Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin Hayat-ı Saadetlerinden İnciler (57) - "Tayy-i Mekân" - Ömer Öngüt
"Tayy-i Mekân"
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin Hayat-ı Saadetlerinden İnciler (57)
Dizi Yazı - İnciler ve Hatıralar
1 Temmuz 2015

 

Muhterem Ömer Öngüt
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (57)

 

Muhabbetle Yapılan İbadet:

Sık sık; "Rabb'im, benim kalbimi biricik İslâm yolundan, râzı olduğun yoldan ayırma!" diye yalvaracağız, göz yaşı dökeceğiz, secdeden ayrılmayacağız. Tâ ki duâmızı kabul edinceye kadar.

Kabul ederse ne olur? Kalbimizi rızâsına, İslâm yoluna döndürür, bize yolunu sevdirir. Bu sayede ibadet de yapılır, ibadetin muhabbetini de verir. Yaptıkça yapacağımız gelir. Bir şey verirken O'nun için veririz, verdikçe zevk duyarız. O muhabbet, yapılan ibadetin kabul olduğuna delâlet ve işarettir.

Aşk ile yapılmayan ibadette ise hayır yoktur.

 

Yusuf Efendi'nin Bir Niyazı:

Kardeşleri rahmetli Yusuf Öngüt Efendi'nin çok okuduğu bir niyazını arz ettiler:

"Allahümme yâ Gani, mahrum etme sen beni,
Nur ile doldur beni, iman ile öldür beni!"

 

Tayy-i Mekân:

Cenâb-ı Hakk'ın sevmesi. O sevmeseydi bir mahlûkun bunları yapması mümkün değil. İşin özü bu. Cenâb-ı Hakk severse; sevdiği için dilediğini yapar. O kudret sahibidir. Ama mahlûka âit bir şey değil. O çıkarır, O indirir.

Bunun sırrı şu:

Kimisi gider, kimisi tayy-i mekânla gider, kimisi ruhla gider. Ruhla giden nasıl olur? Bir anda istediği yere çıkması düşünce ile mümkün olur değil mi? O bunun tatbikini yapar.

Meselâ bir temsil verelim; bir kardeş dedi ki; "Bir bakıyorum Mekke-i Mükerremede'siniz, bir bakıyorum Medine-i Münevverede'siniz."

Bu gitmekle olmaz. Bu ilâhi tayinle olur.

Meselâ; siz bizi namazda burada görürsünüz, fakat Kâbe'de devamlı oturduğumuz yer vardır. Biz oraya nazar eder öyle namaz kılarız, birçok zaman Kâbe-i Muazzama'nın karşısında namaz kılarız, amma buradayım. Orada bir yerim var oraya nazar eder orada kılarım. Amma oturduğum yerdeyim, oradayız amma kalıbımız burada...

Yine İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri Mehdi'nin yardımcılarından bahsederken, Hâtem-i veli'nin yardım edeceğini, onunla beraber savaşacağını haber veriyorlar.

Yani ölüm hayatı yok. Muvakkaten bir ölüm var, fakat Cenâb-ı Hakk yürütecek onu. Onun için ölüm yok diyorlar. Cenâb-ı Hakk onu dilediği şekilde kullanacak, kullanıyor. Hızır Aleyhisselâm'a ölüm olmadığı gibi ona da ölüm olmayacak mevzuatı buraya işaret ediyor.

Onun için hep oradan geliyor, Cenâb-ı Hakk dilediği şekilde hem kullanıyor, hem de kullanacak.

Evet ceset bir anda toprağa girmiştir amma Cenâb-ı Hakk ona dilediği şekilde tasarruf eder. Yani Cenâb-ı Hakk istediği şekilde onda tasarruf eder. Bu zât-ı muhterem;

"Hatem-i Enbiyâ ile Hatem-i Evliyâ'nın âlemleri kuşattığını" haber veriyor.

Büyük veliler birçok şeyler söylemek istiyorlar. Nasibi kadar söylüyor, fakat çok şey söylemek istiyorlar. Çünkü bilerek söylüyorlar. Yani beyanları bir kitaba sığmış değil. Bilgileri, mevzuatları çok geniş. Cenâb-ı Hakk onlara çok şey bildirmiş, âlemleri kuşattığını göstermiş ve Hâtem-i veli'ye verilen ihsanları duyurmuş.

Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri, Hâtemü'l-evliyâ olan zât hakkında şöyle buyuruyor:

"Onun zuhûru bu ilim ve hikmetlerle meydana gelmezse, bu hükümle 'Hatm makâmı'nın ona verilmesi, velâyetin onunla hatmedilmesi ve hidâyetin onunla kemâle ermesi de sahih olmaz. Onun haşrı iki, sabahının fecri iki, yüzünün nuru iki; hâfızasındaki ilim ikidir. Hükümde, her iki âleme de iştirak etme ve ikisinden herhangi birine hükmetme yetkisi ona verilmiştir. Dolayısıyla o, aynı zamanda iki de hüküm sâhibidir."

(Ankâ-i Muğrib fî Marifeti Hatmü'l-Evliyâ ve Şemsü'l-Mağrib, s. 72-75)

Hazret burada; "Her iki âleme de iştirak etme ve ikisinden herhangi birine hükmetme yetkisi ona verilmiştir." buyuruyor.

Bu hususlar çok gizlidir. Mânevi hallerdir, sırların sırrıdır. İlâhi tayinle olan işlerdir.

Bütün bu Zevât-ı kiram, Allah-u Teâlâ'nın ihsan ettiği ilham ile konuşmuşlar, sohbet etmişler ve yazmışlar. Bunların birçoğu keramet sahibi, ilim sahibi Zât-ı muhteremlerdir, ilâhi lütfu paylaşmaya çalışmışlar. Allah hepsinden râzı olsun.

 

O'nu Ancak O'nun Işığı Gösterir:

"Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh-:

'Ben Allah'ımı gördüm, başka bir şey görmedim.' buyuruyorlar.

Fakir belki bunu gözümle görmüşümdür. Kuvve-i beşeriyenin haricinde bir hâlâttır.

Bu hakikati size temsille arzedelim. Farz-ı muhal ki bir şişeyi birisi tutuyor. Şişeyi mi görürsün, tutanı mı?

Hazret-i Allah'ın yarattığı bütün mevcûdat şişe mesabesindedir. Herkes şişeyi görür, tutanı kimse görmez. Cenâb-ı Hakk dilerse bunu fakire öylece gösterir ve ona benzer daha nice sırlar gösterir.

İnsanın varlığı Hazret-i Allah'ı görmeye mâni oluyor. Onlar varlıklarını kaybettikleri için Var ile görüyorlar.

Yine bunlar Hazret-i Allah'ın göstermesi ile oluyor. Hiçbir beşerin O'nu görmeye gücü ve kuvveti yetmez. O'nu ancak O'nun ışığı gösterir. Hazret-i Allah mahlûkunun anlayacağı tarzda tecellî eder. O da gördüm der. Halbuki O, ona göre tecellî etmiştir.

Fakir bunu size arzetmeseydik, siz nerede bulup nerede bilecektiniz?"

"Her an takviyeye muhtacız. Biz de, siz de, hepimiz de.

Hazret-i Allah bizi her an desteklemezse hemen kaymaya, düşmeye meyyaliz. Hep O'nun desteği ile ayakta duruyoruz. Mevlâ bıraktığı anda yıkılırız. Hep O, hep O, hep O...

Onun içindir ki bir defa değil, bin defa değil, her an ikâza, desteğe ihtiyacımız var. Tutulmaya, muhafaza edilmeye ihtiyacımız var."

"O'nun kapısına el atan, O'nun adamına el atan, kapısına el atmış oluyor, kurutuyor. Dünyası da gidiyor, ahireti de gidiyor.

Vakıf ve vakıf insanlarına kötü nazar etmeyin. Hazret-i Allah kurutur. İflâhı mümkün değil. Dünyası da gider, ahireti de gider.

Benim yanımda çalışanları, ben seçmiyorum Hazret-i Allah seçiyor. Onları üzmeyin, onlara saygılı davranın. Onları üzen, beni üzer!"


  Önceki Sonraki