Yalnız Osmanlı tarihinin değil, tüm dünya tarihinin dönüm noktası niteliğindeki çok önemli bir hâdise olan İstanbul'un fethi; o günden bugüne dek dinî, siyâsî, askerî ve ideolojik pek çok tartışmanın odağı olmuştur. Fethin asırlardır dillere destan olmuş en önemli meselelerini, bilimsel en küçük bir delile istinad etmeksizin, kendi anlayışları doğrultusunda yeniden yorumlamaya ve çoğu kez birer halk hurâfesi pozisyonuna düşürerek ortadan kaldırmaya çalışanlardan bazılarına, daha önce birkaç makâlemizde çağdaş belgeler ve deliller ışığında gerekli cevaplar verilmişti.(1)
Bizim bu makâlelerimizden sonra, Fâtih ve Fetih'le ilgili yapılan yeni yorumlar ve yayınlanan son çalışmalarda, özellikle Prof. Dr. Halil İnalcık ve Prof. Dr. Feridun Emecen tarafından, Akşemseddîn Hazretleri'nin fetihteki rolü ve daha başka konularla ilgili yeni bâzı iddiâlar ortaya atılmıştır. Târihî realite ile aslâ bağdaşmayan, fetihle ilgili gerçekleri gölgede bırakan bu iddiâların da herhangi bir delile istinâd etmediği âşikârdır.
Târihî gerçeklerin tahrifine göz yummamak adına bu yeni iddiâlar üzerinde durarak, bunları da yine kesin delil ve belgeler ışığında çürütmeye çalışacağız.
Halil İnalcık, NTV Tarih dergisinde yayınlanan "Bizans'a ve Ulemâya Karşı Tek Başına" adlı makâlesinde;(2) adından da anlaşılacağı üzre, fetihteki başarıyı tek başına Fâtih'e odaklandırma çabasıyla, konuyla ilgili bilinen en bâriz gerçekleri bile aslî çizgisinden saptırmış ve bizim daha önce sözkonusu makâlelerimizden birinde gündeme getirdiğimiz, aslında kendi iddiâlarının yanlışlığına delil olan bir rivâyeti de, bu tezini kabullendirme çabasıyla çarpıtmıştır.
II. Bâyezid zamanında 8 "defter"lik bir "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân" yazan Kemâl Paşa-zâde, eserinin "VII. Defter"inde, Fâtih Sultan Mehmed'in 860/1457'de Belgrad'da başarısız olmasının sebebini bizzat kendi dilinden aktararak şöyle der:
"Şol gün ki, Şehriyâr-ı kâm-kâr (Sultan Mehmed) İstanbûl'u feth itdi, ...şehrüñ içini bir zamân gezdi, seyrân kıldı. ...Dönüb gidetururken Halîl Paşa'nuñ hevâsına tâbi' olan, ...cihâduñ ...ve gazânuñ istintâcına (neticelenmesine) mâni' olan mevâlînüñ (ileri gelenlerin) ba'zısı istikbâl itdi (karşılamaya yöneldi), tehniyye'-i fethe şürû' idüb eyitdi (fethi kutlamak isteyip şöyle dedi): 'El-hamdü li'llâh, ehl-i 'ilmüñ du'âsı cündiyle (ordusuyla) hisâr feth oldı, Pâdişâh-ı İslâm-penâh ceyş-i küffara (kâfir ordusuna) zafer buldı!' ...Hazret-i Hüdâvendigâr'uñ ol cemâ'ate gâyet incinmesi vardı, izhâr idüb eyitdi (açığa vurup dedi): 'Munele-salusluğa (iki yüzlülüğe) yer yok, kendü kılıcumla alubdururun, kimseñüzden himmet ve 'inâyet (yardım) olmamışdur!..'
