Tâbî olunan "En büyük imam" o kimsedir ki; nihayet ve mercî ona ulaşır, ümmetin bütün işleri onunla çözülür ve kendi alâmetiyle zuhur edince, imamlığı hususunda hiçbir imam ona muhalefette bulunamaz. Dolayısıyla her imam Kâhir ve Kâdir olanın kahrı altında bulunduğu gibi, bu büyük İmam'ın da emri altındadır. O Hakk'tan alır; Hakk'ı da onu tahrip etmeksizin, diretmeksizin, engellemeksizin ve sendeletmeksizin yine Hakk'a verir.
Nitekim Sübhân olan Allah:
"Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım!" (Bakara: 30)
Buyruğu ile bu şerefli menzile işaret etmiştir.
İlâhi huzurda secdeye dair, [46a] itirazcıların ona karşı ortaya koyduğu itiraz meydana geldiği vakit; ilâhi emrin ve secdenin imtisâli secde edişin yaptırılacağı âna göre, Ata'dan dolayı ebedî bir horlanıp küçümsenişe tahsis edilmiştir. [62] Bu kadarı dahi insan için kâfidir. Peki onun Rahman sûreti üzere bu kâinata izâfe edildiği zaman; sûret ve secde ettirişle, bütün varlıklardan üstün kılınışı nasıl gerçekleşmiştir?
Sûret ile onun imâmeti tashih edilmiş; o alâmet ona Hakk'ı müşâhade ettirdiği an, secde edişle de artık onun alâmeti sahihleştirilmiştir. Bu tertip üzere iş meydana gelip de, bu yakınlık üzere bir hikmet verilince; ümmetlerin içinde ümmetin fevkinde ümmet olduğu gibi, imamlar hakkında da bu insanî neş'et ve Rabbânî nükte böyle olmuştur.
"Ümmü'l-kitâb" ve anlayışların haziresi var olunca, fikrî ruh bir imam, aklî ruh bir imam; tasvir edici ruh, hayâlî ruh ve vehmî ruh da (bu) imamların hislerinin imamı olmuştur.
Bu ümmetten olan her imam; "En büyük İmam" ve "Apaçık Nûr"; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in:
"Şüphesiz ki cesedin içinde bir et parçası vardır. O ıslâh olunca cesed de ıslâh olur; o fesâda uğrayınca cesed de ifsad olur. O (et parçası) kalptir." (Buhârî)
Buyruğu ile kendisine işaret ettiği şehâdet ve gayb âleminde öne geçen kalp, "Kudsî ruh sahibi" ve kudsî olan herhangi bir imam da bir ümmettir. Islâhı "Kudsî ruh" meydana getirir. Bunun dışında ise ancak şeytanın iğvâsı meydana gelir.
Dînin imamına, genişlikler âleminde ya da cisimler âleminde bulunanların dışındakiler de rağbet gösterir.
İnsanın imamı o kimsedir ki, Rahmân onun hakkında şöyle buyurmuştur:
"Yere göğe sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım." (K. Hafâ: 2256)
Yer ve gökler O'nun tecellîsini yüklenmeye zorlandığı an, ikisi de ilâhî isimlerle vasıflanmaktan çekinmişlerdir. [46b] Hâl böyle olunca, Hakk'ın Beyt'i ve Sıdk otağı ârifin kalbi olmuştur. Nitekim insanlara, kerhen ve muvafık olarak her ikisinin de nasıl olduğu, tümüyle imam için de tespit olunmuştur.
Bilin ki biat etmek, her biat edilene bağlananın azmi ve kendisine erişebileceği nispette, belirli şartlar ve sağlam bir akit kılınan birtakım şartlar dışında vâki olmaz. Fakat kendisine imamet üzere biat edilen şahıs ve ondan başkası hakkında da ona dâir bir alâmet bulunur. Biat etme bu meçhûl inşa üzere değil, sözleşmeli olarak birtakım vasıflar üzere belirlenir. Kuds hazîresine göre, eli alınan halîfe cinsinin zâhirinde nâkıs olup, kendisine basiretle nazar edilmeksizin üzerinde biat gerçekleşmiş olan bir halifenin biatı da buna göre çözülür. [63] Bu nedenle, karşılıklı olarak ortaya konulan bir vasıf hakkında olmayıp, tayîn edilmiş bir imam hakkında da ihtilâf meydana gelebilir. "Halife kalpleri kendisinde birleştirir ve onun katında ihtilâl yüz göstermemelidir." denilir. Fakat şerefli bir mertebe kazanmış bir halifeye biat etmek sahihtir; ona itiraz yönelten, kalbinin marazından dolayı yol bulamamış demektir.
Hakk Teâlâ en büyük imamı vârettiği vakit, evvelkilerin dahi kendisine tâbi olduğu kimse olur.
Nitekim şöyle buyurmuştur:
"Sana biat edenler ancak Allah'a biat etmiş olurlar. Allah'ın eli onların eli üzerindedir."(Fetih: 10)
Bu makama büyük seçkin Peygamber'den sonra, en geniş kereme sahip kılınan Hatmü'l-evliyâ'dan başkası erişemez. O Peygamber'in (yalnız) Beyt'inden olmaz; en ulvî nesebte de ona iştirâk eder. Zira o onun düşük olan Beyt'ine değil, en yüksek Beyt'ine mürâcaat eder.
Söz, kıyas, şehâdet ve ihsan bakımından sözü edilir olan, Allah'ın kendisini muvaffak kılmasıyla artık bir "Velî" olmuştur. İşte "Hatm" de[47a] en kâmil neseple, en şerefli ve üstün olan en tam nasible müşerref olmadıkça; onun nesebinden çıkıp, onun Beyt'inden olamaz.
Bunu söyleyen onun aynını çözüp, onun nerede olduğunu tahakkuk ettirebilirse; Selmân -radiyallahu anh-in de Ehl-i beyt'e katıldığını görerek, murâd edilenin hiç de uzakta olmadığını anlar.