Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Başyazı - Nâr, "Nûr"u Söndüremez, Pis, "Temiz"i Lekeleyemez! - Ömer Öngüt
Nâr, "Nûr"u Söndüremez, Pis, "Temiz"i Lekeleyemez!
Başyazı
İsmail Yavuz
1 Şubat 2014

 

Muhterem ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh- Hazretleri,
Yargı Kararları İle, Haklarındaki İftira ve İsnadlardan Aklandı;
Bu Zât-ı Âli'ye Tuzak Kurmaya Çalışanların Tuzakları
Kendilerine Döndü.

"Kötülüklerle Tuzak Kuranlara Gelince,
Onlar İçin Çok Şiddetli Bir Azap Vardır ve Onların Kurdukları Tuzaklar da Mutlaka Boşa Çıkacaktır."
(Fâtır: 10)

Nâr, "Nûr"u Söndüremez,
Pis, "Temiz"i Lekeleyemez!

 

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'ni, Hazret-i Allah'ın sevdiği, seçtiği bu Zâtı; beş yıl kadar önce Taraf Gazetesi'nde -hâin bir tezgâhla, yalan ve iftiralarla- "Birilerinin elemanı", "Gayr-i kanuni maksatlar için kullanılabilecek bir kimse" olarak göstermeye çalışmışlar, ona ve yakınlarına büyük tuzak kurmuşlardı. Gayeleri hem fitne ve huzursuzluk çıkarmak, hem de bu mübarek zâttan, yazdıklarından dolayı intikam almaktı.
Çok profesyonelce hazırlanmış bu iftiralar sebebiyle Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin ve yakınlarının gizlice soruşturulduğunu, teknik takibe alındığını, telefonlarının dinlendiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Bunca soruşturma ve takibat neticesinde bugün suçsuz olduklarını tescil eden yargı kararları aldılar. Bu karar ona kurulan hâin tezgâhı, atılan iftirayı ortaya koymuş, hakikat ortaya çıkmıştır. Onun temiz, nezih ve suçsuz olduğuna dair bu karar vicdanları rahatlattı. Biz zaten onun tertemiz pir-ü pak olduğunu biliyorduk, çünkü temizi pis lekeleyemez. Bugün onun bu iddia ve ithamlardan aklanarak çıkması, yargı kararları ile suçsuz olduğunun tescil edilmesi; Hazret-i Allah'ın onun bu tertemiz, ulvî halini beşer de görsün diye zahir etmesidir. Zaten temizdi, şimdi tescillendi.

 

Taraf Gazetesi, 2009 yılında "İrticayla Mücadele Eylem Planı" adında, orduya ait olduğunu iddia ettikleri bir dökümanı, Mehmet Baransu imzasıyla yayınlamıştı.

Bu uzun dokümanın bir paragrafında Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri hakkında gerçeklerle hiçbir alakası olmayan, tamamen iftira ve yalandan ibaret bir beyan geçmişti.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'ni, hâin bir tezgâhla, yalan ve iftiralarla "Birilerinin adamı, elemanı", "Gayr-i kanuni maksatlar için kullanılabilecek bir kimse" olarak göstermeye çalışmışlar, ona ve yakınlarına büyük tuzak kurmuşlardı. Gayeleri hem fitne ve huzursuzluk çıkarmak, hem de bu mübarek zâttan, yazdıklarından dolayı intikam almaktı.

85 yaşında ömrünü müslümanların irşadına adamış; hiçbir dünyevî maksadı olmayan; hiçbir menfaate tevessül etmeyen; iman ve vatan için mücadele eden; ömrünün yarısı iman ve islâm uğrunda eser neşretmekle geçen; Allah-u Teâlâ'nın hükmünü yaşamakta ve yaşatmakta büyük bir âzim ve irade sahibi olan; Hazret-i Allah'a, Resulullah Aleyhisselâm'a, Hazret-i Kur'an'a karşı beşer takatinin ötesinde bir hürmet ve edeb hali yaşayan bir zâta tuzak kurmaya çalışanlar, böyle bir iftira atanlar aslında en büyük zararı kendilerine verdiklerinin farkında değillerdi.

Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor:

"Kötü tuzaklar kuranlar, Allah'ın kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden veya kendilerine hiç ummadıkları bir yerden azabın gelmeyeceğinden emin mi oldular?" (Nahl: 45)

"Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çok şiddetli bir azap vardır ve onların kurdukları tuzaklar da mutlaka boşa çıkacaktır." (Fâtır: 10)

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri haklarındaki iftiralara Hakikat Dergisi'nin Temmuz 2009 tarihli sayısında cevap verdiler. Bu iftiranın içyüzünü ve arkasındakileri ifşa ettiler.

Aynı zamanda ciddi bir hukuki mücadele verdiler. Televizyonlara, gazetelere, internet sitelerine tekzip ihtarnameleri gönderildi. Yayınlamayanlar mahkemeye verildi, suç duyurularında bulunuldu. Mahkemeler televizyonların tekzip yayınlamasına karar verdi.

Daha geniş cevapları, yapılan hukuki mücadeleyi, iftiraya ortak olan yayın kuruluşlarının mahkeme kararları ile yayınlamak zorunda kaldıkları tekzipleri de içine alan "Hâin Tezgâh" isimli eserlerini 2010 yılında yayınladılar.

Bu cevaplar bu iftiracıları meydana çıkarttı, iftira attıklarına pişman etti.

Bugün öğreniyoruz ki bu iftirâ ve tezgâhlar sebebiyle Muhterem Ömer Öngüt ve yakınları takibe alınmış ve telefonları dinlenmiş. Mahkemelerin verdiği gizli dinleme kararları defalarca uzatılmış. Nihayet hiçbir şey bulunamadığı için "Kovuşturmaya Yer Olmadığı" kararları verilmiş, kanun gereği tutulan kayıtlar imha edilmiş. Yakın zamanda gelen tebligatlarla bu durumu öğrenmiş olduk.

Bu Zât-ı âli'nin suçsuzluğu meydanda idi, yargı kararları da bu durumu tescillemiş oldu.

Buna rağmen bunca dinlemenin yapılmış olması böyle pâk bir zâtın suçlu imiş gibi mahremine riayetsizlik yapılması bizleri ziyadesiyle rencide etmiştir. Bu duruma sebep olanların, art niyetli hareket edenlerin hakkında Hazret-i Allah hükmünü hem bu dünyada hem de ahirette verecektir. Zira onun sahibi Hazret-i Allah'tır.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"İyi bilin ki, Allah'ın veli kulları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklar." (Yunus: 62)

Hadis-i kudsî'de de şöyle buyuruluyor:

"Velilerimden birisine düşmanlık eden kimseye ben harp ilân ederim." (Buharî. Tecrid-i sarih: 2042)

Düşmanlık yapanların, bu duruma sebep olanların durumu budur. Bu büyük bir fermân-ı ilâhidir.

Diğer Âyet-i kerime'lerde de şöyle buyuruyor:

"Allah tuzak kuranlara karşılık verenlerin en hayırlısıdır." (Enfâl: 30)

Allah-u Teâlâ tuzak kuranlara önce ümit verir, sonra da tuzaklarını boşa çıkarır, kendi başlarına geçirir.

"Allah tuzak kuranlara karşılık vermekte en güçlü olandır." (Âl-i imrân: 54)

İftira ve yalan bir müslümanın asla tevessül etmeyeceği, Allah ve Resul'ünün -sallallahu aleyhi ve sellem- şiddetle ikrah ettiği necis bir iştir:

"İnsan yalanı irtikâb edince o yalanın kötü kokusuyla muhafızı olan melâike-i kirâm kendisinden bir mil uzaklaşır." (Tirmizî)

Bir yalanın yaydığı koku bu olursa, Allah dostu büyük bir âlim hakkında irtikâb edilen iftiranın, yalanın yaydığı kokunun şiddetini tasavvur etmek mümkün değildir.

İmam-ı Rabbani -kuddise sırruh- Hazretlerimiz de şöyle buyuruyorlar:

"Bu tâifeyi inkâr edenler onların bereketlerinden mahrum olurlar. Onlara iftira edenler ziyan ederler. Hem de her zaman." (313. Mektup)

Nitekim bunların ziyanları hem ahirettedir, hem de dünyadadır.

İşte görüyorsunuz ne hallere düştüler. Hazret-i Allah bunların bütün içyüzünü ortaya serdi. Daha başlarına ne geleceğini O bilir. İşte Âyet-i kerime'ler, işte Hadis-i şerif'ler, işte Evliyaullah'ın beyanları.

 

İftiralar Sebebiyle Yapılan Takibatların Neticesi;
Bu Zât-ı Âli'nin Pak ve Temizliğini Bir Kez Daha Ortaya Koydu:

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri hakkındaki iftiralara verdiği gayet net ve açık cevaplara, yayın kuruluşlarına gönderdiği tekziplere ve mahkemelerin kararlarıyla televizyonların tekzipler yayınlamasına rağmen; yukarıda da bahsettiğimiz üzere, maalesef bu iftiralar sebebiyle savcılıklar gizli soruşturmalar yürütmüşler, mahkemeler iletişimin takibi yönünde gizli kararlar vermişler. Savcıların talebi üzerine bu dinleme kararları defalarca yenilenmiş.

Onlarca kişinin, aylarca yapılan dinlemesinden sonra da "Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair" karar verilmiş. Bu karar sebebiyle dinledikleri telefon kayıtlarını kanun gereği imha etmişler.

Bu kararların bizlere tebliğ edilmesiyle bütün bu gizli yürütülen hukuki süreçten bugün haberdar oluyoruz. Çünkü savcılar soruşturmayı gizli yürütmüşler. Mahkemeler gizlilik kararı almışlar.

Bu kararlar Muhterem Ömer Öngüt'ün suçsuz olduğunu, hakkındaki haberlerin iftira olduğunu tescil etmiş oldu.

Bu karar ona kurulan hâin tezgâhı, atılan iftirayı ortaya koymuş, hakikat ortaya çıkmıştır. Biz bu Zât-ı âli'nin kimsenin adamı ve elemanı olmadığını biliyorduk. O zaten tertemizdi, beşer de görsün diye bugün zâhir oldu. Hazret-i Allah onun bu tertemiz, ulvî halini duyurmuş oldu.

Onun temiz, nezih ve suçsuz olduğuna dair bu karar vicdanları biraz rahatlattı ve fakat böyle bir karar çıkmamış olsa bile bu iftiralar o Zât-ı âli'yi lekeleyemezdi. Resulullah Aleyhisselâm'a, Peygamberân-ı izâm Hazerâtı'na, Evliyâullah Hazerâtı'na atılan iftiralar, uydurulan yalanlar onlar için birer ibtilâ idi. O yalanları, iftiraları irtikap edenler, suçları ile beraber tarihten silinip gittiler, o pak ve temiz, seçilmiş zâtlar kıyamete kadar anılıyorlar. Bu gibi ibtilâlâr aynı zamanda bir "Sünnet-i seniyye"dir. Hazret-i Allah'ın sevgililerinin lekelenmesi mümkün değildir.

Binaenaleyh bizler o Zât-ı âli'ye atılan iftira bize atılmış gibi meyus olduk. Bırakın yakınında olan sevenlerini, bu zâtı bir kez tanıyan kimseler bile bu iftiraların o zâtla hiçbir alâkası olmadığını, olamayacağını hemen anladılar. Çünkü bu Zât-ı âli iftiracıların kafalarındaki muhayyile ile hiçbir alakası olmayan bambaşka bir insan idi. Öyle ki bu Zâtın isminin buraya karıştırılması bunların nasıl bir tezgâh içinde olduklarını cümle âleme gösterdi.

Hazret-i Allah'ın nûrunu kimse lekeleyemez.

Onun yar ve yardımcısı Hazret-i Allah'tır.

Hazret-i Allah'ın hikmet-i ilâhiye'sine bakınız ki; bu kararlardan haberdar olduğumuz bu günlerde yaşanan olaylar bu zâtın ifşaatlarının ne kadar doğru olduğunu ortaya koyuyor.

Biz hiç hayret etmiyoruz. Çünkü Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- zaten bunların içyüzünü ortaya seren eserler neşrettiği için bu iftiralara maruz kaldı. Biz biliyorduk, halk da görmüş oldu.

Kendileri bu iftiralar çıktığı zaman cevap mahiyetinde yazdıkları "Hâin Tezgâh" isimli eserinde şöyle söylemişlerdi:

"Belge diye yayınlanan kendisi mi uydurmadır, yoksa ele geçirilen bazı verilerin içine bu uydurma yalan ve iftiralar eklenerek mi servis yapılmıştır, veyahut hazırlayan mı kasıtlıdır bilmiyoruz, ancak şunu biliyoruz ki bizim hakkımızdaki iddialar katıksız iftiradır, yalandır, uydurmadır. Bizim ismimizin geçtiği sayfaya atılan imzanın sahibi her kim veya kimler ise yalancıdır, iftiracıdır, sahtekârdır.

Bizim gayr-i kanuni bir tertip içerisinde olan herhangi bir ordu mensubu ile hiçbir ilgimiz olmadığı gibi kanunlar çerçevesinde vazifesini yapan herhangi bir ordu mensubuyla dahi herhangi bir ilgimiz, ilişiğimiz yoktur. Ordumuzla olan tek ilişkimiz 60 yıl önce yapmış olduğumuz askerlik vazifemizden ibarettir." (Ömer Öngüt, Hâin Tezgâh, s. 11)

Binaenaleyh böyle bir zâtı, Hazret-i Allah'ın sevdiği, seçtiği bir kimseyi yalan ile, iftira ile karalamaya çalıştılar. Bu karalamalara dayanarak aylarca telefonlarını dinlediler, suç örgütü mensubu muamelesi yaptılar. Mahremini çiğnediler.

