Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Eğitim - Yol - Ömer Öngüt
Yol
Eğitim
Canan Büşra Kara
1 Aralık 2013

 

Yol

Çocuklarımıza "doğru yolu sevdirmek" istiyorsak, asla onların fıtratlarında olan çocuksu duygularını ve oyun ihtiyaçlarını gözardı edip sürekli bastırmamalıyız.

 

"Şu yoldan gitmeyelim, çünkü; 'O' yolu hiç sevmiyorum." dedi Mehmet. Yanındaki arkadaşı Harun şaşırarak: "Neden?" dedi.

Mehmet derin bir iç çekerek, kafasını yere eğdi ve hüzünlü bir ses tonu ile sebebini anlattı:

"Nedeni çocukluğum olsa gerek. 4-5 yaşlarımda hafta sonu olacak ve babamla vakit geçireceğim diye çok sevinir, hafta sonunu heyecanla beklerdim. Babam da beni dışarı çıkartırdı. İşte tam bu yol ayrımına geldiğimizde o yola döner beni camiye götürür orda ders okuttururdu. Tabii dersimi yapamadığım zamanlar hocadan azar işittiğimiz, bazen de yaramazlık yapan ardaşlarımızın dayak yedikleri olurdu. Camiden çıkıp eve doğru yürürken işte yine bu yol ayrımına gelir, bu sefer de eve doğru olan yola sapardık. Hiç bir zaman bir kere dahi beni karşı yoldaki parka götürmedi. Oysa ki benim aklım hep o parkta idi. Bazı bayramlar kırmızı salıncakta bir kere sallanmak ve kaydıraktan bir kere kaymak için bütün bayram paramı dahi vermeye hazırdım. Bu park benim için ulaşılması imkânsız bir 'Çocuk Cenneti'ydi sanki. Camiden eve geldiğimizde benim içimdeki hevesi bilen annem: 'Çocuğu parka götürdün mü?' diye sorar, babam da: 'Ne işi var parkta, ben onu en güzel yere götürdüm.' derdi. İçime yerleşmiş bir ses daha hâlâ bugün bile 'Bu yol güzel değil!' der."

Harun sınıf arkadaşının haline üzülerek: 'Şimdi seni daha iyi anlıyorum." dedi ve ekledi:

"Geçen gün din dersinde öğretmen 'Sen yarı hafızsın' diye seni iki rekât namaz kılmak için masanın üzerine çıkardığında iki rekât namazın nasıl kılındığını gösterirken bocalamıştın. Belli ki namaz kılmıyorsun. Yine iki gün önce 'içki içmeye gittiğini' söylemiştin. Bu sözün öylesine söylenen bir söz olmuş olmasına rağmen senin adına çok şaşırmış ve üzülmüştüm. Ama artık şaşıracağım bir şey yok, çünkü; belli ki senin baban sana dinimizi ve ibadet yapmayı sevdirememiş." dedi. Sonra şöyle devam etti:

"Oysa ki ben namaz kılmayı severim, hele Teravih namazlarına bayılırım. Küçükken bazı günler evimizde cemaatle Teravih namazı kılınırdı, İki kardeşimle ben henüz namaz kılma yaşına gelmemiştik. Babamın dört rekatta bir selam vermesini dört gözle bekler, kulak kesilirdik. Salavat çekildiğini duyduğumuz ve gördüğümüz an hemen yanına koşar kucağına otururduk. İşte benim için mucize o an gerçekleşirdi. Ve bana göre babamın kolları o an bir lastik gibi uzardı, üçümüzü birden kucaklardı. Ve üç kardeş babamın kucağından düşmemek için birbirimize sıkıca kenetlenerek babamla birlikte salavat getirirdik. Namazdan sonra bizi bir baba şefkati ile tekrar kucaklar ve 'Aman benim çocuklarım teravih namazını ne kadar da çok seviyorlar.' derdi. Namaz bitince bizi kırmaz, bazen bizimle oynardı. Bize dini hikâyeler anlatır, namaz nasıl kılınır, abdest nasıl alınır gibi dini bilgileri öğretirdi."...

•••

İki genç ve benzerlerini çevremizde de görebileceğimiz iki hikâye. Ahirete kadar uzanan iki yol ve farklı eğitim metodu uygulayan iki baba.

Çocuklarımıza "doğru yolu sevdirmek" istiyorsak, asla onların fıtratlarında olan çocuksu duygularını ve oyun ihtiyaçlarını gözardı edip sürekli bastırmamalıyız. Yeri geldiği zaman çocukla çocuk olmalıyız. Çocuğumuzla çocuk olurken, bunun bir ibadet; bir sünnet-i seniye olduğunu da unutmamalıyız.

Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz yolda karşılaştığı çocuklara selâm verir, konuşur, hâl ve hatırlarını sorar, okşayıp bağrına basar, sever, öper, hoşlarına gidecek şeylerle onları sevindirir, hayır duâda bulunurdu. Zaman zaman çocukları, hususiyetle torunlarını omuzuna ve sırtına bindirir, hoşlanacakları lâkaplar takmak suretiyle çocuklarla şakalaşır ve onları eğlendirirdi.

Mahmud bin er-Rabi' -radiyallahu anh- der ki:

"Ben beş yaşındayken Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in bir kovada bulunan sudan ağzına alıp yüzüme püskürttüğünü hatırlıyorum." (Buhârî)

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- de şöyle demiştir:

"Şu iki kulağım duymuş ve şu iki gözüm görmüştür ki, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- iki eliyle Hasan'ın veya Hüseyin'in iki avucunu tutar, sonra çocuğun iki ayağını kendi ayağı üzerine koyar ve: 'Yukarı çık!' derdi. Çocuk ayaklarını Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in göğsüne koyuncaya kadar çıkardı. Sonra Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:

'Ağzını aç!' derdi. Sonra çocuğu öper ve: 'Allah'ım! Bunu sev, çünkü ben bunu seviyorum.' derdi." (Buhârî)

Çocuk eğitiminde esas olan "sevmektir". Sonra "merak" sonra da "öğrenmek" gelir. İçtenlikle severek, merak edilerek öğrenilen bilgi hayata geçer ve kalıcı olur. Hazret-i Allah'ın indinde kabul olan ibadet de budur. Elimize emanet olarak verilen ve belli bir vakte kadar yaş ağaç gibi eğilebilen çocuklarımızı "Doğru yola" doğru eğmek istiyorsak; onların fıtratlarında olan -ve her yaşta değişen- eğilimlerini de asla göz ardı etmemeliyiz.

Aksi takdirde bir gün, hiç farkına varmadan tuttuğumuz dal elimizde kırılabilir.

Bize emanet edilen herhangi bir şeyin elimizde kırıldığını düşünelim... Bir de bu emanetin Hazret-i Allah tarafından verilmiş olduğunu düşünelim...

Düşünmek bile içimizi acıttıysa, gelin dua edelim:

"Allah'ım! Bize böyle bir acı yaşatma!" Amin.


  Önceki Sonraki