"Gün bugün, yarını O bilir, ve demiştim: "Allah'ım! Bana o günleri gösterme!" Çok karanlık günler var, seyirci kalacağız, takdir ne ise onu seyredeceğiz. Bizden sonra Allah'u-âlem ortalık çok karışacak, karışınca halk bunalacak, herkes can ve gıda peşinde koşacak, gittikçe iş fesada gidecek, umumi harbe gidecek. Hâtem-i veli'nin gelmesiyle artık ondan sonrasını bekleyin. Bizden hemen sonra olabilir. Önümüzde ateş var, felâket var. Beni çekinceye kadar siz bir saadet içindesiniz amma sonrasını O bilir. Beni çektikten sonra çok şey görebilirsiniz. Beni tutarken rahat edersiniz, beni çekerse bilmiyorum durumunuzu. Ben hayatta iken Cenâb-ı Hakk sizi korur. Fakat beni aldıkları an, bütün tedbirlerinizi alın, sonrasını bilmiyorum."
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri İsrâ Sûre-i şerif'inin 58. Âyet-i kerime'sini bizlere sık sık hatırlatırlar, dünyanın içten içe kaynadığını, taştığı zaman dünyayı ateş alacağını; dünyanın Üçüncü Cihan Harbi'ne doğru gittiğini, korkunç harplerin olacağını, bütün silahların patlayacağını haber verirlerdi. Hususiyetle kendilerinden sonra her türlü hadisata hazırlıklı olmamızı nasihat ederlerdi.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız." (İsrâ: 58)
Bu helâk edilme, cezalandırılma; afatla olur, açlıkla olur, savaşla olur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de kıyamete yakın zuhur edecek öyle harplerden haber veriyorlar ki; bir Hadis-i şerif'lerinde; "Elli kadına bir erkek düşecek kadar erkeklerin azalacağını..." beyan buyuruyorlar. (Buhârî)
Dikkat ederseniz Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin ahirete irtihallerinden sonra, son beş yıldır dünya iyice kaynadı. Her tarafta bir karışıklık, bir ateş var. Diğer taraftan doğal afetler, seller, zelzeleler çoğaldı.
Suriye, Irak, Yemen, Libya parçalandı, iç savaş çıktı. Arabistan, Mısır huzursuz. Sudan ikiye bölündü. İran kendi hükmünü yürütmeye çalışıyor. İsrail bölgeyi karıştırmak için, müslümanlara eziyet etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. İsrail ve Amerika İran'ı vurmak istiyordu, Rusya engel oldu. Suriye'nin karışık olması İsrail'in işine geliyordu, Rusya Esed yıkılmasın diye verdiği desteği alenileştirdi, bizzat kendisi devreye girdi. İsrail yanında devlet istemiyordu, Rusya ile komşu oldu. Yine Rusya Ukrayna'da kimseyi dinlemedi, Kırım'ı işgal ve ilhak etti.
Rusya-ABD, Çin-ABD, Hindistan-Çin, Hindistan-Pakistan, İran-Arabistan, Polonya-Ukrayna, Japonya-Çin, Japonya-Rusya, Kuzey Kore-ABD, Kuzey Kore-Güney Kore, Tayvan-Çin, Filipinler-Çin, Türkiye-Yunanistan, Azerbaycan-Ermenistan, Kosova-Sırbistan, Arnavutluk-Sırbistan, Bosna-Sırbistan, Yunanistan-Makedonya, Fransa-Almanya .... dünyanın daha birçok yerinde huzursuzluk var. Birçok ülke de terör ve iç karışıklık belâsı ile uğraşıyor.
Herkesin bir plânı var. Amerika'nın var, Rusya'nın var, İsrail'in var, İran'ın var, Çin'in var, Kuzey Kore'nin var, Yunanistan'ın var, Hindistan'ın var.... Hepsi "Atacağım" diyor. "Atacağım, vuracağım!" diyor ama hem vuracak, hem vurulacak. İsrâ Sûre-i şerif'nin 58. Âyet-i kerime'sinde buyurulan emr-i ilâhi böyle tahakkuk edecek!
Herkes bir ateş yakmaya, karşısındakini ateşe atmaya çalışıyor. Ancak kendisine dokunacak ateşi hesap etmiyor.
Allah-u âlem önümüzde çok büyük harpler var. Vaktini, saatini Hazret-i Allah bilir.
Herkeste atom var, füze var, yakıcı silahlar var. Herkes "Atacağım!" diyor, ama kendine atılacağını hesaba katmıyor.
Dünya savaşı çıktığı zaman atom bombaları, nükleer bombalar atılmaya başlandığı zaman sonunun nereye varacağını Hazret-i Allah bilir.
Amerika füze savunma sistemini, radar istasyonlarını Rusya'nın en dibine kurmaya çalışıyor, kuruyor. Rusya da buna karşılık olarak gerekirse füzelerini, atomunu, nükleerini kullanmaktan çekinmeyeceğini söylüyor. Savaş doktrinini "Nükleer caydırıcılık" üzerine bina ediyor. İsrail Almanya'dan nükleer füze taşıma kapasitesi olan denizaltılar alıyor, Diğer taraftan İran füzelerini sergileyerek gözdağı vermeye çalışıyor. İran'ı vurmak isteyen İsrail ve Amerika'nın karşısına ise yine Rusya dikiliyor. Suriye'de de Rusya kendisini ortaya atıyor.
Durum gerçekten çok nazik.
Alttan alta kaynayan kazan iyice fokurdamaya başladı. Gizliden gizliye yapılan nüfuz savaşlarının yerini silahlı savaşlar almaya başladı. Diğer yandan Amerika ekonomiyi, petrolü silah gibi kullanmaya çalışıyor.
En büyük karmaşa İslâm dünyasında yaşanıyor. Türkiye de bir taraftan terör belâsı ile uğraşıyor, diğer taraftan etrafını saran, sınırlarını yakan ateşle boğuşuyor. Yunanistan öte yanda fırsat kolluyor.
Etrafımızı ve dünyayı saran ateş her geçen gün daha da büyüyor. Büyük savaşlar çıkmasından, bugüne kadar hazırlanan büyük bombaların patlamasından korkulur.
Bütün bunlara bakıldığı zaman Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in haber verdiği kıyamete yakın yaşanacak hadisatın an be an cereyan ettiği görülüyor. Öyle bir devir ki; fitne, afat, harp ve harabiyat devri.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bizlere daima bu harp ve harabiyat devrinin yaklaştığını beyan buyururlar, tedbirli olmamızı, dünyaya bel bağlamamak gerektiğini nasihat ederlerdi. "Onun için akıllı olan Hazret-i Allah'a yönelir orada kalır, takdir ne ise o olur." buyururlardı.
Binaenaleyh o günler yaklaştı. Tedbirimizi ve tedariğimizi ona göre yapalım.
Hülâsa-i kelâm herkes harbe hazırlanmış, sulh için konuşan yok. İsrâ Sûre-i şerif'inin 58. Âyet-i kerime'sinin tecelliyatının zamanı geliyor.
Her vesile ile bu hakikatleri dergimizde yeri geldikçe duyurmaya gayret ediyoruz.
Durumun iyice nazikleştiği şu günlerde, hususiyetle harplerle ilgili beyanlarını "Kıyamet ve Alâmetleri" isimli eserinden ve sohbetlerinden arzetmeye çalışacağız.
Kıyamete çok yakın bir devirde, seyyiat zamanında yaşıyoruz.
Âyet-i kerime'de:
"Kıyamet yaklaştıkça yaklaşmıştır." buyuruluyor. (Necm: 57)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bir defasında şehâdet parmağı ile orta parmağını yanyana göstererek:
"Ben, kıyamet şöyle yakın olduğu halde gönderildim." buyurmuşlardır. (Buhârî - Müslim)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kıyametten haber verdikleri gibi kıyametten evvel vuku bulacak hadiseleri, kıyamet alâmetlerini de Ümmet-i muhtereme'sine haber vermişlerdir.
Hadis-i şerif'lerde haber verilen küçük kıyamet alâmetlerinin hemen hemen hepsi zuhur etti. Büyük kıyamet alâmetlerinin yaşanması an meselesi.
Resulullah Aleyhisselâm'ın bu yaşanacak hadiseleri haber vermesi, onun zaman geçtikçe ortaya çıkan büyük bir mucizesidir. Zira onun 1400 yıl evvel haber verdiği hadiseler günagün cerayan etmektedir.
Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- aramızda iken doğrulup, o günden kıyamete kadar olacak her şeyden bahsetti, kıyamete kadar olacak şeylerden söylemedik bir şey bırakmadı. Bunları belleyen belledi, unutan da unuttu. Şu arkadaşlarım da bunu bilirler. Unutmuş olduğum o şeylerden biri ortaya çıkıp görünce öylesine canlı hatırlıyorum ki, tıpkı kişinin gördüğü bir şahsın yüzünü o şahıs kaybolunca hatırlamadığı halde, daha sonra karşılaşınca hemen tanıyıvermesi gibi." (Buhârî - Müslim)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kıyamete yakın zuhur edecek bütün hadiseleri Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Efendilerimiz'e haber vermişlerdi. Onlardan da bize intikal etti.
Huzeyfe -radiyallahu anh-in bir diğer beyanları da şöyledir:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir gün bize sabah namazını kıldırdı ve minbere çıkarak tâ öğle vakti girinceye kadar bize hitap etti. Sonra minberden inip namaz kıldırdı. Tekrar minbere çıkıp ikindi vakti girinceye kadar bize hitap etti. Sonra inerek namaz kıldırdı. Sonra tekrar minbere çıktı ve bize güneş batıncaya kadar konuştu. Olmuş ve olacak her şeyi bize haber verdi. Bunları en iyi bilenimiz, en belleyişli olanımızdır." (Müslim: 2892)
Resulullah Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ'nın bildirmesi ve göstermesi ile bilerek görerek konuşuyordu.
Nitekim Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Her şeyden haberdar olan Allah gibi sana hiç kimse haber veremez." (Fâtır: 14)
O, Allah-u Teâlâ'nın buyurduğunu ve gösterdiğini ümmetine duyurdu. Biz de Allah ve Resul'ünün duyurduğunu size hatırlatıyoruz.
Gerek bu haberlere, gerekse Allah dostlarının ifşaatlarına baktığımızda artık dünyanın son devirlerine yaklaştığımızı görüyoruz. Dünyanın içinde bulunduğu durum ve gidişat da bu hakikatleri tasdik ediyor. Bu devir; Hatem-i veli, Hazret-i Mehdi ve İsa Aleyhisselâm'ın çıktığı zamanlardır.
Ancak onun zuhuruna kadar çok büyük harpler çok büyük afatlar, çok büyük kargaşalıklar var.
Bu felâketler müslümanlara dünya cezasını çektirir. Ahirette isterse kurtarır amma kâfirin hiç kurtuluşu yok.
Bundan sonra ne olacak, yaratan bilir! Hele büyük şehirlerde yıkım başladığı zaman... Kullar O'nun, mülk O'nun, hepsi O'nun...
"Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah'ındır." (Fetih: 14)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Kıyametin hemen yakınında anarşi ve kargaşa günleri vardır." (Müsned, C. Sağir)
Durum bu kadar nazik. Yavaş yavaş kaynıyor, karışıyor ve harbe götürüyor.
Bundan sonra çok çetin harpler olacağını, kapıda olduğunu haber veriyoruz. Amma nasıl harpler olacak? Tasavvurun haricinde! Bu harplerde çok az insan kalacak, büyük bir felâket olacak. Bu felâket gadâb-ı İlâhi'ye olur, açlık olur, harp olur. O bilir.
Hazret-i Allah ile meşgul olan kalp altının içine girse bir şey olmaz. Gaye bu hâle gelmek. Çünkü O'nu buldun mu her şeyi buldun. O'nu buldun mu, O'nunla berabersin.
Yerin hükmü yok, yerler bomboş kalacak. Niçin? Çünkü insan yok, yerler satılmayacak. Niçin? Çünkü alan yok.
Öyle şiddetli harpler olacak ki, bu harplerde çok erkek zayi olacak. Sayı itibari ile elli kadın bir erkeğin himayesine girecek. Önümüzdeki harpler Allah'u-âlem bunu gösteriyor. Artık bundan sonra harabiyet durumu başlıyor.
Dünya kaynıyor, kaynaya kaynaya taşacak ve bu halk gidecek, yavaş yavaş bir zaman imar ediyordu, şimdi harap ediyor. Hazret-i Allah'tan hakikaten korkmak lâzım. Bu isyan cezasız kalmaz.
Allah-u Teâlâ İsrâ sûre-i şerif'inin 58. Âyet-i kerime'sinde, kıyamet günü gelmeden önce helâk olmaktan yahut da şiddetli azabın gelip çatmasından kurtulabilecek hiçbir memleket halkının bulunmadığını beyan buyurmaktadır:
"Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız." (İsrâ: 58)
Burada; "Ben yıkacağım!" buyuruyor, iş oraya doğru gidiyor.
Bu helâk etme ya tamamen yok etmek veya halkına şiddetli azap etmek suretiyle olur. Nitekim küfür ve fâsıklık sebebiyle yeryüzünde zaman zaman nice felâketler baş göstermektedir.
"Bu, kitapta (Levh-i mahfuz'da) yazılıdır." (İsrâ: 58)
Ne zaman olacağı, onu gerektiren sebepler ve nasıl olacağı gibi hususlar açıklanmamış, hiçbir şey bırakmamak kaydıyla Levh-i mahfuz'da yazılmıştır. Bu hüküm kesin olarak yerine getirilecektir.