'Gerçi germiyyetle ol kelâm-ı hâmmı (gururla o ham sözü) söyledüm, ammâ sonra nedâmet itdüm. Mezkûr (zikri geçen) hitâbın ki, hatâ-yı mahz idügini (hatânın ta kendisi olduğunu) bildüm, cevâbını üç yıldan soñra işitdüm. Ol vakt ki, Belgırâd üzerinde 'askere buyurdum, yürüyiş itdiler; ...hisâra toğrı akdılar getdiler. Ben dahî ata bindüm, ordu ucına indüm; gördüm bir başı kabak, yaluñ ayak abdâl yolın üzerinde yatur, cihân gavgâlarından fâriğu'l-bâl (uzak durur). Öñüne vardum eyitdüm: 'Dervîş! Demdür himmet eyle, cünd-i du'âyla ceyş-i İslâm'a (duâ ordusuyla İslâm askerine) mu'âvenet (yardım) eyle!' Bâşın kaldurdı eyitdi ki: 'Olmaz! Kılıcuñla almak gereksin; seyf-i du'âya (duâ kılıcına) i'timâdın yok, vegâ (döğüş) kılıcını salmak gereksin!' Bildüm ki nefs-i pür-şürûruñ (şer dolu nefsimin) İstanbûl fethindeki gurûrunuñ şe'âmeti (uğursuzluğu) geldi yetdi, anuñ eseriydi ki 'asker-i nusret-şi'âr (her zaman zafer kazanan asker) hisara zafer bulamayub getdi.'"(3)
Makalesine Akşemseddîn Hazretleri'nin 20 Nisan gecesi gönderdiği mektupla(4) başlayan ve ondan hareketle, sonuna kadar konuyu Fatih, Akşemseddîn ve Zağanos Paşa'dan ibâret olan "fetih" taraftarları ile, Çandarlı Halîl Paşa ve destekçilerinden oluşan "sulh" yandaşları arasındaki çatışmalar ekseninde ele alan İnalcık,(5) yazısının her yerinde çeşitli şekillerde, Akşemseddîn destekli Fâtih ve Bizans güdümlü Halîl Paşa grubu arasındaki çekişme ve tartışmaları ön plâna çıkardığı hâlde, Sultan Mehmed'in kendi dilinden naklettiğimiz yukarıdaki rivâyette terslediği "mevâlî"nin arasına, hiçbir mantıkî gerekçeye dayanmadan Akşemseddîn Hazretleri'ni de dâhil etmeye çalışarak büyük bir tezat örneği sergilemiştir:
"Fetih, yalnız Sultan Mehmed'in eseridir
Fethin ertesi günü Fâtih, Çandarlı Halil'i tutukladı, vezir-i azamlığa Zaganos'u getirdi. Fetih üzerine tebrike gelen ulemaya Fâtih şöyle hitab etti: Kostantiniyye'yi "kendü kılıcımla alıp dururın kimesnenüzden himmet ve 'inâyet olmamıştır" (İbn Kemâl, 45a). Gelenler arasında kuşkusuz Ak Şeyh de vardı. Fâtih'e gücendi, Göynük'e çekildi, Fâtih'in gönderdiği armağanları reddetti."(6)
Hâlbuki Fâtih'in tersleyerek: "[Kostantiniyye'yi] kendü kılıcumla alupdururın, kimesneñüzden himmet ve yardım olmamışdur!' dediği ulemânın: "Halil Paşa'nuñ hevasına tabi' olan, ...cihâduñ ...ve gazânuñ istintâcına (neticelenmesine) mâni' olan"(7) kimseler olduğu; yâni Akşemseddîn'e ve müjdesine karşı çıkarak kuşatmayı önlemeye çalışan Çandarlı grubuna dâhil olduğu rivâyetin daha ilk satırlarında belirtilmiştir. Fâtih'in onları: "Munele-salusluğa (ikiyüzlülüğe) yer yok!" diyerek terslemesi de zâten önceki bu muhâlefetleri nedeniyledir. İnalcık'ın da naklettiği 20 Nisan târihli mektubunda Akşemseddîn Hazretleri'nin, kendisini "'adem-i isticâbet-i du'â" ve "tebşîri gayr-ı mu'teber olmak"la itham ettiğini belirttiği kimseler de bunlardan başkası değildir. İnalcık bunların Akşemseddîn'e ve Fâtih'e muhâlif olduklarını mektuba dayanarak kendisi de açıkça dile getirdiği hâlde, daha sonra hangi delil ve gerekçeye dayanarak Akşemseddîn Hazretleri'ni de bunların arasına dâhil etmiştir?
