"Hâtemü'l-velâye" ile ıslahat başladı. Birinci ıslahat nûrla, "Hâtem'lik"le olacak. Mehdi Hazretleri kılıçla ıslahat yapacağı gibi, İsâ Aleyhisselâm da müslümanlarla hıristiyanlar arasında hakemlik yapacak ve Deccal'i öldürecek.
Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fütûhâtü'l-Mekkiye"sinde, Hâtemü'l-evliyâ'nın ve ihvânının Hazret-i Kur'an'ın hükmüyle yürüyeceklerine ve onu değiştirmek isteyenlerle mücâdele edeceklerine dair açık bir işaret vererek, onun vazifesi ile Hazret-i Mehdi'nin vazifesi arasındaki bağı gözler önüne sermiştir:
"Hatmü'l-velâyeti'l-Muhammediyye, O'nun hükmünün vâki' olmasıyla, kendi zamânından sonra Allah'ı bilen birinin yapamayacağı bir biçimde yaratılanları Allah ile bilir. O ve Kur'an ihvanı, tıpkı Mehdi ve kılıç ihvanı gibidir." ("Fütûhâtü'l-Mekkiyye", c. 6, s. 67, Beyrut, 1994)
Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri burada Hâtemü'l-evliyâ'nın ihvânını "Kur'an ihvanı" olarak vasıflandırmıştır. Bu ise onun ve ihvanının Kur'an âyetleriyle, yani Ahkâm-ı İlâhî ile iş ve icraat yapacağına delâlet eder. Onun kalemle yürüttüğü bu mücadeleyi Mehdi kılıçla devam ettirecek; yani o kalemle yürüdü, Mehdi kılıçla yürüyecek. Hazret bu beyanları ile iki vazifeyi birleştirmiş, mütemmim hâle getirmiş oluyor.
Bunun delilini mi istiyorsunuz?
Sa'deddîn el-Hamevî -kuddise sırruh- Hazretleri "Risâle fî Zuhûr-ı Hâtemü'l-Velâye" adlı eserinin son satırlarında bu vazifeye bizzat işâret etmiş; Hâtemü'l-veli'nin Allah tarafından verilmiş mânevî bir kılıca sahip olduğuna dikkati çekerek, onu "Din kâfirleri"ne galip getirecek olan bu kılıcın "Kalem"inden başka bir şey olmadığını haber vermiştir:
"Bil ki, onun alâmetlerinden birisi de; onun kılıcının, mukâbele ettiğinde kendisini gâlip getiren 'kalem'i olmasıdır.
Peygamber Aleyhisselâm kâfirlere kendi kılıcıyla vurup onları öldürürdü; Hâtemü'l-veli de onlara bâtında kendi kalemiyle vurur ve onları helâk eder. Böylelikle Allah onu, Zât'ıyla mukâbelede bulunan bir 'kılıç' kılar.
Allah-u Teâlâ'nın kılıcı ikidir:
'Din kılıcı' ki, Muhammed Aleyhisselâm'ın izinde bulunmaktır. O kılıç, din ehlinin kendisiyle ayakta durduğu; şirk, şek (şüphe) ve tahmin ehlinin boyunlarının kendisiyle vurulduğu kılıçtır.
'Yakîn kılıcı' ise 'Kibriyâ kılıcı'dır ki; Kudsî ruh'tan sür'atle 'Hâtemü'l-evliyâ'ya ulaşır. Bu kılıç ise; 'Temkîn ehli'nin kendisiyle ayakta durduğu, alâkaların ve mel'un (şeytan)ın vesveselerinin kendisiyle kesilip koptuğu, din kâfirlerinin ruhlarının Zât'ıyla katlolunduğu bir kılıçtır.
Yakınlığın incelikleriyle onlardan sıyrılıp çıkarılan mü'minlerin ruhlarının cemaati içinde Allah, onları katlettiği din kılıcını Hâtemü'l-enbiyâ'ya has kılmış ve şeytanın nüfûzundan selâmete erişen Yakîn erbâbı'na mîras bırakmıştır." ("Risâle fî Zuhûr-ı Hâtemü'l-Velâye", Süleymâniye Kütüphânesi, Ayasofya, nr.: 2058, vr. 207b)
Nitekim fakir bundan seneler evvel, daha bu ifşaatların hiçbiri yokken şöyle demiştik: "Bize kalemle mücâdele verilmiş, Hazret-i Mehdi'ye ise kılıç ile biçerek ifsâdı kaldırma verilse gerek." Bu zâtların bu ifşaatları yıllar sonra bizim bu sözümüzü tasdik etmiş oluyor.