Allah-u Teâlâ kıyamet gününden önce istisnâsız bütün beldeleri harap edeceğini beyan buyuruyor, "Biz buna karar verdik!" buyuruyor. Ya harple, ya zelzele ile, ya âfâtla. Onu ona, onu ona, onu ona musallat ede ede, ede ede yıkacak. Yani dünyayı doldurduğu gibi boşaltacak. Onun için artık bugünlere yaklaştık. Hüküm O'nundur, O'nun emri ve izni olduğu zaman dünya mahvolur. Ne zaman? O bilir. O'nun emri ve izni olmadan bir tek yaprak bile düşmez, bir insan düşer mi?
Binaenaleyh dünya şimdi yıkıma doğru gidiyor. "Hazır olun!" denilmek isteniyor. Şu kadar var ki dalâlet ehli fâsıklar hâlâ eğlencede, hâlâ zevk-ü sefada, önündeki karanlığı görmüyor. Fâiz, içki, kumar, zina hepsi mevcut, nereden gelecek diye bakıyorum, müstehak olduk. Sonra "Allah'ım bizi bağışla!" diyorum. Utana utana. Yüzümüz yok çünkü, durum çok perişan... Fakat Hakk'a yakın olanlar, yıkım olsa da yapım olsa da, ibadet ve taatında. Bize Allah gerek, O'na yönelmemiz gerek, O ister yapar ister yıkar.
Allah-u Teâlâ'nın açık bir ferman-ı ilâhî'si var. Küffar ne kadar İslâm'ı söndürmeye çalışırsa çalışsın, o bir fırkayı kıyamete kadar payidar edeceğine ve nihayet muzafferiyeti de İslâm'a bahşedeceğine vaad-i sübhâni'si var.
Meselâ memleketimiz bir krizden geçti. Fakat O bizi korudu. Niçin? Çünkü biz Hakk'a bağlıyız, halka bağlı değiliz. Halk sıkıntı çekti, biz hiçbir şey görmedik. Bize kat kat lütuflarda bulundu. Dilerse o günler gelince de korur. Sen yeter ki tedbirini al!
Önümüzde öyle harpler vardır ki tarif edemem. İki gün evvel ufak bir sahne seyrediyorum. Korkunç! Çünkü düşman atom bombasını bir atar, insanlar yok olur. Öylece o şehre girer. Karşı taraf da ona atar. Herkes yapacağını düşünüyor. Bu filmi gördükten sonra kalktım İsrâ Sûre-i şerif'inin 58. Âyet-i kerimesine baktım: "Harap edeceğim!" buyuruyor. Yalnız şu kadar var ki; O harap edecek. Ona o intikamı aldıracak, ona o intikamı aldıracak, birbirine vurduracak. Böyle böyle halk yok olacak ve eriyecek. Bu uzak değil. Fakat ben tedbir alıyorum, bu uzak değil. Bugün böyle, yarını O bilir. Yalnız günümüz çok korkunç! Bir bomba bir memleketi yok ediyor. Atom herkeste var.
Çok az insan kalacak bu pazarda. Büyük felâket olacak. Bu felâket gadâb-ı İlâhi'ye olur, açlık olur, harp olur. Üç yerde var; deprem, açlık, harp.
Ölene ne mutlu. Halk yaşıyor, uyuyor. Bu isyan cezasız kalmaz. Hazret-i Allah hiç kimsenin umurunda değil. Akla bile gelmiyor. Halk dalmış, ama uyanacak.
Doğana sevinmeyin, ölene üzülmeyin. Doğana sevinilecek gün değil. Millet uyuyor, Hazret-i Allah'a karşı gelmek için ne lâzımsa yapıyor. İsyan, isyan!
Sükûnetin ne olacak ona bakılıyor. Dünya harbe hazırlanıyor. Ama vakit saat O'na ait. Çünkü bir yaprak emirsiz düşmüyor.
•
Bu dünya savaşı çıkınca her taraf alev olacak. O ona, o ona derken Allah'ımız sonumuzu hayırlı etsin. Ruhsat Hazret-i Allah'ın vergisiyledir. Yoksa kumandanla, şunla bunla değil. O Osmanlı yıkılacak bir devlet mi? Fakat âhir zaman geldi yıkılması lâzım!
Efkâr yanıyor. Birbirine bakarak tutuşuyor. Efkârı görüyorsun herkes harbe hazırlanmış, sulh için konuşan yok. İsrâ Sûre-i şerif'inin 58. Âyet-i kerime'sinin tecelliyatının zamanı geliyor.
Amma harp ile, amma zelzele ile, amma âfât ile.
Cenâb-ı Hakk "Ya helâk ederiz veya şiddetli bir azapla cezalandırırız." buyuruyor kesin olarak. Bunu bilin. Hüküm O'nundur.
Moğolların başındaki Hülagü İslâm ülkelerini yaka yaka gelirken halktan biri; "Zamanın kutbu nerede?" deyince bir tanesi; "Sus! O Hülagü'nün bindiği atın yularını tutuyor!" demiş.
Çünkü Hazret-i Allah yıkmayı murat ettiği zaman bir sebep halk eder.
Onun için memleketler böylece perişan olup gidecek.
Allah-u Teâlâ beldeleri harap edecek.
Bakıyorum, Almanya şimdiden at yetiştiriyor. Yani bu ateşli silâhlar durduğu zaman kılıçla harp yapacak, onun hazırlığını yapıyor.
Çünkü bu harp bir âfâttır, atom harbi, nükleer harbi. Ve dolayısıyla birbirine ata ata dünya dümdüz olacak, dünya yıkılacak.
Akıllı insan Hazret-i Allah'a yönelecek, o kadar. Bugünkü durumunu düşünecek, yarını O bilir. Durumlar o kadar nazik ki, Hazret-i Mehdi çıkıncaya kadar neler olacağını bir Allah bilir. Çok hadiseler olacak, çok büyük harpler olacak, zelzeleler olacak, âfâtlar olacak, insan azalacak. Otuz sene dediğin ne ki, ömür bereketsizdir, hemen geçer. İnsan şöyle düşünse; insan ölüyor, on sene yirmi sene geçiyor, sanki dünkü gibi.
Bu harpler görünüyor yani. Tasavvura sığmayan, akla hayâle gelmeyen harpler olacak." (17 Eylül 2002)
"Harpler Allah'u âlem o kadar yakın, o kadar korkunç ki! Bu önümüzdeki harpler tasavvura sığmıyor. Bu harpler insanları yok etme harbi olacak.
Zaten Allah'u âlem Hazret-i Mehdi'nin çıkmasına daha var. Bu büyük herc-ü merç otuz seneye kadar.
Allah-u Teâlâ en sonunda hükmü İslâmiyet'e verecek.
•
Geçen gün bir film seyrediyorum. Atom bombasının, füzesini atıyorlar, oradaki askerler kabir haline geliyor ve rahat yürümeyi yapıyor. Fakat herkes atacağını ve yapacağını düşünüyor, başına geleceğini kimse düşünmüyor.
Bu harabiyetten sonra, Çinliler'i de mahvettikten sonra Hazret-i Mehdi ile İsa Aleyhisselâm'ın topladığı bir takım insanlarla ve iman edecek insanlarla bu muzafferiyet husule gelecek. Yani onlara verecek. Onlardan sonra iki kumandana daha ondan sonra verecek.
Dünya öyle kaynıyor, öyle kaynıyor ki bir gün patlayacak. Önümüz kötü. Allah-u Teâlâ'nın hükmüne kalmış. İşler Amerika'nın direktifi ile yürüyor. Zaman onların bugün için. Daha ne kadar sürer Allah bilir. İleride büyük harpler var. Yakın zamanda her şey değişecek.
"Hakk kulundan intikamını yine kul ile alır,
İlm-i ledün bilmeyen onu kul etti sanır."
Karşılıklı kuvvetler ile Cenâb-ı Hakk dengeliyor. Onu ona, onu ona, yok edecek. Böylece dünyayı yok edecek; o onunla, o onunla! Hüküm Allah'ındır. O icraatı Cenâb-ı Hakk yaptırır. Birbirine vurdurur. Yok eder, dünyayı perişan eder.
"Dünya harbe doğru öyle bir hırsla gidiyor ki, yalnız emr-i İlâhî'yi bekliyor. Amerika katiyetle harp açmak azminde. Rusya da hazırlığa gidiyor.
İlk olarak bu büyük devletler çatışacak ve çok çok hasar görecekler.
Allahu âlem Rusya ortadan yok olacak. Amerika da yerinde kalmayacak. Dünya bir hallaç pamuğu gibi sarsılacak. Mühim tehlikeler var." (23 Kasım 1979)
•
"Şimdi insanlar zaten girdapta, Hazret-i Allah'tan kopan girdaptadır. Bu harpler bu girdapları böyle söküp atacak. Amma çok acı. Yalnız bu arada ne var ki belâ umuma gelir, kurunun yanında yaş da yanacak. Girdaptayız şimdi, Allah'ım kurtardığını kurtarıyor." (27 Eylül 2002)
•
"Hazret-i Allah cidden gadap etmiş. 'Biz onları suç üstü yakalayacağız.' denildi. Anlıyorum ki Hazret-i Allah'ın gadabı çok büyük. İtimat edin yalvarmaya bile korkuyorum. Ancak hususi bir yalvarmayı Cenâb-ı Hakk lütfetmiş.
Nükleer demek felâket demek. Her an için büyük bir hadise beklenebilir. Yalnız hiç şüphe yok ki biz zamanını soramayız. Aslâ! Aklımızdan hayâlimizden bile geçmez. Bize sadece rumuz verilir. Ne zaman kopacağını Sahib'im bilir.
Allah'ımız muhafaza buyursun, râzı olmadığı her şeyden."
•
Dikkat ederseniz bütün dünya sallanıyor, huzursuz. Ama sel, ama rüzgâr, ama afat, ama zelzele, Allah-u Teâlâ beterinden korusun.
•
Hadiseler büyüyor, kazan kaynıyor. Cenâb-ı Hakk bizi sığınağa almış. Sessiz sedasız olanları seyrediyoruz, bir taşınca dünyayı ateş alır, ilâhi emre bakar. Bir kibrit...
•
Kullanılacak çok kuvvetli silâhlar var, biri diğerini mahvetmek için. Bunlar birdenbire olacak. Çünkü kim evvel atarsa o kazanacak. Onun için çok büyük zayiat birden olacak. Hüküm Hazret-i Allah'ındır, boşaltacağını beyan buyuruyor.
•
Bir harp çıkarsa çok büyük insan zayiatı olacak.
•
"Yarın bir harp kopsa maaş bile veremez devlet. Ben hayatımda kaç sene sonra buzdolabı aldım, kaç sene sonra gardolabı alabildim, belki otuz sene sonra. Yarın mazallah bir harp kopsa bu milletin durumu ne olur? Zaten bu zihniyet, bu refah bizi mahvediyor. Borç harç günü değil. Siz önümüzü bomboş görüyorsunuz, çıkacak fırtınayı nazar-ı itibara almıyorsunuz? Peki yarın çocuk askere gitti, borçlu olarak öldü, eşyanın ne kıymeti var? Çünkü harplerin sanki ucundayız gibi o kadar yakın görülüyor. İsyan son haddini bulmuş, Siz önünüzü uzun vâdeli görüyorsunuz. En küçük bir harpte nasıl maaş verecek? Askeri mi besleyecek, sivili mi besleyecek? Borçlu ölürse ne olur halimiz, onu bir düşünün. Cennet-i alâ'ya girmek mümkün değil. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz borçlunun cenaze namazını bile kılmadı. Bunu hiç düşündün mü?
Amma bu ebedî bir hayata taalluk ediyor. Siz zevki düşünüyorsunuz, refah düşünüyorsunuz.
Amerika, Irak'a her an vurmaya sanki azimli. İran, Mısır, Suudi Arabistan petrollerini eline geçirmeye çalışıyor." (2 Ekim 2002)
•
Harp anında ilk evvela yollar kapanır. Yarın ne olacağını farkında değilsiniz. Hâlâ havai işlerle uğraşıyorsunuz, tuhaf tuhaf akıllarınız var. Bunlar uzun ömür düşünüyorlar. Yarını düşünen hiç yok. Büyük masraf yapıyorsunuz, netice gelmiyor. Büyük şehirlerde hayat tehlikeli.
•
Onun için akıllı olan Hazret-i Allah'a yönelir orada kalır, takdir ne ise o olur. İnsanın azıcık bir parası, altını olacak, çoluk-çocuğu aç kalmasın diye.
Bunu ihvana söyleyin tedbir alsınlar. Az yesin artırsın, çoluk-çocuğuna birkaç kuruş bırakıversin. Küçük küçük çeyrek altın alsa yine yeter. Bunu kardeşlere yavaş yavaş duyurun. Çeyrek altın amma, çeyrek altınla ekmek alacak. Zengin olmak için değil.
•
İktisatlı yaşa, senin ne yediğini kimse görmez. Önümüzde Allah-u alem karanlık günler var. O karanlık günlerde yaşayabilmek için şimdiden tedbir almak lâzım. Bunu unutma. Çocuklarını ona göre idare et, sakın ellerine fazla para verme. Çocuk israfa alışır, ne lazımsa ver, para verme.