İşin asıl vehâmeti; ünlü tarihçinin güyâ iddiâsını kanıtlamak için Fâtih'in fethi yalnız kendisinden bildiğine "delil" olarak öne sürdüğü bu rivâyet, pâdişâhın bu tavrının doğruluğunu değil, tam aksine; yıllar önce makâlede de gösterdiğimiz üzre yanlış bir hareket olduğunu, velîlerin desteğini küçümsemesinin Belgrad seferinde hezîmet gibi büyük bir felâketi doğurduğunu bizzat pâdişâhın dilinden ibretâmiz bir vak'a olarak hikâye etmektedir.
Halil İnalcık'ın, "Fâtih'in Akşemseddîn Hazretleri'ni gücendirdiği" yönündeki iddiâsı da tamâmen asılsızdır. İçerdiği menkıbevî rivâyetlerin doğruluğu, bu makâlesinde bizzat İnalcık tarafından kanıtlanan "Menâkıb-ı Akşemsü'd-dîn"deki şu satırlar, onun Göynük'e hangi sebeple gittiği ve Sultân'ın armağanlarını niçin reddettiği konusuna kesin bir sûrette açıklık getirmektedir:
"Merhûm Sultân Muhammed Hân Gâzî Kostantîniyye feth olındukdan soñra tarik-ı tasavvufa sâlik oldı, Hazret-i Şeyh'e: 'Ahkâm-ı tarikat her ne ise baña gösterüp irşâd eyle!' didi. Şeyh cevâb virdi ki: 'Mesâlih-i mü'minîn görilmez!' …Pâdişâh mütesellî olmadı: 'Elbetde tahsîl-i tarîkat ve kesb-i ma'rifet iderem!' didi, ikdâm eyleyicek Şeyh kaçdı, Gelibolı'ya vardı; andan Anatolı'ya geçdi, Göynik'e geldi. Âhiru'l-emr Sultân Muhammed Göynik'e nice yük akça ve bennâ gönderdi, Göynik'de câmi' ve tekye yapılmak buyurdı."(8)
Rivâyetin devâmında belirtildiği üzre; Hazret pâdişâhın câmii ve tekke yapma teklifini de kabul etmeyecek, sonunda ancak bir çeşme inşâ ettirmesine râzı olacaktır.(9) Burada Enîsî'nin sözkonusu çeşmenin kendi zamânında harap ve yıkık bir hâlde olduğunu söyleyerek, rivâyeti güvenilir topografik bir kanıta dayandırmış olması mânidârdır.
Bu bilginin doğruluğu Akşemseddîn Hazretleri'nin, İnalcık'ın varlığından pek de haberdar olmadığı anlaşılan bir başka mektubundaki(10) ifâdeleri ışığında târihî açıdan netlik ve kesinlik kazanır. Hazret bu târihsiz mektubunu, içindeki açık ifâdelerden de anlaşılacağı üzre Göynük'e gittikten sonra yazmıştır ve İnalcık'ın öne sürdüğü, Hazret'in "Fâtih'e gücendiği" iddiâsının tam aksine, "Menâkıb-nâme"yi tamâmen doğrulayacak şekilde; asıl Hazret'in bu ânî gidişinden dolayı Fâtih'i gücendirmemeye ve tesellî etmeye çalıştığını ortaya koymaktadır.
"Menâkıb"dan aktardığımız yukarıdaki rivâyetin doğruluğuna kesin kanıt teşkil eden en önemli belge niteliğindeki bu mektupta Akşemseddîn Hazretleri: "Fakîrüñ bu tarafa gitdügine pâdişâhuñ mübârek hâtırına gubâr gelmeye ki, vâlideyn bir nice kerre mektûb göndermekden soñra âdem göndermişler, anlaruñ rızâsın tahsîl itmegiçün geldük. Ümmîzdür ki bir kaç gün bu fakîrlerüñ rızâsında olub, devâm-ı devlet ve ezdiyâd-ı haşmet du'âsına meşgûl olavuz. Eger pâdişâha huzûr-ı sûrımuz maksûd olursa, İnşâ'a'llâh ya biz anda varavuz ya pâdişâh gele." diyerek bu târihî gerçeği te'yid etmektedir.(11)
Görüldüğü gibi fetihten sonra pâdişâhla Akşemseddîn Hazretleri arasında ne bir gücenme ne de bir kırgınlık vardır; aksine, "Menâkıb"da belirtildiği üzre pâdişâh Akşemseddîn Hazretleri'nin İstanbul'u terki ve Göynük'e yerleşmesi nedeniyle hüzünlüdür; bu nedenle Hazret, pâdişâha tesellî olsun diye illâ görüşmekte ısrarlıysa, kendisiyle nerede ve ne şekilde görüşmek istiyorsa orada görüşebileceğini özellikle bildirmeyi uygun görmüştür.
