Onun zikriyle ilgili şeyleri işittiğim vakit, bu kudsiyyet nebzesine kayıtlanma hususunda beni azmettiren, bundan önce vâr olan üzerimdeki perde gözüme gözükmeye başladı ve benden ahid alındı. Onu kabartıp öne çıkaran harâretlerinden sıyrılıp çıkamadım; saplandığım için artık ne tebessüm edebildim, ne de onu zayıflatıp başka bir yere geçebildim. Nihayet dedi ki: "O senin elinde rehindir, meşakkat ve güçlükler sakın seni ümitsizliğe düşürmesin; ona tutun, ondan sakın çıkma! Yoksa iflâs edersin! Bu gizli sırrı ve hatm olunmuş mühürlü kitabı ifşâ hususunda, ifşâ edileni açıklamayıp gizli tutarak benim işime teveccüh et! Tenbîh için bildir ve dilini hareket ettir!"
Bu gayretle onun işine mülâkî olduğumda, ahde vefa için bana lâzım olan bu akit (sözleşme) altında ancak dehâlet edebildim. İşte o andan beri ben ebedîleştim ve defalarca kez ondan dönüp ferâgat ettim. Sen de yalnızca beni anla ve işit!
[17a] Onu hiç kımıldamadan nasıl gizleyebilir, yahut ben işi gizlemeye nereden başlayabilirdim; nazmım ve nesrimden başka bir yerde onu, kendimden başkalarına nasıl intikâl ettirebilirdim?
Şiir:
[20] Sırrı anla, ama sakın kıpırdanma
Onun sırrına öfke duyup zorlama
Ona başladın mı ona karşı sabret
Vakti gelinceye kadar onu ketm et
Kimin kalbi böyle ise uyanıktır
Batnından hikmeti taleple uğraşır
Bizim işaretimiz üzere durur
Karmaşa bizimle çözüme kavuşur
Ona dâir vârid ve sâdır olanı dile getirmemiz için emr-i İlâhî olmazsa, biz ancak ikâmet edeni kuvvetlendirir ve sefer edeni ziyâdeleştiririz. Lâkin kıdem hususunda öne geçirilmiş olanı da kalem yazmadan duramaz. O, Allah'ın kendisini bu kâinattaki rûhâniyyetlerin mahalli kılması sebebiyle "Eşrefü'l-insan"; yani "En şerefli insan"dır. Nitekim Allah Sübhânehû, en kâmil numuneyi de onu vârettiği zaman başlatmıştır. Kefil olan ancak Allah'tır.
"Yolun doğrusunu göstermek ancak Allah'a âittir. O dileseydi hepinizi hidâyete erdirirdi!" (Nahl: 9)
Bu iş meydana geldiği vakit, şayet onu gözüyle müşâhadesine göre söyleyenin yanında bulunulursa; ona sıdk da, acziyet de müdâhale eder. İşitme doğruluğuyla kesinleşmiş olunca da, bu haber ancak kat'î bir icâzla, ya da onun kalbini aydınlatacak bir hüsn-ü zan nûruyla teyîd görebilir.
Bunun içindir ki İmam Ebu Yezîd (el-Bistâmî), Mûsâ ed-Debîlî'ye şöyle söylemiştir:
"Herhangi bir mümin bu yolun ehlinin kelâmına, hastalığına göre bir iddiâda bulunarak karşlılık verir. Fakat sâdık bir mümin için, onları söndürecek birtakım delillerle değil, ancak hüsn-i zan yoluyla; sâdıkla beraberliğe dair bir iştirak hasıl olur."
İşte halkın yanında iş bu nispetle meydana gelince, onlar Allah katındaki en ulu nasibin amelinden perdelenirler; biz de onların üzerindeki rahmeti onlara gizli bırakır ve onları [17b] onların mezhebleriyle beraberlikten geri çekeriz.
Kendisini yok saymalarından ve kaçıp uzaklaşmalarından korkularak, cumhura Nübüvvet'in ancak akıllarının taşımaya güç yetirebileceği kadarı izhâr edilmiştir. Dolayısıyla Muhbir-i Sâdık'ın yanlanlanması hakkında vâki olanlar da, Ashâb'ından olan selef-i sâlihin'den bu İlâhî sünûhâta dair cârî olanlar da, onların alıkonuluşlarıyla ilgili olan bu misallerle çözülebilir. Heybet makamından nâzil olanlar izâh etme makamına kadar ulaşır, Şeyh'inin izâh ettiği ve başkalaşmaya sahip olan kimseyi O'na davet eder. Zâhiri mevhum, bâtını ise şaşkınlık olduğu için, yine de onun aslını ona sezdirmezler. Zâhirleri hakkındaki birtakım muâmeleler nedeniyle onlar, onlardan perdelenir; onunla ilgili olarak meydana getirilip, onlara hâsıl kılınan ilimleri ve sırları gizlerler. Umûmun yanında geçerli olmayan işleriyle Allah'ın kendilerinden râzı olduğunu haber verip, onunla perde arkasından bir de hitapta bulunurlar.
Nitekim Ebu Hureyre:
"Ben onu açıklasaydım, benim şu boğazım kesilirdi." buyurmuştur.
İbn-i Abbas ise "Tefsîr"inde şöyle söylemiştir:
[21] "Eğer onu tefsir etseydim; sizin içinizde, taşlanması gereken bir kâfir olurdum."
Zira görünmeyen hakikatler gösterildiği vakit, bazı kalplerin mertebelerinin üzerinde olur. Onlar kendilerince; müşâhade bilgisinin, Nebevî vârislerin muhafaza ettiği zevkin ve mülâhaza edilen ulvî makamın fevkindeki kimsenin işini ele alırlar. Onunla ilgili haberler hakkında birtakım işaretler verilince de, telkin edildiği an kapkaranlık bir çekişme ve ihtilafa düşerler. Zira kendisine gizli tutulan bir ilmi tahsil eden kimse, o an zorlanarak onu idrâkin dışında kalır.
Halbuki biz bu mecmuânın içine yerleştirdiğimiz ve bu kâbilden olan, onun benzeri bu ilimleri ortaya koyduğumuz vakit; bize göre onun, Cebrâil'in, Mele-i alâ'nın ve kâbil her sınıfın tefrikinden sonraki sahihliğine göre ilkâ edilmedikçe ortaya konulması sahîh olmaz ve onun sırlarını keşfettirecek olan perde de kalkmaz. Zira biz onunla ilgili olan her şeyi, peşin basîret sahibi bir gözle açığa çıkarmışızdır. [18a] Hiç şüphe yok ki o, Rûhu'l-emîn'in ilkâ ettiklerinden ve Sidre-i müntehâ'dan yürütülüp gelenlerden meydana gelmiştir. Tâyin ve temkinle ilgili olarak ilkâ edilenlerin bir kısmı da, Heybet satvetiyle zevâle ermeyip Üns rahmetiyle inzâl buyurulan, "Üns"e kadar erişen "Münâcaat hazîresi"nden gelmiş; Nazar ehli'nin gönül gözlerinin kudretiyle, ondan izhâr edilmiştir. Onlardan kimi anlayış ve güveni gerçekleştirir; kimileri de nazar sahiplerinin meydanında onu açıklığa eriştirir.