Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgililerinin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (99) - Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -k.s.- (12) - Ömer Öngüt
Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -k.s.- (12)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgililerinin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (99)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Mayıs 2014

 

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (99)

Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- (12)

 

O'ndan Başka Hiçbir Şey Yok,
Hiçbir Şeyin Hükmü De Yok:

Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri, Hatem-i veli'nin alâmetlerinden bahsederken Kur'an-ı kerim'deki Âyet-i kerime'lere dayanarak şöyle buyuruyor:

"En'âm'da; onun buluşmasının ayrılmadan buluşma olduğu ve onun hiç yaratılmamış bir şekilde yaratılacağı mevzu edilir." ("Ankâ-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-Evliyâ ve Şemsü'l-Mağrib", s. 72-75)

Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin ifşaatında "Ayrılmadan buluşma." beyanının içinde hepsi var. Yani hep O'nunladır. Lütuf hep O'nundur. İhsan hep O'nundur. İkram hep O'nundur. Desteği hep O'nundur...

Onun buluşması ile ayrılması arasında fark yok. O'nunla beraber, O'nunla kâim.

Yalnız O var. Eriyor, hiç oluyor, fâni oluyor, Bâki kalıyor.

Burada Bandırmalı-zâde Seyyid Hâşim el-Üsküdârî -kuddise sırruh- Hazretleri En'âm sûresiyle ilgili bir ifşaatında o sırra işaret ederek;

"Zîrâ O;

'Hiçbir göz O'na erişemez, ihâta ve idrâk edemez. Fakat O bütün gözleri ihâta eder.' (En'âm: 103)

Sırrına mazhardır." buyuruyor. ("Vâridât-ı Mensûre", Millet Ktp. Ali Emîrî, Manzum, Mecmû'a, nr.: 737, vr. 158a-158b)

İşte sır budur.

Bu ilâhî bir lütuftur, mahlûka âit hiç değildir. Gerçekten bütün bu lütuflar hep Allah-u Teâlâ'nındır, O'ndan gelmiştir, O'nun tecellisidir, fakat onda murat etmiştir. Murat eden O'dur.

İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri:

"Zira bu ârif zât Hazret-i Zât ile bâki olmuştur. Sıfatları da Hazret-i Zât'da bâki olmuştur." buyuruyor.

Hazret bu beyanlarında onun fenâsı karşılığında Allah-u Teâlâ'nın bekasını ikram ettiğini, fâni kıldığı şeyde onu bâki yaptığını ifşa etmektedir. O fâni olmuş, Bâki kalmış...

Yine İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Mektûbat" adlı eserinde şöyle buyurmuşlardır:

"Rabbâni Kâbe'nin hakikati de o Nur hazretleridir."

Hülâsa olarak; Var olan Hazret-i Allah'tır.

Şeyh Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri "el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs"adlı eserinde, Hâtemü'l-evliyâ olan zâtın "Kadîm" olan aslına ve "Kâf" harfinin tecellîsi sâyesinde varlığının tamamen yok olduğuna işaret ediyor:

"Bu Hâtem ve harfinin belki hiç varlığı yoktur, ancak zihnin içinde mevcud olur, gözün içinde adlandırılması dışında aslında orada hiçbir şey yoktur."

Hiçbir şey yok, yalnız O var. Fâni olmuş, erimiş, bitmiş, yok olmuş yalnız Hazret-i Allah var. İşte burası Hazret-i Allah ile nefes alınan yerdir. İşte burası Hazret-i Allah ile mülâkat yapanların yeridir.

Kendisi yok, O var. Onun için diyoruz ki;

"Nefeslerin en hayırlısı, Hazret-i Allah ile alınandır. Mülâkatların en hayırlısı, Hazret-i Allah ile yapılandır."

Orada nefesten başka bir şey kalmıyor. Nefesi O'ndan alıyor, O'nunla alıyor, O'nunla konuşuyor, O'nunla mülâkat yapıyor.

Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri bu Hadis-i şerif'in tefsirinde şöyle buyuruyorlar:

"Aradan vâsıtanın kaldırıldığı, yakınlık derecelerinin nihayetidir." ("Kitâbu Şerhü'l-Fusûs li'ş-Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî;" Şehid Ali Paşa, no.: 1240, 134b-135a yaprağı.)

Yok olunca O oluyor. O olunca her şey oluyor. O'ndan başka bir var yok. Hiç olunca O var, O'nda her şey var.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadırlar:

"Mümin-i kâmil olanlar Allah katında bazı meleklerden de efdaldir." (İbn-i Mâce)

Allah-u Teâlâ lütfuyla desteklemiş, kendi varlığını sıyırmış, varlıklara ait olan hassasını da kaldırmış. O'nunla olmuş. Beşer olduğu halde O'nunla olmuş ve melekleri orada geçmiştir.

O da fenâfillah'a ermiş mümini kâmildir. Çünkü fenâ olmadıkça bekâ olmaz.

İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Mektûbât" adlı eserinin "491. Mektûb"unda;

"Onun fenâsı karşılığında, bekasını ikram etmiştir." buyuruyor.

Aynülkudat Hemedânî -kuddise sırruh- Hazretleri, "Kitâbu't-Temhîdât" isimli eserinde;

"Gözü Cemâl'e ilişince de, artık kendisi diye bir şey kalmaz. Fâni olan (bu) kul, o an Hakk ile bâkî olur." buyuruyorlar. (Aynülkudat Hemedânî, "Kitâbu't-Temhîdât"; Mektebü'l-Hindî, no: 445, 68. yaprak'tan naklen)

Ne varlığı, ne kendisi, ne ismi, ne cismi, ne elbisesi, ne ilmi, hiçbir şeyi yok, O var. Zaten O'ndan başka hiçbir şey yoktur.

Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri, Kâf harfinin sırrına mazhar olanların yalnız Hatem-i Nebi ve Hatem-i Veli olduğunu haber veriyorlar.

Hazret "Kâf" harfinin izahını şöyle açıklıyor:

"Kelimelerin en şereflisi olan 'Kelimetullâh'la, yâni 'Allah'ın sözü'yle meydana gelmiş bir karışımdır..."

"Kendi varlığını ortadan kaldırmanın şartlarını görebilen kimselerin idrâk ve anlayışına gizli kalmayan harflerden üçüdür..."

"Kâf harfine gelince; o varlık kapılarının anahtarı ve karışık gösteren aynanın cilâsıdır ki, gizli olan fâili, fiili ve mef'ûlü ortaya çıkarır. O varlık kilidinin anahtarı olunca, ondan O'nun hazînesinden zuhûr eden şey iktibas olunur. Bu 'iktibas' ise hem peygamber, hem de velî için olur..." (El-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs)

Bu mevzular çok derin, çok ince. Öteden beri hep şöyle deriz:

"Var ile övünüyorum, varlığımdan utanıyorum." Çünkü hep O.

Âyet-i kerime'nin devamında şöyle buyuruluyor:

"Ancak azamet ve ikram sahibi olan Rabb'inin veçhi (zâtı) bâki kalacaktır." (Rahman: 27)

Tevhidin nihayeti O'dur. O'nu bulduktan sonra dünyayı tekmeliyor. Vurabilirsen buldun O'nu.

Her şey fâni olmuş, Zülcelâl vel-kemâl Hazretleri'nin veçhi bâki kalmıştır.

Hüküm O'nundur, O'ndan başka bir şey yok, başka bir şeyin hükmü de yok.

Binaenaleyh; artık orada, Cenâb-ı Hakk öyle murad ettiği için, Hazret-i Allah ile hallenmiş olur. Yani Hazret-i Allah ile halleniyor ama kendi halinde değil. O'ndan başka hiçbir şey kalmadı. Burası ilmin sonudur, bunun üzerinde ilim yok.

Siz beni görüyorsunuz amma O'nunla karşılaştığınızı bilmiyorsunuz.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde:

"Mümin müminin aynasıdır." buyuruyorlar. (Ebu Dâvud)

Birinci müminden murad mümin-i kâmilin kalbi olup, ikinci müminden ise bizzat Allah-u Teâlâ murad edilmektedir.

"Mümin" Allah-u Teâlâ'nın ism-i şerif'lerinden birisidir.

Kendisi nazar ettikten sonra kendisini görecek. Zaten O'ndan başka bir şey yok. Hep oradan geliyor. Nasipdar olan için perde kalmamıştır.

Varlık olanda bu ayna tecelli etmez, yok olanda tecelli eder.

Bu aynanın esrarı yok olanda mevcuttur. Kendi varlığı olan aynalık vazifesi yapamaz.

Bu hususu, Cüneyd-i Bağdâdî -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle ifşa ediyorlar:

"İşte bu, Vahid'i tevhid eden muvahhidin tevhidinin son mertebesidir. Onun kendi ferdiyyeti gider." (Resâilü'l-Cüneyd)

Bu mevzu hass'ül has'ın mevzusudur.

Bu hususta Zeyneddîn el-Hâfî -kuddise sırruh- Hazretleri de şöyle buyuruyorlar:

"Kemâlin gayesine ulaşıp O'nu Tevhîd eden, kâinât mertebesinde O'nun vahdâniyyet'ini müşâhade eden; isimlerin ve sıfatların bilinmesiyle ilgili ilimlere sâhip olup Tevhîd'in nihayetine eren kimse düşünceye sığmaz!" ("Risâletü'l-Kudsiyye", vr. 78b)


  Önceki Sonraki