Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan elli dokuz yıl önce, 1240 mîlâdî yılında Şam'da vefât etmiş olan Şeyhü'l-ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri, henüz ortalıkta ne Osman Gâzî, ne de kuracağı cihân devleti yokken, cifr ilmine ve Kur'an'daki bâzı Âyet'lere dayanarak "Şeceretü'n-Nu'mâniyye fî Devleti'l-'Osmâniyye" adında bir eser yazmış;"Osmanlı Devleti Hakkında Soy Silsilesi" anlamına gelen bu küçük risâlesinde, kendi ifâdesiyle; "Devleti'l-Osmâniyye"(1)den "hilâfeti kâ'im kılacak olan kimseye" ve bu hânedana mensup olan hükümdarlardan "her birinin zamanına, hilâfetine ve askerlerine" dâir pek çok gizli bilgiyi ortaya çıkarmıştı.(2)
Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri te'lif ettiği "Şeceretü'n-Nu'mâniyye" kitabı ile, kuruluşundan yıkılışına kadar tasavvuf ehlinin desteğine mazhar olan ve büyük velîlerin öncülüğünde dünyanın dört bir köşesini mesken tutan Osmanlı hânedânını, bu devletin halîfelerine ve yapacakları fetihlere ışık tutan müthiş keşifleriyle, henüz zuhûr etmeden önce haber vermiştir.
Osmanlı Devleti'nin mânevî kurucusu Şeyh Edebâlî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, Dımaşk'ta öğrenim görürken Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî Hazretleri'nin sohbetlerine katılarak onun terbiyesinde yetiştiğini gösteren bâzı rivâyetler; Şeyhü'l-Ekber -kuddise sırruh- Hazretleri'nin bu devlete yardım ve desteğini yalnız eser te'lif ederek değil, mânevî silsile yoluyla da sürdürdüğü düşüncesini akla getirmektedir.(3)
Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri kitabında, "Hikmetlerin remzleri (işâretleri) sâyesinde harflerin sırrını tevdî eden ve basîret sâhiplerinin ibâresiyle onları deşip ortaya çıkartan Allah'a hamd" ederek(4) söze başladıktan sonra, henüz kurulmamış olan "Devletü'l-'Osmâniyye" hakkındaki bu bilgileri nasıl elde ettiğini ve hangi amaçla bu eseri te'lif ettiğini açıkça ortaya koyarak; "Allah'ın, bana; 'Elif. Lâm. Mîm. Rumlar mağlûb oldular. Arzın size en yakın yerinde. Amma onlar bu yenilgilerinden sonra mutlaka gâlip geleceklerdir. Birkaç yıl içinde. Önünde de, sonunda da emir Allah'ındır. O gün mü'minler sevineceklerdir. Allah'ın yardımı ile. O, dilediğine yardım eder. O Azîz'dir, Rahîm'dir.'(5) buyruğu hakkında tevdî edeceği gizli sırlara vâkıf olmayı murâd edince, murâkabe hâlinde (onu) Ali -kerremallâhu teâlâ vechehû-ya sordum. Onu bana apaçık bir izâhla cevaplandırıp; 'Onun adı 'Şeceretü'n-Nu'mâniyye' (soy şeceresi) ile konur!' buyurdu. Ben de (onun) 'Devletü'l-'Osmâniyye' zamanında vâki olacağını öğrenince, sana onlardan hilâfeti kâ'im kılacak olan kimseye ve her birinin zamanına, hilâfetine ve askerlerine dâir, bu hususta söylenebileceklerin tümünü deşip ortaya çıkarmayı arzuladım."(6)
Hazret'in "Devleti'l-'Osmâniyye" nin kuruluşundan yetmiş sene önce müşâhade ettiği ve insanlara bildirmeyi murâd ettiği bu sırlar, aradan yetmiş yıl geçtikten sonra aşikâr oldu, gerçekten de bu isimde bir devlet kuruldu ve işaret edilen hükümdarlarla hükmünü yürütmeye başladı.
Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Şeceretü'n-Nu'mâniyye" sinde ilk olarak "Tılsım sâhibi ilk 'Sîn'" in varlığından söz ederek,(7) bugün herkesin çok iyi tanıdığı "ilk Selîm" den, yani târihe "Birinci Selîm" olarak geçen Yavuz Sultan Selîm'den bahseder ve "onun cülûsu" nun "Mim'den sonra" olacağını söyleyerek;(8) onun tahta geçişinin kendisinden önceki en büyük hükümdâr olan Fâtih Sultan "Mehmed" den daha sonra olduğuna işaret eder. Bu şifreye göre "Mim"den, yâni "Mehmed" den sonra tahta geçecek olan "Sin" yâni "Selim"; bir "tılsım"ın da sahibidir. Peki ona verilen bu "tılsım" nedir? Hazret cümlenin devamında işte bu sırra işaret edip, sözünü ettiği "Sin"in, bugün târih sayfalarına geçen en büyük ve en açık fiilinden haber vererek, "onun için en büyük tılsım"ın "hilâfet işi" olduğunu söylemektedir.(9)
İşte bu apaçık keşfiyle Şeyhü'l-ekber -kuddise sırruh- Hazretleri, zuhûrundan yaklaşık üç asır önce, hilâfetin Osmanlılar'a bu "Sin"; yâni "Selîm" sayesinde geçeceğini îlân etmiştir.
Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri semâda zuhur edecek olan bazı işaretlere dayanarak; kendisine işaret ettiği "Sin"in, daha önce kendisine baş kaldırıp geri dönmek isteyen "askerleri ittifakla bağlılıklarını korudukları hâlde, iki tarafın da birbirine uygun tavırlarıyla" sefere devam edip, "zafer sevinciyle Şın'a vardığı zaman";(10) bu kez de takdir edilen yeni bir "iş" in onu "zikri geçen 'Şın'ı mekân tutmaya" ileteceğini haber vermiştir.(11) Bu "Şın"ın "Şam" olduğunda herkes ittifak etmiştir. Sultan Selîm'in burada "Şın" diye işaret edilen "Şam" şehrini ele geçirmesi, İran topraklarından sonra Arap ülkelerini de ele geçireceğine delâlet eder. Nitekim Şeyhü'l-Ekber -kuddise sırruh- Hazretleri'nin de ifâde ettiği gibi, "cifr ilmi" nin üstâdı olan Hazret-i Ali -kerremmallâhu vechehû-; "Lâ büdde min Selîmi âl-i 'Osmân yemlikü'r-rûmu ve'l-'acem, sümme yemlikü cezîrete'l-'arab." = ("Osmanoğulları'ndan Selîm'in Rûm'a, Acem'e ve ardından Arap diyârına hükmetmesi yakındır!")(12) sözüyle buna işaret etmiştir.
Bundan sonra Hazret, haber verdiği "Sîn"in "zafer sevinciyle Şın'a vardığı zaman" unutulmuş vîrâne bir kabri açığa çıkaracağını belirterek; "Yıkık ve vîrâne olan kabr" in "onun söylemesiyle ziyâdeleştiril" eceğine(13) işaret etmiştir ki, bu "yıkık ve vîrâne kabir" Hazret-i Şeyhü'l-Ekber'in, üç asır önce câhiller tarafından yıkılarak yerle bir edilen kendi kabridir. Onun bu kerâmeti halk arasında daha çok; "İzâ dehalu Sîn fi'ş-Şîn, zahara fî kabruhû Muhyi'd-dîn" = "Sîn Şın'a dâhil olunca, açığa çıkar kabri Muhyiddîn'in!" ifâdesiyle dile getirilmiştir.
Hazret'in "Şeceretü'n-Nu'mâniyye" kitabındaki bu keşfi gerçekten de aynen tecelli etmiş; çıktığı her seferde "enbiyâ' ve evliyâ'dan istimdâd itmeğe" özen gösteren(14) Sultan Selîm Hân "Şâm-ı şerîf'de Sâlihıyye nâm mevzî'" ye gelince,(15) bir "vîrânede medfûn" olan "Şeyh Muhyiddîn Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri'nün mezâr" ının yerini buldurup "ziyâret itdükde", bu büyük zâtın nûrlu kabrinin bir "harâbede mahzûn olduğı" nu bizzat yakından "göricek", derhâl yanındakilere "ol mezâr"ın üstüne bir türbe ve "civâr-ı mezârda bir câmi'" yapılmasını emretmiştir.(16) Kısa bir zaman içinde "ol binâ tamâm olub", Yavuz Sultan Selîm Hân askerleriyle birlikte "Muharremü'l-harâm'un yigirmi dördünci güni sa'âdet-ü ikbâl ile" imâretin bulunduğu yere "varub, câmi'-i cedîdinde Cum'â namâzı" nı edâ etmiş ve türbenin bakımını üstlenmesi için imârete bir görevli tâyin etmiştir.(17)
Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Bahsettiğimiz şey, son 'Mim'in cülûsuna kadar devam eder. O'nun cülûsu, sen; 'Kabahatlerimiz yüzünden belâlarla karşı karşıya geldik!' deyinceye kadar dosdoğru bir biçimde sürüp gider." (18) diyerek, Osmanlı soy silsilesini tamamlayacak olan son hükümdârın "Son Mim" diye ifâde ettiği, altıncı ve son "Mehmed" olan Sultan Mehmed Vâhideddîn Hân olduğunu ifşâ etmiştir.