•
Şimdiki harp mazallah yalnız askere değil, sivile de dokunur, onun için yiyecek içecek için çok tedarikli olmak lâzım. Allah-u Teâlâ'nın dediği olur amma önümüzdeki harpler şiddetli.
•
Amerika Irak'tan çıktığı zaman Irak da birbirlerine girerler. Şu anda hükümranlığı o yürütüyor, eziyor, vuruyor, yıkıyor, kırıyor. Bir gün gelip Suudi Arabistan da Irak gibi olacak. Mazallah Türkiye de böyle olabilir, başsız kaldığı zaman böyle olabilir. PKK var, çeşitli milletler var. Vakit geldi kaynıyor dünya. Çok insan ölecek.
"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" (Hûd: 112)
Böyle olursa Rabb'imiz bize yardım eder. Önümüzdeki fırtınaları rahat geçiririz. Amma eğri olursak azabını, cezasını çekeriz.
•
Dinden ayrılınca perişanlık başlar, dinde birleşince asıl olur. Daha vakit gelmedi, Hazret-i Mehdi'nin çıkmasıyla olacak. Nasıl ki Cenâb-ı Hakk fakiri sürüp bölücüleri yok ettiyse o da hem bölücüleri hem din düşmanlarını yok edecek.
•
İran'da büyük tahribat yapacaklar. Suudi Arabistan'da zaten hiçbir kuvvet yok, yabancı asker tutuyor, paralı asker tutuyor, hiçbir kuvvet yok.
İran'da kuvvet var, silâh var amma asker yok. Çünkü o harpte (İran-Irak Savaşı) birbirini bitirdiler. Hep yahudinin prensibi. Yahudi, Saddam Hüseyin'i kışkırttı, o da İran'ın üstüne gitti. Büyük silâhlar patladı mı boşalacak, dünya boşalacak. Ona ona derken büyük silâhlar patladı mı bitti. Ne hadiseler, ne hadiseler...
Allah'ım iman ile göçmeyi cümlemize nasip etsin, âkıbetimizi hayırlı etsin. İlâhi takdir ne ise o olur.
Âyet-i kerime'de:
"O'nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez." (En'am: 59) buyuruluyor.
O'nun takdiri, O'nun hükmü olmadıkça hiçbir şey olmaz.
•
Harp; büyük silâhlarla patlayacak. En şiddetli silâhlar en evvel patlayacak, dünya birden bire alev alacak. Bu kâfirler çok zulmetti. Onlar da Allah'u-âlem çok büyük kahra uğrayacak. Amerika'daki yahudiden başka dünyada yahudi de kalmayacak. Onun için yahudinin daha ruhsatı var, İran, Arabistan, Mısır'ın üstüne gidecekler. Bu ruhsat epey devam eder. Hazret-i Mehdi'den sonraya kadar devam eder, sonra İsa Aleyhisselâm çıkar işleri biter. O zamana kadar ruhsatları var.
Allah-u Teâlâ şimdi ruhsat veriyor, gün gelecek müslümanlara ruhsat verecek...
•
Ömrü olan kısa zamanda çok şey görecek, "Yevmü'l-beter" denmiş, bitmiş.
Bu gelecek dalga Allah'u-âlem çok büyük dalga, O dilediğini korur, tabi ki size de her şey anlatılmıyor. Allah'ım korusun, Allah'ım korusun, Rabb'im korusun. Allah'a emanet... Takdir ne ise o olur. Hazret-i Allah'a yönelik olmak lâzım, bakalım bu afat bu dalga kimi alır, kimi bırakır, onu Yaratan bilir.
Çok vahim hadiseler olabilir, fakat bir arada dilediğini korur. Memleketimizde olalım, memleketimizde ölelim, Allah'u-âlem çok büyük dalga geliyor.
•
Suudi Arabistan ve Vehhâbîler'den mevzu açılması üzerine;
Onların da ömrü kısa efendim. Yemani çıkacak oraya hücum edecek, Süfyani var oraya hücum edecek, yahudiler oraya hücum edecek, Amerika oraya hücum edecek. Bu sebeple orası büyük tehdit altında, kısa zamanda orada hükümet diye bir şey kalmayacak. Büyük tehlikeler atlatılacak, dört büyük istilanın karşısında, memleket başıboş olacak, insanlar perişan olacak, yine kavgalar başlayacak. Bundan sonra Hazret-i Mehdi çıkacak. Bütün bunlar Allah'u-âlem önümüzdeki otuz sene içinde olacak.
•
– "İsrail çekiliyormuş, o çekilme nedir?"
"İsrail çekilecek sonra Irak'la Şam arasında bir yol tutacak. Suudi Arabistan'ın üstüne gidecek. Bunun kimse farkında değil. Onun için bir kere ateş aldı mı her taraf birden olacak. Fakat onun plânı bu. Bunu Amerikayla beraber yapacak." (2006)
•
İran'da çok çetin harp olacak, çok çetin. İran bayâ eziyet görecek.
•
"Amerika harbe doğru gidiyor. İsrail azgınlığına devam ediyor ve dünya bunları seyrediyor. Fakat bu seyrin sonunda harp patlak verebilir. Bu imha harbi olacak." (02.04.2004)
•
Balinaların toplu intihar etmeleri üzerine şöyle buyurdular:
"Bunda büyük hikmet, büyük alâmet var. Allah-u alem büyük devletlerin birbirini vurma durumunun, harp tehlikesinin işaretidir. Büyük ölüme sebebiyet veren bir büyük afet beklenir. Allah-u alem."
•
Önümüzdeki felâketleri bir Allah bilir. Bu isyan cezasız kalmaz. Bu haşerat gidecek, haşeratla beraber sağlamı da gidecek. Durum çok nazik, Hadis-i şerif'lere bakıldığı zaman vakit gelmiş.
•
Gün bugündür, yarın bu silâhlar patladığı zaman dünya alt üst olup bitecek. Fakat hiç kimse bunu görmüyor, böyle gelmiş böyle gidecek zannediyor. Nereye gidecek? "Hatem" dendi, "Sondur" dendi, "Onunla bitiyor" dendi. Ondan sonra Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın devri başlayacak. Bu merdivenden sonra iş bitti artık, zaten insan kalmayacak. "Hatem" dendi, bitti artık. Amma kimse bunun farkında değil.
•
Binaenaleyh artık ahir son zamanda yaşıyoruz. Hazret-i Mehdi'nin zuhuruna çok az kaldı. Allah'u-âlem daha 25-26 yıl gibi bir zaman var. (2006)
"Allah bu ümmetten bir âlimi alırsa, bu İslâm'da açılan bir gedik olur ve kıyamete kadar onun boşluğu kapanmaz." (Deylemî)
Niçin o boşluk kapanmıyor? Allah-u Teâlâ her gönderdiği kuluna ayrı ayrı vazifeler veriyor. Vazifeler verdiği gibi tecelliyâtları da ayrı ayrıdır. Birine verdiğini diğerine vermediği için ve aldığında verdiği ile aldığı için yeri boş kalıyor.
Bunlar İnsan-ı kâmil olanlardır. Hazret-i Allah'ın huzur-u ilâhî'sine kabul ettiği kimselerdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in buyruğuna bir bak:
"Ehl-i beyt'im ümmetim için bir emniyettir, onlar yokolup gittiklerinde kendilerine vaadedilenler gelir." (Tirmizî, Ahmed bin Hanbel, Müsned, Taberânî, "el-Mu'cemü'l-Kebîr", Heysemî, "Mecmâu'z-Zevâid")
"Onlar vefât ettikleri zaman artık kendilerine vaadolunanlar gelir. Şayet onun nesep yönünden olan ehl-i beyt'i kastedilmiş olsaydı, diğerlerinin ölümüyle onların yok olması imkânsız olurdu. Çünkü Allah, onların sayısını hesaba sığmayacak kadar çok kılmıştır." (Hatm'ül-Evliyâ kitabı)
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Nevâdirü'l-Usûl fî Ma'rifeti Ehâdîsü'r-Resul" adlı eserinin "Yüz Yirmi Sekizinci Aslı" nda Resulullah Aleyhisselâm'dan sonra ashâbının önde gelenlerinin dini bid'at ve fitnelerden temizleyip aslını koruduklarını misallerle anlattıktan sonra, Hâtem-i veli'nin de dini ve onun ehlini buna benzer fitnelerden koruyacağını haber vererek şöyle buyurmuştur:
"O öyle bir kimsedir ki, bunun benzeri şeyleri (dinden) uzaklaştırıp defeder. Ondan temizleyip, kovup uzaklaştırması sâyesinde de artık onu giderir. O'nunla düşündüğü, O'nunla konuştuğu için O'nunla defeder. İşte o Allah'ın halk üzerindeki hücceti, O'nun sürüsünün çobanı ve kullarının mânevî tabibidir. O'nu engellemeye kalkışan kimse farkına bile varmadan helâk olur." (c. 2, s. 225)
Niçin helâk olur? Onu Allah-u Teâlâ ileriye sürdüğü için, ona karşı gelen Allah-u Teâlâ'ya karşı gelmiş ve helâk olmuş olur.
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin bir başka beyanları da şöyledir:
"Âhir zamanda Mehdi yokken, henüz yaklaştırılıp seçilmemişken; aradaki boşlukta, Hâtemü'l-velâye'den başka adâleti (hakkâniyeti) ayakta tutacak kimse olmaz. Ve o, bütün veliler üzerine o devirde, Allah'ın hücceti olmaya muvaffak olur." ("Hatmü'l-velâye"; Fâtih no.: 5322, 168b yaprağı)
Bu zât-ı muhterem'lerin beyanlarına bakın, bir de bu ortadaki icraatlara bakın.
Allah-u Teâlâ bu zâtlara asırlarca evvel bu durumu göstermiş, size açıklıyorum. Siz bunu gördünüz mü?
•
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyuruyorlar:
"Bu öyle güzel bir vatan ki, Osmanlılar harbe giderken "Allah'ım bu vatan sana emanet!" diyerek giderlermiş. Bu vatanın içten, dıştan yıkılmayışı emanet oluşundandır."
"Benim ümidim Allah-u Teâlâ bu gemiyi batırmayacak. Bunun sebebi; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i iki defa Türk kıyafetiyle gördüm. Anladım ki Allah-u Teâlâ'nın Türkiye'ye bir nazarı, bir lütfu var; onun hürmetine Allah-u Teâlâ bu gemiyi batırmayacak. Her ne kadar batırmak istedilerse de Allah-u Teâlâ bu gemiyi batırmayacak, yüzdürecek. Deniz altı batıyor amma dilediği zaman su yüzeyine çıkıyor. Biz bunlarla çok meşgul olmak zorundayız."
Ebu Saîd-i Hudrî -radiyallahu anh-in rivayet ettiği bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Ümmetim üzerine öyle bir zaman gelir ki, insanlardan bir topluluk savaşır. Onlara: 'İçinizde Peygamber Aleyhisselâm'ı gören kişi var mıdır?' diye sorulunca: 'Evet vardır!' diye cevap verilir. Nihayet ordu içindeki Sâhâbî'ye hürmeten zafer verilir.
Sonra bir zaman daha gelir. Onlara da: 'İçinizde Resulullah Aleyhisselâm'ın Ashâb'ını gören kişi var mıdır?' diye sorulur. 'Evet vardır!' diye cevap verilir ve zafer müyesser olur.
Sonra bir zaman daha gelir, yine harp edilir. Onlara da: 'İçinizde Resulullah'ın Ashâb'ını görenleri gören var mı?' diye sorulur. Bu defa da: 'Evet vardır!' denilir. Yine fetih müyesser olur." (Buharî. Tecrid-i sarih. 1223)
İşte bütün sır bu Hadis-i şerif'te gizlidir.
Bu Hadis-i şerif onun en açık mucizelerinden birisidir, buyurduğu gibi öylece tahakkuk etmiştir ve tecelliyatı devam etmektedir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in bu ifşaatı bugün için de geçerlidir. Bu beyanın izahı şu Hadis-i şerif'tedir:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir defasında Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- Hazretleri'ne öğüt ve nasihatte bulunurken, kurtuluşa erişebilmesi için ona âhir zamanda gelecek olan bu topluluğa uymasını tavsiye etmiş Hadis-i şerif'in sonunda şöyle buyurmuşlardır:
"Allah yer ehline azap etmeyi murad ettiğinde onlara nazar eder de, azâbı derhâl onlardan geri çevirir. Onun için ey Ebu Hüreyre, sen onların yolu üzerinde bulun! Onların yoluna karşı gelen, vereceği hesâbın şiddetinden tir tir titreyecektir!" ("el-Vesâyâ li-İbnü'l-Arâbî"; Hâlet Ef. no.: 198/2 486a yaprağı)
•
Kâdı Muhammed bin Mehmed -kuddise sırruh- Hazretleri "en-Nâberât fî Beyânu Hatmü'l-Velâyeti'l-Muhammediyye" adlı risâlesinde, Hâtemü'l-evliyâ'nın âhir zamanda şer'î hudutları yeniden yerine oturtacağını haber vererek şöyle buyurmuştur:
"Allah-u Teâlâ âhir zamana kadar, tâ ki Hâtem'ül evliyâ ile birleşinceye dek, onu (şer'i hudutları) devam ettirecek ve onunla tekrar yerine oturtacaktır. Ki Allah, nübüvvet duvarını nasıl ki Hâtemür-resul'ün nübüvvetiyle hatmetmişse, sonra da Hatem'ül evliyâ ile onun duvarının her iki tuğlasını tamamlamış olsun. Buna göre de umarım ki güneşin batıdan doğma saati artık iyice yaklaşacaktır." ("Risaletü fî'l-Beyânu Hatm'ül-Velâye"; Düğümlü Baba, no: 283'de mahfuz. 26b yaprağı)
Bu zât-ı muhterem Allah-u Teâlâ'nın şer'î hudutları Hâtem-i veli ile tekrar yerine oturtacağını beyan buyuruyor. Oturmadı mı kardeşler?
Demek ki o saat yaklaşmış. Çünkü hâtem deniliyor, artık iş bitiyor. Bundan sonra artık her an beklenebilir
Kıyametin büyük alâmetlerinden birisi de, güneş Hazret-i Allah'ın izni ve emriyle bir defaya mahsus olmak üzere bir cuma günü battığı yerden doğacaktır.
Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Güneş battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmayacaktır. O battığı yerden doğduğu zaman bütün insanlar iman edecek, fakat o gün daha evvelden iman etmeyen, yahut imanında bir hayır kazanamayan hiç kimseye imanı fayda vermeyecektir." (Müslim)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün güneşin battığı bir sırada Ebu Zerr -radiyallahu anh-e: "Güneş nereye gider bilir misin?" Diye sordu. "Allah ve Resul'ü bilir!" demesi üzerine şöyle buyurdu:
"Güneş gider, arşın altında secde eder ve tekrar doğmak için izin ister, izin verilir. Bir gün gelir secde edip izin ister, fakat secdesi kabul edilmeyip izin verilmez. Ona: 'Geldiğin yere git, battığın yerden doğ!' denilir. O da battığı yerden doğar." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1321)
Güneşin batıdan doğması, herhalde büyük alâmetlerin başlangıcıdır.
Güneşin batıdan doğması kıyametin büyük alâmetlerinden olduğu gibi; büyük bir dumanın yeryüzünü kaplaması, Deccâl'in türeyip ilâhlık dâvâsında bulunup bir süre insanları saptırması, İsa Aleyhissâm'ın yeryüzüne inerek icraatlarını gerçekleştirmesi, Ye'cüc ve Me'cüc adında aslı ve nesebi belirsiz iki kabilenin yeryüzüne yayılması, Dabbetü'l-arz adında bir hayvanın ortaya çıkması, Hicaz tarafından büyük bir ateşin çıkması, üç büyük yer çöküntüsü olması da büyük alâmetlerdendir. Güneş batıdan doğduktan sonra, bunlar da onun arkasından beklenir.
Hiç şüphe yok ki önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar olsa gerek. Bu otuz sene zarfında Allah'u-âlem öyle hadiseler olacak ki; öyle şiddetli, öyle büyük harpler, öyle felâketler, öyle zelzeleler olacak ki tasavvurun haricinde olacak!
Bunun özünü İsrâ sûre-i şerif'inin 58. Âyet-i kerime'sinde görürsünüz. Allah-u Teâlâ kıyametten önce dünyayı yıkacağını beyan buyuruyor.
Dünya milletleri harbe hazır durumda. Ha patladı ha patlayacak, ha patladı ha patlayacak! Emr-i ilâhî'yi bekliyor.
Savaşların çıkması ilâhî hükme bakar. Cenâb-ı Hakk'ın izni olmadıkça bir yaprak dahi düşmez. Hep O'nun takdiri ile oluyor. Amma Allah'u-âlem bu otuz sene içinde çok mühim şeyler olacak. Dünya düzelecek, dümdüz olacak.
Kişi istese de istemese de mukadderat ne ise o olacak.
Dünya bidayete dönüyor, dünya o nispette bitecek ve insanlar gidecek.
Allah-u Teâlâ şimdiye kadar yapma, yaşatma izni verdi; şimdi yıkma, öldürme günü geldi. Dünya böyle boşalacak. Artık gemiyi boşaltma vakti; harp boşaltacak, Hazret-i Mehdi boşaltacak, Deccâl boşaltacak, İsa Aleyhisselâm boşaltacak. Boşaltma... Bir yiyelim, bin şükür edelim.
Harp afattır; açlık, susuzluk, perişanlık, ölüm hepsi harpte. Amma takdir olan şey olacak. Harpte galip çıkan yok, herkes mağlup. Kimisi az zarar etmiştir, kimisi çok zarar etmiştir.
Her gün ne çıkacak diye bakılıyor, tutuşacak efendim tutuşacak. Bundan sonra havadisleri takip etmek lâzım. Çünkü her an her şey olabilir. Artık hareket hemen hemen başladı. Gün bugün, yarın ne olacağı belli değil, takdir ne ise o olur.
Bunları size hatırlatıyorum, şimdiden Hazret-i Allah'a ve Resul'üne yönelmeye ve sığınmaya bakın. Bu felâketler geldiği zaman şaşırmayın. Artık kendinize gelin, dünyanın sonundayız, ona göre kendinizi ayarlayın!
Onun içindir ki bugün dünyaya dalmak günü değil. Helâlden rızık kazanmak, tedbirli olmak ve Hazret-i Allah'a yönelip gönül vermek günüdür. Böyle bir zamanda ne lâzımsa onu temine çalışması, bir müminin çok uyanık olması gerek.
Gün bugündür, yarın ne olacağını Yaratan bilir. Akıllı insan her an Hazret-i Allah'a yönelik olmalı, sonraya kalanlar dona kalır. O zaman herkes görecek, inanacak amma iş işten geçmiş olacak.
Binaenaleyh bu destek ahirete çekilinceye kadar devam edecek. İşin nezaketi daha sonra başlayacak. Nasıl ki her çadırın bir direği olur, çadırı ayakta tutar, direk yıkılınca çadır da yıkılır.
Allah-u Teâlâ bu direği çekince bu millet büyük bir perişanlık içine düşecek, bu perişanlık bütün İslâm âlemine sirayet edecek. İslâm âlemi bir müddet büyük bir çalkantı içinde bulunacak. Fitnenin en çok yayıldığı bir anda Allah-u Teâlâ çığır açmak için, bayrağı kaldırmak için Hazret-i Mehdi'yi gönderecek ve ona ruhsat verecek. O kendisine bahşedilen ruhsatla, mânevî destekle murad edilen noktaya kadar yürüyecek, vazifesini ifâ edecek. Sonra onun elindeki iradeyi de çekecek. Deccal'e salâhiyet vermeyi murad edince, onun kuvvetine karşı çok zayıf düşecek. Bunun sebebi, Hazret-i Mehdi uzağa açılacak, o ise istilâya başlayacak. Ortalık büsbütün karışacak. Hazret-i Mehdi çok zayıf düşünce, onun maiyetini kurtarmak ve İslâm'ı galebe çaldırmak için Allah-u Teâlâ üçüncü olarak da Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ı gönderecek. Deccal ve yahudiler o şekilde temizlenecek. İslâm âlemi küffârdan, yahudinin zulmünden kurtarılmış olacak. Fakat bununla kalmayacak. Bu hâlâtı gören Çin harekete geçecek, o zamana kadar harplerle boşalan dünyayı istilâ edeyim diyecek. Üzerlerine tank gibi yürüyecek, fakat Allah-u Teâlâ onları da bir gecede helâk edecek. Onların helâk oluşu harple değil, duâ ile. Ve böylece dünyayı boşaltmış olacak.
Sakın meyüs olmayın, ümitsizliğe kapılmayın! Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu günlerin geleceğini çok evvel haber vermiştir. Bu gariplerin çıkacağını ve nihayeti de haber vermiştir. Kitabın tamamı tetkik edildiğinde bu husus açık olarak görülecektir.
Allah-u Teâlâ bu dini yeniden tazeleyeceğine göre, -bu da üç merdivenle başlıyor ve başlamıştır.- Karamsar olmayın, yalnız önünüzdeki çok şiddetli harpleri ve sıkıntıları da gözden uzak etmeyin! Telâşa kapılmayın, takdire râzı olun.
Kıyametin küçük alâmetlerinden çıkmayan kalmadı, hepsi çıktı, iş büyüklere kaldı.
Allah-u Teâlâ bizi kalemle cihad için, bölücü din düşmanlarını kalemle biçmek için ve bu kitapları yazmakla vazifelendirdi. Bu kitaplar bizden sonraki boşluğu Hazret-i Mehdi'ye ulaştıracak, ona köprü olacak, bunu böyle bilin.
Mehdi Hazretleri'ni ise kılıçla cihad etmek için gönderecek. Ömrü sırf cihadla geçecek. O bir şey yazmayacak, çünkü yazmaya vakti olmayacak. Bu kitapları okumakla aydınlanacak.
Nitekim Bediüzzaman Hazretleri:
Hâtem'likle ıslahat başladı. Birinci ıslahat nurla, Hatem'likle olacak. Mehdi Hazretleri kılıçla ıslahat yapacağı gibi, İsa Aleyhisselâm da müslümanlarla hıristiyanlar arasında hakemlik yapacak ve Deccal'i öldürecek.
Bu üç vazife merdiven gibidir.
Rabbü'l-âlemîn bizi çektikten sonra Hazret-i Mehdi gelecek, bundan sonra o var. Kısa bir boşluktan sonra Hazret-i Mehdi ile Hazret-i İsa Aleyhisselâm iç içe gelecekler. Bu hayatı yaşayanlar bu hayat ile yaşıyor, bu hayatla meşgul oluyor. Onlar bu hayatta olacaklar ve bu hayatta ölecekler. Kavuşan kavuşacak, kavuşmayan kavuşmuş gibi olacak. Çünkü o hayatı yaşıyor. Gaye Allah!..
Binaenaleyh artık dünyanın şâşâsına dalmayın, nefsânî arzulara kapılmayın. Helâl lokma kazanmayı ve yemeyi, günlük geçinmeyi düşünün! Uzun bir ömür hayâline kapılmayın! Ebedî saadetinizi hazırlayın. Gün bugün, yarın ne olacağı belli değil, bunu size tavsiye ediyorum.
Bu nur çığır açıyor, karanlıkları deliyor. Bu çığır Mehdi Hazretleri'nin zamanına kadar gidecek. Nur da yayılacak, türemeler de türeyecek. Bunlar daima birbirine karşı olacaklar.
Bizim bu bölücülerle cihadımız, sanmayın ki küçük bir çarpışmadır. Bütün bölücülerle karşı karşıya gelmiş durumdayız. Nasipdar olan tenvir oluyor, nasibini alıyor. Nasibi olmayan görmüyor.
Bu devir müslümanların paramparça olduğu, bölücülerin her yeri işgal ettiği, saptırıcı imamların, ahir zaman âlimlerinin insanları Hakk yoldan uzaklaştırdığı ve imansızlık girdabına düşürdüğü bir devirdir. Dünya kurulduğundan beri böyle bir devir gelmiş değildir.
Maddecilik, dünyaya aşırı muhabbet gönülleri tutuşturmuş, medya insanların zihinlerini bulandırmış, felsefe fikirlerde kararsızlık husule getirmiş ve nice insanları imandan, İslâm'dan uzaklaştırmıştır.
Binaenaleyh ilk iman kurtarma cihadını Hatem-i veli başlatacak, onun ardından Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelecek ve bu cihadı tamamlayacaklar, birbirleriyle mütemmim olacaklar. Bu noktada üçü de birbirine bağlanıyor. Bu merdiven üçtür, üçü birdir.
Çünkü bu iman kurtarma cihadı, bu birinci merdivenden başladı. Hatem-i veli, Hazret-I Mehdi ve İsa Aleyhisselâm üçü de birbiri ardından geliyor. Birisi kalemle, birisi kılıçla, birisi ıslahatla vazifeli olacak. Her birinin vazifesi ayrı olacak.
Bundan sonra zaman daha da güçleşecek. İyi ve kötü âmirler gelecek. Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa Aleyhisselâm zamanına kadar bir iyi bir kötü, bir iyi bir kötü gelecek. Ve bu bozukluk, en sonuncu olan Deccal'e kadar devam edecek. O çıktığı zaman ortalık büsbütün bozulacak.
Dünya kuruldu kurulalı böyle bir zaman gelmedi. Bundan daha beteri otuzuncu deccâl çıktığı zaman. Biz şimdi devr-i Deccâl'de yaşıyoruz.
"Hepsi de Allah'ın peygamberi olduğunu iddiâ eden otuza yakın yalancı deccaller türemedikçe kıyamet kopmaz." (Tirmizî)
Lâkin otuzuncu deccâl çıktığı zaman daha beter olacak. Bu da Hazret-i Mehdi, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın zamanına rast gelecek.
Harpler, zelzeleler, afatlar ile insanları yok edecek Cenâb-ı Hakk. İnsanlar birbirlerini yok edecek, memleketler harap olacak. Bitecek yani. Dünya ne yahudiye ne de Çinlilere kalacak. İslâm'a verecek amma insan kalmamış olacak. Fakir Elhamdülillâh bunu çok evvel söylemiştir.
Hakiki Deccal Amerika'dan çıkacak.
