Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm - Hendek Savaşı (6) - Ömer Öngüt
Hendek Savaşı (6)
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Şubat 2015

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

-Hicretin Beşinci Yılı-

Hendek Savaşı (6)

 

Mübâreze:

Müşriklerin harpçilerinden Amr bin Abd-i Vüdd, İkrime, Nevfel bin Abdullah, Dırar bin Hattab, Hübeyre bin Ebî Vehb hendeğe doğru atlarını koşturdular, hendeğin dar yerinden atlayıp geçmeye muvaffak oldular. Ebu Süfyan ile Halid bin Velid de onların arkasından hendek kenarına kadar gelip, geçemedikleri için bir grup adamları ile öte tarafta seyirci gibi durdular.

Geçenlerin içinde bulunan Amr çok hadiseler görmüş, tek başına nice topluluklar dağıtmış, cesur bir süvari idi. Araplar onu bir orduya bedel sayarlardı. Şöhreti Arabistan'ı tutmuştu. Bedir'de ağırca yaralandığından Uhud'a gelememişti. Resulullah Aleyhisselâm'la Ashâb'ından Bedir'in öcünü almadıkça koku sürünmeyi kendisine yasaklamıştı.

Tepeden tırnağa kadar zırhlara bürünen Amr, arkadaşlarından ayrılıp ilerledi ve kendisiyle çarpışacak bir adam istedi. Hazret-i Ali -radiyallahu anh- ileri fırlayıp:

"Yâ Resulellah! Onunla ben çarpışayım!" demişse de: "Sen otur yâ Ali o Amr'dır." cevabını aldı.

Amr isteğini üç defa tekrarladı. Her üçünde de Hazret-i Ali -radiyallahu anh- öne çıkınca Resulullah Aleyhisselâm müsaade etti. Kendi kılıcı Zülfikar'ı ona verdi, zırhını ona giydirdi, sarığını da onun başına sardı.

"Allah'ım! Bedir'de Ubeyde'yi, Uhud'da Hamza'yı benden aldın. Bu Ali ise benim kardeşimdir, amcamın oğludur. Beni yalnız başıma bırakma! Sen vârislerin en hayırlısısın." diyerek duâ etti.

Amr karşısında genç birini görünce: "Sen kimsin?" diye sordu. Zırha büründüğü için gözlerinden başka bir yeri görünmüyordu.

"Ben Ebu Tâlib'in oğlu Ali'yim." cevabını verdi. Amr: "Senin amcalarının içinde senden başka daha yaşlı olan bir kimse yok mu? Ben senin kanını dökmek istemem. Çünkü senin baban benim dostumdu." dedi. Hazret-i Ali -radiyallahu anh-:

"Vallahi ben senin kanını dökmek isterim!" buyurunca Amr kızdı. Kılıcını sıyırarak atını üzerine doğru sürdü.

Hazret-i Ali -radiyallahu anh-: "Ben seninle nasıl çarpışayım? Ben yayayım, sen atın üzerindesin!" dedi.

Amr hemen yere atladı. Kılıcıyla da atının sinirlerini vurup kesti, yüzüne de çarptı. Varıp karşısına dikildi. Birbirine saldırdılar, mübâreze başladı.

İlk hamleyi yapan Amr oldu, şiddetli bir darbe indirdi. Öyle ki Hazret-i Ali -radiyallahu anh-in kalkanı parçalandı ve başından da yaralandı.

Sıra Hazret-i Ali -radiyallahu anh-e gelmişti. Amr'ın boyun köküne Zülfikâr'la indirdiği şiddetli bir darbe ile kafasını uçurdu, gövdesini yere düşürdü.

O anda çığlıklar koptu, toz duman birbirine karıştı. Hazret-i Ali -radiyallahu anh- "Allah-u Ekber!" diyerek zafer tekbiri getirdi, müslümanlar da "Allah-u Ekber!" diye haykırdılar.

Resulullah Aleyhisselâm tekbir sesini duyunca Hazret-i Ali -radiyallahu anh-in Amr'ı öldürdüğünü anladı.

Diğerleri ise kaçmak zorunda kaldılar. Ebu Cehil'in oğlu İkrime kaçarken mızrağını düşürdü. Hübeyre, Hazret-i Ali -radiyallahu anh- ile çarpışmaya yeltendi ise de bir kılıç darbesi yiyince çareyi kaçmakta buldu. Zübeyr bin Avvam -radiyallahu anh- peşine düştü. Kılıçla vurup atının eğerini kesti.