Fikrinde sâbit ve otoriter bir pâdişah olan Sultan Mehmed'le Çandarlı Halîl Paşa arasında, genç Sultân'ın ilk saltanat devresinden beri devâm edegelen çekişme ve rekâbette, Fâtih'e destek verip yol gösteren Akşemseddîn Hazretleri, Ak-bıyık Hazretleri, Hekîm Fazlu'llâh, Molla Gürânî, Zağanos Paşa ve Hadım Şehâbeddîn Paşa gibi şeyhler, dervişler, âlimler ve devlet adamları bulunduğu gibi; Çandarlı Halîl Paşa grubunu destekleyenler arasında da, yalnız ümerâdan ve ordudan değil, ulemâdan ve meşâyıhtan da önemli kimseler bulunuyordu. Meselâ II. Murad'ın en muteber şâir ve musâhiblerinden olan; 1444 Varna Savaşı ve 1446 Mora seferi hakkında manzum bir "Gazavât-nâme" kaleme aldığı gibi, "Tasavvuf'dan bir risâle dahı yazmış" olan Gelibolulu Za'îfî Mehmed, devrinin en meşhur mutasavvıfları arasında yer almakla birlikte Halîl Paşa'nın "barışçı" siyâsetine destek veriyor; "savaşçı" bir siyâset güttüğü için Paşa'nın tahrîkiyle görevinden uzaklaştırılan Hekîm Fazlullâh'ı siyâseti ve riyâseti bilmemekle suçlayıp, vezirlikten azledilmesini isâbetli bir karar olarak nitelendiriyordu. Yine aynı şekilde, "Menâkıb-name"nin Edirne'deki dîvânda "ümerâ" ile birlikte "'ulemâ"dan bâzı kimselerin de, fethin zorluğunu pâdişâha tafsil ettikten sonra, İstanbul'un âhir zamandaki ikinci fethiyle ilgili bir Hadîs-i şerîf metni naklederek: "Feth-i Kostantîniyye Mehdî'nüñdür!" demek sûretiyle "pâdişâhı gazâdan men'" etmeye çalıştıklarını hikâye etmesi kayda değerdir.(12) Bu, hem İstanbul'un fethi öncesi ulemâ arasında neden iki muhâlif görüşün doğduğuna, hem de Fâtih'in fetihten sonra tebriklerini kabul etmediği "'ulemâ"nın kimler olduğuna açıklık getirmektedir. Akşemseddîn Hazretleri bu iddiâya: "Evvelâ Kostantîniyye'yi Sultân Muhammed Hân feth eyler, soñra benî asfer (haçlılar) alur, benî asfer elüñden Mehdî yine feth eyler!" sözüyle mukâbele etmiştir.(13) Ona bu sözleri söyleyenlerden bâzılarının meşâyıhtan olduğunu yukarıdaki rivâyette Fâtih'in bizzat kendi dilinden öğrenmiştik. 20 Nisan'daki gemi hâdisesinin meydana getirdiği ümitsizlik ve kırgınlık içinde, Halîl Paşa'nın güdümündeki ulemâ ile birlikte hareket eden bâzı şeyhlerin, keşfen erişemedikleri bu meselede içtihadî bir yaklaşımla, Akşemseddîn Hazretleri'nin ve Fâtih'in değil, Çandarlı grubunun re'yini kendilerince daha ma'kul görmüş ve desteklemiş olmaları düşünülemeyecek bir şey değildir. İlk mektupta Akşemseddîn Hazretleri'ni "'adem-i isticâbet-i du'â" ve "tebşîri gayr-ı mu'teber olmak"la suçladıkları belirtilen bu kimseler, Sultan Mehmed'i de kuşatmanın bu en nâzik ânında "noksân-ı re'y" ve "'adem-i nüffâz-ı hükm" nisbet etmek sûretiyle ithâm etmişlerdi.(14) İşte Fâtih, muhâsara sırasında Akşemseddîn Hazretleri'ne ve kendisine muhâlefet eden bu şeyhlerin fetihten sonraki tebriklerini kabul etmemişti.(15) Mektuptaki ve "Menâkıb"daki bu açık ifâdelere rağmen Fâtih'in "ikiyüzlülük" ithâmına ve "kimseñüzden himmet ve yardım olmamışdur!'" hitâbına nasıl olur da Akşemseddîn Hazretleri de dâhil edilebilir? İnalcık'ın bu gülünç iddiasıyla, makâlesinin baş tarafında verdiği bilgileri de kendi diliyle yalanlamış olduğu bir gerçektir.