Bu ne kadar büyük bir zulümdür. Bu zulmü reva görenlerin vay haline.

Bu zâta örgüt üyesi iftirası atanlar, aslâ dünya ve ahirette iflah olmazlar.

Nitekim o tarihte bu yalancılar hakkında şöyle buyurmuşlardı:

"Fakat bu kirli ve çirkin tezgâhları ellerinde patlayacak, kurmak istedikleri tuzaklar kendilerine dönecektir.

"Kötü tuzaklar kuranlar, Allah'ın kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden veya kendilerine hiç ummadıkları bir yerden azabın gelmeyeceğinden emin mi oldular?" (Nahl: 45)

Bu yalancıların Allah'a imanları olsaydı korkarlardı. Ancak yalan ile iman bir arada bulunmaz. Bunlarda da iman yok.

Fakat "Kahhar" olan Allah-u Teâlâ bunları görüyor ve biliyor."

Kahhar olan Hazret-i Allah bunlara daha ne musibet vereceğini kendisi bilir.

Bu daha dünyadaki cezası. Ahiretteki cezası ise daha korkunçtur.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Artık onlar için hiçbir yardımcı bulamazsın." (Nisâ: 145)

Çünkü onlar İslâmiyet'i karıştırmışlar, ihanet etmişler, nankör olmuşlardır.

Allah-u Teâlâ imansızların âkıbetini haber verirken münafıkları kâfirlerden önce anmış, âkıbetlerini haber vermiştir:

"Allah münafık erkeklere, münafık kadınlara ve kâfirlere içinde ebedî kalacakları cehennem ateşini hazırlamıştır.

Bu onlara yeter. Allah onlara lânet etmiş, rahmetinden uzaklaştırmıştır. Onlar için sürekli bir azap vardır."(Tevbe: 68)

Cehennemde her çeşit azap mevcut olduğu gibi, orada ebedî kalmaktan daha kötü bir azap tasavvur edilemez.

 

Bu Tâkibatın Yapılmasına Sebep Olanlar ve Kasten Yapanlar Allah İndinde Mesuldür:

Ahir ömründe uydurulan yalan haberler, atılan iftiralar Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'ni çok üzmüştü, sağlık ve sıhhatine zarar vermişti. Ama o hiç metanetini kaybetmemiş, Hakk yoldan, hak bildiği davadan ayrılmamıştı. Onun gayesi Allah ve Resul'ü, davası İslâm idi.

Bu Zât-ı âli'nin üzüntüsünü şimdi daha iyi anlıyoruz. Çünkü bu iftiralar sebebiyle hem kendisi hem de yakınları hakkında gizli bir takibat yapıldığını, telefon dinlemeleri yapıldığını, bunca yıl herkesin, bütün telefonlarının dinlenildiğini, izlenildiğini, takip edildiğini ne yazık ki öğrenmiş bulunuyoruz.

Kişinin suçsuz yere mahremine uzanan böyle bir duruma sebep olanlar bundan mesuldür. Hukukta bunun yeri yoktur. İslâm'da hiç yoktur.

Devletlerin güvenlik kurumlarının herkesi ve her şeyi dinlemeye çalıştığı bilinen bir vakıa. Yargı kararlarına rağmen insanları dinlemeye çalışanlar her zaman olabilir. Bundan sonra da olabilir.

Ancak suçsuz yere insanların bütün mahremini takip etmek, kayıt altına almak, imha edilmiş olsa bile büyük bir eziyettir. Kul hakkıdır.

 

Hakikati Susturmak İçin İftira Atanların İçyüzü Bugün Ortaya Çıkıyor:

Bugün öyle şeyler cereyan ediyor ki, bu iftiracıların dışındaki hemen herkes "Ne kadar doğru söylüyormuş" diyerek hayret ve taaccüblerini ortaya koyuyorlar. Hiç tanımadığımız kişiler bize gelip "Meğer bugüne kadar yaptığınız neşriyatlar ne kadar doğru imiş." diyor.

Bunu bize itiraf etmeyin. Kendi kendinize hayıflanın. Çünkü bunlar bizim beyanlarımız değildi. Muhterem Ömer Öngüt'ün -kuddise sırruh- şahsî fikirleri de değildi. O Allah ve Resulü'nün hükmünü ortaya koyuyordu. "Bize maletmeyin." diyordu.

O Zât-ı âli Hazret-i Allah ve Resul'ünün hükümlerini ortaya serdiğinde "Müslümanım" diyen her fert "İşittik iman ettik" demiş olsaydı bugün bu kadar sıkıntı yaşanmazdı. O zamanki imanın kıymeti de ona göre olurdu.

O Zât-ı âli'nin verdiği cevaplara ve yayınladığı ifşaatlara rağmen bu iftiralara destek çıkanlar, bugün "Ne kadar yanılmışız" diyerek hatalarını itiraf etmeye başladılar. İçinde yaşadığımız günler bu Zât-ı âli'nin haklılığını ortaya koydu. Hazret-i Allah bu iftiracıların içyüzünü ortaya serdi. Bu zâtın suçsuzluğu yargı kararları ile tescillendi.

Hazret-i Allah'a sonsuz hamd-ü senalar ederiz, Habibine nâmütenâhi salat ve selâmlar ederiz. Zira o nuru iftiralarıyla lekelemek istediler fakat Hazret-i Allah akladı. Nur, nâr ile örtülemez, temiz pislik ile kirletilemez. Güneş balçıkla sıvanmaz.

"Çek elini ey dil-i siyah,

Püf demekle hiç söner mi, meş'ale-i nûr-i ilâh."

Bütün tuzakları kendi başlarına döndü.

Zira o Hazret-i Allah'ın sevgilisi idi, ona düşmanlık edenler Hazret-i Allah'a harp ilan ettiklerini bilmiyorlar ya da bilmek istemiyorlardı.

Nitekim Allah-u Teâlâ Hadis-i kudsî'de şöyle buyurmuştur:

"Velilerimden birisine düşmanlık eden kimseye ben harp ilân ederim." (Buharî. Tecrid-i sarih: 2042)

Bu âli zâta düşmanlık edenlerin, iftira atanların her birisi ne durumlara düştü, daha da başlarına gelecekleri Allah bilir. Çünkü Hazret-i Allah'ın mahrem-i esrarı olan Evliyâullah Hazerâtı'na düşmanlık edenler, iftira ile yalan ile incitip üzenler Hazret-i Allah'a harp açtıklarını bilsinler.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bunları tarif ederken bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.

Azîz ve Celîl olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyuruyor:

'Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.'" (Tirmizî)

Allah-u Teâlâ bunlar hakkında; bu dilleri şekerden tatlı, yumuşak ve güzel huylu görünen; ancak dinlerini dünyalığa âlet eden ve daha kötüsü gönülleri kurt gönlü gibi olanlar hakkında; "Öyle ağır bir musibet vereceğim ki aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır." buyuruyor.

Bunu Resulullah -salallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz haber veriyor.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Kötü tuzak ancak sahibine dolanır." (Fâtır: 43)

 

Neden İftira Attılar?

O, Hazret-i Allah'ın sevip seçtiği, ilminden ilim verdiği, vazifedar kıldığı büyük bir Zât-ı âli idi. İrşad ile geçen ömr-ü saadetlerinde "İman" ve "İslâm" hakikatlerini, Hazret-i Allah'tan gelen maneviyat ilmini; neşrettiği eserleri ile ümmet-i Muhammed'in istifadesine arzetti. ("Kalblerin Anahtarı" isimli 37 ciltten müteşekkil külliyatı aynı zamanda Kur'an-ı kerim tefsiri mahiyetindedir.)

Bu meyanda -Hazret-i Allah'ın vazifedar kılmasıyla- âhir zaman fitneleriyle de mücadele etti. Bu fitneleri çıkartanların içyüzünü ortaya koyan eserler neşretti. İslâm binasını yıkmaya çalışanlarla mücadele etti.

Bu mücadele sebebiyle iç ve dış düşmanlıklara maruz kaldı, kendisine cevap veremeyenler onu yalan ve iftiralarla karalamaya çalıştılar. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerin karşısına çıkamadıkları için, iftira ile bu Zât-ı âlî'yi susturmak istediler.

Hazret-i Allah'ın biricik Habibi Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e de vazifesini yaparken birçok iftiralar atılmış, değişik suikast ve tertipler yapılmıştı.

Onun vekiline de bunlar reva görüldü. Fakat Hazret-i Allah ne murat ederse o olur.

Bu Zât-ı âli başkaları gibi menfaat çarkı ve saltanat düzeni kurmak istemiş olsaydı en âlâsını yapabilirdi. Ancak o, zerre menfaate tevessül etmedi, hatta düşmanlık celbetme pahasına Allah-u Teâlâ'nın hükmünü tebliğ etti. Saltanat ve menfaat peşinde koşanları ifşa etti.

Allah-u Teâlâ'nın dini uğrundaki bu gayreti sebebiyle takdir edip, hakikate tâbi olması gerekenler İslâm dini'nin hükümlerine tâbi olmak yerine kendi düzenlerini devam ettirmeyi tercih ettiler, Bu zâta düşmanlık beslediler, iftira attılar, tuzak kurmaya çalıştılar.

Yukarıda da arzettiğimiz gibi bu tuzakların kurulması, bu iftiralara, yalanlara düçar olmak "Peygamberlerin sünneti"dir. Onlar da birçok ve defaatle sıkıntılar, azab ve üzüntülere uğratıldılar. Evliyâullah Hazerâtı, hakiki âlimler de böyledir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"İnsanlar içinde en ziyade mihnet ve meşakkatle imtihan olunan Enbiyâ-i izam, ikinci derecede Evliyâ-i kiram ve üçüncü derecede onlara benzeyen kimselerdir." (Tirmizî)

Hazret-i Allah'ın bütün sevgilileri, yakınlığı cefâda buldular, ilâhî rahmete ibtilâ ile kavuştular.

İmanın en sağlam kalesi Allah-u Teâlâ'ya ümit bağlayıp, hadiseler karşısında dayanma gücünü ortaya koymaktır.

Allah-u Teâlâ her müslümana bir ibtilâ taksim etmiştir.

Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Andolsun ki mallarınıza ve canlarınıza ibtilâlar verilerek imtihan olunacaksınız." (Âl-i imrân: 186)

Herkes bu imtihandan geçmektedir. Kişi dininde kuvvetli ise imtihanı artırılır. Derecesine göre; kimisi her an imtihandadır, kimisi arasıra, kimisi de pek seyrek imtihana tâbi tutulur. Her an imtihana tâbi tutulanların Allah-u Teâlâ ile her ânının ipi gergindir, diğerlerinin gevşektir, bazılarının daha gevşektir.

Terazinin kefesine ağır birşey koyarsan çok ağır basar, hafif birşey koyarsan hafif basar. Allah-u Teâlâ'nın ibtilâ yüklediği kimse ağırdır, o kendi katında da çok kıymetlidir. Hafif olanlar ise O'nun katında da hafiftir. Bunu böyle bilin.

Şu hakikatı duyurmaya çalışıyoruz ki; Allah-u Teâlâ mükâfâta nâil etmek istediği kulunu önce imtihana tâbi tutar, imtihanını veren kullarını da bol ihsanlara nâil ve dahil eder. Hazret-i Allah ile alış-veriş buna denir işte. Halk ile alış-veriş başka, Hakk ile alış-veriş başka. Mevlâ sevdiği ile meşgul olur, sevmediği ile olmaz.

"Hoşunuza Gitmeyen Bir Şey, Hakkınızda Hayırlı Olabilir." (Bakara: 216)

Bu Zât-ı âli'yi ve etrafını rencide etmişler, zulmetmişler, çok incitmişlerdir.

Elbette bizim için bunda da bir hayır var. Bu iftirayı atanlar için ise büyük azap var.

"Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey, hakkınızda hayırlı olabilir ve hoşunuza giden bir şey de hakkınızda şer olabilir. Allah bilir siz bilmezsiniz." (Bakara: 216)

"O uydurma haberi getirip ortaya atanlar, içinizden belirli bir zümredir. Siz onu, kendiniz için bir şer sanmayın. Bilakis o, sizin için hayırdır. Onlardan her kişiye, kazandığı günah(ın cezası) vardır. Onlardan o yalanın en büyüğüne elebaşılık yapana da büyük bir azap vardır." (Nûr: 11)

Şunu kesin olarak bilmek gerekir ki, fırtınayı koparttıran Allah-u Teâlâ; boyun büktüren, o teslimiyeti yaptırarak ihsan ve ikramda bulunan yine Allah-u Teâlâ'dır.

Abdurrahman bin Cennâb -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Allah-u Teâlâ bir kul için önceden mânevî bir makam takdir etmiştir. Fakat kul ameliyle oraya ulaşamıyorsa Allah ona bedeni, çoluk çocuğu ve malı ile ilgili bir ibtilâ verir, sonra da daha önce takdir ettiği makama ulaşması için onu buna karşı sabırlı kılar." (Câmiu's-sağîr: 669)

Muhafaza etmeyi murad etmişse, rüzgârdan o kulunun kılı bile kıpırdamaz. Nefis orada başını kaldırsaydı tokmakla ezerdi.