Zübeyr -radiyallahu anh- ayrıca Nevfel'in de peşine düşüp ona kılıçla bir darbe indirdi. Kaçarken at ile birlikte hendeğe düştü, boynu kırıldı. Müslümanlar onu hendek içinde taşa tuttular. Daha sonra da Hazret-i Ali -radiyallahu anh- hendeğin içine girip onu kılıçla ikiye böldü.

Amr ile Nevfel'in bu şekilde öldürülmeleri üzerine Kureyş müşrikleri gevşediler ve ümitsizliğe düştüler. Ebu Süfyan Fezâreler'in kaçmalarından, Gatafânlılar'ın dağılmalarından korkmaya başladı.

Müşrikler Amr'ın hendek içine atılan ölüsünü satın almak için haber gönderdiler. Resulullah Aleyhisselâm:

"Ölünüz sizin olsun! Biz ölü parası yemeyiz." buyurdu.

Nevfel bin Abdullah'ın ölüsünün hendekte kalması da müşriklere ağır gelmişti. Adam göndererek Nevfel'in ölüsünün gömmek üzere kendilerine verilmesini, bunun için de diyet vermek istediklerini söylediler. Resulullah Aleyhisselâm ölüsünü onlara verdi. "O murdardır, onun ölüsü de murdardır. Allah onun ölüsüne de lânet etsin, diyetine de lânet etsin!" buyurdu. Onun da ölüsünü onlara verdi.

 

Harp Hilesi:

Savaş uzadıkça iki tarafın durumu da kötüleşiyordu. O sırada Gatafân oğulları'nın ileri gelenlerinden Nuaym bin Mes'ud, gizlice müslüman olmuştu. Her iki tarafın kendisine itimadı vardı. Bu nâzik dönemde yaptığı siyasi faaliyetlerle, müslümanlığa hizmet etmeyi düşündü. Yahudilerle Kureyşliler'in arasını açmayı başardı.

Şöyle ki;

Resulullah Aleyhisselâm'a gelerek müslüman olduğunu, fakat kavminden kimsenin bilmediğini, istediğini yapmaya hazır olduğunu söyledi.

Resulullah Aleyhisselâm:

"Elinden gelirse bizi kuşatmış olan kavimlerin arasına gir de onları birbirinden ayırmaya çalış.

Çünkü harp hileden ibarettir." buyurdu.

Bu talimat üzerine Nuaym -radiyallahu anh- Kureyza, Kureyş ve Gatafân arasında mekik dokudu.

Önce Kureyza yahudilerinin yanına gitti. Kendisini çok iyi karşıladılar, hâl hatır sordular, önüne yiyecek içecek çıkardılar. Onlara: "Size olan sevgimi, aramızdaki hususiyeti ve dostluğu bilirsiniz." dedi. Onlar da bu durumu tasdik ettiler. "Sen bizim katımızda doğruluğundan ve iyiliğinden dolayı sevilen bir kimsesin." diye karşılık verdiler.

Nuaym -radiyallahu anh- şöyle konuştu:

"Ben sizin hakkınızda korktuğum bir şey üzerinde görüşümü size açıklayayım diye geldim.

Gatafân ve Kureyş sizin gibi değiller. Bu yurt sizin yurdunuzdur. Bütün malınız mülkünüz, çocuklarınız ve kadınlarınız burada. Bunları başka yere götüremezsiniz. Onlar Muhammed'le savaşmaya geldiler. Siz Muhammed aleyhine onlara yardım ediyorsunuz. Onların yurdu, malları, kadınları başka yerde. Onlar sizin gibi değiller. Onlar bir yağma bulsalar yaparlar. Başaramazlarsa çekip giderler, sizi Muhammed'le başbaşa bırakırlar. Bu durumda siz buradakilere güç yetiremezsiniz. Siz onların eşrafından bir kısım rehineler istemeden savaşa katılmayın. Rehineler Muhammed'i bertaraf edinceye kadar savaşmaları için elinizde bir garanti olur. Rehineler elinizde bulunursa, onlar sizi yalnız bırakıp gidemezler, size verdikleri sözleri yerine getirirler."

Yahudiler duâ ve teşekkür ettiler, memnun oldular. "Biz senin dediğin gibi yapacağız." dediler.