Öte yandan 20 Nisan gecesi yazdığı ilk mektupta Akşemseddîn Hazretleri'nin Fâtih'e yönelik ifâdeleri de, onun açıkça "Menâkıb-nâme" ve diğer Osmanlı kroniklerindeki bilgileri tasdik edecek şekilde; muhâsaraya Akşemseddîn Hazretleri'nin "du'â" ve "tebşîr"inden cesâret alarak girdiğini, yalnız verdiği mânevî müjdeye değil, askerî ve siyâsî konuda da görüşlerine değer verip, bu konularda da onun telkinleri doğrultusunda hareket ettiğini açıkça belgelemektedir. Fâtih'in, kendisine hükmünde ve re'yinde noksanlık isnad edilecek kadar güvenin azaldığı bu müzâyakalı ve sıkıntılı ortamda bile, muhâliflerin "sulh" önerisini reddedip hâlâ onun müjdesine itibâr ederek savaşa devâm etmesi, hattâ askere kaleye daha da şiddetle hücum etmelerini emretmesi, ona duyduğu güven ve inancın açık bir nişânesidir.
Nitekim 20 Nisan gecesi yazıldığı aşikâr olan bu mektuptan sonra, 21 Nisan günü Akşemseddîn'in öngördüğü gibi, yumuşaklık ve şefkatle muâmelenin terkedilip, "yârın" kaleye daha bir şiddetle "hücûm" edildiği kuşatmada hazır bulunan Niccolo Barbaro tarafından gözlemlenip kaydedilmiştir.
Prof. Dr. Halil İnalcık'tan sonra, kısa bir süre önce fetih ve meseleleri ile ilgili daha önceki çalışmasını "Fetih ve Kıyamet 1453" adıyla genişleten(16)Prof. Dr. Feridun Emecen ise, Akşemseddîn'in 20 Nisan gecesi Fâtih'e yolladığı mektubu sâdeleştirip bu yeni baskıda eserine eklediği hâlde, bu mektupta Şeyh'in bizzat kendi diliyle tasdik ettiği fetihle ilgili müjdesini halk tarafından üretilmiş asılsız bir "efsâne" gibi göstererek: "…bu fetih hadisesinin birçok efsanenin üretilmesine vesile olduğunu da belirtmemiz gerekir. Bunların arasında Ulubatlı Hasan'dan içinde Hazret-i Eyyüb'ün de bulunduğu sahabe mezarlarının keşfine, fetih tarihinin önceden belirlendiğine, padişahın şehre girişinde halk tarafından çiçekler atılarak karşılanışına kadar türlü hikâyeler oluşmuştur." der.(17)
Ulubatlı Hasan ve Eyyûb Sultan Hazretleri'nin kabrinin keşfi ile ilgili bu gibi asılsız iddiâlar, daha önceleri farklı makâlelerimizde geniş olarak ele alındığı için tekrar üzerinde durmaya lüzum görmüyoruz.
Ancak onun, Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri'nin kabr-i şerîf'inin Akşemseddîn tarafından bulunduğunu yazan ilk müverrihin İbn-i Kemâl olduğu, "Menâkıb-nâme"nin yazılışıyla birlikte bu yöndeki söylentilerin iyice yaygınlık kazandığı iddiâsının yanlış olduğunu burada peşînen belirtmemiz gerekir. Ünlü târihçi bu sözleriyle, Eyyûb Sultân'ın kabir keşfiyle ilgili anlatıların açıkça, eserini XVI. yüzyıl başlarında yazmış olan İbn-i Kemâl tarafından türetildiğini îmâ etmekte ve "Menâkıb-nâme"deki rivâyetin de bu paralelde uydurulmuş bir halk efsânesi olduğunu ileri sürmektedir.
Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri'nin kabrinin Akşemseddîn tarafından keşif yoluyla tespit edildiğini yazan ilk Osmanlı müverrihi, XVI. yüzyıl başlarında bir "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân" kaleme almış olan İbn-i Kemâl değil, Fâtih devrini bizzat görmüş ve onun ölümünden sâdece altı yıl sonra seferleriyle ilgili bir "Fetih-nâme" yazmış olan Kıvâmî'dir. Bir görgü tanığı olan müellif, eserinde, Ebû Eyyûb'un gizli olan mezar yerinin "erbâb-ı velâyet" tarafından ortaya çıkarıldığını belirterek, Akşemseddîn Hazretleri'nin "Menâkıb-name"den ve diğer kaynaklardan bildiğimiz "keşf"ine açıkça işâret eder:
"Hicret-i Resûl-i Rabbi'l-'âlemîn'iñ elli ikinci yılında, ashâb-ı Resûl'den Ebû Eyyûb-ı Ensârî Hazretleri -rahmetu'llahi 'aleyh- tamâm elli biñ ehl-i İslâm cem' ider. …Nâgâh ol gazâda Ebû Eyyûb-ı Ensârî Hazretleri'ni hisârdan zenberekle bir mel'ûn-ı kelb-i cehennem urur şehîd ider, Hakk Te'âlâ'nuñ rahmeti deryâsına vâsıl olur. …Lâ-cirem, Ebû Eyyûb Ensârî Hazretleri -rahmetu'llâhi 'aleyh- oğlı 'Abdu'r-Rabb, bu gazâda nice ashâb ile bileyidi -rıdvânu'llâhi 'aleyhim ecma'în-, şehr-i Kostantin'üñ yanında bir mevzi'-i şerîfde defin eylerler. Anı şimdiye dek erbâb-ı velâyet saklarlar idi, ammâ şimdi zâhir itdiler; husûsâ Sultân Muhammed Gâzî devrinde 'âlî ziyâretgâh olmışdur."(18)
Dolayısıyla Fâtih devrindeki "erbâb-ı velâyet"in en meşhuru olan Akşemseddîn'in Eyyûb Sultân'ın kabir yerini keşfi meselesi de; sonraki devirlerde uydurulmuş türedi bir "halk efsânesi" değil, bizzat görgü şâhidleri tarafından doğrulanan târihî bir gerçektir.
Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri'nin kabrinin Akşemseddîn tarafından keşfedilip ortaya çıkarıldığı gerçeği, eserini yine İbn-i Kemâl'den çok önce, 908/1502-3'te yazmış olan ve kıssayı bizzat onun ismini de anarak, ayrıntılı bir biçimde aktaran İdrîs-i Bitlisî tarafından da açıkça dile getirilmiştir.
Fethin târihinin önceden belirlenmesi meselesine gelince; Akşemseddîn Hazretleri, Emecen'in de kitabında tercüme ettiği ilk mektubunda, Ceneviz gemilerinin zinciri aşarak Bizans sularına girmesi vak'asının getirdiği "tekessür ve melâlet"in sebeplerini sıralarken, bu sebeplerden üçüncüsünün; "ettiği duâların geçersiz" ve "verdiği fetih müjdesinin asılsız olduğu" yönünde ortalıkta dolaşmaya başlayan şâyi'alar olduğunu şu cümlesinde açıkça belirtmiştir:
"Ve biri bu ki, bu za'îfe 'adem-i isticâbet-i du'â nisbet olmak ve tebşîrümüz gayr-ı mu'teber olmak ve dahı mahzûr çok…"(19)
Ayrıca o mektubunun başka bir yerinde, bu ilk müjdesini daha da pekiştirecek ve pâdişâhın gönlünü teskin edecek keskin bir ifâdeyle, kuşatmanın kırgınlık ve üzüntüyle değil, bilâkis ferahlık, yardım ve zaferle sonuçlanacağını bir kez daha dile getirmiş; "'Âkıbet hacâletle inkisârla gitmeyêvüz, bel ki fereh ve mansûr ve muzaffer gidêvüz, bi-'avni'llâhi ve nusretihî, âmîn!" diyerek, fetihle ilgili müjdesini ikinci kez tekrâr etmiştir.(20)
Dolayısıyla tıpkı İnalcık'ın yukarıdaki iddiâları gibi, Emecen'in de bu ve benzeri iddiâlarını târihî gerçeklikle bağdaştırmak mümkün değildir.(21) Bu noktada araştırmacılara ve gerçek "târih"i bilmek isteyenlere düşen görev; bir bilim olan "târih"le ilgili her meseleyi, hiçbir bilimsel delile isnâd etmeyen ve kısır bir tahminden öteye geçmeyen asılsız ve mesnedsiz görüşler üzerinden değil, onun ana kaynağını ve temel esâsını teşkil eden delil ve belgeler üzerinden tâkip etmektir.
