Namazın on iki tane farzı vardır.
Dışındaki Farzlar: Hadesten tahâret, Necasetten tahâret, Setr-i avret, İstikbâl-i kıble, Vakit ve Niyet'tir.
İçindeki Farzlar ise; İftitah tekbiri, Kıyam, Kıraat, Rükû, Sücûd yani secde ve Ka'de-i ahîre.
Namaz için geçerli olan bu on iki farz, namazı namaz yapan esaslardır. Namazın içindeki altı ana esasların her birisini ayrı ayrı, tâdil-i erkân olarak yani düzgün bir şekilde kurallarına uygun olarak herbir rükünlerinin yapılması gerekir. Bu kurallar keyfi olarak ihmal edilemez. İhmal edilirse namazın sıhhati zarar görür. Bu altı farzdan birisi eksik olursa veyahut tâdil-i erkâna uygun bir şekilde yapılmazsa bu namaz, namaz olmaz!!!
Namaz kılarken tâdil-i erkâna riayet etmek, namazın kıyam, rükû, sücûd gibi rükûnlerini yaparken sükûnetle yerine getirmek gerekir.
Meselâ rükûdan kıyama kalkarken vücud dimdik bir hâle gelmeli, en az bir kere "Sübhanellahil-aziym" diyecek kadar ayakta durup sonra secdeye gitmelidir. Her iki secde arasında da böyle bir tesbih miktarı durmalıdır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- buyurur ki:
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bir defasında mescide girdi. Derken bir kimse de gelip namaz kıldı. Sonra Resulullah Aleyhisselâm'ın huzuruna gelip selâm verdi. Selâmına karşılık verdikten sonra; "Dön de yeni baştan kıl! Çünkü sen namaz kılmış olmadın." buyurdu. O kimse dönüp evvelce kıldığı gibi namazı tekrar kıldı ve gelip selâm verdi. Resulullah Aleyhisselâm yine; "Dön de yeni baştan kıl! Çünkü sen namaz kılmış olmadın." buyurdu. Bu üç kere oldu. Nihayet o kimse; "Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, bundan iyisini beceremiyorum, bana öğret!" deyince Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:
"Namaza durduğunda tekbir getir, sonra ne kadar kolayına gelirse o kadar Kur'an oku. Sonra rükûda olduğuna kanaat getirinceye kadar eğil. Sonra başını kaldırıp dimdik oluncaya kadar doğrul. Sonra secdeye varıp yerine geldiğine kanaat getirinceye kadar secde et. Sonra tam oturuncaya kadar doğrul! Bütün namazlarında bunu yap." (Buhâri. Tecrîd-i sarîh: 423)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Sizden biri, rükû ve secdelerde belini tam olarak doğrultmadıkça namazı yeterli olmaz." (Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn-i Mâce)
Bir diğer Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruluyor:
"İçki içen, zinâ yapan ve hırsızlıkta bulunan kimse hakkında ne dersiniz?" diye Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz orada bulunanlara sordu.
Bu suâl, bunlar hakkında henüz hadd cezası gelmezden önce sorulmuştu.
"Allah ve Resul'ü daha iyi bilir!" diye cevap verdiler. Resulullah Aleyhisselâm:
"Bu fiiller ağır suçtur, onlar hakkında ceza vardır. Hırsızlığın en kötüsü de namazını çalmaktır." buyurdu.
Bunun üzerine; "Yâ Resulellah! Kişi namazını nasıl çalar?" diye sordular. Şöyle buyurdular:
"Rükûsunu ve secdelerini tamamlamaz." (Muvatta)
Bir diğer rivayette ise;
"Namazda rükûyu, secdeleri ve huşûyu tamamlamaz." buyurulmaktadır. (Ahmed bin Hanbel)
Yalnız; zaruret hallerinde, rahatsızlıktan dolayı güç yetirilemeyen rükûnlarda ise bu rükûnları yapma, yerine getirilme veya tâdil-i erkân yapma zorunluluğu kalkar. Güç yetirebileceği bir şekilde tâdil-i erkân yaklaşımı şeklinde yapmaya çalışır.