Hazret "Şeceretü'n-Nu'mâniyye"nin son satırlarında; son "Mim"in hükümdarlığı ile "Devletü'l-'Osmâniyye" yıkıldıktan sonra, âhir zamanın fitne ve fesad dolu karanlık günlerine ulaşılacağını da keşif yoluyla haber vererek; "İşte bundan sonra çok büyük bir fitne zuhur eder. Öyle ki; beldeler ele geçirilir, kullar gelip çatmış olan, boş ve hevâ ile dolu yeni bir yeryüzüne yönelir. Milletin hükmedicileri el değiştirir ve onların başlangıçta kendisine işâret edilene riâyeti zorlaşır. İkinciye dönüşte, ilke kayıtlı olan duruşa açıkça muhâlefet edilir. Kötü vasıflara konulması gereken herhangi bir şey onda tasdik görür. Onun hükmü âhir zamanda zuhur eden 'Sâd'ın tasarrufuna intikâl eder."(19) demek sûretiyle, kanlı-canlı ifâdelerle ayan-beyan gözler önüne sermiştir.
O'nun ifâdesine göre, Osmanlı Devleti yıkılıp da insanlar bu duruma düştükten sonra; "Rum, doğuyu ve batıyı birleştirerek mülkü ele geçirir. Böyle olunca da, Zemzem'le Safâ arasından büyük 'Mim' zuhûr eder ve lâtif olan 'Ğayın'da kâim olup, kendisine biat edilir. Sonra kullara vaadedilen gelir ve zulüm ve kötülükle dolduktan sonra yeryüzüne tekrar adâlet yerleşir. 'Son'un zuhûruyla ilk 'Mim'in hükmü yeniden doğar ve onunla yeryüzü yeniden canlanır."(20)
Buradan anlaşılıyor ki, "Devleti'l 'Osmâniyye" yıkılınca her ne kadar fitne ve fesad devri başlamışsa da, Allah-u Teâlâ "İlk Mim" olan "Muhammed" Aleyhisselâm'ın nûrunu yaymak ve İslâm'ı yeryüzüne tekrar hâkim kılmak için "Son Mim" olan "Mehdî"yi gönderecek; onunla yeryüzünü zulüm ve kötülüklerden temizleyip, İslâm'ın nûru ve adâletiyle yeniden ıslâh edecektir.
(1) Eserin adı bâzı kaynaklarda "ed-Dâ'iretü'n-Nu'mâniyye" diye geçmektedir.
(2) Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî, "Şeceretü'n-Nu'mâniyye fî Devleti'l-'Osmâniyye", Millet ktp. Ali Emîrî; AY. nr.: 2801 vr. 1b-2a.
(3) TDV "İslâm Ansiklopedisi", c. 20, s. 513.
(4) Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî, a.g.e. vr. 1b.
(5) Kur'ân-ı Kerîm, Rûm (30): 1-5.
(6) Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî, a.g.e. vr. 1b-2a.
(7-9) Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî, a.g.e. vr. 2a.
(10-11) Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî, a.g.e. vr. 3b-4a.
(12-13) Gelibolulu Mustafa Âlî, "Künhü'l-Ahbâr"., c. 2, s. 1052-1053; Evliyâ Çelebi, "Seyâhat-nâme", c. 1, s. 343, bas.: h. 1314.
(14, 16) Hoca Sa'deddîn Efendi, "Tâcü't-Tevârîh", c. 2, s. 379. bas.: İst. h. 1280.
(15) Âlî, a.g.e., c. 2, s. 1186.
(17) Celâlzâde Mustafa, "Me'âsır-ı Selîm-Hânî", British Museum, A-7848, vr. 205a-205b (37-39) Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî, a.g.e. vr. 5b-6a.