(1) Krş. H. Yılmaz, "'Târihçi' Geçinen 'Tahrifçi'ler Tarafından Fâtih'e ve Fethe Yöneltilen Asılsız İtham ve İftirâlar", Tarihten Sayfalar (TS), HAİD, XI/140 (Mayıs 2005), s. 43-45; a.mlf., "'Târihçi' Geçinen Bâzı 'Tahrifçi'lerin Ortaya Attığı; Fethin Mânevî Cihetini Hedef Alan Asılsız İddiâlara Cevaplar", XV/176, (Mayıs 2008), s. 44-46. vb.
(2) H. İnalcık, "Bizans'a ve Ulemâya Karşı Tek Başına", NTV Tarih, sy.: 17, Haziran/2010.
(3) İbn-i Kemâl (Kemâl Paşa-zâde), "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", VII. Defter, s. 93-94, nşr. Şerafettin Turan, TTK yayını, Ankara, 1957.
(4) TSMA, E. nr.: 5584.
(5) H. İnalcık, "Bizans'a ve Ulemâya Karşı Tek Başına", NTV Tarih, sy.: 17, Haziran/2010.
(6) Krş. İnalcık, "Bizans'a ve Ulemâya Karşı…", NTV Tarih, sy.: 17.
(7) İbn-i Kemâl, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", VII. Defter, s. 93-94, nşr. Şerafettin Turan, TTK yayını, Ankara, 1957.
(8) Krş. Hüseyin Enîsî, "Menâkıb-ı Akşemsü'd-dîn", s. 35-36, bas.: 1302/1885.
(9) Krş. Hüseyin Enîsî, a.g.e., s. 36.
(10) TSMA, E. nr.: 5862'de kayıtlı olan bu mektubun transkripsiyonu, "Dinî, Siyâsî ve Askerî Açıdan 'Fâtih'" adlı kitabımızın "Ekler"i arasında yayınlanacaktır.
(11) Krş. TSMA, E. nr.: 5862, st. 17-23.
(12-13) Enîsî, "Menâkîb-ı Akşemsüddîn", Süleymâniye ktp. Hacı Mahmud Ef., nr.: 4666, vr. 9a, 10a.
(14) Akşemseddîn tarafından aktarılan, aralarında bâzı şeyhlerin de bulunduğu Çandarlı Halil taraftarlarının Fâtih'le ilgili bu sözleri için, bk. TSMA, E. nr.: 5584, st. 5. Feridun Emecen, "İstanbul'un Fethi Olayı ve Meseleleri" adlı çalışmasında (s. 20) ve aynı kitabın, "Fetih ve Kıyamet 1453" adıyla genişletip Akşemseddîn'in bu mektubunun tercümesini de eklediği ikinci baskısında, onun muhâlif grubun dilinden söylenti olarak aktardığı bu ifâdeleri yanlış anlayarak, buradan Şeyh'in: "padişahı açık olarak 'hükmünü yürütmekten âciz' olmakla suçladığı" ve "bizzat genç hükümdarı da sert şekilde eleştirdiği" yönünde bir mânâ çıkarmıştır (s. 260-262). Hâlbuki onun, mektupta yalnız karşı tarafın pâdişah ve kendisi hakkındaki dedikodularını aktardığı, herhangi bir yoruma ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır. İnalcık'ın "Günümüz Türkçesiyle" yayınladığı metne bu mânâ doğru olarak aktarılmıştır. Krş. a.mlf., "Bizans'a ve ulemâya karşı…", a.g.d., sy.: 17.