Mahlûka boyun bükmek, teslimiyet ve sabır düşer. O takdirin bitmesini gözlemek düşer. Suya bakın ki, kafasını taşlara vura vura gidiyor. Hiç eğlenmiyor, yoluna devam ediyor. Çünkü o bir defa başını eğdi. Çerçöp olan şeyler ise tıkanıp kalıyor. Biz de çerçöp gibi değil de, su gibi olup yolumuza devam edelim.

Şu hususu da hiçbir zaman unutmayalım ki, bütün iyilikler Allah-u Teâlâ'nın ihsanı ve yardımıdır. Bunu bilmezsek, bizi belâlarla başbaşa bırakır, imtihanı da kazanamayız.

Kul, Hazret-i Allah'ta samimi olursa, samimiyetine binâen Hazret-i Allah ona lütfunu yerleştirir. İmtihana tâbi tutunca da, kazancına kolay kavuşur. O'nu sevmeseydi onu ona vermezdi.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Allah kime hayır dilerse onu musibete uğratır." buyuruyor. (Buhârî)

Herkes ateş olarak görür, içindeki nuru dilediğine gösterir. O'nun her taksimi güzeldir.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyuruyorlar:

"Erkek olsun, kadın olsun bir mümin Allah'ına günahsız, tertemiz kavuşuncaya kadar; başından, çoluk-çocuğundan, malından ibtilâ eksik olmaz." (Tirmizî)

İbtilâ iyi olmasaydı, Allah-u Teâlâ en sevgililerine verir miydi?

 

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, Bu İftiraların İçyüzü Hakkındaki Beyanları:

Gazetelerde haberler ilk çıktığında Zât-ı âlilerine bu husus arzedilmiş ve hülâsa olarak şunları beyan buyurmuşlardı:

"Ben kimsenin adamı değilim, kimseye bağlı değilim, benim bağlılığım bir tek Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'adır. Biz yalnız ve yalnız Hazret-i Allah ve Resul'ü için çalışır ve nurunun yayılmasına gayret ederiz."

"Yaydıkları fitneye bakın bunların hangisi İslâm dini'ne sığıyor? Kasten yapılmıştır, yalandır, iftiradır. Yalan söylüyorlar, gayeleri ortalığı karıştırmak, fitne ve huzursuzluk çıkarmaktır.

Bu tertibin arkasındakiler yazdığımız yazılardan dolayı bizden intikam almaya çalışıyorlar."

"Bizim asla onlarla ilgimiz yok, yollarıyla da ilgimiz yok."

"Gayeleri ortalığı karıştırmak, kendileri kenarda kalmak."

"Bunların hangisi İslâm dini'ne sığıyor? Bunların cesareti nereden geliyor?

Cehaletlerinden ve münafıklıklarından.

Şu yaydıkları fitneye bakın.

"Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür." (Bakara: 191)

Bunlar İslâm'a yakışıyor mu? Bir müslüman bunu yapar mı? Ölmeyecek miyiz? Kabre girmeyecek miyiz? Azap görmeyecek miyiz? Şimdi küffarın perdesi altında konuşuyorlar, hakiki müslüman vatana gelir, vatanı için çalışır, ama fitne çıkarmaz. Fitne büyük günahtır, büyük azaptır. Bunlar olacak efendim;

Şeyh Esad Erbili -kuddise sırruh- Hazretleri şehit edildi, oğulları idam edildi. Efendi Hazretleri'nin hastalığı şimdi benim hastalığım, aynı üzerime geldi.

Onun için bunlar gelecek, Hazret-i Osman -radiyallahu anh- Efendimiz'in şehadetini düşünüyorum, niçin öldürüldü? Hem Resulullah Aleyhisselâm'ın sevgilisi, hem dünya-ahiret arkadaşı, hem damadı...

Buna rağmen takdir böyleymiş diyelim...

Onların vücutları yok oluyor, ruhlarına hiçbir şey olmuyor, ebedî saadete kavuşuyorlar. Onun için üzülmemeli, takdire güzel boyun eğmeli...

Ama onların bütün gayesi bizden intikam almak..."

"Ben hiç kimseye bağlı değilim. Benim Allah'ım var, ben O'na bağlıyım, O'ndan başka kimseye tapmıyorum. Bunu çok iyi bilin!

Ey Rabbü'l-âlemin! Bizim Mevlâmız sensin! Bizi ve bize bağladıklarını Zât'ından başkasına muhtaç etme, âhirette de bizi hesaba çekme."

"Hiç kimseden ümidim yok, Rahman'dan ümit kesmiş değilim, Mâlik'in mülkünde 'Hiç'ten başka bir şey değilim."

 

Öyle Bir "Nûr" ki, Nâr Onu Söndüremez:

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu iftiralarla hiçbir ilgisi olmadığını, bu iftiraların arkasında kimlerin olduğunu ve niçin bu iftiraların yapıldığını delilleri ile ortaya koydu; hem Hakikat Dergisi'nin Temmuz 2009 tarihli sayısında, hem de "Hâin Tezgâh" isminde müstakil bir eser yazarak bu hakikatleri ilan etti.

Manevî feraset ile ilâhi nur ile kaleme alınan bu yazılar bu kirli oyunu bozmuştur.

Hadis-i şerif'te:

"Mü'min-i kâmil'in ferasetinden korkunuz. Çünkü o Aziz ve Celil olan Allah'ın nûru ile bakar." buyuruluyor. (Münâvî)

Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:

"Her şeyden haberdar olan Allah gibi sana hiç kimse haber veremez." (Fâtır: 14)

Ve bu Zât-ı âli'nin Hazret-i Allah'ın duyurması ile haber verdiği bu hakikatler bir bir bugün ortaya çıkıyor.

Hiç şüphemiz yoktu, çünkü o hem dinini hem vatanını çok severdi. Din ve vatana zarar gelmemesi için hakkı söylemekten, doğruları yazmaktan hiç çekinmezdi. Hikmet-i ilâhî onun buyurdukları, duyurdukları; kitaplarını okuyanlar, sohbetlerini takip edenler bilirler ki kendi zannı ile değil, ilhâmat-ı ilâhîye iledir, bir bir çıkmaktadır ve çıkacaktır.

Hazret-i Allah'ın nûru, nâr ile örtülemez, Hazret-i Allah'ın temizlediği pisletilemez. Güneş balçıkla sıvanmaz.

 

Nasıl Bir Zâta İftira Attılar?

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz insan hayatının her safhası için, her sınıftan insan için, imanda, ibadette, ahlâkta müstesna bir numunedir.

Hayatı Kur'an-ı kerim'in canlı bir tatbiki ve tefsiriydi. Onun vekili de öyledir.

Hadis-i şerif'lerinde: "Âlimler peygamberlerin varisleridir." buyuruyorlar. (Buhârî)

O hakiki peygamber vekili idi, onun ve yolunun bağlısıydı.

Ömrünü Allah-u Teâlâ'ya adamıştı. Hayatı boyunca dalâlet fırkalarının ve âhir zaman ulemâsının saptırıcı telkinlerini Ümmet-i Muhammed'den uzaklaştırmaya ve İslâm ahkâmını hakkıyla korumaya çalıştı. Onun tek hedefi Kur'an-ı kerim'i ve Sünnet-i seniyye'yi tahriften korumak, müminlerin imânını kurtarmaktı. Bütün ömrünü bu yolda ve bu uğurda harcadı.

Hayatını İslâm'a adamıştı. Her işi ona göreydi. Allah-u Teâlâ'ya, O'nun hükümlerine, İslâm dini'ne tam bir teslimiyet ile bağlı idi. Allah-u Teâlâ'nın emaneti din-i mübin-i İslâm'ı muhafaza ve müdafaa etmekte herhangi bir beşerin tahayyül dahi edemeyeceği büyük bir azim, büyük bir kararlılık ve vazife sahibi idi.

Kendi zannını İslâm dini'nin yerine koymaya çalışanları ikaz ve irşad etti. Dinlemeyenleri ifşa etti. Tarih boyu yaşamış büyük İslâm mücahidlerinin, İslâm müdafilerinin yaptığının bir benzerini hatta daha büyüğünü kalemle yaptı. Gerçek bir İslâm müdafii olduğu için kendisini susturmak isteyenler her türlü iftirayı reva gördüler. Ahir ömründe, cismanî ibtilâ ve ızdıraplar içerisindeki bir zâta bu iftiralar ile zulüm ettiler, üzüntü ve ızdırabını arttırdılar.

Allah-u Teâlâ ve Resulullah Aleyhisselâm'dan başka hiç kimseden emir almayan, hiç kimsenin ama hiç kimsenin yönlendirmesine, akıntısına kapılmayacak derecede dirayetli bir zâta çok büyük iftiralarda bulundular.

1950 yılından beri insanları irşad ile tenvir eden bu zâtı herkes tanırdı. Hiçbir zaman şahsi menfaat, şöhret ve nam peşinde olmadı. Her suale hak ve hakikat ölçüsünde cevap verdiği gibi, yoldan sapanları ikaz etmekten de çekinmedi. Bu sebeple sevenleri kadar sevmeyenleri de oldu.

O; bütün muhteşemliğine rağmen Allah-u Teâlâ'nın halkın nazarından gizlediği, kendi adına veli olarak kullandığı, iradesi kendi elinde olmayan, Allah-u Teâlâ'nın hakikatinin kendisinde görüldüğü, Allah-u Teâlâ'nın sahiplendiği, ehl-i tasavvuf'un önderi bir Zât-ı âli idi. Her türlü delilin işaret ettiği üzere Hatmü'l-Evliyâ olan zât o idi.

O Allah için çalıştı, Allah yolunun hizmetkârı idi. Gayesi, maksadı, menfaati yoktu. Fisebilillâh hayatı mücadele ile geçti. Allah ve Resul'ünü sevdirmeye, Allah ve Resul'ünde birleştirmeye, Nur-i Muhammedî'nin yayılmasına, kalplere Hazret-i Allah'ı ve Resulullah'ı yerleştirmeye çalıştı. Hazret-i Allah ve Resul'ünü örnek aldı. Ömrü ibadetle ve taatle geçti. Bütün gecelerini ibadetle geçirirdi.

Hazret-i Allah'a giden nurlu yolu tarif etti, mahviyet ve istikamet üzereydi, bunu tavsiye etti, öğretti. Ölçüsü Kur'an-ı kerim ve Sünnet-i seniye idi...

İlim ve Allah yolunda hizmetlerinden dolayı vakıf kurdu. Memleketin 20 küsür iline aşevleri açtırdı. Sadece Manisa'da 7000 fakir kişinin yemek yediğini duyduğunda sevincinden ağladı.

Bu ümmete en büyük hizmetlerinden biri de Kur'an-ı kerim'in tefsiri mahiyetinde olan ve tüm Âyet-i kerime'lerin içine dercedildiği "Kalblerin Anahtarı"külliyatını ümmet-i Muhammed'e hediye etmesidir. Hep Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'ten konuşurdu. Allah yolunda "Hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeden" cihad etti.

Onun, Allah için ikazlarını anlamayanlar, kendilerine düşmanlık yaptığını zannettiler. Hayır! O Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif ile konuşurdu, mânen danıştı, yanlış olduğunu ikaz etti, doğru gördüğünü destekledi. Gayesi müslümanlar birleşsin, vatan selâmette olsun idi. "Devlet ittifaktan, devletsizlik ise nifaktan doğar!" buyurdu.

Ümmet-i Muhammed'in uhuvveti, birlik ve beraberliği için çalıştı. "Müslümanlar, diğer memleketler bu vatanı gözlüyor, bu vatana ümit bağlamışlar, bekliyorlar." buyururlardı.

O kimseye bağlı değildi, kimsenin adamı, elemanı da değildi. O Allah-u Teâlâ'ya ve Resulullah Aleyhisselâm'a bağlı samimi bir mümin, vazifeli olan bir veli idi. Bilen bildi ona iltifat etti, bilmeyen dinlemedi, göremedi. Bildi ama ikazları ağır geldi.

Son günlerinde hastanede iken bir sabah söylediği şu sözler son nasihat ve vasiyetleriydi:

"Din emanettir, dinine hıyanet eden, imanını kaybetmiş olur. Bunu duyurun. İster uyar, ister uymaz."

O: "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" (Hûd: 112) Âyet-i kerime'sini düstur edindi, bütün hayatında tatbik etti.

O müşfik bir baba, dertlilerin sığınağı, hastaların şifâ kaynağı idi. Garipleri, yetimleri çok severdi. Çocukların gözle terbiye edilmesini, karı-koca hakkına çok dikkat edilmesini tavsiye ederlerdi.

Küçük büyük herkesle ayrı ayrı ilgilenir, değer verir, hatırlarını sorar, dertlerini dinler, sıkıntılarını gidermeye çalışırdı. Onu görmek insanı huzura erdirir, Allah'ı hatırlatırdı. Hep "Allah..." der, hep Allah'tan bahsederdi. Herkese güleryüz gösterirler, şefkat ve merhamet saçarlardı, Her şeyde hikmet ararlardı. Gösterişi hiç sevmezlerdi. Tevâzuda son derecede idiler. Çok cesaretli ve çok zeki idiler, hiçbir şeyi unutmazlardı.

Bosna savaşıyla çok yakından ilgiliydi. Bilgi alır, gereken yardımı verirdi.

Alia İzzetbegoviç'i severdi. Çeçen davasında da olup biteni takip eder, maddî ve mânevî desteğini esirgemezdi. Cevher Dudayev'i methederdi. Kıbrıs davasında Denktaş'ı çok tutardı.

Efkâr-ı umumiyeyi çok iyi takip eder, hadiselerin memleketimize, İslâm âlemine zarar vermemesi için tefekkür eder, duâlar ederdi.

İhvanına şu dûâyı yapmalarını tavsiye ederlerdi:

"Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'i affet, muhafaza et, muzaffer et! Bu güzel vatanımızı da bize bağışla."

Yeri geldiğinde yazıyla ikaz eder, yahudi ve hıristiyan milletlerin dost olmayacağını, bu yüzden AB'ye almayacaklarını söylerdi. Memleketimize en ufak bir halel gelmesini istemezdi. Her bakımdan memleketin üstün ve kuvvetli olmasını isterdi. Filistin'e özel önem verirdi. Katliamlar karşısında çok üzülür, "Amerika yahudi; yahudi Amerika" buyururdu.

"'Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, kitapta (Levh-i mahfuz'da) yazılıdır.' (İsrâ: 58)

Âyet-i kerime'sini her gün okurum. Bu Âyet-i kerime büyük bir tehdit!" buyururdu.

Ticarette numune idiler, az kârda çok bereket olduğunu söylerlerdi. Bankadan uzak durun derlerdi.

Herkesi hoş, kendilerini boş görürlerdi. Kötülerden ve kötülüklerden değil, iyilerden ve iyiliklerden misaller verirlerdi. Çok cömert idiler. İhvanda ciddiyet ve resmiyet ararlardı, lâubaliliği hiç sevmezlerdi. Emir yerine ricâ kullanırlardı. Helâl lokma üzerinde çok dururlardı.

Lâtif konuşurlardı. Çocukları ve çiçekleri çok severlerdi. Mecbur kalmadıkça kadınlarla fazla görüşmezlerdi. Az yer, az uyurlardı. Uzun seneler su içmediler.

"İnsanın; içi, dışı, işi, dişi temiz olacak" buyururlardı. Sadeliği severdi. Temiz giyinir, nezafeti her defasında vurgulardı.

Kimseden bir şey istemezler, kimseden bir şey beklemezler, verdikleri bir şeyi de aslâ geri almazlardı.

Yazdıkları kendi kitaplarını bile, bir dergiyi bile kendi paraları ile alırlardı.

Geceleri 2-3 saat uyurlar, bütün gecelerini ibadetle ve taatle geçirirlerdi. Teheccüt ve tesbih namazlarını yolculuk ve şiddetli hastalık hariç hiç bırakmamışlardı. Nafile namazları; işrak, duha, evvabin mutlaka kılarlar ve tavsiye ederlerdi.

Hayatı hep Allah idi, hep O'nunla oldu, hep O'ndan bahsetti. Her konuşması, kelimesi Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif idi. Her haliyle tam bir numune mümin, kibar ve nazik bir zât idi. O istikamet üzere yaşar, ihlâs ve mahviyete değer verirdi.

"Yol var adama muhtaç, adam var o yola muhtaç. Biz adama muhtaç olan yollardan değiliz. Bize Allah gerek!" buyururlardı.

Keramete hiç değer vermezdi, ancak her tanıyanın üzerinde ayrı bir kerameti zuhur etmişti.

Hayatında bu gibi mevzulara hiç değer vermemişler ve itibar etmemişlerdi. Zât-ı Devletleri'ne bunların yazılması, not alınması sorulduğunda şöyle buyurmuşlardı:

"Bunlar ayrı bir mevzu olduğu için, bu gibi şeyleri hiç yapmasanız da olabilir. Bunlar bizim hususi hayatımıza âit şeyler. Bunlara hiç değer vermeyiz. Mânevî cihetteki noktalara değer veririz.

Siz arzu ettiğiniz için bunları ilâve ediyoruz. Yoksa bizim için bunlar basit gelir. Bizim için mühim olan, Hakk'tan gelen feyzi nakildir. Yani sohbet esnasında geçecek olan sözler Hakk'tan geldiği için, feyz-i ilâhiye olur. Biz onlara değer veririz ve onların kayıtlı bulunmasını isteriz. Ki o sözlerden kendim dahi ileride istifâde edebileyim. Ve keşke zamanında tutulsaydı da, bugün talebeliğini yapabilseydim. Bir zamanlar her akşam sohbet yapardık. O zamanki feyz bambaşka idi. O zamanlar tutulsaydı şimdi mükemmel istifade ederdik."

Tevâzu ve mahviyet halleri o kadar ileri idi ki:

"Elimizden gelse, ismimizi kitaplardan kazımak isteriz." buyurmuşlardı.

Kitaplar ilk çıktığı zaman "Ömer Öngüt" ismini kitaplara konulmamasını istemişler, rica minnet, karışır endişesiyle "Peki" demişlerdi.

Bir hususu daha arz edelim ki:

Hastalığının başlangıcından son anına kadar hep sabır, şükür ve tevekkül halindeydi. Takdir-i İlâhi'ye boyun eğmiş, Hakk'ın hükmüne râm olmuşlardı.

Şöyle buyurmuştu:

"Benim gayet rahat ve müsterih bir halim var. Rahatım, memnunum. O'ndan geldiği için gayet memnunum. En küçük bir şikâyetim, sıkıntım yok. Çünkü Güzel'den geliyor. Buna şükür. Ne demek bu? Hep şükür, hep şükür, hep şükür. İbtilâdayız, imtihandayız, hep şükür, hep şükür, hep şükür. Sonsuz şükür."

 

Evliyâullah Hazerâtı Ondan Bahsediyor:

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri, Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm'a bağlı, samimi bir mümin, bu zamana gönderilmiş büyük bir veli idi. Vazifesi vardı, Hatem-i velâyet ona verilmişti.

Dünya bozulmaya yüz tuttuğu, fitne ve fesadın arttığı bir zamanda Allah-u Teâlâ sevdiği ve seçtiği bu kullarından birini gönderir, onunla o ifsadı kaldırır.

Hele dünyanın son zamanında; dinsizliğin, ahlâksızlıkların her türlüsünün son haddine vardığı, bilhassa Deccâl'den daha beter olan sapıtıcı imamların türeyip, din-i İslâm'ı aslından çıkarmak istedikleri bir anda, Allah-u Teâlâ yeni bir din değil de, ancak İslâm dinini kuvvetlendirmek, halkı imana dâvet etmek için bir dâvetçi göndermiştir.

Bu en büyük fitne zamanında ise; Allah-u Teâlâ'nın hükümlerini ayakta tutmak için, kâfirlerin küfrünü ortaya koymak için, bu fesadı yok etmek için Hâtem-i veli'yi göndermiştir.

Hâtem-i enbiya olduğu gibi bir de Hâtem-i evliyâ vardır. Zira, velâyet nübüvvetin bâtınıdır. Nübüvvetin zâhiri dini hükümleri ve şeriatı haber vermek; bâtını ise haber verilenleri bizzat yaşamak ve bu şekilde nefislere tasarrufta bulunmaktır. Her ne kadar tebliğ etme bakımından nübüvvetin zâhiri tamamlanmışsa da, ilâhî kemâlin yeryüzüne tecellisi olan velilerin tasarruf vazifeleri sürdüğü için nübüvvet, velâyet şeklinde de devam etmektedir.

Hâtem-i evliyâ, âhir son zamanda gelecek velilerin sonuncusu demektir.

Nitekim Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmuşlardır:

"Âhir zamanda Mehdi yokken, henüz yaklaştırılıp seçilmemişken; aradaki boşlukta, Hâtem'ül-velâye'den başka adâleti (hakkâniyeti) ayakta tutacak kimse olmaz. Ve o, bütün veliler üzerine o devirde, Allah'ın hücceti olmaya muvaffak olur.

İşte bu son evliyâ âhir zamanda; Allah-u Teâlâ'nın bütün peygamberler üzerine hücceti olan ve kendisine Hâtemü'n-nübüvvet verilmiş olan, son peygamber Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- gibi olur."

Dikkat edilirse "Ondan başka adaleti ayakta tutacak kimse bulunmaz." buyuruyor.

Bu söz sadece Türkiye'yi değil dünyayı kapsıyor. Bu nur, değil Türkiye'ye, bütün dünyaya yayılıyor.

Bu beyanı ile Hazret-i Mehdi gelmeden evvel adâleti ayakta tutmakla, her ikisini bitiştirmiş oluyor.

Çünkü Allah-u Teâlâ adâleti onunla ayakta tutacak. Daha doğrusu Allah-u Teâlâ onu öne sürmüş. Tek kelime ile o robot gibidir, tecelliyât-ı İlâhiye Allah-u Teâlâ'nındır. Onu O öne sürmüş ve onda tecelli etmiştir.

Allah-u Teâlâ öyle murad etmiş, dinin üstünlüğünü ve adaletini onunla ayakta bulundurmayı dilemiş.

"Allah vaktiyle peygamberlerden kesin söz almıştı: 'Celâlim hakkı için, size kitap ve hikmet verdim. Sizde olan o kitap ve hikmeti tasdik edip doğrulayan bir peygamber gelecek. Ona mutlaka iman edeceksiniz ve mutlaka ona yardımda bulunacaksınız. Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?' demişti. Onlar da: 'Kabul ettik.' demişlerdi. Allah da: 'O halde şâhit olun, ben de sizinle beraber şâhit olanlardanım.' buyurmuştu." (Âl-i imran: 81)

Âl-i imran Sûre-i şerif'inin 81. Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğu üzere; Allah-u Teâlâ bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz'e, Hâtem-i nebi olan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in geleceğini haber vermişti. İman edeceklerine ve ona sadâkat göstereceklerine dair onlardan söz almıştı. Binaenaleyh hepsi de onun geleceğini biliyorlardı.

Aynı bunun gibi; ikinci bir hâtem olan Hâtem-i veli'nin gönderileceğini veli kullarına bildirmiştir. Allah-u Teâlâ'nın sevdiği, seçtiği birçok veli kulları, Hâtem-i veli'nin âhir son zamanda gönderileceğini Allah-u Teâlâ kendilerine bildirdiği için biliyorlar ve bildiriyorlardı.

Böyle bir kimsenin geleceği halk için meçhul, fakat onlar için açıktı. Eserlerinde bu noktaya parmak basıp izahlı bir şekilde ayrı ayrı anlatıyorlardı.

Nitekim Hâtem-i veli'nin geleceği mevzusuna bin küsur sene önce yaşamış olan Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri çok eğilmiş, birçok vasıflarını olduğu gibi bir bir sıralamış, hatta sırf bu mevzuda"Hatmü'l-Evliyâ" isminde bir kitap yazmıştır. İlk ifşaatta bulunan da odur.

Allah-u Teâlâ peygamber ve veli kullarından her birine bir derece ve rütbe vermiş; ancak "Hâtemiyyet" lütfunu yalnız Hâtemü'l-enbiyâ olan Muhammed Aleyhisselâm'a ve Hâtemü'l-evliyâ olan zâta bahşetmiştir.

Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Biz kimi dilersek onu derece derece yükseltiriz." (En'âm: 83)

Kullarından herhangi bir kulu insanlar arasından seçmeye ve dilediği rütbeye yükseltmeye kadir olan Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde bu hususu şöyle haber veriyor:

"Kime dilersen ona izzet verirsin, yükseltirsin." (Âl-i imrân: 26)

Nitekim Allah-u Teâlâ, son Peygamber'in ümmetinden olan bu büyük zâtı Yahya Aleyhisselâm'a bizzat müjdeleyerek nebilerin ve resullerin dahi gıpta edeceği bir kemâlatla göndereceğini vahyetmişti:

"İzzet ve Celâl'ime yemin ederim; ben onu öyle bir gönderişle göndereceğim ki, Nebi'ler ve Resul'ler dahi ona gıpta edecekler!" ("el-Muhabbe li'l-Muhâsibî"; s. 22-23)

Cenâb-ı Hakk Hadis-i kudsî'sinde hem yemin ediyor, hem de "Göndereceğim!" buyuruyor. Binaenaleyh çok kıymet vermiş, bizâtihi Allah'a ait. Onu Allah-u Teâlâ gönderdi, azmi veren de O, destekleyen de O. İrşadını yayan O, bunu bütün dünyaya sirayet ettiren O.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- Hazretleri'ne duyurduğu "Âhir zamanda gelecek o topluluğa katıl!" Hadis-i şerif'inin bir noktasında şöyle buyuruyorlar:

"Ey Ebu Hüreyre! Bu topluluk, zor ve güç bir yola girerek peygamberlerin derecesine kavuşurlar." (el-Vesâyâ li-İbnü'l-Arâbî, Hâlet Ef. nr.: 198/2, vr. 486a)

Bu lütuf O'nundur, O'ndandır. Mahlûk'un hiç hükmü yoktur. O dilemiş, sevmiş, seçmiş, tecelli etmiş, ileriye sürmüş o kadar...

Bugüne kadar yüze yakın Evliyâullah Hazerâtı, Hatem-i veli'den, ona verilen lütuflardan haber vermişler, onun yolunu, eserlerini, icraatlarını anlatmışlar, ezelde ona verilen mânevi makamlardan bahsederek eserler neşretmişler, şerhler yapmışlar, hatta talebelerine tarif ederek hakkında ders talim etmişlerdir.