Hadis-i şerif'te Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Allah yahudileri de hezimete uğratacaktır. Artık Allah'ın yarattığı yaratıklardan arkasında bir yahudinin saklanıp da Allah'ın konuşturmayacağı hiçbir şey kalmayacaktır. 'Ey Allah'ın müslüman kulu! İşte bu bir yahudidir. Gel de onu öldür!' demeyen ne bir taş, ne bir ağaç, ne bir duvar, ne de bir hayvan olacaktır. (Yalnız Gargad ağacı bu hükmün dışındadır. Çünkü bu ağaç onların ağaçlarındandır, konuşmayacaktır.)" (İbn-i Mâce: 4077)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen diğer bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Müslümanlarla yahudiler harbetmedikçe kıyamet kopmaz. Müslümanlar onları öyle bir öldürecekler ki, hatta yahudi taşın ve ağacın arkasına saklanacak, taş veya ağaç da: 'Ey müslüman, ey Allah'ın kulu! Şu arkamdaki yahudidir, hemen gel de onu öldür!' diyecektir. Yalnız Ğargad ağacı bunu demeyecek, çünkü o yahudilerin ağacıdır." (Müslim: 2922)
Allah-u âlem yahudiler Mekke-i mükerreme'ye ve Medine-i münevvere'ye giremeyecek, Medine-i münevvere'ye nötron bombası atsalar gerek. Amma onlar, amma Çinliler. Bütün halk ölecek. Bundan değil müslümanlar, bütün küffar halkı da rahatsız olacak.
Sonra Allah-u Teâlâ onların öldürülmesini murad ettiği zaman, küffar memleketine sığınmış bir yahudiyi dahi ikrah ettikleri için haber verecekler. Yalnız Amerika haber vermeyecek, çünkü Amerika onlardandır.
Ve bugünler çok yakın, çok yakın. Ben 80 yaşımda olduğuma kendim inanamıyorum. Bütün bu hadiselerin oluşu, bitişi 40 sene sürecek. Demek istiyoruz ki, bundan sonra harpler var, darpler var, üzüntüler var, sıkıntılar var, hüzünlü seneler var.
Mühim hadiseler olacak, mühim hadiseler doğacak ve büyük kanamalar olacak. Vakit bekleniyor. Ne zaman? O bilir. Allah'u-âlem doğacak hadiseler çok kan dökülmesine vesile olur.
Ben dünyayı harap olmuş bir ev olarak görüyorum. Ne zaman çöktürecek, onu O bilir.
Bu isyan cezasız kalmaz, vakit geldi. Allah'ım beterinden korusun. Bakalım Allah-u Teâlâ ne gösterecek.
İsrail demek, Amerika demek, Amerika demek, hıristiyan âlemi demek.
Amerika demek yahudi demek, yahudi demek Amerika demek.
Bütün dünya bunlardan ikrah etti. Müslümanların cezaları var, cezalarını çekiyorlar. Müslümanların cezası bitince onların cezası başlayacak.
Amerika'nın daha bu bölgede işi var. Irak'tan sonra sırada; İran, Suudi Arabistan, Mısır var. İşte dünya böyle tutuşacak.
Amerika dört devleti gözüne kestirdi; Irak, İran, Suudi Arabistan ve Mısır.
Amerika'nın bütün gayesi petrolü elde etmek, dünyayı elde tutmak. Ondan sonra büyük bir patlak verecek, dünya kaynayacak.
Allah'ımız sonumuzu hayırlı etsin.
Her şey tezahür ediyor artık, belki gitme vaktim yaklaştıysa tezahür ediyor ve bunlar böyle çıkıyor, her şey bilinsin isteniyor.
Gün bugün yarını O bilir, ve demiştim, "Allah'ım! bana o günleri gösterme!" Çok karanlık günler var, seyirci kalacağız, takdir ne ise onu seyredeceğiz.
Hazret-i Allah'a sımsıkı sığınmamız lâzım. Önümüzdeki hadisatı beklememiz lâzım. Önümüzde çok sert günler var, çok karanlık günler var.
Tedbirli olmalı, Hazret-i Allah'a yönelik olmalı, kelime-i Tevhid'le çok meşgul olmamız lâzım. Kelime-i Tevhid üzerinde olalım ve orada ölelim.
Yavaş yavaş fitne çıkıyor, harp patlayıncaya kadar, patladımı artık gider.
Patlayıncaya kadar bu münakaşa devam edecek...
Patlayınca bu ateş nereye sirayet eder?
Allah-u Teâlâ bizi ayakta tuttukça sizi de tutacak amma bizi alırsa halinizi bilmiyorum. Dünyanın hiçbir memleketinde huzur yok, huzur kalktı dünyadan...
İmanlı olalım, imanlı ölelim. Biz kendi yolumuza bakalım, rızâ yolunu tutalım. Kimseye söz söylemeyelim amma istikametten de ayrılmayalım.
Eğer ömrün otuz-kırk sene olursa, bu otuz sene içinde göreceklerin tasavvur dahi edilemez. O kadar şiddetli harpler var.
Dünya kaynıyor, bana; "Yalnız seyret, hiçbir zaman karışma ve dalgalara girme" diye emir verirler. Allah'ım sonumuzu hayırlı eylesin. Bir ruhsat veriyor, dilediği güne kadar imtihandayız. Dünya vehamete doğru gidiyor, hep harbe hazırlanıyor.
Biz hakikaten Hazret-i Allah'a dönersek Allah-u Teâlâ belâları başımızdan atacak, gelecek felâketlerden de koruyacak. İnsan kendine gelirse O murat ettiği gibi olur. Onun için gerçek manada tevbe etmemiz lâzım. Kendimize gelmemiz lâzım. Yabanda gezdiğimizin farkında değiliz.
"Gezme yabanda, bul Hakk'ı sende!" Hakk ile ol, halk ile olma!
Kâr burada. Hakk ile olmak kârdır, halk ile değil.
O ne ki takdir ettiyse o olacak.
Şu halde hüküm O'nun, mülk O'nun. Bize düşen O'nun takdirine rızâ göstermek. Mahlûka düşen budur.
Hüküm O'nun, takdir O'nun. Ama bu kadar isyan da cezasız kalmaz!
Cenâb-ı Hakk murat ettiği zaman birbirine karşı çarptırır. Dünyayı dümdüz eder. Doldurduğu gibi boşaltır. Allah'ım şu hazırladıkları ateşi birbirine çarptır da ümmet-i Muhammed'i affet, muhafaza et, muzaffer et. Her gün söylüyoruz, Cenâb-ı Hakk'a yalvarıyorum. Şu hazırladıkları büyük ateşleri birbirine yak.
Onun için kardeşlere diyoruz ki:
'Kardeşler! Uzun vadeli düşünmeyin, Hazret-i Allah'a yönelin, huzurunuza bakın, helâl lokma yemeye bakın, dünya çıkarına dalmayın, ebedî hayatı düşünün, yarın ne olacağımız belli değil. Harpler bir patladı mı dünya karışır.'
Fakirin kanaatına göre Hazret-i Mehdi'nin çıkmasına daha var, amma bu arada çok şeyler olacak. Ben bir filim seyrediyorum, bin film değil."
Hiç şüphe yok ki önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar var; şiddetli, tasavvura sığmayacak kadar büyük harpler var. Bunları size hatırlatıyorum, şimdiden Hazret-i Allah'a ve Resul'üne yönelmeye ve sığınmaya bakın. Bu felâketler geldiği zaman şaşırmayın. Artık kendinize gelin, dünyanın sonundayız, ona göre kendinizi ayarlayın. Gün bugündür, yarın ne olacağını Yaratan bilir. Akıllı insan her an Hazret-i Allah'a yönelik olmalı, sonraya kalanlar donakalır. O zaman herkes inanacak amma, iş işten geçmiş olacak.
Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Dünyanın geniş vakitlerinde, yani sıhhat ve servet, asayiş ve emniyet gibi istirahat sebepleri mükemmel olduğu bir zamanda Cenâb-ı Hakk'a ibadet ve taat ile kendini takdim et ki, muzayakalı bir zamanda seni lütfu ile yad buyursun." (Ahmed bin Hanbel)
Allah-u Teâlâ'ya yönelmekten daha güzel bir kale olmaz, O'nun kalesinin harici boşluktur. O kalesine kimi aldıysa hayat vardır, hem de hayat-ı ebediye vardır. Bu bir ikazdır, hatırlatmadır, yönetmedir. O dilediğine hidayet verir. Dilerse O her felâketten kurtarır.
•
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri:
"O bir çiçek misali baharda açar, meyveleri güzün toplanır." buyuruyorlar. (Nevâdirü'l-Usûl fî Ma'rifeti Ehâdîsü'r-Resul c. 1)
Şimdiki zaman açma zamanı, bizden sonra halk sıkıştığında meyveler o zaman toplanacak. Zaman geçtikçe iş kıymete değere binecek, nasibi olan nasibini alacak. Beşeriyet bir gün ayılacak, bu eserlerden istifade edecek. Bizden sonra halk bu kitaplara sarılacak. Şimdi çiçek açma zamanı, Allah-u Teâlâ'nın ihsanı ile her şey açılıyor. Halk zamanla ayılacak, meyveyi yiyecek, bunlara sarılacak ve istifade edecek.
•
"Önümüzü göremiyorum çok dikkatli ol. Ortalık karışıyor, vakit geldi daha doğrusu. Dünyayı doldurduğu gibi boşaltacak. Bu insanlar yok olacak, bu insanlar yok olacak. Ortalık karışıyor, gerek Türkiye, gerek dünya karışıyor. Daha evvel demiştim Allah'ım bu hadisatı bana gösterme çok vahim, vahşi hadisat var önümüzde Allah'ım bu hadisatı bana gösterme.
İhvanlar zarar görecek fakat ruhen bağlı olanlar zarar görmeyecek. Bütün samimiyetle bağlı olanlar görmeyecek. Cenâb-ı Hakk onları, tam bağlı olanları o şekilde kurtaracak. Fakat çadırın direği yıkıldığı zaman bir esinti olacak. Çünkü çok büyük hadiseler var. Onun için aklınızı başınıza alın, dünyaya değil, ahirete yönelin ve bunu yakınlarınıza da tavsiye edin."
•
Allah'ım sonumuzu hayırlı etsin, kâmil imanla aldığı kullarından etsin. Onun için tedbir şart. Tedbir nedir? Hazret-i Allah'a yönelmek. En büyük tedbir bu.
Sonra da verdiği aklı kullanmak.Bu da çoluk-çocuk aç kalmasın... Kimseye kötü günde muhtaç olmamak. Gıda, yiyecek, içecek için her zaman tedbirli olmak.
Bugün Amerika ve İngiltere kendilerinde büyük bir kuvvet olduğunu kabul ediyorlar. Ve fakat asıl kuvvet Hazret-i Allah'tadır. Onlar dünyayı tutuşturmaya çalışıyorlar, amma dünya tutuşursa onlar rahat kalacaklarını mı sanıyorlar? Binaenaleyh, vaktaki bu nötron bombaları olsun, atom bombaları olsun, bu silâhlar patladığı zaman dünya tutuşur. Tek kelime ile şöyle arzedelim: İsrâ sûre-i şerif'inin 58. Âyet-i kerime'sinde Allah-u Teâlâ kıyamet gününden önce istisnâsız bütün beldeleri helâk edeceğini beyan buyuruyor:
"Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, Kitap'ta (Levh-i mahfuz'da) yazılıdır." (İsrâ: 58)
Hüküm Allah-u Teâlâ'nındır. O'nun emri ve izni olduğu zaman dünya mahvolur. Ne zaman? O bilir. O'nun emri ve izni olmadan bir tek yaprak bile düşmez, bir insan düşer mi? Nükleer harbi, atom harbi, nötron harbi...
Ateşi tutuşturmak için sahaya bunlar çıktılar, ondan sonrasını Allah bilir.
Dünyadaki zulüm ve vahşetleri elbette kendilerine dönecektir. Bu dünyada görecekleridir. Ahirette ise Allah-u Teâlâ bu yaptıklarının karşılığını fazlasıyla verecektir:
"O gün suçluları zincirlere vurulmuş olarak görürsün!
Gömlekleri katrandandır, yüzlerini ateş kaplar.
Bu, Allah'ın herkese kendi kazandığının karşılığını vermesi içindir. Doğrusu Allah hesabı çabuk görendir." (İbrahim: 49-51)
Ateş onları elbisenin bedeni sarışı gibi saracak, orada onlara cüsselerine göre üzerlerinde alev alev yanacak elbiseler giydirilecektir.
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"Bu ümmette dört (büyük) fitne olacaktır. Sonuncusunda kıyamet kopacaktır." (Ebu Dâvud: 4241)
•
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"Muhakkak öyle bir fitne olacaktır ki, Arap'ın kökünü kazıyacaktır. Bunların maktulleri cehennemdedir. Dilin tesiri, bu fitnede kılıçtan daha şiddetlidir." (Ebu Dâvud)
Müslümanların cezaları var, cezalarını çekiyorlar, sonra cezaları bitince onların cezası başlayacak.
•
Abdullah bin Amr -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"Arapları kaplayan bir fitne olacaktır. Öldürülenleri cehennemdedir. O fitnede dil, kılıç darbesinden daha şiddetlidir." (İbn-i Mâce: 3967)
Bir gün gelir; bazı Arap memleketlerinde, Suudi Arabistan'da hükümet kalkacak, birbirlerini yiyecekler. Sonra Hazret-i Mehdi çıkacak.
Bizden sonra Allah'u-âlem ortalık çok karışacak, karışınca halk bunalacak, herkes can ve gıda peşinde koşacak, gittikçe iş fesada gidecek, umumi harbe gidecek.