(15) İnalcık, yukarıdaki iddiâsının hemen altına iliştirdiği dipnotta, Akşemseddîn Hazretleri'ne yönelik ithâmına kendince ivme kazandırmak için: "Fâtih'in yanında bir yıldan fazla kalan ressam Bellini'ye göre Fâtih şeyhlere inanmazdı." der. Krş. a.mlf., "Bizans'a ve ulemâya karşı…", dipnot: 25. Bu gözlem, Akşemseddîn Hazretleri'nin vefâtından çok sonraki bir zamâna âittir ve Hazret-i Şeyh'in mektupları ve ona paralel olan "Menâkıb-nâme"deki ifâdelerle tam bir çelişki içindedir. Akşemseddîn'in Fatih'e gönderdiği her iki mektuba kuvvetle yansıyan vurgu ve ifâdeler, Fâtih'le Akşemseddîn Hazretleri arasındaki sıkı ilişki, bağlantı ve münâsebeti; Sultân'ın onun keşfine ve mânevî şahsiyetine olduğu kadar siyâsî, idârî ve askerî yöndeki talimat ve görüşlerine de ne kadar büyük bir değer verdiğini tartışmasız bir biçimde gözler önüne sermektedir. "Menâkıb-nâme"de Fâtih'in dilinden nakledilen şu sözler, resmî belgelerde açıkça müşâhede edilen; onun Şeyh'e devrindeki diğer meşâyıha nazaran duyduğu ilgi, tâzim ve güvenin halk rivâyetlerine ne kadar doğru bir biçimde yansıdığını göstermesi bakımından dikkate değerdir: "Ben Şeyh'e ta'zîm eylemede bî-ihtiyâram; sâyir şeyhler gelüp benümile musâfaha eyledüklerinde anlaruñ eli ditrer, Akşemsü'd-dîn ile musâfaha eyleyicek benüm elüm ditrer."Krş. Hüseyin Enîsî, a.g.e., s. 45. Bellini'nin dışarıdan bakan biri olarak işin keyfiyetini tam anlamıyla çözemediği ve çözemeyeceği âşikârdır. Onun bu husustaki izleniminden çıkabilecek sonuç; Fâtih'in mutlak anlamda şeyhlere inanmaması değil, yukarıdaki rivâyete açıkça yansıyan şekliyle, her şeyhle Akşemseddîn'le olduğu kadar güçlü mânevî bir râbıta kuramamasıdır.
(16) Feridun M. Emecen, "Fetih ve Kıyamet 1453", İstanbul, Eylül 2012.
(17) Krş. Emecen, a.g.e., s. 336.
(18) Krş. TSMA, E. nr.: 5584, st. 5-6. Bu mektubun transkripsiyonu "Dinî, Siyâsî ve Askerî Açıdan 'Fâtih'" adlı kitabımızın "Ekler"i arasında, "Akşemseddîn Hazretleri'nin 20 Nisan Gecesi Fâtih'e Gönderdiği Mektup" başlığı altında yayınlanacaktır.
(19) Krş. TSMA, E. nr.: 5584, st. 5-6.
(20) Krş. aynı mektup.
(21) Feridun Emecen Akşemseddîn tarafından "fetih tarihinin önceden belirlendiği" gerçeğini büsbütün asılsız bir "halk hikâyesi" gibi yansıtırken; İnalcık makâlesinde ilk müjdeye hiç değinmemekle birlikte, bu ikinci müjdenin Fâtih ve ordusu üzerindeki tesirine işâret ederek: "…onun yılmayan azmi, fethi müjdeleyen Akşemseddîn'in 'tebşîratı' ile canlandı ve Haçlılar gelmeden fethi başardı." cümlesiyle bunun târihî bir gerçek olduğunu dile getirmiştir. Krş. a.mlf., "Bizans'a ve ulemâya karşı…", a.g.d., sy.: 17. Yazısının hemen her yerinde Akşemseddîn'in Fâtih üzerindeki etkisine ve fethin gerçekleşmesindeki rolüne benzer ifâdelerle işâret etmesine rağmen, son kısmında onun bu rolünü tamâmen yok sayarak, bir anlamda Fâtih'i de ona karşı haksızlık etmiş ve olup-bitenleri görmezden gelmiş bir kişilik pozisyonuna düşürmesi bir çelişkidir.