Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgililerinin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (108) - Müeyyedüddîn Mahmûd el-Cendî -kuddise sırruh- (1) - Ömer Öngüt
Müeyyedüddîn Mahmûd el-Cendî -kuddise sırruh- (1)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgililerinin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (108)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Şubat 2015

 

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (108)

Müeyyedüddîn Mahmûd el-Cendî -kuddise sırruh- (1)

 

İki Bedende Bir Ruh:

Yedi yüz sene kadar önce yaşayan, Tasavvuf tarihinde "Fusûsu'l-Hikem" in ilk şârihi olarak tanınan ve Sadreddîn-i Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin en gözde talebelerinden olan Müeyyedüddîn Mahmûd el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri gerek Hâtemü'l-enbiyâ Aleyhisselâm'ın, gerekse Hâtemü'l-evliyâ'nın aslının, bir olan Muhammedî hakikat olduğunu beyan buyurmuş; bu aslın Hâtemü'l-enbiyâ ve Hâtemü'l-evliyâ suretinde, iki bedende tek bir ruh olarak, küllî Muhammedî nübüvvet'ten ibaret olan "Hatemü'n-nübüvve" mertebesine ve mutlak Muhammedî velâyetten ibaret olan "Hâtemü'l-velâye" mertebesine yerleştirildiğini ifade etmiştir:

"Bil ki, velâyet-i hassa-i Muhammediyye'nin -sallallahu aleyhi ve sellem- kendisiyle hatme erdiği, Muhammedî sûretlerden bir sûret olan Hâtemü'l-evliyâ; unsûrî varlığından önce veli olması ile, ilminde Hâtemü'r-rüsul'ün hikmetlerinden bir hikmet olur.

Bahsi geçen küllî Muhammedî hakikat, nübüvvet mertebesinde O'nun tecellîsinin en kâmil mazharına vâcip kılındığı gibi; velâyet mertebesiyle ilgili olarak da, O'nun zâtî tecellîsinin en kâmil mazharına vacip kılınmıştır. Dolayısıyla bu iki Hâtem'in 'Nübüvvet' ve 'Velâyet' diye adlandırılan iki mertebede, tek bir hakikatin suretini resmetmesi uzak görülmez. Zira onun hakikati de, bahsi geçen insânî kemâlin küllî Muhammedî hakîkatidir. Onun hikmetleri ise: 'Biz bir bedende iki rûhuz!' sözünün öne çıkmasıyla nükseder. Aslında bununla ilgili olarak, 'Biz' şeklinde bir beyânın çıkması dahi sahîh değildir. Lâkin (bu), ikisinde bulunan şeyi göremeyen birine bilmediğini bildirmek için söylenmesi yönünden, ikisinden de hulûl ve birleşme yönünde sözeden bir kimsenin nispet şeklidir. Aslında ikisi hakkında da asıl söylenmesi gereken; 'Biz iki bedende tek bir rûhuz!' sözüdür.

Şu halde kâmil bir nübüvvet ve şümullü ihâtâ edici bir velâyet'le tanınan Hâtemü'r-rüsul'ün vâroluş hâli olan; 'Âdem su ile toprak arasında iken peygamber oluşu'nun, bu Hâtem -radiyallâhu anh-le ilgili olarak da zikredilmesi, (onun) Hâtemü'r-rüsul'ün nübüvvetini müşâhade edebilmesi ve peygamberlerin ve velilerin kâmil ruhlarına öncülük etmesi nasıl mümkün olmaz?"

("Kitâbu Şerhü'l-Fusûs li'ş-Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî"; Şehid Ali Paşa, no.: 1240, 140b-141a yaprağı.)

Allah-u Teâlâ lütufların hepsini Resulullah Aleyhisselâm'a vermiş. En sevdiği o, en seçtiği o, en çok doldurduğu o. Hâtem-i enbiyâ'ya ne ki ihsan ettiyse o ihsanı Hâtem-i evliyâ'ya ilka etmiş, olduğu gibi ona intikal etmiş. Bunun içindir ki o da o, o da o... Niçin? Onun intikali onda da olduğu için. Allah-u Teâlâ öyle koymuş, öyle murad etmiş.

Allah-u Teâlâ Âdem Aleyhisselâm'ı yaratmadan evvel iki nur halketmiş. Hâtem-i enbiyâ'nın nuru, Hâtem-i evliyâ'nın nuru. Hâtem-i enbiyâ biliniyor, diğerini halketmiş amma onun iç durumu ve aslı yine bilinmiyor. Bunu böyle yaratmasının hikmetini ancak O bilir. İkisini bir yarattı, fakat azameti Hâtem-i enbiyâ'ya verdi. O azametin aynısı Hâtem-i evliyâ'ya intikal etti. Ayrı yaratmadı, nurlar bir yaratıldı. Bu husus o kadar ince ve o kadar mühimdir ki; bu iki nuru, bu iki kandili yaratmış, fakat Resulullah Aleyhisselâm'a bütünüyle bu nuru vermiş. Resulullah Aleyhisselâm'ın nuru bu kandile de geldiği için, o kandil de o oluyor. Oradan oraya geçmiş, o orada olduğu için o demektir. Cenâb-ı Hakk bugün böyle tecellî etmiş. Bu nur sayesinde bu cihadlar yapılıyor, onun içindir ki bu cihada cihad-ı ekber deniliyor.