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh-, Muhyiddîn-i İbnü'l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri gibi Evliyâullah Hazerâtı hususi kitaplar yazmışlar, İmâm-ı Rabbânî, Abdülkadir Geylâni, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmi, İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri gibi daha birçok zevât-ı kiram eserlerinde Hatem-i veli'den bahsetmişler, ona biatın şart olduğunu, tâ o zamandan onun apaçık alâmetlerini, ilâhi vazifesini, makamını, ilmini, eserlerini, cihadını, yolunu haber vermişler ve sevgilerini, bağlılıklarını arz etmişlerdir.

Öyle ki bununla yetinmemişler, Cenâb-ı Allah tarafından ilhâm-ı İlâhi ile geleceği kendilerine bildirilen Hatem-i veli'nin hakikatinin anlaşılabilmesi ve bilinmesi için izah ve ispata çalışmışlar ve âhir zamanda gelecek olan Hatem-i veli'yi Cenâb-ı Hakk'ın bildirdiği kadar ümmet-i Muhammed'e duyurmuşlardır.

Bu "Hâtem" meselesi gizlidir. Bu iki devir arasında birçok zevât-ı kiram geldi geçti, fakat bu vazife Hâtem-i veli'ye nasip oldu.

Hazret-i Mehdi'nin faziletini herkes biliyor, fakat Hâtem-i veli'yi kimse bilmez. İnsan hafsalası almaz, ilmi de yetmez.

Âhir zamanda geleceği haber verilen "Hâtem-i veli" ve "Bayraklılar ashâbı" hakkında bazı Hadis-i şerif'ler ve yüze yakın Evliyâullah'ın ifşaatları; "Hatmü'l-Evliyâ", "Cevâhirullah-1, Cevâhirullah-2", "Saadete Erenler Felâkete Kayanlar", "Sırrü'l-Esrâr Rütbe-i Bâlâ", "Sözler ve Notlar 10", "Tasavvuf'un Aslı Hakikat ve Marifetullah İncileri" ve diğer kitaplara dercedilmiştir. Bu hususta kitaplarda geniş bilgiler mevcuttur.

Nuaym bin Hammad'ın Ka'b -radiyallahu anh-den rivayet ettiği bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Mehdi'nin çıkış alâmetlerinden bir tanesi de batıdan, başlarında Kinde kabilesi'nden ayağı sakat bir adamın bulunduğu Bayraklılar'ın çıkmasıdır." (Suyûtî, Kitabu'l-Arfi'l-Verdi fî Ahbâri'l-Mehdi; Cârullah, no: 1494, s. 99. Bl. 7, Hadis no: 13)

Aslında görebilen için bu Hadis-i şerif'te her şey çok âyân bir şekilde belli edilmişti. Mühim olan, geleceği haber verilen bu Zâtı bu Hadis-i şerif'te görebilmekti. Fakat bu herkese müyesser olmadı. Çünkü her bilginin özü Hadis-i şerif'lerde gizlidir.

Şu kadar var ki, Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri de "Şifâu'l-Alîl" adlı eserinde şöyle buyurmuştu:

"O'nun, velilerden sırf kendi hizmetinde bulunmaları için kendilerini seçip temizlediği, Allah-u Teâlâ'ya dâvet eden, yarın mahşerde velilerin saflarının öncülüğü ile kendisini senâya da ehil kılacağı bir 'Bayraklılar ashâbı' vardır ki; onlar peygamberlerin yolu üzere kendilerini seçtiği 'Hassü'l-Has'; yâni 'Seçkinlerin de seçkini'dir." (5b yaprağı)

Hâtem-i veli tanınmadığı için, gerek Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ve gerekse diğer Evliyâullah Hazerâtı işaret ediyorlar ve "Budur!" diyorlar. Yoksa Hazret-i Mehdi'yi herkes tanıyor, onu herkes duydu. Halk Hâtem-i veli'yi bilmediği için "Budur!" diye parmak basıyorlar.

 

O Mübarek Zât Tertemizdi,
Evliyâullah'ın Âhir Zamanda Geleceğini Müjdelediği
Büyük Bir Zât-ı Âli idi:

Rabb'imiz Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, onu sevmiş, seçmiş ve yaratmış. Onu anlatabilmek, kelimelere sığdırabilmek ne mümkün...

Evliyâullah Hazerâtı Allah-u Teâlâ'nın gösterdiği ve duyurduğu kadarıyla bir özelliğini, hayatından bir bölümü, eserlerini, mücadelesini anlatmaya ve duyurmaya çalışmışlar, yüzyıllar öncesinden onun geleceğini haber vererek büyüklüğünü ve mertebesinin âlî olduğunu vurgulayarak onunla aynı zamanda yaşayabilmeyi, onu görebilmeyi ve biat edebilmeyi arzu etmişlerdir.

Hâl böyle iken aynı zamanda yaşayıp, haberdar bile olamayan, haberdar olup kötü zan besleyip tavır alanlar burada anlamasalar bile, ahirette gerçeği ayın ondördü gibi görecekler ve anlayacaklar, fakat iş işten çoktan geçmiş olacak. Nedâmet çok fakat faydası yok...

Hayat-ı saadetlerinde göremeyip, şimdi eserlerine tutunan, muhabbet duyup "Keşke görebilseydim de ellerinden öpseydim!" diyerek samimi bir şekilde gönülden isteyenler muhakkak ki hayatlarında görmüş gibi olurlar ve onların şefaatine mazhar kılınırlar.

Mevlânâ Hazretleri'nin oturdukları yerin arka sokağında oturanlardan birisi, "Bu zamanda bir Allah dostu olsa da gidip eline yapışsam!" diyerek hayıflanır ve günlerini böyle geçirirmiş, bir ön sokağında dünyanın duyduğu bu âlî zâtı görememiş ve duyamamıştır. Hâlbuki bir adım uzaklıkta zamanın değerli âlimi, evliyâsı Hazret-i Mevlânâ yaşamaktadır.

Bu misâlin benzeri her Evliyaullâh Hazerâtı'nda tezahür etmiştir. Cihana ışık saçan bu Allah neferlerlerine, komşu olup anlayamayanlar, duyamayanlar, yakınlaştıkça kör olup gidenler, sağdan soldan uydurma lâflara kanıp, kötü zan besleyenler her zaman olmuştur.

Var iken değer ve kıymeti bilinemeyen, anlaşılamayan Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin, her geçen gün değer ve kıymeti daha çok anlaşılmaya, daha çok hissedilmeye başlamıştır. Zahiren yoklukları özlem ateşini körüklese de, mânen aramızda olmaları en büyük teselli kaynağıdır.

Bu Zât-ı âli, evliyaullahın yüzyıllardır "Gelecek" diye haber verdikleri "Hatm'ül-Evliyâ" olan zât idi.

Seyyid Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Gayb âleminden sesler" mânâsına gelen "Fütûhü'l-Gayb"adlı eserinin 33. Makale'sinde çok ince sırları açarak, Hâtem-i veli'nin yüce vasıflarını bir bir beyan etmiştir.

Buyurur ki:

"Bu saf ve temiz kul, Allah tarafından seçilmiş, sevilmiş ve Hakka cezbedilmiştir."

Onu seçen, temiz kılan Hazret-i Allah'tır.

Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü'l-evliyâ olan zât hakkında eşine rastlanmadık çok açık işaretler verdiği "Ankâ-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-Evliyâ" adlı kitabında; Hâtemü'l-evliyâ'nın apaçık alâmetlerinin ve yapacağı vazifeye dâir pek çok bilginin, Kur'an-ı kerim'deki bâzı Âyet-i kerime'lere ve Resulullah Aleyhisselâm'ın bazı Hadis-i şerîf'lerine yerleştirildiğini haber vermiş; onun bu alâmetlerini, büyük bir keramet olarak asırlar öncesinden halka ifşâ etmiştir.

'Enbiyâ'da tezkiye edilip temizlendiği, Nûr'unun kirletilemeyeceği, ayrılık ve çekişmeleri ıslah edişinin, (getirdiği) hayır ve bereketin, huzur ve sa'âdetin kokusunu mü'minlerin sezeceği mevzû edilir." ("Ankâ'-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-Evliyâ'", s. 74)

Onun vazifesi işte budur; ayrılık ve çekişmeleri, her türlü tefrika ve bölcülüğü ıslâh edip ortadan kaldırmaktır.

İşte bu yüzden iftira attılar.

Bu noktada Enbiya suresinde geçen ilgili Âyet-i kerime'ler incelendiğinde:

"Eğer bilmiyorsanız dini müşküllerinizi ehl-i zikirden sual ediniz." buyuruluyor. (Enbiyâ: 7 - Nahl: 43)

Evliyâullah Hazerâtı'na sorun. Onlar içyüzünü daha iyi bilir. Doğruyu söyler, isabetli karar verir, rızâ-i ilâhi'ye uygundur.

"Biz Hakk'ı bâtılın tepesine şiddetle indirip atarız da, onun beynini parçalar. Bir de görürsünüz ki bâtıl yok olup gitmiştir." (Enbiyâ: 18)

Cenâb-ı Hakk'ın izniyle din-i mübini bölmek, vatanı parçalamak isteyenlerin karşısında tek başına mücadele ve mücahede eder.

Diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

"Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabb'inizim. O halde bana kulluk edin.

Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler. Halbuki hepsi bize dönecekler.

İnanmış olarak sâlih amel işleyenlerin ameli inkâr edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız." (Enbiyâ: 92-94)

Allah-u Teâlâ'nın bu ve buna mümasil müslümanların bir tek ümmet olduğunu beyan eden Âyet-i kerime'lerini hatırlatmış, kim ki onun emir ve hükmünü tanımazsa fırkalara ayrılıp paramparça olursa bu bölücülük ve itaatsizliklerinin cezasını çekeceklerini haber vermiştir. Öteden beri küfrü imana, dünyayı ahirete, dalâleti hidayete tercih eden bedbahtları, İslâm'a davet etmiştir.

Hakim-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Nevâdir'ül Usûl" isimli eserinin yüz yirmi sekizinci aslında ise Resulullah Aleyhisselam'dan sonra ashâbının önde gelenlerinin dini bid'at ve fitnelerden temizleyip aslını koruduklarını misallerle anlattıktan sonra, bahsettiği bu velinin de dini ve onun ehlini buna benzer fitnelerden koruyacağını haber vererek şöyle buyurmuştur:

"O öyle bir kimsedir ki, bunun benzeri şeyleri (dinden) uzaklaştırıp defeder. Ondan temizleyip, kovup uzaklaştırması sayesinde de artık onu giderir. O'nunla düşündüğü, O'nunla konuştuğu için O'nunla defeder. İşte o Allah'ın halk üzerindeki hücceti, O'nun sürüsünün çobanı ve kullarının mânevî tabibidir. Onu engellemeye kalkışan kimse farkına bile varmadan helâk olur." (Nevâdir'ül Usûl c.2. sh: 225)

Zira ona bu vazifeyi veren, kudsî ruhuyla destekleyen Hazret-i Allah'tır.

İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri, Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphânesi'nde kayıtlı bulunan "Kitâb-u İlmü'l-Evliyâ" isimli eserinde "Onun temiz bir kul" olduğunu şöyle haber vermiştir:

"Onlardan bir kimseye bundan daha da fazlası verilir ki, ona bu güçle peygamberlerin seçkinlik ve temizliği de verilir. İlâhî Nûr, ona işte bu güçle verilir. Bu güçle ona yakınlık da verilir. Bu güçle ona Hakk ile konuşabilme de verilmiştir. Onun mevcûdiyeti de işte bu güce göredir." ("Kitâbu İlmü'l-Evliyâ"; Haraççıoğlu, no: 806, 29a-29b yaprağı)

Öyle temiz öyle pak kılar ki; Kamer Sure-i şerif'i 55. Âyet-i kerime'ye mazhar eder.

"Onlar sıdk makamında, kudret ve kuvvet sahibi hükümdarın huzurundadırlar." (Kamer: 55)

Seyyid Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Gayb âleminden sesler" mânâsına gelen "Fütûhü'l-Gayb"adlı eserinin 33. Makale'sinde insanları dört dereceye ayırmış; en yüksek velâyet derecesinin dördüncüsüne verildiğini söyleyerek Hâtemü'l-velî'nin yüce vasıflarını bir bir beyan etmiştir.

"Dördüncüsü;

En yüksek derece buna verilmiş ve melekût âleminde kendisine 'Azîm' adı verilmiştir.

İşte Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bu büyük zâtın şanını tarif ederken şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse öğrenir ve öğretirse; ayrıca bildiği, öğrettiği ile amel ederse melekût âleminde ona 'AZÎM' ismi verilir."

Bu zât, âlim-i billâh'tır, mertebeler ölçülürse en yüksek derecede onun olduğu ortaya çıkar.

Dinin hikmet yönü tarafını en iyi bilen odur.

Allah-u Teâlâ birçok bilinmeyen ilimleri onun kalbine yerleştirmiştir.

Hiç kimsenin erişemeyeceği sırları ona sezdirmiştir.

Bu saf ve temiz kul, Allah tarafından seçilmiş, sevilmiş ve Hakk'a cezbedilmiştir.

İlâhî hikmetlerin çözüldüğü kapıya yalnız bu insan yetişmiştir.

Hidayet yolları buna açıktır.

İstidat bunda çok büyüktür ve bütün sırları anlamak kabiliyeti vardır.

Bunda bilgi sonsuz, hikmet ölçüsüzdür.

Bu zât, Allah yolunda bir şâhtır.

Kulları, Hakk yola çağırır, kötülükleri onlara o gösterir."

Vazifesini bihakkın yerine getirdi. Gayesi; Allah'a ve Resulullah'a, "İlâhi Görüş Birliği"ne dâvet ve Nûr-i Muhammedî'nin yayılması idi.

