Müeyyedüddîn Mahmûd el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri bir noktada; nübüvvetlerin hepsinin velâyetler üzerine tertip edildiğini beyan buyuruyor. Çünkü o temeldir, nübüvvet ve risalet o temelin üzerine kurulmuştur. Velâyet bâtınîdir. Bâtıniyet Hakk'a yakın, nübüvvet ve risalet halka yakındır. Bu arzettiğimiz husus gizli bir ilimdir, sırrın da sırrıdır.
O bir taraftan Resulullah Aleyhisselâm'ın velâyetini, bir taraftan vekâletini taşıdığı için; hem o vazifeyi, hem o vazifeyi görüyor.
Nitekim İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri:
"Bu zât, geçmiş ümmetlerdeki ulü'l-azm peygamberlerin işini görür."buyuruyor. (234. Mektup)
İşte buraya işaret ediyor; velâyetiyle de meşgul, risâletiyle de meşgul.
Bu hususu biraz daha açalım:
Bundan önceki sohbetlerimizde de izah edildiği üzere; risâlete, nübüvvete, velâyete âit her şeyin özü Resulullah Aleyhisselâm'da mevcuttur. Diğerleri de peygamberdir amma, bu hassalar onlarda yok. Niçin yok? Allah-u Teâlâ onu kendi nurundan yarattığı için, âlemleri de o nurdan donattığı için.
Nur kaynağı odur. Allah-u Teâlâ kendi nurundan o nuru parlatmış, o nurdan âlemleri donatmış. Nur kaynağı odur.
Hâtem-i veli hakkında ifşaatta bulunan zevât-ı kiram'ın buyurdukları gibi; Resulullah Aleyhisselâm'ın vazifesi çok ağır olduğu için, meşguliyetinden ötürü risâletle meşgul oldu, velâyetle fazla meşgul olmadı. Onun bu vazifesi doğrudan doğruya Hâtem-i veli'ye intikal etti. O ise diğer vazifelerle de vazifeli olduğu halde velâyeti kullandı. Velâyet Allah-u Teâlâ'nın verdiği o güçle yapılıyor.
Ağırlıkta velâyet var, yorumda risalet var. Bu yazılar ve bu neşriyat risalete dayanır. Velâyetten aldığı destekle, Allah-u Teâlâ'nın verdiği kuvvetle, risâlet vazifesini de ona yaptırıyor.
Resulullah Aleyhisselâm'da ağırlık risaletteydi. Bizdeki ağırlık velâyettedir, risâlette değil. Allah-u Teâlâ böyle vazifelendirmiş, böyle tecellî etmiş, böyle murad etmiş, o kadar. Mahlûk mahlûktur, bir tulum gibidir.
Ulü'l-azm peygamberin vazifesini yapması işte budur. Diğer peygamberlerin de değil. Yani yeni bir safha açılıyor. Bu vazife Allah-u Teâlâ'nın verdiği güçle oluyor. Ağırlıkta velâyet var, fakat zâhirde bu vazife de görülüyor. Hiç kimse farkında bile değil.
Şu anda yürütülen vazife o vazifedir. Çünkü biz sadece ihvan halkası ile meşgul değiliz, biz efkârla meşgulüz, hem de bütün efkârla meşgulüz. Bölücülerle mücadele etmemiz, küfrün üzerine gitmemiz, bütün bu icraatlar hep onun işaretidir.
Nebinin vazifesi böyle değildir. Allah-u Teâlâ'nın ona duyurduğu şeyi, ister halka duyurur ister duyurmaz, kendi çerçevesi içinde kalır. Resul ise yayar. Şimdiki bu umum irşad vazifesi, ulü'l-azm peygamberlerin icraatıdır. İşte Ashâb ile ihvanın yanyana gelmesi bu sebepledir. Niçin? Ulü'l-azm peygamberin vazifesini gördükleri için. O onun ihvanı, o onun Ashâb'ı.
•
Hâtemü'l-evliyâ'nın, bütün peygamberlere ve velilere "Hâtemü'n-nübüvve"nin bâtını olan "Hâtemü'l-velâye" mertebesinden tasarrruf etmesi mevzusuna gelince;
Niçin bütün peygamberlere ve velilere tasarruf ediyor? Allah-u Teâlâ Hâtem-i nebi'nin ve Hâtem-i veli'nin nurlarını ezelden yarattığı için bu böyle oluyor.
Hâtem-i nebi'nin ruhu Rahmeten lil'âlemîn olduğu için, bütün âlemlere rahmet saçıyor.
Hâtem-i veli de Hâtem-i nebi'nin velâyetine vâris olduğu için, o velâyet Hâtem-i veli'nin kandilinde de tecellî ettiği için, o da bütün peygamberlerden evvel yaratıldığı için; onun ruhu bütün peygamberlere ve velilere tasarruf eder. Hafsala alacak bir mesele değil.
O Resulullah Aleyhisselâm'ın velâyetinden tasarruf eder. O velâyetten tasarruf ettiği için, bu velâyet diğer peygamberlerde olmadığı için, diğer peygamberler bu tasarrufun içine giriyor. Çünkü onun velâyeti ona intikal etmiştir
O gerçekten bir velidir amma, Peygamber'e verdiklerinin hepsini ona vermiş. O kandilin içinde hepsi mevcuttur. O vermiş, O koymuş.
Resulullah Aleyhisselâm bir perdedir, "Asluhu nur cismuhu âdem" dir, amma Hakk içindedir. Bu aynı sır velâyette de bulunur. Görünüşte velidir, fakat özü Allah'tır. Özünde Allah olduğu gibi sözünde de yine Allah mevcuttur. Çünkü ondan intikal etmiştir. "Hakk'tır onun özü, Hakk'tan gelir onun sözü." Bu husus Resulullah Aleyhisselâm'a atfediliyor amma, intikal olduğu için ona da atfediliyor.
Allah-u Teâlâ her peygambere ve her veliye ayrı ayrı hassalar bahşetmiştir. Amma bu hassaların küllîsini ona bahşetmiş. Hapsinde cüz'î var, küllî ondadır. Bunun da sebebi, Hâtem-i nebi'nin velâyetinin olduğu gibi ona intikal etmesidir. Öteki velâyetler de oradan almış. Yani cüz'îsi onlardadır, küllîsi bundadır. Aslında o da cüz'î idi, küllî ona intikal edince küllî oldu.
Allah-u Teâlâ ezelden öyle takdir etmiş, ona vermiş, ondan alın diye vermiş. Bu mevzunun özü budur, en ince sır bu işte.
Onun varlığını yok etmiş, kendi varlığından ona veriyor, fakat kimse bunun farkında değil.
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin:
"O öyle bir kimsedir ki, ona yeryüzünde: 'Ey Vâhidî!' diye nidâ eden doğru söylemiştir." buyurması bu hakikati ortaya koymaktadır.
Sır bunun içinde. Onun varlığını ifnâ etmiş, kendi varlığından vermiş oluyor. "Ey Vâhidî!" sözünü şimdi anlamış oldunuz. Onun varlığını ifnâ edince kendi varlığı husule gelir. Ondan alıyormuş gibi görünür, fakat aslında O'ndan almış olur. Burada ne kadar gizli bir terbiye var, ne kadar gizli bir tevazu var. Allah-u Teâlâ kulunu böyle terbiye ediyor. Çok gizli bir mesele idi bu, şimdi ortaya çıktı. Meğer O, perde olarak da onu kullanıyor.
•
Hazret "Şerhü'l-Fusûs"un başka bir noktasında, "Hâtemü'l-velâye" hakkında çok gizli ve ince bir sır noktasına işaret ederek, Hâtemü'l-evliyâ'nın hakikatinin, bütün ilâhî isimlerin sahibi olan Allah'ın nurundan vâredildiğini beyan etmiş; bütün ilâhî isimleri kendisinde toplayıp birleştiren bir hazîre olduğu için, ilâhî isimlere mazhar olan hiçbir peygamber ve velinin kendisine istimdâd edemediğini haber vermiştir:
"Bil ki, peygamberlerden olan kâmillerin ruhları, kendi asırlarında ve kendilerinden sonrakilerin asırlarında, kendilerine vâris olan velilerin ruhlarına istimdâd ederler. Şît Aleyhisselâm'ın rûhu da, Hatmü'l-enbiyâ'nın rûhu ve Hatmü'l-evliyâ'nın rûhu müstesnâ olmak üzere, vehbî ilmi bilenlerin ruhlarına istimdâd eder. Velilerden kendisine vehbî ilim verilen her velinin rûhu da, ataların ilkine bağışlanan ilk sûret olduğu için onun rûhundan istimdâd ederler.
Hatm rûhu, takdim ettiğimiz gibi; en kâmil vâris'i ihâtâ ettiği gibi, velâyetlerin de hepsini ihâtâ eden ruhtur. Nübüvvetlerin hepsiyle ilgili olarak da o, Hatmü'r-rüsul -sallallahu aleyhi ve sellem-dir. Çünkü o, Hatmiyyet'le toplanıp biraraya gelen Muhammedî velâyetlere, keşiflere, tecellîlere, ilimlere, sırlara, hâllere ve makamlara dâir, velâyetlere verilenlerin tümünü toplayıp birleştirerek, onu kuşatıp birarada tutan kimse olmuştur. Bu da onun hakikatinin, her açığa çıkan şeyin ilki olan 'Hakîkatü'l-hakâyık', yani 'Hakikatlerin hakikati'; aynı zamanda onun gaybî fetihlerin anahtarı ve ruhların kendisiyle kâim oldukları ve diğer rûhî mertebelerin içine gönderme ve sirâyette bulunan hakikatinden hayat buldukları bir Nur maddesi olmasından ileri gelir. O hiçbir kimseden istimdâd etmez; ilâhî vergiler hususunda herkes onun kandilinden istimdâd eder. Zira o, Allah'tan vâredildiği için, ilâhî isimlerin hazîrelerinden biri olmuştur."
("Kitâbu Şerhü'l-Fusûs li'ş-Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî"; Şehid Ali Paşa, no.: 1240, 146a-146b yaprağı.)
Bu hususta en ince sır şu ki; Hazret onun Allah'tan vâredildiğini beyan buyuruyor.
Bu hiçbir şekilde mahlûka âit değildir. O öyle murad etmiş, kendisini bildirmek için öyle tecellî etmiş. "Ben ona bildirdim, beni oradan öğrenin." mânâsına geliyor.
Onun tulumunu O yaratmış, o tulumun içine girmiş, başkasının tulumuna girmemiş. Oradan tecellî ediyor, başkasında tecellî etmiyor. Başkasında tecellî etmediği için o tulumu göstermiş.
Niçin? O tulumda O olduğu için. O var o kandilde.
Yani meyve var, kabuğu da var, kabuğu da yeniyor. Elmayı kabuğu ile yiyebiliyorsun. Niçin? O elmanın kabuğu olduğu için.