Ashâb-ı kirâm'dan İmran ibn-i Husayn anlatıyor:
"Bevasir hastalığa tutulmuştum, Resulullah Aleyhisselâm'a namazı nasıl kılacağımı sordum:
"Namazı ayakta kıl, buna gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yan üstüne yatarak kıl. Buna da gücün yetmezse sırt üstü yatarak kıl." buyurdular." (Buhârî. Tirmizî. Ebu Dâvud. Nesâî)
Oturarak namaz kılan kimse rükû ve secde yapabiliyorsa yapar, öncelik bu şekildedir. Buna gücü yetmezse o zaman imâ ile yapar. Bu durumda secde için yaptığı imâ, rükû için yaptığı imâya göre biraz daha eğimli yapması vaciptir. Oturarak namaz, kişi teşehhüdde oturduğu gibi oturur. Bu şekilde oturmaya imkânı yoksa, rahatsızlığı engel oluyorsa o zaman dilediği şekilde oturur. Ayakta durmasına bir engel olmayıp, daha sonra buna dayanamayan kişi namaza ayakta başlar, daha sonra oturarak, oturduğu yerden rükû ve secdeleri yaparak devam eder. Bu şekilde kılmaya ve oturmaya gücü yetmeyen kişi ancak taburede oturarak namazını kılabilir.
Namazın ehemmiyetine dair bir hususu da önemine binaen arz edelim:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Zâtürrika Seferi'nde Öğle namazı vakti girince müşriklerin saldırısından duydukları endişe sebebiyle "Salât-ı havf" yani korku halinde namaz kıldılar.
Nisâ Sûre-i şerif'inin 101. ve 102. Âyet-i kerime'lerinde beyan buyurulduğu üzere korku namazı, düşman karşısında bile namazın cemaatle kılınmasıdır.
"Yeryüzünde sefere çıktığınızda kâfirlerin size bir kötülük yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık bir düşmanınızdır.
Sen onların aralarında bulunup da onlara namaz kıldırdığın zaman, içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun ve silâhlarını da yanlarına alsınlar. Secdeye vardıklarında onlar arkanızda olsunlar. Sonra henüz namazını kılmamış olan diğer kısım gelsin, seninle beraber namazlarını kılsınlar. Bütün tedbirlerini ve silâhlarını alsınlar. Kâfirler arzu ederler ki, silâhlarınızdan ve eşyanızdan bir gafil olsanız da, size âni bir baskın yapsalar. Eğer size yağmurdan ötürü bir eziyet erişir veya hasta olursanız silâhlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Bununla beraber yine de bütün tedbirinizi alın. Şüphesiz ki Allah kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır." (Nisâ: 101-102)
Farz namaz, savaş anında bile kişilerin isteğine göre bırakılmamış ve kılınmıştır. Dikkat çekilmesi gereken husus ise savaş anında bile cemaatin terk edilmeyişidir.
Amellerin en efdâlî vaktinde kılınan namazdır.
Alâ İbn-u Abdurrahman'ın anlattığına göre, öğle namazından çıkınca, Basra'daki evinde Enes İbn-u Mâlik'e uğramıştı. Zaten evi de mescidin bitişiğindeydi. Der ki: "Huzuruna çıktığım zaman bana; 'İkindiyi kıldınız mı?' diye sordu. Ben; 'Hayır, şu anda öğle namazından çıktık' dedim.
'İkindiyi kılın!' dedi. Kalkıp kıldık. Namazdan çıkınca;
'Ben, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in şöyle söylediğini işittim' dedi;
"Bu, münafıkların namazıdır. Oturur, oturur şeytanın iki boynuzu arasına girinceye kadar güneşi bekler, sonra kalkıp dört rekât gagalar. Namazda Allah'ı pek az zikreder." (Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî)
Bu rivayet ikindi namazının ilk vaktinde kılınmasıyla ilgilidir. Hazret-i Enes -radiyallahu anh- öğle namazının henüz kılındığı bir anda ikindiyi kılmıştır. Anlaşılacağı üzere öğle namazında geciktirme olmuştur. Hazret-i Enes, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in geciktirilen ikindi namazı için; "Münafıkların namazı" dediğini belirtir. Ebu Dâvud'un rivayetinde ise üç sefer tekrar edilir.
Namazı "Gagalamak"; süratle, hızlı hızlı kılmaktan dolayıdır. Kuşlar, yemlerini toplarken hızlı olarak başlarını indirip kaldırdıkları için namazını sürâtle kılanların hali kuşlara benzetilmiştir.
Kıraatları azdır, rükû ve secdelerde tesbihatları azdır, hülasâ çabuk kılanan namazda Allah-u Teâlâ az zikredilir. "Dört rekât" olarak belirtilmesi ise sadece farzın kılınmasından ileri gelmektedir. Geciktirenler zaten çoğunlukla ikindinin sünnetini de terkederler ki aslında İkindi namazı sünnetsiz olmaz.