Zaman-ı saâdetlerinde, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz üzerine düşen vazifeyi hakkıyla yaptı. Fakat bin dört yüz seneden sonra ortalık karardı, iman nuru kayboldu, şimdi o kandilden bu kandile geçmiş oluyor. Bu kandil ile işini yürütüyor. İşi yürüten yine o. O da bir kandil, o da bir kandil. O aynı kandilden öteki kandile aynısı akmış. Aktığı için o olmuş. O kandil vazifesini bitirdi, o nur oraya aktı, şimdi bu kandile vazife düştü. Bu bakımdan bir ruh iki bedende gizli. Onda da aynısı, ona intikal ettiği için onda da aynısı. Bir ruhun iki bedende tecellî edişinin sebebi budur. Tam vâris olduğu için ona verilen, akıntı hâlinde ona da verilmiş. Yani Allah-u Teâlâ ona ihsan ettiğinin olduğu gibisini ona akıtmış. Ruh bir beden iki. Niçin? Çünkü Âdem Aleyhisselâm'dan evvel o iki kandili yaratmış. Onun bütün meziyeti oradan geliyor.

Bu zât çok güzel ayırıyor, açıyor ve birleştiriyor. "Birden iki olmuş." diyor.

Muhyiddin-i İbnü'l-Arabî -kuddise sıruh- Hazretleri'nin Fütûhâtü'l-Mekkiyye'sinde işaret ettiği üzere:

"İnsanların çoğu aynı zamanda onun, mutlak bir biçimde 'Hâtemü'n-nübüvve' olduğunu da bilmez."

Niçin? Doğrudan doğruya ondan intikal edip, onun vekili olduğu için. Kaynak bir. O nübüvvet o kandile geçmiş.

Dâvud el-Kayserî -kuddise sırruh- Hazretleri "el-Matlâu alâ Husûsu'l-Kelim" adlı eserinin mukaddimesinde nübüvvet ve velâyet mevzularını ele alırken, Hâtemü'l-evliyâ'nın Hâtemü'l-enbiyâ Aleyhisselâm'la bitiştiği ve onun velâyetiyle tahakkuk ettiği noktaya işaret ederek şöyle buyurmuştur:

"Hâtemü'l-evliyâ, hakikatte Hâtemü'l-enbiyâ'dan başka bir şey değildir." ("el-Matlâu Husûsu'l-Kilem")

Niçin? Ondan ona intikâl ettiği için. Daha önce o idi, ona intikal edince o oldu. O vazifesini hakkıyla yaptığı gibi, hakkıyla vazife yapmak şimdi ona düştü, o vazifeyi yapması gerekiyor.

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin:

"O öyle bir kimsedir ki, ona yeryüzünde: 'Ey Vâhidî!' diye nidâ eden doğru söylemiştir." buyurması bu hakikati ortaya koymaktadır.

Allah-u Teâlâ onun velâyetini öyle yaratmıştır ki, bütün velilere verdiği hâli, ahvâli, tecelliyâtı... hepsini onda cem etmiştir. Çünkü gerçekten velâyet-i Muhammediye olduğu için.

Sizin çok rahat anlayabileceğiniz bir temsil arzedeceğiz:

Farz-ı muhal ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in evi daha önce Mekke-i mükerreme'de idi, sonra Medine-i münevvere'ye geldi. O evden kalkmış o eve gelmiş. Orayı daha önce mekân tutmuştu, oradan çıktı, burayı mekân tuttu. Artık o oralı, o ev sayılmaz, bu ev sayılır. Niçin? Bu evde olduğu için. Oradan kalktı bu eve geldi. Şimdi bu evde aranıyor. O nerede ise o da orada. Üstelik diğer Hâtem de orada. Orada yalnızdı, oradan kalktı buraya geldi, iki oldu. Bir evde iki hâtem birleşti. Beden iki amma ruh bir. Çünkü oradan oraya gidiyor, orada bulunuyor. Zaten orası da bir nur.

Daha önce o kandilde idi, sonra bu kandile geçti. O da kandil, bu da kandil, onu da ezelden kandil yaratmış, onu da ezelden kandil yaratmış. O da bir nur, bu da bir nur. O da vazife, bu da vazife. O evden bu eve geçmiş, o olmuş. Vazife buraya intikal etmiş. Buradan tasarruf ediyor, çünkü hep O'nun. İki Hâtem'de birleşince iki binada bir ruh.

O ruhları bir yarattı, Âdem Aleyhisselâm'dan evvel yarattı. Onunkisi küllî, berikisi cüz'î idi. Fakat küllî cüz'iye intikal ettiği zaman o da küllî oldu. Küllî nerede bulunursa külliyat oradadır.

Muhyiddin-i İbnü'l-Arabî -kuddise sıruh- Hazretleri'nin söylediği söz küllîye dayanır.

Müeyyedüddîn el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin her iki Hâtem'i bir ruh iki beden olarak ifade etmesiyle, bu üç velinin sözlerindeki mânâ da birleşmiş oluyor. Bir zât-ı muhterem de:

"O Resulullah Aleyhisselâm'ın gölgesidir." buyurmuş.

Gölgesi demek o demektir, onun intikali demektir! Onun ikinci bir gölgesi yok, bir tek gölgesi var! Zira ondan başka da Hâtem yok.

Şimdiye kadar gelip geçen veliler hep emanet üzerinde durmuşlar, fakat Hâtem-i veli hakkında ifşaatta bulunan Zevât-ı kiram Hazerâtı emanet üzerinde durmamışlar, intikal üzerinde durmuşlardır. İntikal ayrı şeydir. İntikal Hâtem-i veli'ye âittir. Çünkü şimdiye kadar Hâtem gelmedi; intikal yoktu, emanet vardı.


  Önceki Sonraki