Hazret-i Allah'ın nurunu yayma vazifesi yapan bu kimseye iftira etmek Hazret-i Allah'ın nûrunu söndürmeye, hükümsüz kılmaya çalışmaktır. İşte bu yüzden Hazret-i Allah'ın gönderdiğine karşı gelmişlerdir. O ise;

"Kıyamet günü şefaatçidir.

Dünyada temizdir."

Tertemizdi, Hazret-i Allah onu temiz kılmıştı.

"Allah indinde her şeyi makbul ve merguptur.

Doğrudur, doğruluğu tasdiklidir."

Bu beyanları Evliyâullah Hazerâtı yapıyor, onlar böyle buyuruyor, "Doğrudur." diye asırlar öncesinden tasdik ediyor, bu zamanda türeyen iftiracılar ise böyle bir Zât-ı âli'yi lekelemeye, yalancılıkla itham etmeye çalışıyor.

"Resul ve nebilerin vekilidir, işte peygamberler bunu vekil etmişlerdir.

İşte son had buraya kadardır. İnsanoğlunun son durağı bu makama varır, buradan öte peygamberlik başlar." (Fütûhü'l-Gayb, 33. Makale)

İşte bu Zât-ı âli ahir zamanda Evliyaullah Hazerâtı'nın haber verdiği Hâtem'dir.

 

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin
"Hâin Tezgâh" İsimli Eserinin Takdim Yazısı (s. 5-8):

"12 Haziran 2009 tarihli Taraf Gazetesi'nde yayınlanan bir haberde Muhterem Ömer Öngüt hakkında iftira maksadı ile asılsız beyanlarda bulunulmuştur.

Hemen akabinde yayınlanan Temmuz 2009 tarihli Hakikat Aylık İslâm Dergisi münhasıran bu iftiralara cevap mahiyetinde neşredilmiştir.

Kitabın ikinci bölümünde okuyacağınız bu yayındaki açık beyanlara ve tekzibe rağmen hususiyetle dindar görünen bazı gruplar ve bunlara bağlı basın-yayın kuruluşları Muhterem Ömer Öngüt'ü karalamak için bu iftira tertibine bir kampanya ile destek vermişlerdir. Bu kampanyaya bu yayın kuruluşlarının niçin destek verdiklerini biz biliyoruz, kitabı okuduğunuzda siz de öğrenmiş olacaksınız. Kısaca özetlemek gerekirse; bu iftira kampanyasının sebebi Muhterem Ömer Öngüt'ün İslâm dini adına hareket edenlerin İslâm dini'ne aykırı söz ve hareketlerini çekinmeden ikaz etmesi, ikazlara rağmen kendisini düzeltmeyenleri eserler neşrederek ifşa etmesidir. Kitabın ilk bölümünde bu meyandaki eserlerinin ve beyanlarının özeti mahiyetinde olan ve kimlerle mücadele edildiğini anlatan beyanlarını okuyacaksınız. Bazı basın kuruluşlarının bu fitne ve iftira kampanyasına gönüllü iştiraki işte bu sebepledir.

Bu iftira yayınlarının hepsine tekzip ihtarnameleri gönderilmiş ve gerekli hukuki yollara başvurulmuştur. Kitabın ileriki sayfalarında göreceğiniz gibi televizyonlarında mahkeme kararları ile tekzipler yayınlamak zorunda kalmışlardır.

Taraf Gazetesi'ndeki yayından sonra Kasım 2009 tarihinde de ele geçirildiği iddia edilen bir DVD'de yine Muhterem Ömer Öngüt'ün ismi gayr-i kanuni tertip içindeki asker kişilerle irtibatlı gibi gösterilmiştir. Buluntu olduğu iddia edilen dökümanda "Dostluk kardeşlik grubunun liderliğini Ömer Öngüt yapıyor." diye bir cümle geçtiği iliştirilmiş yayın kuruluşlarında yayınlanmıştır.

"Dostluk Kardeşlik Grubu" diye bir grubu Muhterem Ömer Öngüt gibi onu yakînen tanıyan bizler de ilk defa duyduk. Ve hepimiz şahidiz ki Muhterem Ömer Öngüt'ün de, yakınındaki kişilerin de ne askerle ne de polisle bir ilgisi yoktur. Hele hele gayr-i kanuni maksatlar içindeki kimselerle hiçbir ilgisi yoktur.

Muhterem Ömer Öngüt 85 yaşında, 60 yılı geçkin süredir irşad ile meşgul, gayet mütevazı, mazbut bir hayat süren, bütün sevenlerine ve misafirlerine daima Hazret-i Allah ve Resul'ünü sevdirmeye çalışan, ne siyasetle ne de herhangi bir grupla hiçbir alakası olmayan, Allah-u Teâlâ'nın sevgisine mazhar olmuş gerçek bir mutasavvıftır. Kendisinin hayatı ve eserleri bu kampanyalarda iddia edilen şeylerin tamamen büyük bir iftira olduğunun en büyük delilidir. Bizler de bu iddiaların yalan ve iftira olduğunun canlı şahitleriyiz.

Bu buluntuları kimler buluyor, nereden buluyor, aslı astarı var mı? Yoksa bulunan bazı şeylerin içine maksatlı olarak eklemeler mi yapılıyor? Biz bunları bilmiyoruz, ancak gayr-i kanuni oluşumlara karşı yürütüldüğü iddia edilen bir şeyin içine Muhterem Ömer Öngüt'ün isminin karıştırılması bu buluntuların gerçekliği üzerinde de büyük bir şüphe uyandırmıştır. Bu soruşturmaların siyasi ve daha başka maksatları olduğuna dair iddialara bir delil teşkil etmiştir.

Bu iftirayı yapanlar, bu kampanyaları tertip edenler ne kadar büyük bir hata yaptıklarının, Allah katında ne kadar büyük bir suç işlediklerinin farkında değiller. Farkına vardıklarında iş işten geçmiş olacak. Yaptıklarının yanlarına kâr kalacağını zannediyorlar. Kendilerine yapılan hatırlatma ve ikazlara büyük bir gayretle kulaklarını tıkıyorlar.

Bu iftirayı yapanlara nasıl bir hata yaptıklarını şöyle hatırlatalım.

Allah-u Teâlâ Hadis-i Kudsi'de şöyle ferman buyurmuştur:

"Velilerimden birisine düşmanlık eden kimseye ben harp ilân ederim." (Buharî. Tecrid-i sarih: 2042)

İftira çok aleni ve açık olduğu halde bu basın kuruluşlarının bu kampanyaya ortak olması manidardır.

Bu kitabı okuduğunuzda bu kampanyaların iç yüzünü, bu iftiraya sarılanların gerçek niyetlerini, Muhterem Ömer Öngüt'ün İslâm dini adına ortaya çıkan gruplar hakkında İslâm hakikatlerini ortaya koyan eserleri sebebiyle bu iftira kampanyalarının tertip edildiğini göreceksiniz.

Temmuz 2009 tarihli Hakikat Dergisi'nin Takdim'inde şöyle denilmişti:

12 Haziran 2009 tarihli Taraf Gazetesinde yayınlanan bir haberde Muhterem Ömer Öngüt gayr-i kanuni maksatlar için kullanılabilecek bir kimse olarak gösterilmiştir.

Bu iddia, -sahibi kim olursa olsun- doğru değildir, yalandır, iftiradır. Kasten yapılmıştır, art niyetlidir.

Bu ayki dergimizde işin hakikati, bu iftiranın niçin yapıldığı arzediliyor. Ortalığı karıştırarak aradan sıyrılmak isteyenlerin maskeleri indiriliyor. Zira bunların gayesi huzursuzluk çıkartmaktır.

Fakat bu kirli ve çirkin tezgâhları ellerinde patlayacak, kurmak istedikleri tuzaklar kendilerine dönecektir.

"Kötü tuzaklar kuranlar, Allah'ın kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden veya kendilerine hiç ummadıkları bir yerden azabın gelmeyeceğinden emin mi oldular?" (Nahl: 45)

Bu yalancıların Allah'a imanları olsaydı korkarlardı. Ancak yalan ile iman bir arada bulunmaz. Bunlarda da iman yok.

Fakat "Kahhar" olan Allah-u Teâlâ bunları görüyor ve biliyor.

Kendi beyanları ile:

"Bizim yaşımız 85'e gelmiştir. Ömrümüz 1950 yılından beri irşadla geçmiştir. Yayınlanan eserlerimizin sayısı 35 cilde varmıştır, toplam 20 bin sahifeyi bulmaktadır. Bütün Kur'an-ı kerim Âyet-i kerime'lerini izahlarıyla beraber havî bu eserlerimiz tefsir hükmündedir. "Kalblerin Anahtarı Külliyatı" ismiyle neşredilmektedir.

Bizi tanıyanlar, sevenler bilirler; bütün rahatsızlıklarıma rağmen, bütün zorluklara rağmen Allah ve Resul'ünün nurunun yayılması için gayret ediyorum. Yaklaşık 20 yıldır İslâm dininde bölücülük yapan, kendi nam ve hesabına İslâm kalesini yıkmaya çalışan fitnelerle mücadele ediyorum, eserler neşrediyorum. İslâm dininde bölücülük yapanların, vatanda da bölücü olduklarını ilan ediyorum. Bunların İslâm'dan çıktıklarını Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle ispat ediyorum.

Biz rahatı ve istirahati, süsü ve lüksü terkettik. Hayatımızı İslâm dini'nin selâmetine adadık. Bu bölücüler gibi para toplamadık, banka kurmadık. İslâm dininin hükümlerini arkamıza atmadık. Adam toplamak, taraftar kazanmak için İslâm dininin hükümlerini değiştirmeye kalkışmadık. Allah'ıma sığınırım.

Bilakis Hazret-i Allah'ın Âyet-i kerime'lerini hatırlattık. Fakat dinlemediler.

"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız!" (Secde: 22)

Oysa bu zâlimlerin, bu bölücülerin hepsi bunları yaptılar. Taraftar toplamayı İslâm dininden üstün tuttular. Paraya taptılar.

Hadis-i şerif'te:

"Dînuhum dinâruhum = Onların dinleri para olacak." buyuruluyor. (Münâvi)

Topladıkları paraları koyacak yer bulamayınca banka kurdular. Kendi kurdukları dinlerini İslâm dininin yerine koymaya çalıştılar.

"İşte onlar hidayet karşılığında sapıklığı satın almışlardır. Bu alış-verişleri kendilerine kâr sağlamamıştır, doğru yolu da bulamamışlardır." (Bakara: 16)

Biz onları Hazret-i Allah'a, Kitabullah'a, Resulullah'a çağırdık. İslâm'ın emir ve hükümlerini önlerine sürdük. İman ile küfür arasına berzah koyduk. Dinlemediler, bizi düşman bildiler. Nasihatteki hikmeti bilemediler. Büsbütün uzaklaştılar.

Bizim bu mücadelemiz birçok sahtenin menfaatine, kurmuş olduğu dine zarar verdi. Her türlü iftirayı, ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalıştılar. Bizi halkın nazarından düşürmeye çalıştılar. Eserlerimizin okunmasını engellemek için her yolu denediler.

Allah-u Teâlâ onlara hitaben buyuruyor ki:

"Ve her yolun başına oturup da tehdit ederek inananları yolundan alıkoymaya ve o Allah yolunu eğriltmeye çalışmayın." (A'raf: 86)"

Bu fitneyi yayanlar yanlarına kâr kalacağını mı sanıyorlar?

"Ben onlara mühlet veriyorum. Şüphe yok ki, benim tuzağım metindir." (Kalem: 45)

"Kim Allah'ı, onun Peygamber'ini ve müminleri dost edinirse, bilsin ki galip gelecek olanlar Allah'tan yana olanlardır." (Mâide: 56)

"Allah: 'Ben ve peygamberlerim elbette galip geleceğiz!' diye yazmıştır. Şüphesiz ki Allah kuvvetlidir, yegâne galiptir." (Mücâdele: 21)

"Selâm olsun O'nun beğenip seçtiği kullarına" (Neml: 59)

"Selâm olsun hidayete tâbi olanlara!" (Tâhâ: 47)"

 

 

Bu Kitabın Yayınlanmasına Sebep Olan Yalan ve İftiralar ile
Bu İftira Tertibini Düzenleyen Sahtekâr Yalancılar
("Hâin Tezgâh" s. 11-12):

2009 yılının Haziran ayının 12'sinde yayınlanan Taraf gazetesinde Ordu içinde hazırlandığı iddia edilen bir belge ilk sayfada manşetten "AKP ve Gülen'i Bitirme Planı" başlığı ile iç sayfalarda "İşte Silahlı Kuvvetler'in Ergenekon eylem planı" başlığı altında yayınlandı. Bu iddia konusu belgenin içinde şahsımız hakkında tamamen yalan ve iftira ile hazırlanmış bir paragraf bulunuyordu.

Belgenin kendisi mi uydurmadır, yoksa ele geçirilen bazı verilerin içine bu uydurma yalan ve iftiralar eklenerek mi servis yapılmıştır, veyahut hazırlayan mı kasıtlıdır bilmiyoruz, ancak şunu biliyoruz ki bizim hakkımızdaki iddialar katıksız iftiradır, yalandır, uydurmadır. Bizim ismimizin geçtiği sayfaya atılan imzanın sahibi her kim veya kimler ise yalancıdır, iftiracıdır, sahtekârdır.

Bizim gayr-i kanuni bir tertip içerisinde olan herhangi bir ordu mensubu ile hiçbir ilgimiz olmadığı gibi kanunlar çerçevesinde vazifesini yapan herhangi bir ordu mensubuyla dahi herhangi bir ilgimiz, ilişiğimiz yoktur. Ordumuzla olan tek ilişkimiz 60 yıl önce yapmış olduğumuz askerlik vazifemizden ibarettir.

Bu haberde hakkımızdaki yalan ve iftira cümlesi şu idi:

"İskender Evrenesoğlu, Ömer Öngüt gibi hazırda beklettiğimiz elemanlara medyatik eylemler ve söylemler yaptırılacak ve bu kişiler FG'ciler başta olmak üzere diğer irticai gruplarla özdeşleştirilerek, kamuoyunun tüm bu gruplar arasında benzerlik kurması sağlanacaktır."

Bu cümle ile karakterimize, ahlâkımıza, 60 yılı irşadla geçen İslâm dinine hizmete adanmış ömrümüze tamamıyla aykırı bir yafta yapıştırılmak istenmiştir.

Değil yakınlarımız bizi uzaktan tanıyan kimseler dahi bilir ki;

Biz hiç kimsenin "Hazırda bekletilecek bir elemanı" değiliz. Bizim bağlılığımız yalnız ve yalnız Hazret-i Allah'adır. Kimse bizi hazırda bekletemez, kimse bizi yönlendiremez.

"İskender Evrenesoğlu" gibi İslâm dinine aykırı beyan sahipleri ile uzaktan yakından hiçbir alakamız yoktur. Bilakis bu gibi kimselerin İslâm dini'ne aykırı beyanları hakkında eserler neşretmek suretiyle İslâm dini'nin muhafazası için mücadele etmekteyiz.

Hiç kimse bize "Medyatik eylem ve söylem" yaptıramaz. En sarih bir surette hakikati ortaya koyan o kadar eserimiz var, medya hiçbir zaman bizi kullanamamıştır. Çünkü bu eserlerde polemik değil hakikat, laf değil Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'ler vardır.

Bu iftirayı atanların "Bizim aleyhimizdeki herkes birilerinin adamıdır." zihniyeti ile hareket eden, siyasi maksatlarını dine, hukuka, her şeye alet etmeye çalışan bir grup olduğuna dair hiçbir şüphemiz yok.

Bu iftiralara cevap mahiyetinde hazırlanan Temmuz 2009 tarihli Hakikat Aylık İslâm Dergisi'ni kitabın ikinci bölümünde arzediyoruz. Daha ayrıntılı izahları ve cevaplarımızı ilerleyen sayfalarımızdan okuyabilirsiniz.

İftira bu kadar aleni olunca iftiracılar emellerine nail olamadılar. Bizi karalamak isterken kendileri karalandılar. Hatta bu iftira yüzünden gayr-i kanuni maksatla hareket eden görevlilerin olup olmadığı hususu bile şüpheyle karşılanmaya başlandı.

Bu aleni iftira ile maksadına nail olamayanlar ikinci bir iftira icat ettiler.

Nasıl bu kadar yalancı, nasıl bu kadar maksatlı olabiliyorlar? Bunların vicdanları ve imanları sükut etmiş. Bunlar bu yalancılıkları ve tertipçilikleri ile İslâm düşmanı, İslâm'ı yıkmaya çalışan yahudi ve hıristiyan dünyasının karanlık odaklarına ne kadar da benziyorlar! Zira onlar da yalan ve dolanla, karalama ile İslâm nurunu söndürmek isterler.

 

 

En Büyük Fitnelerin Yaşandığı Bir Zamanda
En Büyük İftiraların Ortaya Çıkmasının Sebebi
("Hâin Tezgâh" s. 27-29):

Bizim ömrümüz insanlara hakikati anlatmakla, Allah ve Resul'üne davet etmekle geçmiştir.

Makam, nam, şöhret, menfaat peşinde olmadım. İslâm'a tam bir teslimiyetle bağlı kalmaya çalıştım.

"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol." (Hud: 112)

Âyet-i kerime'sini düstur edindim. Müslümanlara da bunu tavsiye ettim.

Ancak öyle bir devirde yaşıyoruz ki, her türlü fitne, her türlü bölücülük almış başını gidiyor. Her türlü ahlâksızlık yaşanıyor.

İşte bu en kötü devirde vatanda bölücüler olduğu gibi dinde, İslâm dini'nin içinde de bölücüler türedi. Vatan bölücülerinin vatanımızı parsellemeye çalıştıkları gibi bunlar da Allah-u Teâlâ'nın dinini, din-i İslâm'ı bölüm bölüm bölmeye, kendi nam ve hesaplarına parsellemeye çalışıyorlar. Kendi zanlarını hüküm yerine koymaya, insanları nefis putunun etrafında toplamaya çalışıyorlar. Herkes kendi parselinde memnun, rahatı istirahatı yerinde. Ancak belli bir vakte kadar:

"Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabb'inizim. O hâlde benden korkun.

Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.

Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak.

Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır onlar işin farkında değiller." (Müminûn: 52-56)

Hıristiyan ve yahudiler ellerindeki kitap tahrip edildiği için fırkalara ayrıldılar. Dinden çıktılar. İslâm dini'nin bölücüleri ise Kur'an-ı kerim olduğu gibi durduğu halde fırkalara ayrılıyor, dinden çıkıyorlar.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar:

"Doğrusu kitaplılar kendi dinlerinde yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise yetmişüç fırkaya bölünecektir. Biri hariç diğerleri cehennemliktir." (Ahmed bin Hanbel)

Allah-u Teâlâ geçmiş ümmetlere dinini yenilemek için peygamberler göndermiştir. Onların yaptığı bu vazifeyi Allah-u Teâlâ'nın vazifedar kıldığı peygamber varisi alimleri de aynen yapmaya devam etmişlerdir.

Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Allah-u Teâlâ bu ümmete, her yüzyıl başında dinini yenileyecek bir müceddid gönderir." (Ebu Dâvud)

Diğer Hadis-i şerif'lerde de şöyle buyuruluyor:

"Âlimler peygamberlerin vârisleridir." (Buhârî)

"Ümmetimin âlimleri benî İsrâil'in peygamberleri gibidir."

İçinde bulunduğumuz zaman dünya kurulalı beri görülmemiş fitnelerin bulunduğu âhir zamandır.

Bu fitne zamanında Allah-u Teâlâ'nın vazifedar kılması ile bu din bölücüleri ile mücadele ettim. Bunlara ve müslümanlara İslâm dini'nin hakikatlerini tebliğ ettim. Tam bir teslimiyetle İslâm dini'nin hükümlerine tâbi olmayanların, kendi zanlarını hüküm yerine koymaya çalışanların yollarının ve dinlerinin ayrı olduğunu ilân ettim.

Bu beyanlarımızı bize maletmek istediler. Halbuki hep Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'le konuştuğumuz için bunda muvaffak olamadılar. Hiçbir cevap da veremediler. Bu sebeple bizi susturmaya, karalamaya, halkın nazarında itibarsız duruma düşürmeye çalıştılar. Bunu hem dinimizin dış düşmanları hem de iç düşmanları yaptı. Mahkemelerde bunlarla mücadele ettik.

Binaenaleyh biz bu mücadeleyi Allah-u Teâlâ'dan korktuğumuz için, O'nun dininin müdafaası için yaptık. Hakikatleri olduğu gibi neşrettik, kimseden de çekinmedik.

Buna kalemle cihad denilir.

Bizim bu müdahalemiz bu yalancı ve iftiracıları durdurttu, istedikleri gibi at koşturamadılar. İslâm dini'ni bölmekte muvaffak olamadılar. Ancak halkı böldüler, gönüllerde fitne ve fesadı çoğalttılar. Doğrularla yalanları, hakikatle dalâleti karıştırdılar. Böylece en büyük zararı bu millete yapmış oldular.

Allah-u Teâlâ akıbetimizi hayırlı etsin. Büyük sıkıntıların gelmesinden korkulur. Bu memlekete çok büyük kötülükleri oldu. Bizden sonra artık her türlü şeyi bekleyin.

Binaenaleyh bunların bu iftiraları, yaptığımız neşriyat dolayısı iledir.

Bu mücadeleyi daha iyi anlayabilmeniz için, "Kimlerle Mücadele Edildiğini" bilmeniz için şimdi bu mücadeleyi arzediyoruz. (Bu hususta neşrettikleri kitaplara müracaat edilebilir.)

 

"Herkes İmtihanını Verecek."

Mülkün mutlak sahibi olan Allah-u Teâlâ insanları kudret eliyle yaratmış ve dünya sahnesine denemek için göndermiştir.

Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır.

O Azîz'dir, çok bağışlayıcıdır." (Mülk: 2)

Yani insanın dünyaya geliş sebebi sahne-i imtihandır. Allah-u Teâlâ ilm-i ezelisinde kimin ne yapacağını biliyordu. Daha cenin halindeyken kişinin takdirini dürmüştü. Fakat kulun kendisi de görsün diye sahneye göndermiştir.

Ezelî ve ebedî ilmi ile olmuş ve olacak her şeyi en iyi bilen O'dur. O'nun sonsuz ve sınırsız ilminden gizli hiçbir şey yoktur.

Hayat deneme ve mükellefiyet yeridir, ölüm ise ceza ve mükâfat yeridir; orası imtihanın sonucudur.

Öyle kimseler vardır ki Hazret-i Allah'a gönülden bağlıdır, Allah uğrunda canını ve malını fedâ edeceğine dâir söz vermiştir.

Kalben bu sözleri verenlere âit Allah-u Teâlâ'nın şöyle bir ferman-ı ilâhîsi var:

"Müminler içinde öyle erler vardır ki, Allah'a vermiş oldukları ahde sadâkat gösterirler. Onlardan kimi bu uğurda canını fedâ etti, kimi de bu şerefi beklemektedir.

Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir." (Ahzâb: 23)

İşte bunlar samimi bir niyetle hareket ettiler ve bu sonsuz şerefe erdiler.

Mülk Hazret-i Allah'ındır, dilediğine verir, dilediğinden alır.

Âyet-i kerime'sinde:

"Allah mülkünü dilediğine verir." buyuruyor. (Bakara: 247)

O Mâlik-ül mülk'tür. Kulların elindeki de O'nun mülküdür, hatta kulun bizzat kendisi de O'nun mülküdür. Mülkünün hem sahibi hem hükümdarıdır.

İstediği olur, istemediği olmaz. Her dilediğini dilediği gibi yapar. Dilerse mülk verir hükümdar yapar, dilerse indirir atar. Dilediğini izzet sahibi yapar, dilediğini zillet sahibi yapar.

"Bugün mülk kimindir? Tek ve Kahhar olan Allah'ındır!" (Mümin: 16)

 

Bu Beyanları Niye Yapıyorsunuz?

Bize diyorlar ki: "Siz bu beyanları ne cesaretle yaptınız, korkmuyor musunuz?"

Evet, Allah'tan korktuğum için yapıyorum. Bu âciz kölesini dilerse alır, dilerse bırakır. Bu bizim için farksızdır.

Mühim olan "Ey kulum! Müslümanları kendilerine çekip fitne çıkaran, ümmet-i Muhammed'i paramparça yapan bölücüleri görmedin mi? Onlara karşı ne gibi bir müdahalen oldu?" sualine karşı "Yâ Rabbelâlemin! Bu hâdim-i dervişan, ümmet-i Muhammed'e yönelen fitne ateşini elimden geldiği kadar söndürmeye çalıştım. Kullarını Allah ve Resûlünde toplamak ve birleştirmek için tâkatim nisbetinde gayret ettim. Rızandan gayrı kimseden bir şey beklemedim ve korkmadım." diyebileyim.

Hakikat yolunu arayana, yolunu tarif etmeye çalışıyoruz...

 

Gayemiz "İslâm'dır" İsim Değil.
Muradımız Hazret-i Allah ve Resul'üdür,
Bölücülerden Herhangi Biri Değil!

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kelâm-ı kadîm'inde:

"Dine bağlı kalın ve dinde ayrılığa düşmeyin." buyurmaktadır. (Şûrâ: 13)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde:

"Ayrılık yapan bizden değildir." (Münâvî; c.3, sh. 357)

"Cemaatte rahmet, tefrikada azap vardır." buyuruyorlar. (Münâvî)

Müslümanların fırkalara ayrılması, senlik-benlik yüzünden ihtilâf ve tefrikaya düşmeleri; İslâm'ın özüne ve izzetine, şevket ve satvetine halel getirdiği, kardeşlik bağlarını kopardığı, güçlerini parçalayıp zayıf düşürdüğü için şiddetle yasaklanmıştır.

Emr-i ilâhî çiğnendiği için dinde ayrılık yapmanın suç ve cezası o kadar ağırdır ki; Allah-u Teâlâ azapların tehirini ahirete bırakmamış olsaydı, bölücülük yapanların, tefrikaya sapanların cezalarını dünyada vererek onları hemen helâk ederdi.

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Hepiniz O'na yönelin ve O'ndan korkun, namaz kılın, müşriklerden olmayın.

Onlar ki dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka oldular. Her bölük her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir." (Rûm: 31-32)

Allah-u Teâlâ kullarının kendisine yönelmelerini, yalnız kendisinden korkmalarını ve kulluk yapmalarını, nefislerini ilâh edinmemelerini emir buyuruyor. Zira bu bir şirktir, yapan müşriktir. Kim ki bu emr-i ilâhî'yi dinlemezse, onun Hazret-i Allah ile ve İslâm dini ile ne ilgisi kalır?

