserinin mukaddimesinde Hâtemü'l-enbiyâ'nın ve Hâtemü'l-evliyâ'nın ilim ve mertebelerinin üstünlüğüne işaret ederek, ilâhî ilme has olan bilgi ve mârifetlerin; mânevî hal, makam ve derecelerin yalnız ve yalnız bu iki kaynaktan alınabileceğini beyan buyurmuştur:
"Çünkü Hâtem olanların ilmi, hâli, zevki ve meşrebi, bütün manevî hâl ve zevkleri hâvidir. Bütün meşrebleri içine alır. Bütün makam ve mertebeleri de ihâta eder. Başka âlim ve veliler böyle değildir. Bu hususiyetlere sahip değildirler. Bu hususiyetler olmayınca da Hâtem'lik olmaz."
Hâtem-i nebi ve Hâtem-i veli bambaşkadır. Onlara verilen mânevi hâl ve zevkler, ilâhi feyz ve mertebeler, zâhir ve bâtın ilim ve hilimler, makam ve rütbeler tam ve kâmildir, mütemmimdir ve bütün meşrebleri içine alır, bütün mânevi hâl ve zevklerin üstündedir, özü bütün makam ve mertebeleri ihâta etmiş, kuşatmıştır.
"Hâtem olan zât hakkında şöyle bir açıklama yapabiliriz:
Nasıl ki Rubûbiyyet ve İlâhiyyet'in hakikatlerini içine alan, bunların kayyum ve kâimi olan, hepsini kuşatmış olan ve ehadiyyet-i cem-î zâtîsi bulunan bir isim lâzımdır ve bu da Allah Tebâreke ve Teâlâ'dır. Bunun gibi, öyle bir insan lâzımdır ki, diğer bütün insanlardan pek olgun olsun. Onun ilmi pek olgun ve şümullüdür. Makamı da en yüce ve nübüvvet mertebesinde de en yüce, en üstün seviyededir.
İşte Hâtemü'l-enbiyâ bu mertebededir."
Hazret, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in makam ve rütbesini burada tarif ettikten sonra Hâtem-i veli'den şöyle bahseder:
"Hatemü'l-evliyâ ise, velâyet; yani evliyâlık mertebesinde nebevî hakikatleri ve velâyetin inceliklerini kendinde toplamıştır."
"İlâhî ve kevnî hakikatler bütün hadarât ve mertebeleri, asılları ve mâhiyetleri nasılsa, öylece aynıyla, bu iki büyük zâtın zevk ve meşreblerinden elde edilebilir." buyuruyor.
(Nefhatü'r-Rûh ve Tuhfetü'l-Fütûh; s. 28-29)
Çok ince noktalara temas etmiş.
Ne ki verilmişse onlara verilmiş. Murad-ı ilâhi öyle olduğu için dünya ve ukba, zâhir ve bâtın bütün hakikatler, ilimler, feyizler, mânevi işler bu iki büyük zâtın mânevi zevk ve meşrebinden elde edilebilir.
Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri "el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs" adlı eserinde Hâtemü'l-evliyâ hakkında:
"Velîyyü'l-Hamîd olan Allah'ın Vekîl'idir." buyuruyor.
("el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs", İ.Ü. Ktp., AY, nr.: 4480, vr. 53b-54b)
Bizzat Hazret-i Allah onu vekil etmiştir.
Bunun sırrı;
Abdullah-ı Bosnevî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin; "O Resulullah'ın halifesi değil, bizzat Allah'ın halifesidir." beyanında gizlidir.
("Şerhü'l-Fusûs li'l-Bosnevî"; Nâfiz Paşa, no: 536, 500. yp.)