İbadet; Allah-u Teâlâ'yı en büyük tâzim ve sevgi ile anmak, yüceltmek, O'na yaklaşmak için bir takım merasimler ifâ etmek demektir. Yaratılışımızın gayesi de budur.
Allah-u Teâlâ, Âyet-i kerime'sinde:
"Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." buyuruyor. (Zâriyat: 56)
Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor:
"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb'inize ibadet ediniz ki korunasınız." (Bakara: 21)
İbadetin sahası çok geniştir. Namaz, oruç, zekât, temizlik, cihad, duâ, zikrullah, Allah-u Teâlâ'nın rızâsını kazanmak için yapılan her davranış ibâdetin bölümlerini teşkil etmektedir.
Her ibadetin bir hakikati vardır. Zâhirî fıkıh ibadetlerin dış şekliyle uğraşır, bâtınî fıkıh yani tasavvuf da bu şekillerin içindeki hakikati bulmaya çalışır.
Allah-u Teâlâ'nın kulları üzerindeki nimetleri her an devam edip gitmektedir. İnsanoğlu yaşadığı sürece, ikram ve ihsanlar devam ettiği müddetçe, şükür ve ibadetler de devam eder.
Allah-u Teâlâ:
"Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabb'ine ibadet et!" (Hicr: 99)
Âyet-i kerime'si ile ibadetlerin devamlı yapılmasını emir buyuruyor.
İbadetler Allah'ımız nasıl emretmiş, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz nasıl göstermişse öylece yapılır. Zamanın değişmesi ile ibadetler değişmez, artma ve eksilme olmaz.
Bir müslümanın üzerine dinin direği ve ibadetlerin başı olan beş vakit namaz kılmak farz olduğu gibi, bu beş vakit namazı devamlı kılmak da farzdır.
"Namazları ve orta namazı muhafaza edin, gönülden boyun eğerek Allah için namaza durun." (Bakara: 238)
Bir müslüman sahip olduğu en değerli varlığını korumak için ne kadar çok dikkat kesiliyorsa, beş vakit namazını devamlı ve eksiksiz kılmak için de ondan daha çok hassas davranması gerekir.
Beş vakit namazın muhafazası, insanı âhiret azabından koruması; zâhirî ve bâtınî huşuuna riâyet etmekle husule gelir.
Allah-u Teâlâ bu beyanı ile namazları emrettiği gibi, orta namazını da hususiyetle emir buyurmaktadır. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde bu orta namazın "İkindi namazı" olduğunu beyan buyurmuşlardır. (Müslim)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Huşu ile namaz kılan müminler ahiret azabından kurtuldular." buyuruyor. (Müminun: 1-2)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde:
"Namazında huşu olmayan kimsenin namazı kabule lâyık olamaz, vaad olunan faydası da beklenemez." buyurmuşlardır. (Münâvi)
Bir diğer Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyururlar:
"Bir kimsenin kıldığı namazı kendisini kötülüklerden alıkoymazsa, o kimseye Cenâb-ı Allah'ın rahmetinden uzaklaşmadan başka bir fayda vermez." (Ahmed bin Hanbel)
Onun için İbn-i Mesud -radiyallahu anh- Hazretleri demiştir ki:
"Namazını gereği gibi yerine getirmeyen Allah-u Teâlâ'dan uzaklığını artırmaktan başka bir şey yapamaz."
Çünkü namazı huşu içerisinde tam bir teslimiyet ile sınırlarını gözeterek hakkıyla kılmak gerekir.
Asıl olan, huşu ile kılınan namazın insanı kötülüklerden alıkoymasıdır. Kişi kötülüklere meyil ediyorsa namazında eksiklikler var demektir. Kötülük derken sadece aklımıza gelen büyük kötülükler, başkasına yapılan hareketler anlaşılmamalıdır. Kötülük; dedikodu, gıybet, emir sahibine itaatsizlik, toplumda huzur ve huşuyu bozacak fitne çıkaracak hâl ve hareketler. Buna mümasil mümin ahlâkına uymayan her türlü hareket kötülüktür. Kötü örnek olmaktır.