Oradan ayrılan Nuaym -radiyallahu anh- Kureyş'e geldi. Ebu Süfyan ve beraberindekilere dedi ki:

"Benim size olan sevgimi, Muhammed'e olan uzaklığımı biliyorsunuz. Kulağıma bir haber geldi. Bu haberi size bildirmeyi bir dostluk vazifesi bildim. Ancak benden duyacağınız şeyleri gizli tutunuz.

Bilin ki yahudiler Muhammed'le aralarındaki andlaşmayı bozmaktan pişman olmuşlar. Ona adam gönderip: 'Biz yaptığımızdan pişman olduk. Gatafân ve Kureyş'ten bazı ileri gelenleri sana getirmemiz, boyunlarını vurman seni memnun eder, tekrar seninle beraber olmanıza yeter mi?' dediler. O da onlara: 'Olur!' diye cevap verdi. Bu durumda yahudiler size adam gönderip rehin istemeye kalkarlarsa sakın onlara tek kişi vermeyin."

Nuaym -radiyallahu anh- daha sonra Gatafânlılar'a gelerek:

"Ey Gatafânlılar! Siz benim aşiretimsiniz, halkın bana en sevgili olanısınız. Öyle sanırım ki bana güvenir, beni size karşı herhangi kötü bir tutum ve davranışta bulunmuş olmakla suçlamazsınız." dedi. Gatafânlılar: "Doğru söyledin, sen bizim katımızda herhangi bir kötülükle suçlanmış bir kimse değilsin." karşılığını verdiler.

O da devamla: "Benden duyduğunuzu kimseye söylemeyin!" diyerek, o yönden de garanti alınca, onlara da Kureyşliler'e söylediğini aynen tekrar etti, aynı endişelerle onları da korkuttu.

Allah-u Teâlâ'nın bir ikramı olarak Cumartesi akşamı Ebu Süfyan ve Gatafân'ın ileri gelenleri Kureyza yahudilerine İkrime başkanlığında bir heyet gönderdiler. "Biz eyreti çadırlarda kalıyoruz. Atlarımız ve develerimiz helâk oldu. Savaşa siz de katılın da Muhammed'in işini bir an önce bitirelim." dedirttiler.

Yahudiler ise şu cevabı gönderdiler.

"Bugün Cumartesi'dir. O günde biz hiçbir şey yapmayız. Zira bizden bir kavim cumartesi günü savaştığı için maymuna ve domuza çevrildiler.

Ayrıca siz bize bir kısım adamlarınızı, elimizde Muhammed'in işini bitirinceye kadar savaşacağınız hususunda garanti olacak rehineler vermedikçe Muhammed'e karşı savaşacak da değiliz. Biz, savaş sizi sıkıştırdığı takdirde bizi terkederek memleketinize çekip gideceğinizden korkuyoruz. Bu durumda bizim Muhammed'e karşı koyabilecek gücümüz yoktur."

Heyetteki kişiler Kureyzalılar'ın bu sözlerini getirince Kureyşliler ve Gatafânlılar: "Nuaym'ın söyledikleri doğruymuş." dediler. Kureyza'ya: "Size bir tek adamımızı bile rehin olarak göndermeyiz. Dilerseniz çıkın savaşın!" haberini gönderdiler. Bu haberi getiren elçi kendilerine ulaşınca Kureyzalılar birbirlerine: "Nuaym'ın dediği doğruymuş, bunlar sadece savaş istiyorlar. Fırsat bulurlarsa yağmalayacaklar, bulamazlarsa memleketlerine çekip gidecekler. Yurdumuzda bizi o adamla başbaşa bırakacaklar!" dediler. Kureyşliler'le Gatafânlılar'a: "Siz bize kendi adamlarınızdan rehineler vermedikçe, biz de vallâhi sizin yanınızda Muhammed'le çarpışmayız!" diyerek haber gönderdiler.

Yahudiler de, Kureyşliler de, Gatafânlılar da: "Nuaym'ın dediği çıktı!" diyorlardı. Birbirlerinden yardım görme ümidini kestiler, işleri karıştı, aralarında anlaşmazlığa düştüler.

Ebu Süfyan ayağa kalkarak:

"Ey Kureyş topluluğu! Demek ki ben maymun ve hınzırın kardeşlerinden yardım talep ediyormuşum!" dedi.

Böylece birbirleriyle münasebetlerini kestiler, biri ötekini hıyanet ve sahtekârlıkla itham etmeye başladı.


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR