"Şu anda ellerinde içki bulunanlar artık onu ne içebilir, ne de satabilir. Bu sebeple onu yok etsinler!"buyurdu.
Daha sonra bir nidâcı:
"Haberiniz olsun ki, içki haram kılınmıştır!" diyerek Medine sokaklarında seslendi. (Müslim: 1980)
Bunun üzerine dökülen içkiler Medine sokaklarında sel gibi aktı. İçki tulumlarını bıçaklarla yırttılar, testilerini kırdılar.
Bununla birlikte: "Onu yahudilere hediye edemez miyiz?", "Onu sirke yapamaz mıyız?", "İçkiyi ilâç olarak kullanamaz mıyız?" gibi sorular soranlar oldu. Resulullah Aleyhisselâm hepsine de: "Hayır!" diye cevap verdi.
Allah-u Teâlâ içki ve kumarın haram kılındığını açıkladıktan sonra, bunların haram kılınış hikmetlerini beyan etmek üzere şöyle buyurdu:
"Şeytan; içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi zikrullahtan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz bunlardan vazgeçtiniz değil mi?" (Mâide: 91)
Böylece içki ve kumar kesinlikle yasaklanmış oldu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır." buyurmuştur. (Tirmizî)
•
İçkiyi haram kılan Âyet-i kerime'ler nâzil olduktan sonra yahudiler: "İçki içip dururken ölmüş olanlar sizin kardeşleriniz değil miydi?" diyerek müslümanların zihinlerini bulandırmak istediler.
Müslümanlardan bazıları da: "Yâ Resulellah! İçimizden bazıları içki içip, kumar parası yiyip dururken Allah yolunda öldürüldüler veya yataklarında öldüler. Allah-u Teâlâ ise içkiyi ve kumarı, şeytanın işlerinden birer pislik olduğunu beyan etti. Durum böyle olunca o öldürülen ve ölenlerin hali ne olacak?" dediler.
Allah-u Teâlâ müslümanları, düşürüldükleri bu şüphe ve üzüntülerden kurtarmak için indirdiği Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:
"İman edip sâlih amel işleyenlere (daha önce içip) yediklerinden ötürü bir günah yoktur.
(Haramdan) sakındıkları, iman edip sâlih amelde bulundukları, sonra sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine sakınıp iyilik yaptıkları zaman (bu böyledir).
Allah iyilik yapanları sever." (Mâide: 93)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz daha sonra şu açıklamada bulunmuştur:
"Eğer onlara da bunlar haram kılınmış olsaydı, sizin bıraktığınız gibi onlar da şüphesiz ki bunları derhâl bırakırlardı." (Ahmed bin Hanbel)
Câbir -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre, Resulullah Aleyhisselâm bir Cuma günü Mescid-i nebevî'de hutbe okurken yiyecek yüklü bir ticaret kervanı Medine-i münevvere'ye gelmişti. Kervanın geldiğini haber veren davul sesini duyan cemaat sabırsızlanarak hemen huzur-u saâdetten çıktılar ve yiyecek maddesi satın alabilmek için kafilenin yanına koştular. Bu ayrılışlarında bir mahzur olmadığını zannetmişlerdi. Yanında sadece on iki kişi kaldı.
Bu hususta Âyet-i kerime nâzil oldu ve Allah-u Teâlâ onları kınayarak şöyle buyurdu:
"Onlar bir ticaret veya bir oyun eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp oraya yönelirler ve seni ayakta bırakırlar. De ki: Allah'ın nezdinde bulunan, eğlenceden de ticaretten de hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Cum'â: 11)
Asıl rızık O'ndan istenmelidir. O nasip etmeyince, sebeplerden hiç birisinin faydası olmaz. Ticaretlerin üstünde O'nun öyle rızık kapıları vardır ki, onlar kapanınca bütün ticaretler de kapanır.
Bir topluluk işi alaya alır gibi bir tavır içinde Resulullah Aleyhisselâm'a, sırf soru sormak için lüzumsuz ve ilgisiz şeyler soruyorlardı.
Birisi: "Benim gerçek babam kimdir?" diye sorarken, bir diğeri kaybolan devesinin nerede olduğunu soruyordu.
Bunun üzerine inen Âyet-i kerime'lerde Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Ey iman edenler!
Açıklandığında hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Eğer onları Kur'an indirilirken soracak olursanız, size açıklanır. Oysa Allah onları affetmiştir. Allah çok bağışlayandır ve çok halîmdir." (Mâide: 101)
Resulullah Aleyhisselâm da Hadis-i şerif'leri ile çok soru sormaktan menetmiştir.
"Sizden önce bir kavim de onları sormuştu, sonra da bu sebeple kâfir olmuşlardı." (Mâide: 102)
Yersiz ve lüzumsuz soru sormakla küfre dalanlar yahudilerdi. Peygamberlerine sorumluluk ve yükümlülük doğuran sorular sormuşlar, bunun üzerine herhangi bir şeyle yükümlü kılındıkları zaman, onu yapmaktan kaçınarak helâk olmuşlardır.
Kendisine Kur'an-ı kerim gibi mübarek bir kitabın indirildiği Muhammed Aleyhisselâm, kâhin de değildir, şâir de değildir. Çünkü onun durumunun onlara benzemediği çok açık bir şekilde ortadadır.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Şâirlere de azgınlar uyarlar. Görmez misin? Onlar her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar. Ve onlar gerçekte yapmadıklarını söylerler." (Şuarâ: 224-226)
Hakk ve hakikat peşinde değil, arzu ve heveslerinin peşinde giden azgın ve şaşkınlar onların ardına düşerler. Şâirler ise her telden çalmak için, iyi ve kötü her vâdide sarhoş bir şekilde dolaşırlar. Sözleri işlerini tutmaz, kendilerine büyük değerler verirler, hayallere kapılırlar. Bu bakımdan onlar şeytânîdirler.
"Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, Allah'ı çok çok zikredenler ve zulme uğratıldıktan sonra kendilerini müdafaa edenler müstesnâdır." (Şuarâ: 227)
Resulullah Aleyhisselâm'a şiirle saldıranlara karşı Ashâb-ı kiram'dan Abdullah bin Revâha, Hassan bin Sâbit, Ka'b bin Mâlik -radiyallahu anhüm- gibi bazı zâtlar şiirle karşılık vermişler; hem İslâm dini'ni ve Peygamber'ini savunmuşlar, hem de sataşanları etkisiz hâle getirmişlerdir. Bunlar sâdıktırlar, bunlara tâbi olanlar da sapkın değildirler.