Müslümanlar Medine'ye hicret edeli altı yıl olmuştu. Altı yıldır Mekke'de bıraktıkları yakınlarını görmemişler, vatanlarına hasret kalmışlardı. Namazda yöneldikleri Kâbe-i muazzama'yı ziyaret etmekten mahrumdular.
İlk zamanları ihtiyaç içinde geçti. Sonraları müşriklerin ve yahudilerin arka arkaya açtıkları savaşlar karşısında kendilerini savunma mecburiyetinde kaldılar. Böyle bir durumda bile Mekke'yi hatırlarından çıkarmış değillerdi. Ensâr'ın birçoğu da bu ziyareti çok istiyordu.
Onların hayata göz açtıkları bu yerleri görme arzusu ve Kâbe'yi ziyaret etme isteği Resulullah Aleyhisselâm'da da vardı.
Resulullah Aleyhisselâm bir gece rüyâsında Ashâb-ı kiram'ı ile beraber emniyetler içerisinde Mescid-i haram'a girdiğini, Beytullah'ı tavaf ettiklerini, bazılarının başlarını kazıttıklarını, bazılarının kısalttıklarını görmüştü.
Ashâb-ı kiram bu rüyâyı duyunca çok sevindiler, birbirlerine müjdelediler. Hatta Resulullah Aleyhisselâm'ın rüyâsı vahiyden sayıldığı için, hemen o sene zuhur edecek sandılar. Halbuki o daha sonra olacaktı.
Resulullah Aleyhisselâm'ın bu rüyâsı Kur'an-ı kerim'de şöyle açıklanmıştır:
"Andolsun ki Allah, Resul'üne rüyâsını bihakkın sâdık kılmıştır. İnşaallah siz emniyetler içinde, başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkusuzca Mescid-i haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bildi de, bundan önce size yakın bir fetih verdi." (Fetih: 27)
Bunun üzerine vakit geçmeden Ashâb'ına Umre'ye hazırlanmaları için tâlimat verdi.
Yağmalama ve ganimetle senelerini geçiren Araplar, haram aylarda kavgadan savaştan vazgeçerler, ellerinden silâhlarını bırakırlar, aslâ kan dökmezlerdi. Haram aylar denilen Muharrem, Receb, Zilkâde ve Zilhicce aylarında her taraftan akın akın Mekke'ye gelip Kâbe'yi tavaf ve ziyaret ederlerdi.
Kâbe-i muazzama'nın etrafında en amansız düşmanına rastlasalar yine el kaldırmazlar, ona aslâ dokunmazlardı. Birbirlerinin kanlarını içmeye çalışan kabileler, Beytullah etrafında kardeş gibi toplanırlardı. Orada kan dökmek yasaktı.
Buna rağmen Kureyş, müslümanların Kâbe ziyaretlerine müsaade etmiyorlardı.
Bu hususta Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Onlar Mescid-i haram'ın hizmetine ehil olmadıkları halde müminleri oradan geri çevirirlerken Allah onlara ne diye azap etmeyecek? Onun gerçek dostları (mütevellisi) ancak takvâ sahipleridir. Fakat onların çoğu bunu bilmezler." (Enfâl: 34)
Resulullah Aleyhisselâm'ı ve müminleri oradan çıkarmaları da bu engellemeler arasında idi. "Biz Beytullah'ın ve Harem'in mütevellileriyiz. İstediğimizi oraya sokar, istediğimizi engelleriz." diyorlardı. Halbuki Mescid-i haram'a âit hizmetleri yürütmek için ehliyet ve liyâkatleri, hususiyetle velâyet hakları da yoktu. Bu hareketleri ile müslümanlara çok büyük bir haksızlık etmiş oluyorlardı. Orası Kureyş'in mülkü değildi.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"İnkâr edenler, Allah'ın yolundan alıkoyanlarla, ister yerli ister yabancı olsun bütün insanları eşit kıldığımız Mescid-i haram'dan çevirenler var ya! Kim orada zulüm ile haktan sapmak isterse, ona yakıcı bir azap tattırırız." (Hacc: 25)
Oradaki iyiliklerin karşılığı kat kat verildiği gibi, kötülüklerin cezâsı da kat kat verilir.
Hicretin altıncı yılında hürmetli aylardan Zilkade ayının birinci Pazartesi günü, Resulullah Aleyhisselâm bin dört yüz - bin beş yüz kişilik bir müslüman kafilesiyle Medine'den çıktı, Mekke'ye doğru yol alıyordu. Maksadı Kâbe-i muazzama'yı ziyaret etmekti.
Medine'de Abdullah bin Ümmü Mektum -radiyallahu anh-ı yerine vekil olarak bıraktı. Mekkeliler'i telâşlandırmamak için müslümanlara ağır silâhlar aldırmadı. Yanlarında sadece "Yolcu silâhı" denilen birer kılıç bulundurmalarını emretti. Zaten her yolcu, eşkiyaya karşı yanında böyle bir silâh taşırdı. Kurbanlık olarak yetmiş deve ayırdı. Hatta bu kurbanlıklar içinde Ebu Cehil'in Bedir'de alınan devesi de vardı. Zevcelerinden Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ-yı beraberinde götürüyordu. Kasvâ adındaki devesine binmişti ve önde gidiyordu.
Resulullah Aleyhisselâm düşman kabileleriyle karşılaşmamak için, Kâbe ziyaretini Hacc günlerinden bir ay önce yapmak istedi. Zülhuleyfe'de Umre niyetiyle ihrâma girdi. Müslümanlar da orada ihrâma girdiler. Ancak düşman tarafından bir baskına uğramamak için yirmi kadar süvariyi Sa'd bin Zeyd -radiyallahu anh- kumandası altında öncü olarak çıkardı.
Bu öncü kuvvetin içinde Abbâd bin Bişr -radiyallahu anh- de vardı. Onu da müşriklerin tutum ve davranışlarını gözetlemek üzere vazifelendirdi.
Bu meyanda Resulullah Aleyhisselâm Medine civarındaki kabilelere de birlikte Kâbe'yi ziyaret etmek için haber salmış, fakat onlar mallarını, çoluk çocuklarını bahane ederek dâvete icâbet etmemişlerdi.
Resulullah Aleyhisselâm Zülhuleyfe'de ihrâma girdikten sonra Beydâ yolunu tuttu. Salı günü Melel'de sabahladı. Revhâ'dan geçti, Ebvâ'da konakladı. Veddan'a geldi, sonra Cuhfe'ye gelip kondu.
Daha sonra Gadîrül-Eştât'a kadar ilerledi.
Resulullah Aleyhisselâm bu yıl içinde Huzâa kabilesi'nin ileri gelenlerine İslâmiyet'i kabul etmeleri için mektup yazmıştı. Büsr bin Süfyan -radiyallahu anh- bu mektup üzerine müslüman olmuş, daha sonra da Resulullah Aleyhisselâm'ı ziyaret etmek üzere Medine'ye gelmişti. Geri dönmek istediği zaman Resulullah Aleyhisselâm pek yakında yapılacak Umre'ye onun da katılmasını istediği için Medine'de kalmasını söyledi.
Umre hazırlıkları tamamlanıp yola çıkıldığında Zülhuleyfe mevkiine gelince Resulullah Aleyhisselâm Büsr -radiyallahu anh-i Mekke'ye gönderdi ve toplayacağı bilgilerle geri dönmesini emretti. Büsr -radiyallahu anh- emredileni yaptı. Gadîrül-Eştât mevkiinde Resulullah Aleyhisselâm'ı bularak haber getirdi:
"Yâ Resulellah! Kureyş senin geleceğini duyup çok asker toplamışlar. Ehâbiş denilen kabileleri de senin aleyhinde ittifaklarına almışlar. Sizinle muhakkak savaşacaklar ve Mekke'ye sizi bırakmayacaklar." dedi.
Resulullah Aleyhisselâm istişare suretiyle Ashâb'ına şöyle söyledi:
"Ey insanlar! Bizi Kâbe'den alıkoyanların çocuklarını ve nesillerini esir etmeme ne dersiniz? Onlar bize karşı gelirlerse casus göndermeye lüzum kalmaz, savaş olur."
Resulullah Aleyhisselâm'ın bu mütâlâası üzerine Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-:
"Yâ Resulellah! Siz ne kimseyi öldürmek, ne de harp etmek için çıktınız. Ancak Beyt-i haram'ı ziyaret için çıkmıştınız. Şu halde Kâbe'ye doğru yola çıkınız, bize engel olan olursa vuruşuruz!" dedi.
Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm:
"Allah'a güvenerek, O'nun ismini anarak haydi yürüyünüz!" buyurdu. (Buhârî)
Kalabalık bir toplulukla Resulullah Aleyhisselâm'ın gelmekte olduğunu öğrenen ve onları Mekke'ye sokmamaya kati karar veren Kureyşliler, bunun için Halid bin Velid'in emrinde iki yüz kişilik bir süvari birliğini Gamim denilen mevkiye göndermişlerdi. Diğer taraftan da Ehâbiş kabilelerine ziyafetler vererek, herhangi bir çarpışma ihtimaline karşılık, onları yanlarına almak için bir gayretin içine girmişlerdi.
Onların bu şekilde karşı koymak için hazırlanmaları Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i fazlasıyla müteessir etti. Niyeti sadece Kâbe-i muazzama'yı ziyaret etmek olduğu için herhangi bir çatışma çıkmasını istemiyordu. Bu sebepledir ki, Halid kumandasında bir Kureyş süvari birliğinin Gamim mevkiine gelmiş olduğunu duyunca:
"Halid bin Velid, Kureyş'e âit gözcülük yapan bir grup atlının başında olarak Gamim'dedir, siz sağ tarafı takip edin!" buyurdu. (Ebu Dâvud)
Ve yol güzergâhını değiştirerek, müslümanları bir başka yoldan götürdü. Halid onların varlığını sezemedi. Ne zaman ki müslümanların kaldırdığı toz bulutunu görünce, geldiklerini anladı ve Kureyş'e haber vermek üzere geri döndü.