•
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"Fitnelerden uzak durun! Şüphesiz ki fitnelerde dil (tesir bakımından) kılıç darbesi gibidir." (İbn-i Mâce: 3968)
Allah'ım fitne ve fesaddan ümmet-i Muhammed'i korusun.
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Kureyş'ten bazı insanlar (ileride) insanları (fitne ile) ölüme sürükleyecekler!" buyurdu.
Ashâb-ı kiram:
"Yâ Resulellah! Biz o zaman ne yapalım?" diye sordular.
"Keşke insanlar onlardan uzak bulunsalar!" cevabını verdi. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1469)
•
Zübeyr bin Adiyy -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
"Haccac'dan başımıza gelenler hakkında Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-e şikayet ettik.
'Sabredin! Çünkü bundan sonra bu şimdikinden daha kötü bir zaman gelecektir, tâ ki Rabb'inize kavuşuncaya kadar. Bunu Peygamber'iniz -sallallahu aleyhi ve sellem-den böyle işittim.' dedi." (Buhârî - Tirmizî)
•
Abdurrahman bin Abd-i Rabbi'l-Kâbe -radiyallah anh- şöyle demiştir:
Bir gün Abdullah bin Amr bin el-Âs -radiyallahu anhümâ- Kâbe'nin gölgesinde oturmuş, başında da halk toplanmış iken ben onun yanına vardım. (Bu esnada) Abdullah'tan şunu işittim:
"Biz bir yolculukta Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in beraberinde idik. O, bir ara bir konakta konakladı. Bunun üzerine kimimiz kendi çadırını kuruyor, kimimiz ok atışı yapıyor ve kimimiz otlayan hayvanı ile meşgul oluyordu. Bu sırada Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in çağırıcısı: 'Haydin namaza!' diye çağrıda bulundu. Biz de hemen toplandık. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ayağa kalkarak bize şu hitabede bulundu:
'Benden önceki her peygamber üzerine kendi için hayır bildiği şeyleri ümmetine göstermesi ve şer bildiği şeylere karşı onları korkutması şüphesiz ki bir hak bir görev oldu. Sizin bu ümmetinizin âfiyeti (yani dine zarar veren şeylerden selâmette bulunması) evvelinde kılındı. Bu ümmetinizin son kısmının başına belâ ve hoşlanmayacağınız işler muhakkak gelecektir. Sonra öyle fitneler gelecek ki bazısı diğer bazısını hafifletecek (yani sonra gelen fitne bir önceki fitneden şiddetli olacağından öncekini hafif bırakacaktır). Artık mümin kul (bir fitne geldiğinde): 'İşte beni helâk eden fitne budur!' der. Bir süre sonra o fitne geçer, bunun arkasından başka bir fitne gelir ve mümin kul: 'İşte beni helâk edici fitne budur!' der. Sonra o fitne de açılıp gider. Artık kim cehennem ateşinden uzaklaştırılması ve cennete girdirilmesi kendisini sevindiriyorsa Allah'a ve ahiret gününe iman eder halde iken ölümü gelsin ve insanlara kendisine yapmalarını arzu ettiği şeyleri yapsın.
Kim bir devlet başkanına beyat edip ona elini vermiş (yani seçmiş) ve samimiyetle bağlanmış ise artık olanca gücü ile ona itaat etsin. Şayet bundan sonra başka bir devlet başkanı çıkıp gelir de birincisi ile nizaa kalkışırsa (yani isyan çıkarmak isterse) sonra gelenin boynunu vurunuz."
Abdurrahman bin Abd-i Rabbi'l Kâbe -radiyallahu anh- demiştir ki:
"Bunun üzerine ben başımı topluluktan ileri sokarak (yani Abdullah -radiyallahu anh-ın yakınına sokularak): 'Allah aşkına sana soruyorum, bu hadisi Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den sen kendin işittin mi?' dedim. Abdullah -radiyallahu anh- eliyle kulaklarına işaret ederek: 'Bunu kulaklarım işitti, kalbim de belledi, iyice belledi.' dedi." (İbn-i Mâce: 3956)
Hadis-i şerif'te fitne ve fesadın çoğaldığı zamanlarda müslüman bir kimsenin dikkat edeceği mühim hususlar beyan edilmiştir.
•
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anh-der ki:
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in yanında idik. Fitnelerden söz etti, birçok fitneler anlattı. Hatta bir 'Ahlâs' fitnesine temas etti.
Dinleyenlerden biri:
'Yâ Resulellah! Bu Ahlâs fitnesi nedir?' diye sordu.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-:
'Ahlâs fitnesi; şiddetli düşmanlık yüzünden insanların birbirinden kaçması ve bir şey bırakmamak üzere mallarının yağma edilmesidir.'buyurdu ve devam etti:
'Sonra 'Serrâ' fitnesi vardır ki, bunun dumanı Ehl-i beyt'imden olan bir adamın ayakları altından tütecektir. Bu adam kendini benden sanacaktır, halbuki benden değildir. Çünkü benim velilerim ancak takvâ sahibi olan kimselerdir. Sonra insanlar eğri, kaburga kemiği üzerine oturmuş gibi bir adama beyat etmek üzere anlaşacaklardır. (Yani devam etmeyen bir sulh yapacaklardır).
Bundan sonra 'Duheymâ' fitnesi vardır. Bu ümmetten kendisine şamar indirmediği bir tek kimse bırakmayacaktır. 'Hemen bitti, sona erdi!' denildiği vakit yine devam edecektir.
Bu fitne zamanında kişi sabah mümin akşam kâfir olacaktır.
O kadar ki insanlar iki kısma ayrılacaktır;
Kendisinde nifak olmayan iman grubu ile kendisinde iman olmayan nifak grubu.
Bu fitne meydana geldiği vakit, o gün yahut ertesi gün Deccal'i bekleyin.'" (Ebu Dâvud - Hâkim)
•
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz der ki:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
"Bu ümmetin sonunda yere batma, kılık değiştirme ve taşlaşma belâları meydana gelecektir."
Ben:
"Yâ Resulellah! Aramızda sâlih kullar bulunduğu hâlde helâk olur muyuz?" diye sordum.
"Evet! Pislik meydana çıktığı vakit!" buyurdu. (Tirmizî: 1007)
•
İmran bin Husayn -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Bu ümmette yere batma, kılık değiştirme ve taşlaşma olacaktır."
Bunun üzerine müslümanlardan bir kimse:
"Yâ Resulellah! Bu ne zaman olacak?" diye sordu. Buyurdu ki:
"Şarkıcı kızlar ve çalgı âletleri türediği ve şaraplar içildiği vakit!" (Tirmizî: 2309)
Devlet ve milletlerin de fertler gibi takdir edilmiş belli ömürleri vardır. Fertler doğduğu, büyüdüğü, ihtiyarladığı, sonunda da öldüğü gibi; devletler de kurulur, gelişir ve nihayet Allah-u Teâlâ'nın takdir ettiği gün gelince yıkılıp tarihe karışır. Fertler gibi, bunların da bazıları uzun ömürlü, bazıları ise kısa ömürlü olur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Biz hiçbir memleketi yok etmedik ki, onun mutlaka bilinen bir yazısı olmasın.
Hiçbir millet ne süresini geçebilir, ne de ondan geri kalır." (Hicr: 4-5)
Gerek arazisini yerin dibine geçirip batırmak, gerekse halkını yok etmek veya başka âfetlerle helâk edilen memleketlerin hiçbiri körü körüne, tesadüf olarak helâk edilmiş değildir. Her biri Allah-u Teâlâ'nın hikmeti gereğince takdir edilip, Levh-i mahfuz'da yazılmış şaşmaz yazısı gereğince helâk edilmişlerdir.
Binaenaleyh şimdiki küffar kavimler de kendileri için mukadder olan zaman gelince, bütün şevketlerine rağmen lâyık oldukları âkıbete kavuşmuş olacaklardır.
İlâhi takdiri hiç kimse bozmaya kâdir değildir. O'nun her hükmü zamanında meydana gelir. Ceza zamanı geldiğinde ise hiçbir surette tehir edilmez.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün yere bir çizgi çizerek "Bu Allah yoludur." buyurdular. Yine bu çizginin sağına ve soluna başka çizgiler daha çizdikten sonra "Bunlar da yollardır, bu yolların her birisinde insanları o yola çağıran birer şeytan bulunur." buyurdular ve:
"İşte bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah'ın yolundan ayırmasın." (Enâm: 153)
Âyet-i kerime'sini okudular. (Dârimî - Sünen)
Hazret-i Allah diğer bir Âyet-i kerime'de:
"Ve her yolun başına oturup ta tehdit ederek inananları yolundan alıkoymaya ve o Allah yolunu eğriltmeye çalışmayın." buyuruyor. (A'râf: 86)
Zan ilmi hiçbir zaman hakikate erişemez.
Mülk ve hüküm Hazret-i Allah'ındır, dilediğinden alır, dilediğine verir.
İktidar kuvvette değil, ruhsattadır. Hazret-i Allah kime ruhsat vermişse o iktidar olur, icraatıyla da imtihanını verir. Dilerse ruhsatı ondan alır, başkasına verir ki o da imtihan olsun. Şu halde telâşa lüzum yok...
Bu husus Kur'an-ı kerim'de açık bir şekilde şöyle beyan buyurulmaktadır:
"Resul'üm! De ki: Ey mülkün sahibi olan Allah! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin, kimden dilersen ondan da çeker alırsın. Kime dilersen ona izzet verirsin yükseltirsin, kime dilersen ona zillet verirsin alçaltırsın. Hayır yalnız senin elindedir. Muhakkak ki sen her şeye kâdirsin." (Âl-i imrân: 26)
"Bütün kuvvet ve kudret Allah'a âittir." (Bakara: 165)
"Eğer Allah size yardım ederse artık sizi yenip mağlup edecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O'ndan başka size yardım edecek kimdir? Müminler yalnız Allah'a güvensinler." (Âl-i imrân: 160)
O kime, hangi millete, hangi devlete ne kadar ruhsat verdiyse, ruhsat kadar kuvvetleri olur. Ruhsat alındığı anda bir adım atamazlar.
Milletler ve devletler arasında galibiyet ve mağlubiyet nöbetleşe deveran eder.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kelâm-ı kadim'inde bu hususta şöyle buyuruyor:
"Ey müminler! Gevşemeyin, üzülmeyin. Gerçekten inanıyorsanız, mutlaka en üstünsünüzdür.
Eğer size (Uhud'da) bir yara dokundu ise o kâfirler topluluğuna da (Bedir'de) benzeri bir yara dokunmuştu.
Biz o sevinçli ve kederli günleri insanlar arasında bazen lehe bazen aleyhe döndürür dururuz.
Bu da Allah'ın ihlâslı ve azimli müminleri ayırd etmesi, içinizden şehitler edinmesi, müminleri tertemiz yapıp arıtması ve kâfirleri mahvetmesi içindir. Allah zâlimleri sevmez.
Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenlerle etmeyenleri, sebat edenlerle etmeyenleri belli etmeden cennete girivereceğinizi mi sanıyorsunuz?" (Âl-i imrân: 139-140-141-142)
Bir Hadis-i kudsî'de de şöyle buyuruluyor:
"Ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Sizi idare edenlerin sahibi ve meliklerin melikiyim. Onların kalpleri benim kudret elimdedir.
Eğer kullar bana itaat ederlerse, ben de onları onlara rahmet kılarım, merhamet ve şefkatle muamele ederler.
Yok eğer kullar bana isyan ederlerse; ben de onları onlara belâ ederim, kalplerini kin ve gazapla onlara çeviririm, en kötü azap ile azap ederler.
Binaenaleyh sizi idare edenlere karşı sövmekle, bedduâ etmekle meşgul olmayınız. Fakat nefislerinizi beni zikretmekle, bana duâ ve tazarru ile meşgul ediniz. Böylece ben de onların hakkından gelirim, sizi onların şerrinden korurum." (Mişkât'ül-Mesâbih)
Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'indeki savaş emrinin hikmetini ve insanlığa olan büyük faydasını beyan ederek bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Eğer Allah, insanların bir kısmı ile diğerlerini savmasaydı, yeryüzünün düzeni bozulurdu." (Bakara: 251)
Zira eğer savaş olmasaydı, yeryüzünde fesat çıkaran şer kuvvetler dünyaya hâkim olurlar, akla hayale gelmeyen zulümler işlerlerdi. Düzen bozulur, yeryüzünde insan nâmına bir şey kalmazdı.
"Fakat Allah bütün âlemler üzerine lütuf ve kerem sahibidir." (Bakara: 251)
Fakat Allah-u Teâlâ âlemler üzerindeki sonsuz lütuf ve keremi ile zaman zaman sâlih kullarına inayet ve nusret ihsan eder, onların vasıtası ile dünyayı fesat ehlinin şerrinden korur, birçok fesatların zuhurunu önler. Beşeriyete Hakk'ı bildirecek, hakikati duyuracak zâtlar yaratır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde: "Allah'ın def'i, Allah'ın savması olmasaydı!" mânâsına gelen: "Ve levlâ def'ullahi" buyurmak suretiyle fesat ehlini defedip savma işini bizzat kendisine nispet etmiştir. Buradan da anlaşılıyor ki, mümin kullarını fesat ehlinin şerrinden ve zulmünden korumayı bizzat üzerine almış bulunmaktadır.
Nitekim bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onları azaplandırsın, onları rüsvay etsin, size onlara karşı zafer versin, müminlerin gönüllerini ferahlandırsın." (Tevbe: 14)
İşte bu sebepledir ki cihadı farz kılmıştır. Canı ile malı ile düşmana karşı Allah yolunda savaşmak müminlerin vazifesidir. Onlara yardım edip muvaffak olmalarını sağlamayı, düşmanlarını defedip tesirsiz bir hâle getirmeyi üzerine almıştır. Kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde dilediği gibi tasarruf eder. Kâinattaki akıllara durgunluk veren muhteşem denge ve düzen O'nun adaletinin eseridir. Adaletli olan müminleri sever, mütecâvizleri durdurur ve cezalandırır.
Bütün bunlar O'nun değişmez kanunudur. İnsanlık âlemi için lütuf ve kereminden başka bir şey değildir. Tarihte görülen galibiyet ve mağlubiyetler de bunun açık bir delilidir.
Şüphesiz ki tâ Âdem Aleyhisselâm'dan beri hidayet ile dalâlet, nur ile zulmet, hayır ile şer... yüryüzünde devamlı var olmuş, inananlarla inanmayanlar arasındaki mücadele sürüp gitmiştir. Bu hususta Kur'an-ı kerim'de birçok Âyet-i kerime'ler mevcuttur.
Allah-u Teâlâ cihadı takdir buyurmasa idi, dalâlet ehli sapıklıklarını sürdürürler, kendi zamanlarındaki muhtelif milletler üzerine saldırırlar, yurtlarını istilâ ederler, mâbedlerini harap edip dururlardı.
Allah-u Teâlâ inanan kullarına savaşsız da yardım etmeye kâdirdir. Şu kadar var ki kulları ne derece kendisine itaat edecek diye denemek ister.
Nitekim bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Eğer Allah dileseydi onlardan intikam alırdı, fakat sizi birbirinizle denemek ister." (Muhammed: 4)
Kim Allah'ın dinine sarılıp yardım ederse, Allah da elbette dalâlet ehline karşı onlara yardım eder. Müminler her zaman için ilâhî desteğe mazhardırlar.
Dikkat ederseniz dünya Rusya'dan korkuyordu. Çeçenler'le Afganlılar onu bitirdi. Ummadığı yerde. Bunları ne ile yıkacağını O bilir.
NATO yıkmadı, amma Afganistan'la Çeçenistan yıktı. Hiç ummadığı iki devlet. O öyle murad etmiş.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Bir zaman gelecek ki Medine hayrı ve güzelliği ile boş kalacak, kurtlar ve kuşlar işgal edecek.
İnsanoğlundan en son ölecek olan Müzeyne kabilesinden iki çobandır. Bunlar Medine'ye doğru koyunlarını sürüp gelirken onun perişanlığını görerek korkup, yüzüstü düşerek ölecekler." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 885)
Medine-i münevvere'nin bu metrûk durumu kıyamet saatinin yaklaştığı âhir zamanda meydana gelecektir.
Avf bin Malik -radiyallahu anh- der ki:
"Bir kere Resulullah Aleyhisselâm Mescid-i saâdet'e girmişti. Sonra bizim yüzümüze bakıp şöyle buyurdu:
'Allah'a yemin ederim ki gelecek nesil bu Medine'yi kırk sene kadar zelil bir halde avâfiye bırakacaktır. Avâfiye nedir bilir misiniz? Bakınız ben size söyleyeyim: Kurtlar ve kuşlar!'" (Buhârî, Tecrîd-i sarîh, C. 6, sh: 235)
•
Hafsa -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Bu beyte (Kâbe'ye) bir ordu gaza etmek için mutlaka kastedecektir. Fakat yerin bir çölüne vardıkları zaman ortada bulunanları batırılacak, öndekileri sondakilere haykıracaklar, sonra onlarla batırılacaklar. Ve onlardan haber veren serseriden başka kimse kalmayacaktır." (Müslim: 2883)
•
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kapkara, ince bacaklı, koca ayaklı birinin Kâbe'yi taş taş yıktığını görüyorum sanki." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 790)
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kâbe'yi Habeşliler'den incecik baldırlı biri harap edecektir." (Müslim: 2909)
•
Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz ki bir ordu (son zamanlarda) şu Kâbe'yi yıkmaya kastedecektir. Nihayet o güruh Beydâ denilen yere geldikleri zaman onların orta tabakası yere batırılır ve önde gidenleri arkadakilere haykırışta bulunur. Sonra onlar da yere batırılır. Artık kaçıp da kendilerinden haber verecek olandan başka hiç kimse kalmaz." (İbn-i Mâce: 4063)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz yere batırılacak ordudan bahsettiğinde Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz:
"Yâ Resulellah! O ordunun içinde (kendilerine katılmaya) zorlanmış kimse olabilir (onun hâli ne olacak)?" diye sordu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Onlar kıyamet günü niyetlerine göre diriltilirler." buyurdu. (İbn-i Mâce: 4065)
Bu Hadis-i şerif zâlimlerden uzak durmanın, onlarla görüşmekten sakınmanın gerekliliğine delâlet eder. Bâtıl yolda olanların beraberinde bulunanlar iyi niyetli olsa bile felâkete uğrayabilirler.
•
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyururlar ki:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in uykuda vücudu titredi.
Biz: 'Yâ Resulellah! Uykun arasında bir şey yaptın ki, evvelce bunu yapmazdın!'dedik.
Bunun üzerine:
'Şaşılacak şey! Ümmetimden bazı kimseler Kâbe'ye sığınmış olan Kureyşli bir adam yüzünden ona yöneliyorlar. Fakat çöle vardıklarında yere batırılacaklar!' buyurdu.
Biz: 'Yâ Resulellah! Şüphesiz ki, yol (çeşitli) insanları bir araya toplar!' dedik.
Resulullah Aleyhisselâm:
'Evet! Onların arasında; işi iradesi ile kasıtlı yapan vardır, zorlanmış olan vardır, yolcu vardır. Hepsi aynı azaba düçar olurlar, fakat ayrı ayrı yerlerden çıkarlar. Allah onları niyetlerine göre (kıyamette) diriltir.' buyurdu." (Buhârî, Kitâbü'l-Buyû - Müslim: 2884)
Hadis-i şerif zâlimlerden uzak kalmanın lüzumuna işaret etmektedir. Tâ ki suçlulara verilen cezâ, suçsuzlara da isabet etmesin.
•
Muâz bin Cebel -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Beyt-i mukaddes'in mamur oluşu, Medine'nin harap oluşu demektir. Medine'nin harap oluşu, büyük savaşın çıkması demektir. Büyük savaşın çıkması, Kostantiniyye'nin fethi demektir. Kostantiniyye'nin fethi de Deccal'in çıkması demektir." buyurmuş, sonra eli ile kendisine bunu anlattığı zatın uyluğuna yahut omuzuna vurmuş, sonra da şöyle buyurmuştur:
"Bu, senin burada olduğun, yahut senin burada oturmakta olduğun gibi haktır." (Ebu Dâvûd)
•
Ebu Bekre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Medine'ye Deccal'in korkusu girmeyecektir. O gün onun yedi kapısında ikişer melek bekçilik edecektir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 890)
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Medine'nin girecek yerlerinde melekler beklediğinden oraya tâun ve Deccal girmeyecektir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 891)
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Muhakkak iman, yılanın deliğine toplandığı gibi Medine'ye akıp toplanacaktır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 887)
Medine-i münevvere İslâm'ın intişar merkezi olduğundan ve Resulullah Aleyhisselâm'ın orada medfun bulunduğundan dolayı her müslümanın oraya karşı bir muhabbeti, kalbî teveccühü vardır. Bu teveccüh ve muhabbet Asr-ı saâdet'ten beri devam edegelmiştir.
•
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"Mekke ve Medine'den başka, Deccal'in ayak basmayacağı yer kalmayacaktır. Bunların giriş yerlerinde saf saf melekler bekleyecek; sonra Medine üç defa zelzele ile çalkalanacak ve ne kadar münafık ve kâfir varsa Allah onları Medine'den çıkaracaktır. (Deccal'in yanına gideceklerdir)." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 892 - Müslim: 2943)
•
Ebu Saîd-i Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Deccal çıkacak; Medine'ye giremeyip bazı kumluğuna inecek, Medine'den insanların hayırlısı olan bir kahraman çıkarak Deccal'e:
'Ben şâhitlik ederim ki, Allah'ın elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in haber verdiği Deccal sensin!' diyecek.
Deccal halka:
'Ben bunu öldürüp diriltirsem, benim ilâh olduğumdan şüphe eder misiniz?' diyecek.
Halk: 'Şüphe etmeyiz.' diyecekler. Deccal, o kahraman insanı öldürüp diriltecek.
O kimse:
'Bugün daha iyi anladım. (Sen yalancısın, Deccal'sin).' diyecek.
Deccal:
'Onu yine öldürürüm!' diyecek fakat öldüremeyecek." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 893)"
Bu büyük hadisatlardan sonra, ortalığın iyice karıştığı bir zamanda, kıyâmetin kopmasına çok az bir zaman kala Allah-u Teâlâ'nın ümmet-i Muhammed'in başına; âdil bir idareci, dirayetli bir önder, şecâatli bir kumandan olan Hazret-i Mehdi'yi gönderecektir. Allah-u Teâlâ onu muzaffer edecektir.
Hadis-i şerif'lerde ifade edildiğine göre İsa Aleyhisselâm ile Mehdi Aleyhisselâm aynı zamanda çıkacak ve Hazret-i İsa, Hazret-i Mehdi'ye yardımcı olacak, birlikte Deccâl'i öldüreceklerdir. Hatta Hadis-i şerif'lerde Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın Mehdi'nin arkasında namaz kılacağı rivayet olunmuştur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Benden sonra halifeler bulunacaktır. Halifelikten sonra emirler, emirlerden sonra krallar, krallardan sonra da zâlim idareciler olacaktır.
Daha sonra Ehl-i Beyt'imden bir adam çıkacak, yeryüzü zulümle dolduğu gibi onu adaletle dolduracaktır." (Câmiu's-Sağîr: 4768)
"Dünyadan bir gece bile kalsa, Allah o geceyi uzatır ve Ehl-i Beyt'imden birisi gelerek dünyaya hâkim olur. Onun adı adıma, babasının adı babamın adına uyar. Daha önce yeryüzü nasıl zulümle doluysa, o onu adaletle doldurur. Malı seviye üzere taksim eder ve Allah bu ümmetin kalplerine zenginlik verir. Yedi veya dokuz sene kalır. Mehdi'den sonra, artık hayat yaşamakta, bir hayır yoktur." (İmam-ı Suyûtî)
"Kıyametin kopmasına bir gün bile kalsa, Allah-u Teâlâ o günü uzatarak benim soyumdan bir kişi gönderecektir. Adı adımın, babasının adı babamın adının aynısı olacak, zulüm ve zorbalık altında inleyen yeryüzünü huzur ve adaletle dolduracaktır." (Ebu Dâvud, Tirmizî)
"Mehdi bizden, Ehl-i Beyt'imizdendir. Allah onu bir gecede ıslah eder." (İbn-i Mâce: 4085)
Diğer birçok Hadis-i şerif'lerde hülâsâ olarak; "Cihadı başlattığı zaman kırk yaşlarında olacağı, vasıfları, cennetle müjdelendiği, çıkışından ümitlerin kesildiği bir anda çıkacağı, zuhur şekli, o devirde İslâm'ın yeryüzüne tam mânâsı ile hâkim olacağı, benzeri görülmedik bir refah olacağı, insanlar tarafından çok sevileceği ve İsa Aleyhisselâm ile buluşacakları..." beyan buyurulmaktadır.
Hadis-i şerif'te:
"İnsanların üzerine belâ üzerine belâ yağdığı ve onun çıkışından ümit kesildiği bir sırada Mekke'de zuhur eder." buyuruluyor. (İmam-ı Suyuti)
Bütünüyle ihsan-ı ilâhî'ye mazhar olup, kemâliyetini üzerinde toplamış olarak; sehm-i velâyete ve sehm-i nübüvvete de nâil olup onlara vâris olarak gelecek ve ümmet-i Muhammed'e bir hediye-i ilâhî olacaktır.
Yeryüzünü nuru ile doldurur. Bütünüyle küfrü ve küfür âdetlerini, her türlü pislikleri ve bölücülüğü ortadan kaldırır.
İbn-i Mes'ud -radiyallahu anh- anlatıyor: "Biz, Resulullah Aleyhisselâm'ın yanında iken Benî Hâşim'den bir grup genç geldi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onları görünce, gözü doldu ve rengi değişti. Ben: Ey Allah'ın Resul'ü! Şimdiye kadar, mübarek yüzünüzde hoşumuza gitmeyen bir manzara hiç görmemiştik, (şimdi ne oldu da bizi üzen bir ifade ile karşılaşıyoruz?)" dedim. Şu cevabı verdiler:
"Biz öyle bir Ehl-i Beyt'iz ki, Allah bizim için dünyaya mukabil ahireti tercih etmiştir. Benim Ehl-i Beyt'im benden sonra belâ, kaçırılma ve sürgüne maruz kalacak. Nihayet, doğu tarafından beraberlerinde Siyah Bayraklar olan bir kavim gelecek. Bunlar hayır (saltanat) isteyecekler, fakat istekleri yerine getirilmeyecek. Bunun üzerine onlar savaşacak. Allah onlara yardım edecek. Bundan sonra istedikleri (hükümdarlık) kendilerine verilecek. Ne var ki, onlar bunu kabul etmeyip emirliği Ehl-i Beyt'imden bir adama tevdi edecekler. Bu (Emîr) de, insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi, yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Artık sizden kim o güne yetişirse kar üstünde emeklemek suretiyle de olsa onlara varsın (katılsın)" (İbn-i Mâce: 4082)
Bu emr-i şerif de gösteriyor ki gerçek Mehdi Aleyhisselâm'a tâbi olmak şarttır. Öyleyse şimdiden Varaka bin Nevfel'in Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e Peygamberlik gelmeden evvel biat etmesi gibi, biz de ona biatımızı edelim ve ona tâbi olalım. Zira daha henüz gelmedi.
"İnsanların ümitsiz olduğu ve: 'Hiç Mehdi falan yokmuş!' dediği bir sırada Allah Mehdi'yi gönderir." (İmam-ı Süyûtî)
"İnsanların üzerine belâ üzerine belâ yağdığı ve onun çıkışından ümit kesildiği bir sırada Mekke'de zuhur eder." (İmam-ı Süyûtî)
"Mehdi ile müjdelenin. O Kureyş'den ve Ehl-i Beyt'imden bir şahıstır. O insanların ihtilâf ve sarsıntılar içinde bulundukları bir sırada çıkar." (İmam-ı Süyûtî)
"Açıkça Allah-u Teâlâ inkâr edilmedikçe Mehdi'ye biat edilmez." (İmam-ı Suyûtî)
"Çok acıklı durumlar ve elim, manzaralar görülür. Fitneler arka arkaya devam eder. Doğudan bir İlç (acem diyarındaki kâfirlerden kuvvetli birisi) çıkar ve Beni Abbas'ın mülkünü yok ederek geçtiği her şehri feth eder. Karşısında hiçbir bayrak barınamaz. Geçtiği her beldeyi yakıp yıkar, istediği her şeyi elde eder. Allah ondan ve ona tâbi olanlardan merhameti kaldırmıştır. Kendisine isyan edeni zulme uğratır. Bunlar ağlayana merhamet etmez, şikâyetçi olanlara da cevap vermez. Ana, baba, kız, erkek herkesi öldürür ve Acem, Irak beldelerini feth ederek ümmete acıklı azap tattırırlar. Bunların arasında fitne, şiddet, helâk ve kaçmalar olur. Ne zaman bitti denilir, yine de devam eder gider. Bu olaylar o denli şiddetlenir ki içine girmedikleri bir ev ve zararı dokunmadık bir müslüman kalmaz. Çok keskin kılıçların ve şiddetli ihtilâflarla umumi belâların gelmesi, bu olayların özelliklerindendir. (O zaman) Çürümüş kemiklere bile gıpta edilir." (İmam-ı Suyûtî)
"Türk size hücum ettiği zaman, malı toplayan halifeniz öldüğü zaman, o halifeden sonra iki yıl içinde de azledilecek olan zayıf bir adam başa geçtiği zaman, Şam'ın batısında batma olduğu zaman, Şam'dan üç kişi çıktığı zaman, Batı insanları da Mısır'a çıktığı zaman, bunlar Süfyani'nin alâmetleri olacaktır." (İmam-ı Suyûtî)
"Büyük şehirler, dün sanki yokmuş gibi helâk olur. Süfyani ile ordusu kalabalık beş kabileyi istilâ eder." (İmam-ı Suyûtî)
"Beyda'da ordunun yere batırılışı Mehdi'nin çıkış alâmetidir." (İmam-ı Suyûtî)
"Süfyani, Halid bin Yezid bin Ebusüfyan'ın evlâdındandır. Kafası oldukça büyüktür. Yüzünde kaşıntılı bir hastalıktan (çiçek bozuğu) eser vardır. Gözünde de beyaz bir nokta bulunur. Şam şehrinden çıkacaktır. Ona tâbi olanların çoğu Kelb'dendir. Kadınların karınlarını deşip çocuklarını öldürür, kendisine karşı toplanan Kays kabilesi'ni de iyice yok eder. (İşte o zaman) Ehl-i Beytim'den Harem'de bir Resul çıkar. Onun haberi Süfyani'ye ulaşınca, Süfyani ona karşı ordusundan bir ordu gönderir. Ancak Mehdi, bu orduyu hezimete uğratır ve bunun üzerine Süfyani yanındakilerden bir orduyu, ona karşı tekrar gönderir. Ancak bu ordu arzdan Beyda'ya vardıklarında yere batırılır ve kendilerinden haber getirecekler dışında kimse sağ kalmaz." (İmam-ı Suyûtî)
"Medine reisi, Mekke'deki Hâşimiler'e bir ordu gönderir, ancak Haşimiler bu orduyu hezimete uğratır. Bunun üzerine Şam'ın o günkü sahibi olan Süfyani, içinde altı yüz yabancı olan yeni bir orduyu tekrar Haşimi'lerin üzerine gönderir. Aydınlık bir gecede bu ordu çölde giderken, bir çoban farkederek: 'Vay Mekke'nin başına gelene!' şeklinde söylenirken, ordunun birden gözünün önünden kaybolduğunu görünce: 'Sübhanallah! Kısa zamanda nasıl da yok oldular?' diyerek onların battığı yere gelip ve yarısı yerde, yarısı yerin dışında kalmış bir yorganı yakalayarak çıkarmaya çalışır. Fakat çıkaramaz ve o zaman ordunun toprağa battığını anlar. Mekke reisine bunu müjdelemek için gider ve bunu duyan Mekke reisi 'Elhamdülillah, bize kendisinden haber verilen alâmet işte buydu!' der." (İmam-ı Suyûtî)
"O zât insanlar içerisinde Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in sünneti ile amel eder. İslâm yeryüzüne tam mânâsı ile yerleşir. Yeryüzünde yedi sene kalır, sonra vefat eder ve müslümanlar onun üzerine namaz kılarlar." (Ebu Dâvud: 4286)
"Benim ümmetim o devirde öyle bir refah bulacak ki, o güne kadar onun benzerini kesinlikle bulmamıştır. Yer yemişini verecek ve insanlardan hiçbir şey saklamayacaktır. Mal da o gün çok birikmiş olacaktır. Adam kalkıp: 'Bana ver!' diyecek, Mehdi de: 'Al!' diyecek." (İbn-i Mâce: 4083)
"Onun hilâfetine yer ve gök ehli, yabani hayvanlar, kuşlar, hatta denizdeki balıklar bile sevinir. Zamanı bereketli olur, nehirler suyunu, yer verimini artırır, hazineler çıkarılıp Şam'a getirilir." (İmam-ı Süyûtî)
Ebu Ümâme el-Bâhilî -radiyallahu anh-den şöyle rivayet edilmiştir:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bize hitap etti. Deccal'i anarak şöyle buyurdu:
"Sonra Medine şehri, sakinleriyle beraber üç defa sallanacak. Bunun üzerine Medine'de bulunan münâfık erkek ve kadınlardan hiç kimse kalmayıp hepsi de Deccal'in yanına gidecekler. Böylece demirci körüğünün demirin kirini pasını giderip attığı gibi Medine de içindeki pisliği dışına atacak ve o güne kurtuluş günü denilecektir."
Ümmü Şüreyk bint-i Ebi'l-Aker -radiyallahu anhâ-
"Yâ Resulellah! Peki o gün Araplar nerede olacak?" diye sordu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
"Araplar o gün az olurlar ve büyük çoğunluğu Beyt'ül-Makdis'te (Kudüs) bulunacaklardır. İmamları da sâlih bir insan (Mehdi) olacaktır. Sonra imamları öne geçip kendilerine sabah namazını kıldıracağı sırada Meryem oğlu İsa Aleyhisselâm sabah vaktinde inecektir. Bunun üzerine İsa Aleyhisselâm'ın öne geçip cemaate namaz kıldırması için imam (Mehdi) arka arka yürümeye başlayacak. Fakat İsa Aleyhisselâm elini onun omuzlarına koyacak ve ona:
'Geç öne namazı kıldır! Zira kamet senin için getirildi.' diyecektir.
Bunun üzerine imamları (Mehdi) onlara namazı kıldıracaktır." (İbn-i Mâce: 4077)
İsa Aleyhisselâm'ın inişini bildiren Hadis-i şerif'lere göre; İsa Aleyhisselâm bir sabah namazı zamanı Şam'a inecektir. Üzerinde açık sarı elbise bulunacak ve kendisini bir bulut getirecektir. Bulutun üzerinde İsa Aleyhisselâm iki melek arasında ve onların omuzlarından tutunmuş vaziyette bulunacaktır. Onun indiğini duyunca hemen yahudiler ve hıristiyanlar karşılamaya koşarak: "Biz senin ümmetiniz!" diyeceklerse de onlara: "Yalan söylüyorsunuz!" diyerek kendilerini paylayacak ve ashabının ancak müminler olduğunu söyleyerek onların halifesini arayacak ve onu namaz kıldırırken görünce geri çekilecektir.
Câbir bin Abdullah -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Ümmetimden bir taife, kıyamet gününe kadar hak için muzaffer bir şekilde mücadeleye devam edecektir.
O zaman Meryem oğlu İsa da iner. Müslümanların emiri 'Gel bize namaz kıldır!' der. Fakat o: 'Hayır! Allah-u Teâlâ'nın bu ümmete bir ikramı olarak siz birbirinize emirsiniz.' buyurur." (Müslim: 155)
Yani Allah-u Teâlâ'nın ona verdiği lütfu tebeyyün ediyor. "Siz Allah-u Teâlâ'nın Resul'ünün nurunu taşıyorsunuz." mânâsına gelir.
İsa Aleyhisselâm dahi onu kabul edecek ve Allah-u Teâlâ'nın tayini olduğu için öne geçmeyecek.
İsa Aleyhisselâm ki önüne geçmiyor, onun önüne kim geçebilir? Veya karşı gelebilir? Geçtiği zaman durumu ne olur?
Onun nurunu, onun vekâletini taşıdığı için ulül-azm bir peygamber dahi öne geçemiyor.
"Deccal, Beytül Makdis'de müminleri muhasara altına alır ve onlara (müminlere) öylesine şiddetli bir açlık icabet eder ki açlıktan yaylarının kirişini bile yemek zorunda kalırlar.
Onlar bu halde iken, âniden karanlığın içinden bir ses işitirler ve: 'Bu tok bir adamın sesidir!' derler. Bir de bakarlar ki o, İsa bin Meryem'dir. Namaza kalkarlar, müslümanların imamı Mehdi geri çekilir. Bunun üzerine İsa bin Meryem; 'Geç öne namaz senin için ikâme olundu!' der. Mehdi de onlara namaz kıldırır ve bundan sonra İsa Aleyhisselâm imam olur." (İmam-ı Suyûtî)
Yani Allah-u Teâlâ'nın ona verdiği lütfu tebeyyün ediyor. "Siz Allah-u Teâlâ'nın Resul'ünün nurunu taşıyorsunuz." mânâsına gelir.
İsa Aleyhisselâm dahi onu kabul edecek ve Allah-u Teâlâ'nın tayini olduğu için öne geçmeyecek.
İsa Aleyhisselâm ki önüne geçmiyor, onun önüne kim geçebilir? Veya karşı gelebilir? Geçtiği zaman durumu ne olur?
Onun nurunu, onun vekâletini taşıdığı için ulül-azm bir peygamber dahi öne geçemiyor.
Nitekim ikisi de Hazret-i Peygamber'imizin ümmeti olarak gelecek, vazife yapacaklar.
Hülasa-i kelâm İsa Aleyhisselâm ile Mehdi Aleyhisselâm beraberce İslâm dininin muzafferiyeti için çalışacaklar, kendilerine verilen vazifeyi bîhakk'ın yapacaklardır.
İsmail Hakkı -kuddise sırruh- Hazretleri "Tuhfe-i Aliyye" isimli eserinin "Beklenen Mehdi Hakkında" adlı bölümünde, Mehdî Hazretleri'nin Hazret-i Ali -kerremallahu vechehû- ve Hâtem-i velî'nin rûhâniyeti ile icraat yapacağını beyan buyurmaktadır:
"Her asırda istihlâf olunan (birisi kendi yerine geçirilen) halîfe elbette aklı başında bir vezîre muhtaçtır, zîrâ Ganiyy-i Mutlak Allah-u Teâlâ'dır.
'Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız." (Fâtır: 15)
Mûcibince insanlar O'na muhtaçtır ve ol bir Sultanlar Sultânı'dır ki nazîrden münezzeh ve vezîrden müberrâdır.
Pes (şu hâlde) her sultân tahkîk-i ubûdiyyet (kulluğu gerçekleştirmek) için vezîre muhtaç olunca, beklenen Muhammed Mehdî dahi muhtaçtır ve onun yeryüzünde kalma süresi vezirlerinin sayısı kadardır. Velâkin vüzerâsında ihtilâf ettiler. Üstün olan görüşe göre vezirleri dokuz olup, yedisi cismânî ve ikisi rûhânî olmaktır.
Cismânîden murâd Ashâb-ı Kehf ve rûhanîden kastedilen ise rûhâniyyet-i (Aliyyü'l-)Murtazâ -kerremallâhu vecheh-dir ve rûhâniyyet-i Hatm-i evliyâ'dır." ("Tuhfe-i Âliyye", s. 229)