Her zerrede O'nun ulûhiyet sırları var. O zerreyi de O yarattı. O zerrenin içinde O'nun varlığı var. O zerre de O'nunla kâim. Kül de böyle, cüz de böyle. Zerre de böyle, kâinat da böyle...
Allah-u Teâlâ ayrıdır, yaratılanlar ayrıdır. Yaratılanlar "Ol!" demekten ibarettir, hükümsüzdür.
O nasıl murad ettiyse öyle olur, "Ol!" dediği zaman bütün varlıklar öylece oluverir. Ona göre ona cisim verir, ona göre suret ve sıfat verir, ona göre cüz'i irade verir, ona göre şekil verir, o şekille beraber bir anda husule gelir, dilediği gibi tecellî eder. Yer görülüyor, gök görülüyor, insan görülüyor. Fakat hâşâ o görünenler Allah değildir, "Ol!" demekle husule gelen varlıklardır ve o varlıklar O'nun varlığı ile kâimdir. Amma hiçbiri Allah değildir.
Vücud O, mevcud O... O'ndan başka ne vücud ne de mevcud var. Bütün mevcûdat, vücud nurunun zerrelerinin zuhur mahallidir. O'ndan başka müstakil bir vücud da yoktur. Amma sen yaratılmışlarda kaldın. Hakk'ı bilemedin, bildiğini sandın.
Halbuki vücud elbisesini çıkarırsan O var. Vücud elbisesini giydiğin zaman sen varsın. O halde O'nu nasıl göreceksin?
Farz-ı muhal ki bütün kâinat bir tepsi, üzerinde de birçok nimetler var. Sen ise görebildiğin kadar tepsiyi görebiliyorsun. Kâinat tepsisinin üzerindeki nimetleri de görüyorsun. Fakat o nimetleri yaratanı, o tepsiyi tutanı görmüyorsun. "Lâ" da, yaratılmışlarda kaldın.
Çünkü O "Ehad" buyuruyor. O'ndan başka hiçbir mevcut yok.
O birdir. Her şeyi O yarattı ve her şey O'na muhtaçtır. Zira O yaratıyor, O yaşatıyor, O öldürüyor ve yine O diriltiyor. Amma sen O'nu göremedin.
"Kulhüvallâhü Ehad" diyorsun, fakat isimde kaldın, kelâmda kaldın, amma O'nu göremedin.
Allah-u Teâlâ ise her şeyi kuşatmıştır, bütün âlemleri çepeçevre çevirmiştir. Sen "Lâ" da kaldın, yeri göğü gördün.
Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Allah göklerin ve yerin nûrudur." buyuruyor. (Nûr: 35)
Gösterdikleri bunu görüyor, böyle olduğunu da biliyor. Amma sen yeri gördün, göğü gördün. O'nun nuru olduğunu göremedin...