Hacc günlerinin olması sebebiyle, Hacc'a ait bazı hatıralarını, önemine binaen yeni birkaç mevzu ile arz ediyoruz:
1974 yılındaki Hacc yolculuğuna birkaç kardeşle bir taksi ile çıkmışlar. Taksinin sahibi olan kardeş küçük bir Türk bayrağı almış, cebine koymuş. Hacc'a gittiklerinin bir işareti olsun diyerekten müsaade isteyerek yola çıkarken taksinin bayrak direğine takacakmış.
Tam arabaya binecekleri sırada:
"Arabada Hacc yolculuğuna dair hiçbir işaret bulunmasın!" buyurmuşlar.
Hududa yaklaştıklarında:
"Efendim Bağdat tarafından mı Şam tarafından mı gidelim?" diye sorulmuş. "En kısa yoldan." buyurmuşlar. Giderken gelirken hiçbir yere uğramamışlar.
"Kaynağın başında olan çeşme aramaz." buyurmuşlar.
"Sizin ziyaret etmek istediğiniz bir yer varsa biz mâni olmayalım." sözünü ilâve etmişler.
O mübarek topraklara varıncaya kadar yolda hiç uyumamışlar. Hacc hakkında kardeşlerimize, her şeyin bir özü olduğu gibi Hacc'ın da bir özü olduğunu, bu öz ile meşgul olmalarını söylemişler ve misal olarak mevlide giden üç misafirin hikâyesini anlatmışlar.
Kurban bayramından epey önce Mekke-i mükerreme'ye varmışlar. Henüz tam kalabalıklaşmadan elli tavafı tamamlamalarını kardeşlere tembih etmişler. Daha sonra seyrek yapmalarını, sonradan gelenlere eziyet vermemelerini söylemişler.
Harem-i şerif'te kardeşlere sık sık:
"Aman dirsek kullanmayın, kimsenin canı yanmasın!" tavsiyeleriyle ikaz ederek şöyle buyurmuşlar:
"Buralarda her türlü hâl olur, bizi incitirler, biz kimseyi incitmeyelim."
Harem-i şerif'te iken:
"Burada alınan bir nefes bir ömür efendim! Değerlendirmek lâzım." buyurmuşlar.
Mekke-i mükerreme'de sadece Hazret-i Hatice -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'i ziyaret etmişler. Kendilerine: "Torunum!" diye hitap ettiklerini söylemişler.
Özel olarak bir kardeşimize Arafat'ta büyük mânevî bir toplantı olduğunu, zor yer bulduklarını beyan etmişler.
Mescid-i nebevi'de ilk günlerde kapıdan girişte bir yere oturuveriyorlarmış. Aradan birkaç gün geçmiş, derin bir tefekkür içinde iken, gözlerini açmışlar. Yanlarında bulunan bir kardeşimizden müsaade istemişler. Birinci defa dâvet olunduğunu, gitmediklerini, ikinci defa ikaz edildiklerini söylemişler ve ileriye doğru yürümüşler.
Medine-i münevvere'de akrabalarının olduğunu, hiçbirisini aramadıklarını, Mescid-i nebevî'nin kaç kapısı olduğunu bile bilmediklerini, Medine-i münevvere'de sadece Ravza-i mutahhara'yı bildiklerini söylemişler.
Birkaç ihvanın küçük de olsa bazı hareketleri karşısında:
"Siz lütuf dâiresinin içinde bulunuyorsunuz. Siz böyle yaparsanız diğer hacılar ne yapmaz." buyurmuşlar.
Tavaf esnasında Salât-ü selâm getirilmesini beyan etmişler. Şeytan taşlamada, her taş atışta:
"Kibrimi atıyorum yâ Rabb'i... Şehvetimi atıyorum yâ Rabb'i!.."diye kötü sıfatların atılacağını söylemişler.
İhramdan çıkıp tıraş olurken de;
"Mânevi tıraşın mânâsı şudur ki; Hakk'tan gayri her şeyi kazıyıp yok etmedikçe, katiyyen mânevi Hacc husule gelmez!" buyurmuşlar.
•
Bir ara:
"Halkın arasında şeytanlar geziyor." buyurmuşlar.
Hacc vazifeleri bitmiş. Ayrılacakları sıralarda; herkesin alacağını aldığını, alamadığının kaldığını söylemişler ve Hacc yolculuğunu insanın dünyaya gelip gitmesine benzetmişler.
"Bu sene duyduğumuz hazzı hiçbir zaman duymadık, ömrümüz boyunca şükrünü ödeyemeyiz." buyurmuşlar.
Dört olmuş, yedi için niyaz etmişler.
Hacc'da hiç tanımadığı kimseler hayli iltifat etmişler. Mesela; tavaf esnasında, Hacer'ül-esved taşının hizasına gelip selâmda bulunduklarında orada görevli olan askerlerin "Yâ Seyyid! Yâ Şeyh! Duâ, duâ!" dedikleri sevenleri tarafından müşahede edilmekteydi.
Buna mümasil haller olunca bir ara:
"Bunlar bizi tanıyorlar mı?" diye yanındaki ihvana sormuşlar. "Hayır!" denilince şu sözü söylemişler:
"Bizi tanıyanlar tanımıyor, tanımayanlar tanıyor."
Oturdukları yerde hiç tanımadıkları kimseler bakar, bir daha bakar, onu gören mutlaka elini öpmeye eğilir, onu gören ibadet, tefekkür halindeyse usulca yanına gelir, tazim eder öyle çekilirdi. Yani hâza nurdu, nûrun âlâ nûrdu.
Yûşâ Aleyhisselâm, Eyüp Sultan -radiyallahu anh- Hazretleri, Emir Sultan -kuddise sırruh- Hazretleri'ni ziyaret ettiklerinde ya da başka sebeple insanların arasına karıştıklarında ona büyük teveccüh olur, bakan bir daha bakar, güzelliğinden gözler kamaşırdı.
İdareci bir ihvan Hacc'a giderken yerine kimseyi bırakmamış. Hacc'da karşılıştıklarında:
"Vazifeyi kime verdiniz?" diye sormuşlar.
Kardeşimiz sükût edince şöyle buyurmuşlar:
"Yâ!.. Demek ki siz varsınız vazife var, siz yoksunuz vazife yok!"
Hacc dönüşlerinde ilk fırsatta İzmir'e gidip gelmişler. İzmir'li ihvanın ziyarete geleceğini, çok kişinin gelmesindense, bir kişinin gitmesinin daha muvafık olacağını söylemişler.
•
Hacc'da İstanbul'lu zengin bir hacı ile tanışmışlar. İstanbul'daki adresini vermiş:
"İstanbul'a geldiğiniz zaman mutlaka beklerim." diye ısrar etmiş.
"Geliriz fakat bir şartla, bize bir şey ikram etmeyeceksiniz." buyurmuşlar.