"Allahüs-samed" Âyet-i kerime'sinin sırrına mazhar olanlar robot olduğunu bilir. Allah-u Teâlâ'ya o nispette muhtaç olduğunu ve O'nun lütfu ile idare edildiğini yalnız onlar bilir, başka kimse bilmez. Çünkü bu Âyet-i kerime'nin sırrına mazhar değil. Bu bilgi yalnız onlara mahsustur.
Bu esrar-ı ilâhî tecellî ettiği zaman, âyân-ı sâbite bütün âyân-ı sâbitelerin Allah-u Teâlâ'ya ne kadar muhtaç olduğunu, her şeyin Hakk ile kâim olduğunu görür.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Âlemlerin Rabb'i olan Allah'a hamdolsun." (Fâtiha: 2)
O, "Rabbül-âlemin"dir. Âlemleri O yaratıyor. İçte O. İnsanoğlu zannediyor ki kendisi var, O'na bakmaya çalışıyor. Ne kadar ters bir durum!
Halbuki gerek insan gerek kâinât yalnız bir perdeden ibarettir. Perdeyi kaldır O var. Perdeye "Ol!" diyor, perde oluyor. Yaratan O'dur. Yani O içte, sen dışta... Sen dıştasın, içtekini aramaya, perdede O'nu görmeye çalışıyorsun. Bu mümkün değildir. Sen bir perdeden ibaretsin, kâinât da bir perdedir. Perdeyi kaldır O var.
Âyet-i kerime'yi tekrar arz edelim:
"De ki: O Allah bir tektir. Allah Samed'dir." (İhlâs: 1-2)
O birdir, O yaratıyor, yarattıkları O'nun içindedir. Siz Hazret-i Allah'a dıştan bakıyorsunuz, ehl-i hakikat ise O'na içten bakıyor. Onlar derler ki "Her şeyi O kuşattı, ben içindeyim." Onlar "Ehad" deyince O'ndan başkasını görmezler.
Farz-ı muhal ki bir bardak var. Bu bardak hükümsüzdür, sahibi içine ne koyarsa, konulan şeyin hükmü olur. O "Samed"dir, her şey O'na muhtaçtır. Çünkü O yaratıyor, O yarattığı için her şey O'na muhtaç.
O sana hayat veriyor, O'nunla kâimsin. Sen ise hâlâ O'nu mülkün içinde zannediyorsun.
Bazı Âyet-i kerime'lerde Allah-u Teâlâ'nın her şeyi yarattığı, bazı Âyet-i kerime'lerde her şeyi kuşattığı, bazı Âyet-i kerime'lerde ise kâinatı donattığı, her şeyin O'na muhtaç olduğu beyan buyuruluyor.
Her görünen şey O'na perdedir.
O Zâhir'dir. Zâhir O amma kimse O'nu görmüyor da perdeyi görüyor. Onu O yaratıyor, her şey O'nunla kâimdir. Sen de O'nunla kâimsin, yarattığı perde de O'nunla kâimdir. İnsanoğlu bunu bilmiyor.
Olanlar O'nunla var olmuştur. Her yaratılan şey Allah ile kâim olduğu için O'na muhtaçtırlar. Allah ayrı, yaratılanlar ayrı. Çünkü O'na muhtaçtır, O'nunla kâim olduğu için O'na muhtaçtır. Farz-ı muhal ki bir anda nefesini kesse yoksun. Kâinat da böyledir.
Yaratılan her şey bir perdeden, bir maskeden ibarettir. Kâinat perdesini O yarattı. Fakat o perdeyi ve perdenin üstündekilerini öyle güzel yaratmış ki; zerrede de kürrede de kudretini ve âsârını, emsâlsiz iradesini ve gücünü göstermiş, hepsine başlı başına bir hâkimiyet vermiş. Fakat ikram ve ihsan edilen bu nimetleri insanoğlu hep kendisine mâlediyor. "Ben de Allah'ım!" diyebilecek kadar ileri gidiyor.
İşte; "Resul'üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)" (Furkân: 43)
Âyet-i kerime'sine burada tutuluyor. O nimetlerin birer ihsan-ı ilâhî olduğunu göremiyor. "Bunların hepsi bende var!" diyor ve nefsini ilâh ediniyor, bu noktada şirk koşmuş oluyor, müşrik oluyor.