"Sâlih amelden ayrılmayan kimsenin iki rekât namazı, iyi ile kötü ameli karışık kimselerin bin rekât namazından efdâldir." (Münâvî)
Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise:
"Nice namaz kılan var ki namazından sadece yorgunluk elde eder." buyuruyorlar. (Nesai)
• Namaz kılmaya başlayan bir kimse iftitah tekbirinden başlayıp selâm verinceye kadar, kendisinin Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda bulunduğunu bilmelidir.
• O'nun heybet ve azâmeti karşısında kendisinin ne derece hakir, fakir olduğunu, merhamete ve mağfirete muhtaç, günahkâr bir kul olduğunu tefekkür etmelidir.
• İbadetler arasında Cenâb-ı Hakk'ın en çok sevdiği olan namaz sayesinde söz ve hareketleriyle af ve mağfiret talep edip O'nun lütuf ve ihsanını kazandıracak bir makamda bulunduğunu korku ve haşyetle düşünmelidir.
• Bu şekilde kılınan namazımız Melâike-i kiram'ın muhtelif şekillerdeki ibadetlerini içinde topladığı için, diğer ibadetlerin en faziletlisi, af ve mağfiret sebeplerinin en mükemmelidir.
Meleklerin bir kısmı ayakta bir kısmı oturarak, bir kısmı rükû ve secde ile meşguldürler. Diğer bazısı da "Allah-u Ekber", "Elhamdülillah", "Subhanallah" gibi tekbir, tahmid ve tesbih ile emrolunmuşlardır. Namaz kılan müslümanlar da, bu faziletlerin hepsinden kısmi de olsa feyz almaktadırlar.
Bir insan namaza başlar başlamaz tam bir sükûnetle, etrafına bakmadan, azalarını lüzumsuz hareketlerden koruyarak, Allah-u Teâlâ'nın huzurunda bulunup dilinden dökülen kelimelerin mânâsını düşünmelidir.
Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Namaz içinde oraya buraya bakmak, kişinin namazından çaldığı hırsızlamadır." (Buharî. Tecrid-i sarih: 420)
"Kişi, namazından ne kadar anlarsa, o derece namaz kılmış sayılır." buyurmuşlardır.
Ümmü Seleme bintu Ebi Ümeyye -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz anlatıyor:
"Resulullah Aleyhisselâtu vesselâm zamanında insanlar namaza durdukları vakit hiç kimsenin nazarı ayaklarını bastığı yerden ileri geçmezdi. Resulullah Aleyhisselâtu vesselâm vefat edince insanlar namaza durunca hiçbirisinin nazarı alnını koyduğu yerden ileri geçmezdi. Sonra Hazret-i Ebu Bekir vefat etti, Hazret-i Ömer devri geldi. Bu devirde insanların nazarı kıbleden dışarı çıkmadı. Hazret-i Osman halife olunca fitne başladı, insanlar da sağa sola bakmaya başladı." (Kütüb-i Sitte: 519)
•
Ehemmiyetine binaen birkaç Hadis-i şerif'i arz edelim:
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den bildirilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Âlimler, dünyaya dalmadıkça, sultanlarla görüşmedikçe Resul'lerin güvendiği kimselerdir.
Dünyaya dalan, sultanlarla görüşen âlimlerden sakınınız, onlardan ayrılınız."
•
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ- şöyle buyurmuşlardır:
"Âlim dinde doktordur. Dirhem (para) onun hastalığıdır. Doktor parayı yani hastalığı kendine çekerse başkasını nasıl tedavi edebilir?"
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den şöyle rivayet edilmiştir:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki;
'Beni İsrail'i Peygamberler (Aleyhimüsselâm) idare ediyorlardı. Bir peygamber ölünce onun yerine ikinci bir peygamber geçiyordu. Ancak, benden sonra peygamber yok. Ama ardımdan halifeler gelecek ve çok olacaklar.'
Orada bulunanlar;
'(Onlar hakkında) bize ne emredersiniz?' diye sordular.
'Önceki biatınıza sadakat gösterin. Onlara haklarını verin. Onların üzerindeki haklarınızı (eda etmedikleri taktirde, kendilerinden değil) Allah'tan isteyin.
Zira Allah-u Teâlâ, idareleri altındakilerin hukukunu onlardan soracaktır." (Buhârî, Müslim)