Bu Âyet-i kerime'de de Allah-u Teâlâ, dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olan bölücülerin müşrik olduğunu ve tuttukları yoldan memnun olduklarını beyan buyuruyor.

Kendi yanında bulunan dinden murad, yaptıkları isimdir. Kitapları ise kendi zanlarına göre uydurdukları hüküm ve tüzükleridir. Bunun böyle olduğunu çok iyi bilin.

Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Sizin O'nu bırakıp da taptığınız, kendinizin ve atalarınızın adlandırdığı uydurma bir takım isimlerden başka bir şey değildir. Allah bunlara dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm koyma yetkisi ancak Allah'ındır. O da kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Yusuf: 40)

Âyet-i kerime'de açık olarak görülüyor ki, her birinin ayrı bir isimle ortaya çıkmaları; ayrı bir din kurduklarını göstermektedir. Bu bakımdan bunlar İslâm dininin tahripçileri ve yıkıcılarıdır. Kâfir dediğin kimse bu tahribi yapamaz ve fakat müslüman zannettiğin bu kâfirler İslâm dinine en büyük düşmanlığı yapıyorlar.

Siz ise hâlâ bunlara müslüman gözüyle bakıyorsunuz.

Onlara meylettiğiniz veyahut müslüman zannını verdiğiniz anda onlardan olursunuz. Çünkü onlar Allah-u Teâlâ'nın kelâmını çürütmek ve hükm-ü ilâhî'yi hükümsüz hale getirmek için yarış halindeler.

"Âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışırcasına uğraşanlar için de iğrenç ve acıklı bir azap vardır." (Sebe: 5)

İşte âkıbetleri de budur.

Elmalılı Hamdi Yazır Efendi Âyet-i kerime'lerin tefsirinde şöyle buyurmaktadır:

"Onlar ki dinlerini ayırdılar, öbek öbek oldular. Her biri kendi hususiyetine, kendi çıkarına, dar kafası ile kendi kuruntusuna göre bir hevâ ile dinini ayırıp ayrı bir başbuğ arkasına düşerek fırka fırka olmuşlar, her bölük kendilerindekine güvenmektedirler." (Hak dini Kuran Dili, Cilt;5 sh.3826)

Görülüyor ki;

Müminûn sûre-i şerif'i 52-56. Âyet-i kerime'leri,

Hicr sûre-i şerif'i 90-94. Âyet-i kerime'leri,

Enbiyâ sûre-i şerif'i 92-94. Âyet-i kerime'leri,

Rûm sûre-i şerif'i 30-31. Âyet-i kerime'leri aynı noktayı işaret ettikleri halde ayrı ayrı nâzil olmuşlardır. Bölücülerin iç durumlarını ortaya koyuyor. Kaçacak hiç yerleri yok. Hangi birini inkâr edecekler?

"Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, birbirlerini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.

Eğer belirli bir süre için Rabb'inin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında hemen hükmedilerek iş bitirilmiş olurdu." (Şûrâ: 14)

"İnsanlar ilk önce tek bir ümmet idiler, sonradan ayrılığa düştüler.

Eğer Rabb'inden ezelde bir takdir geçmemiş olsaydı, ihtilâfa düştükleri şeyler hakkında hüküm çoktan verilmiş olurdu." (Yunus: 19)

"Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiç bir ilgin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir." (En'âm: 159)

"İşte bundan ötürü sen onları tevhide, birliğe dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma.

Ve de ki:Allah'ın indirdiği kitaba inandım, aranızda adalet yapmakla emrolundum.

Allah bizim de Rabb'imiz sizin de Rabb'inizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz size âittir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar. Dönüş de ancak O'nadır." (Şûrâ: 15)

Görülüyor ki Hazret-i Allah birleşmeyi emrediyor, bölücülüğü de şiddetle yasak ediyor. İslâm'da hizmet gerek, bölücülük değil.

Bize soruyorlar:

Sizin grubunuzun adı nedir?

Elhamdülillahi Rabbil-âlemin. Dinimiz İslâm, kitabımız Hazret-i Kur'an, peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm.

Hangi partidensiniz?

Hazret-i Allah ve Resul'ünün partisindeniz.

Âyet-i kerime'de:

"İşte onlar Allah'ın hizbi (partisi)dir." buyuruluyor. (Mücâdele: 22)

Her grubun ve partinin adı var. Allah-u Teâlâ onlar hakkında hükmünü vermiş, âkıbetlerini açık olarak beyan etmiştir.

Bölücü ve particilerin dinden kaydıklarına dair bunca Âyet-i kerime var iken; Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, yetmişikisinin dalâlette ve cehennemde olacağını, ancak Resulullah Aleyhisselâm'ın ve Ashâb'ının yolunda olanların cennete gireceğini resmen beyan ederken; diyeceksiniz ki bunlar Âyet-i kerime'leri ve diğer Hadis-i şerif'leri görmüyorlar mı?

Evet görmek istemiyorlar. Nefsâni ve dünyevi arzularına uyarak bu Âyet-i kerime'lerin apaçık mânâlarını görmemezlikten ve bilmemezlikten gelip, bâtıl ve mesnetsiz fikir ve iddiâlarını Hakk ve hakikat gibi göstermek isteyen bu gibi kimseler dalâlet batağına kaymışlardır, onlar bir şey görmezler. Her bölücü kendi yoluyla ve partisiyle övündüğü için; yalnız kendilerinin müslüman olduklarını, doğru yolda bulunduklarını zannederler.

Halbuki Hazret-i Allah Kur'an-ı kerim'inde:

"Her kim Rahman olan Allah'ın zikrinden göz yumarsa, biz ona şeytanı musallat ede-riz. Artık o onun ayrılmaz bir arkadaşıdır. Hiç şüphesiz ki şeytanlar o insanları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin doğru yolda bulunduklarını, hidayete erdirilmiş olduklarını zannederler." buyuruyor. (Zuhruf: 36-37)

Gayemiz "İSLÂM"dır, isim değil.

Muradımız "Hazret-i Allah ve Resul'ü"dür, bölücülerden herhangi biri değil.

Biz kendimizi hâdim-i dervişan olarak ilân etmişizdir. İslâm'dan daha büyük şeref olamaz.

Bizim yolumuzun diğer yollardan asıl ayrılış noktası şudur.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar." buyuruyor. (Yâsin: 21)

Ne para toplarız, ne de talebelerden ücret alırız. Bütün yaptığımız iş ve icraatlar kendi gayretimizledir. Çalışanlar yalnız Rızâ-i ilâhî için çalışırlar.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Sizden bir kimse rızkından firar etse bile, rızık ölüm gibi kendisini bulur." buyuruyorlar. (Münâvî)

Vakfın şartlarından birisi olarak da "Kimseden bir şey istemeyin, geleni reddetmeyin." diye ilân etmişizdir.

Onlar ise avuç açmakla geçiniyorlar, isteyip de topluyorlar. Bu doğru değildir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Cenâb-ı Allah haris (aç gözlü) ve çekiştirilen (Tenkit edilen) isteyicilere buğzeder." (C. Sâğîr)

"El açıp isteyenler, o el açıp istemelerindeki zül ve hakareti bilselerdi, dünyada hiçbir zaman dilencilikte bulunmazlardı." (C. Sâğîr)

"Haberiniz olsun ki, dünya mel'undur. İçindekiler de mel'undur. Ancak Allah-u Teâlâ'yı zikretmek ve O'nun rızâsına uygun şeylerle, bilen ve öğreten kimse müstesnâdır." (Tirmizî)

Biz hiç kimseye bağlı değiliz, kimseden de bir şey beklemiyoruz. Biz ancak Hazret-i Allah ve Resul'üne -sallallahu aleyhi ve sellem- sığınırız. Onun içindir ki, cesaretle konuşuyoruz. Kimseden de korkumuz yok.

Biz "İlâhî Görüş Birliği"ne dâvet ederiz. Gelenlerin gönüllerine Hazret-i Allah ve Resul'ünün -sallallahu aleyhi ve sellem- muhabbetini ve emirlerini koymaya, her türlü bölücülükten arındırmakla yalnız Hazret-i Allah ve Resul'ünde -sallallahu aleyhi ve sellem- birleştirmeye, aralarında gerçek bir kardeşliğin tesisine gayret ederiz.

Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan.

Muhakkak iç ve dış, din ve vatan düşmanlarına karşı yekvücut olmamız lâzım.

Âyet-i kerime'lerde:

"Mü'minler kardeştirler." (Hucurât: 10)

"İyilik ve takvâ üzerine yardımlaşınız. Kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız." buyuruluyor. (Mâide: 2)

Şayet siz de menfaate tapar, siyasete dalarsanız; iyi bilin ki mânâyı bırakmış, dalâlet batağına batmış olursunuz.

Şu Âyet-i kerime size bu hususta yeter:

"Allah hiç kimsenin göğsünde iki kalp yaratmamıştır." (Ahzâb: 4)

Ki, birini muhabbet-i Mevlâ'ya, diğerini muhabbet-i mâsivâya hasretsin. Bir kâlpte iki sevgi yaşamaz.

Kim ki Hakk'tan ayrılıp saparsa bizden değildir. Kötü icraatı nefsine âittir, yola atfedilmesin.

Bundan endişe duyduğum için, yoldan saparlar korkusu ile hiç kimseyi vekil bırakmış değiliz.

Hazret-i Allah ve Resul'ünün -sallallahu aleyhi ve sellem- emri esastır, mahlûkun hükmü yoktur, bölücülerin hepsi yalancıdır. Hazret-i Allah Mü'minûn sûresi'nin 52-56. Âyet-i kerime'lerinde onların durumlarını açıkça beyan etmiştir.

Herhangi bir bölücü bu beyanlarımıza cevap vermek istediği zaman; her Âyet-i kerime ve her Hadis-i şerif'e, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'le cevap vermek mecburiyetindedir. Nasıl ki biz onların durumlarını Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'le beyan ediyorsak!..

Lâfla onlar ancak birbirini kandırırlar. Bizim için mühim olan Hükm-ü ilâhiye'dir. Âlim ilmiyle cevap verir. Münâfık da küfürle cevap verir. İçindeki küfrünü dışarıya çıkarır.

En üstün meziyet İslâm'da emrolunduğu gibi hizmet, müslümanım demek en büyük şereftir.

"İnsanları Allah'a çağıran, kendisi de sâlih amel işleyen ve 'Doğrusu ben müslümanlardanım!' diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir? (Fussilet: 33)

 

Öteden Beri:

Biz öteden beri hem dinde hem vatanda bölücülüğü yok etmeye çalışıyoruz. Bunu; İslâm dini böyle emrettiği için yapıyoruz.

Ancak bu gibiler bölücü oldukları için, bir de kendi aleyhlerindeki her bir şeyi gerek yalan, gerek iftira ile savuşturmak istedikleri için bize de iftira etmekten çekinmemişlerdir.

"Kim bir hatâ veya bir günah işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak ki büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur." (Nisâ: 112)

Vatanımı, bayrağımı çok ama çok seviyorum.

İki gayemiz var bizim. İman ve vatan. Çünkü ben vatanın ne olduğunu çok iyi biliyorum. Bunun sebebi ben Yugoslavya'da doğdum. Siz bu bayrağın şerefini bilmezsiniz, çünkü bu bayrak altında büyüdünüz. Amma yabancı bir bayrak altında büyüseydiniz o zaman bayrağın kıymetini bilirdiniz. Ben bunu çok iyi biliyorum...

Ben aslen Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat Efendimiz'in aslındanım, Medine-i münevvere'denim. Orada kalabilirdim. Hatta 1952'de kalmaya da gittim ve fakat baktım ki oranın halkı Resulullah Efendimiz'e karşı çok lâubali. "Ben lâubâli yaşamaktansa hasretle yaşayayım daha hayırlı." dedim, buraya geldim.

Bir yakınım askere gittiği zaman, "Gittiğin yer Peygamber Ocağı" diye ona nasihat ediyorum.

Biz her zaman şöyle dua ederiz:

"Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'i affet! Vatanımızı muhafaza et! Ordumuzu muzaffer et!"

Allah korusun, bir harp çıkmış olsa en önde savaşmak isterim, ordumuza her türlü yardımda bulunmak için bütün imkânlarımı seferber ederim. Bu ne suç ne de günahtır.

Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: "Vatan sevgisi imandandır." buyuruyorlar.

"İmansız vatan, vatansız iman müdafaa edilmez."

Ancak bu bölücüler kendilerini öyle ayırdılar, kalplerini öyle bir kinle doldurdular ki, hiçbir hakikati duymak istemiyorlar. Her iftirayı peşinen kabul ediyorlar. Yarın bir harp olsa cepheden kaçmak isterler. Çünkü düşman olmuşlar.

Herkes icraatını yapıyor. Halk bunları biliyor.

Binaenaleyh biz Hazret-i Allah'a bağlıyız. Bize "Birilerinin elemanı" yaftasını yapıştırmak çok büyük bir hakarettir. Zira Hazret-i Allah'ın nurunu yayma vazifesini yapan bir kimseye bu iftirayı atmak, Hazret-i Allah'ın nurunu söndürmeye, hükümsüz kılmaya çalışmaktır. Zaten bunların maksadı da budur.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Onlar Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki kâfirler istemeseler de, Allah nurunu tamamlayacaktır." (Saff: 8)


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR