Müeyyedüddîn Mahmûd el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri "Şerhü'l-Fusûs li'ş-Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî" isimli eserinde; Hâtemü'l-evliyâ'nın, bütün peygamberlere ve velilere "Hâtemü'n-nübüvve" nin bâtını olan "Hâtemü'l-velâye" mertebesinden tasarrruf ettiğini beyân ederek, bütün velâyetlerden önce zuhûr etmiş olan bu has velâyetin mâhiyetini şöyle îzâh etmiştir:
"Bil ki, velâyet-i Muhammediyye; gerek nübüvvet'in, bâtını olan velâyet'ten hâlî olmaması bakımından, gerekse zikri geçen mişkâta karşılık gelen bir mertebe olan, Muhammedî ilâhî kemâle âit küllî velâyetin nasbedildiği bir sûret olması bakımından; resuller ve nebîler zümresinin, umûmun, hâss'ın, hâss'lardan hâlis olanların ve hâss hâlislerin en sâfî olanlarının hepsinde birbirinden farklı olan velâyetlerin maddesi kendisinden alınıp, kendisindeki madde herkese vâsıl olan 'Hâtemü'l-evliyâ mişkâtı'dır. Onun, toplayıp birleştirici kemâlî velâyetin Muhammedî verâsetini Allah'tan alması hususunda, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-e olan nisbeti; önceden takdir edildiği üzere, nebilerin ve resullerin risâletlerini ve nübüvvetlerini Allah'tan alma hususunda, Hakikat-i Muhammediyye yönünden ona nisbet edilmeleri gibidir. Havass için bir sır olan bu makam hakkında, umum zevk ehlinin kullanabileceği dil işte budur.
Hâtemü'l-evliyâ velâyet-i hâssa-i Muhammediyye'nin hatemiyyet'inde ortaya çıkınca; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ilâhî kemâli ihâta eden şer'î nübüvvet'in Hatm'inde, kendisine tahsis edilen bir mişkâtla ortaya çıktığı gibi; o da toplayıp birleştirici Hatemiyyet ilâhî kemâline has olan, Muhammedî velâyet'in kendisine tahsis edildiği bir mişkât olur. Zira nübüvvetlerin hepsi velâyetler üzerine tertip edilmiştir. Bu ise Hâtemü'r-rüsul'ün, Hâtemü'l-evliyâ mişkâtı'nın zâhirî olan kendi nübüvveti bakımından Hâtemü'l-evliyâ'ya nisbetiyle zuhur eden, velâyetlere hükmettiği hükümlerin birer sûretidir.
Ona (Hâtemü'r-rüsul'e) velâyet'in tahsîs edilmesi de; nübüvvetlerini Hâtemü'r-resûl mişkâtından, velâyetlerini ise yine Muhammedî bir tahsis olan Hâtemü'l-velâye mişkâtından almaları hususunda, diğer resullerin kendisine olan nisbeti gibidir. Allah-u Teâlâ'nın izniyle herhalde anlamışsındır!
İlimlerle ilgili nimetlerin, ilâhî zevklerin, makamların, hâllerin ve ahlâkın hepsi; Allah'ın bütün nebilere ve resullere, neş'etlerindeki varlık hâlleriyle bu Muhammedî mişkâttan vâsıl kıldığı ve sonra da birtakım berzahlarla birbirinden ayırdığı herhangi bir şey, iliştirdiği nübüvvet ve tahsis ettiği risâlet; ayrıca ona göre, velâyet'le ilgili olarak (onlara) iliştirdiği ve diğer Muhammedî velileri de Allah'ın kendisiyle feyizlendirdiği Hâtemü'l-evliyâ mişkâtına göre, Muhammedî velilerin Hâtem'inin kendisiyle tahakkuk ettiği şey, herhangi bir kimseye ancak Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in katından taksim edilebilir. Onlar resullerden ve nebilerden olan velilerin daha da üzerinde bulunan 'Enbiyâü'l-evliyâ'; yani 'Peygamberler gibi olan veliler'dir. İyi anla!..
Hatmiyyet'in unsûrî (cismî) sûretinin gecikmesi sakın sana perde olmasın! Zira bu Hatm'in de şahsî sûreti bakımından sonlarda bulunması uzak değildir. O'nun sûreti de hem ezelî, hem ebedîdir. Hakikat ve mertebesiyle de o, başlangıcı yönünden herkesten öncedir. Çok iyi anla ve Allah'ın sana ilham ettiğini söyle!"
("Kitâbu Şerhü'l-Fusûs li'ş-Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî"; Şehid Ali Paşa, no.: 1240, 141b-142a yaprağı.)
Gizli bir kelime.
"İlham ettiğini söyle. Kendinden konuşma, yanılırsın. İlham ancak O'ndan gelirse doğrusunu bilip söylersin, kendinden konuşursan helâk olursun." demek istiyor.
Başlangıcı yönünden herkesten önce olması, Allah-u Teâlâ'nın o iki kandili yaratması sebebiyledir. Çok mühim bir nokta. İster evvel gelsin, ister sonra gelsin, yaratılışı ezelîdir ve ebedîdir.
Hazret'in yukarıdaki ifşaatında:
"Hâtemü'r-rüsul'e velâyet'in tahsîs edilmesi de; nübüvvetini Hâtemü'r-resûl mişkâtından, velâyetlerini ise yine Muhammedî bir tahsis olan Hâtemü'l-velâye mişkâtından almaları hususunda, diğer resullerin kendisine olan nisbeti gibidir."
Buyurmalarında da çok mühim sırlar mevcuttur.
Dikkat ederseniz velâyetin küllîsi peygamberlerin sonuncusu olan Resulullah aleyhisselâm'da olduğu halde o velâyetin üzerinde durulmuyor. İntikal olduğu için; o risaletin vazifesini yapacak, o da velâyetin vazifesini yapacak. Bunun da sebebi; intikalin Hâtem-i veli'de olması, onun vazifesinin ayrı olmasıdır. İki Hâtem'in yaratılmasında gizli hikmetler var. Hâtem iki amma ruh bir. O o, o o... Ruh bir olduğu için farkları yok. Onun için küllîsi oraya intikal ediyor, o da vazifesi ile meşgul oluyor. Küllîsi Hâtem-i nebi'de olduğu için o bütün esrâra vâkıftır. Onun vâkıf olduğu esrâra Hâtem-i veli'nin vâkıf olması mümkün değildir. Çünkü küllisi onda mevcuttur. Şu kadar var ki buraya intikal etmiş, ona verdiği kadarını vermiş.
Anlamak çok güç, izah etmekle ancak anlaşılıyor.
•
Bâlî-i Sofyevî -kuddise sırruh- Hazretleri, Hâtemü'l-evliyâ'nın "Hâtemiyyet"ini de, "Mişkât"ını yani kandilini de Hâtemü'r-rüsul olan Muhammed Aleyhisslâm'dan elde ettiğini; dolayısıyla onun velâyeti yönünden diğer peygamberlerden öne geçişinin de, yine Hâtemü'r-rüsul olan Muhammed Aleyhisselâm'ın kemâlâtı çerçevesinde bir öne geçiş olduğunu ifade ederek şöyle buyurmuştur:
"Hâtemü'r-rüsul'ün sonuncu Veli'ye nisbeti, nebi ve resullerin kendisine olan nisbeti gibidir. Onun ona göre nisbeti de böyle olur. Şu hâle göre Hâtemü'r-rüsul hem veli, hem resul, hem de nebidir; Hâtemü'l-evliyâ ise mertebeleri müşâhadeyi asıldan alan vâris velidir."
(Şerh-i Fusûsu'l-Hikem li'l-Bâlî es-Sofyavî, s. 57)
Bunun içindir ki, onun bu "Velâyet" emaneti ancak "Vâris'inde bulunmaktadır.