Dikkat ederseniz Hazret, onun "din kâfirlerini bâtında kendi kalemiyle vurup helâk edeceğini" beyan buyuruyor. Onun vazifesi bâtınî, Mehdi Hazretleri'ninki ise zâhirîdir. Çünkü o Resulullah'ın "Velâyet"ine vâris olarak gelmişti, o ise "Nübüvvet"ine vâris olarak gönderilecek. Bu vazifenin, bâtında gizli olan "İlmullah"a dayandığı daha önce çok defa size arzedilmişti, şimdi tasdîkini bizzat bu zâttan işitiyorsunuz.
Allah-u Teâlâ'nın onu "Zât'ıyla mukâbelede bulunan bir kılıç" kılmasının mânâsı; kendisini göstermemek için fakiri ileriye sürmüş, dışarıdan bakınca o vurmuş gibi gözüküyor. Oysa kalemi veren de, kılıcı vuran da O'dur. O'nun vuruşu olduğu için hiç kimse de cevap veremiyor, onun karşısında hiç kimse duramıyor.
Niçin? O desteklediği için...
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruhla takviye edip desteklemiştir." (Mücâdele: 22)
Sa'deddîn el-Hamevî -kuddise sırruh- Hazretleri onun kalemle mücâdele edeceğini beyan buyurduğu gibi; herhangi bir dalâlet ehline mukâbele ettiğinde bir "kılıç" mesâbesindeki bu "kalem"le, "din kâfirleri"ne her defâsında gâlip geleceğini de açıkça ifşâ ediyor.
Gerek Şeyhü'l-Ekber -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, gerekse Sa'deddîn Hamevî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin yukarıdaki ifşaatlarından; bu ilmin O'ndan geldiği, bu vazifeyi O'nun tevdî ettiği, bütün bu icraatların O'nun emriyle husûle geldiği meydana çıkmış oluyor.
Burada Hazret-i Allah'ın buyurduğu ve duyurduğu şu Âyet-i kerime tecelli eder:
"Ben ve peygamberlerim elbette galip geleceğiz" (Mücâdele: 21)
İlim O'nun ilmidir, kalem O'nun kalemidir; mahlûka âit hiçbir şey yoktur.
Hakim et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri:
"Âhir zamanda Mehdi yokken, henüz yaklaştırılıp seçilmemişken; aradaki boşlukta, Hâtemü'l-velâye'den başka adaleti (hakkâniyeti) ayakta tutacak kimse olmaz." buyurmuşlardır.
Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri eserdeki "Hatmü'l-Evliyâ'nın Tâyini Hakkındaki Haberleri Tamamlayan Nükte" adını taşıyan bâbda; Hâtemü'l-evliyâ'nın işlerine mülâki olanların bu sözlerini çok iyi anlayacağını, bu hususta hastalığı artan kimselerin ise hasta kulağıyla hiçbir şeyi duyamayacağını beyân etmiş; bu zâtla ilgili işaretlerin ancak Kur'an-ı kerîm'le, Hadis-i şerif'lerle ve bu iki kaynaktan ilham alarak nazarda bulunan velîlerin sözleriyle çözülebileceğini ifâde etmiştir:
"O'nun (Hatmü'l-evliyâ'nın) ilim ve taatinin zenginliğine işâret eden kimse işâret ettiği vakit; daha önceki şerefli nüktede zikri geçen, onun en ulu nesepten oluşunu bilen kimse bilir, bilmeyen kimse bilmez. O da öyle bir kimsedir ki; işlere mülâkî olmuş ve gönlü açılmıştır, bu nüktenin tâyini sâyesinde de ondan haberdâr olur. O'na yetişmek artık ona, tıpkı saat (kıyâmet) gibi gelir. Bu hususta hastalığı bol olan kimsenin ise, onunla ilgili olarak kulağı da hastadır; buna rağmen onu diline dolamaktan da aslâ geri durmaz!
Halbuki onunla ilgisi bulunan bir kimse, bu 'Hatm' hakkında; gerek Allah-u Teâlâ'nın Kitab'ında zikretmiş olduğu sırlardan, gerek Peygamber Aleyhisselâm'dan onun hakkında vârid olan haberlerden; gerekse Azîz Kitab'a dayanarak, onun makamları ve alâmetleri ile ilgili olarak zikredilenlerle ve isimleri ve sıfatları hakkında geniş biçimde izâh edilenlerle meydana gelen işten, (onu) kuvvetli bir biçimde çözebilir." ("Ankâ'-i Mugrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-Evliyâ' ve Şemsü'l-Mağrib", s. 71, bas.: Mısır, 1954)
Buradan açıkça anlaşılıyor ki, "Hatemiyyet" meselesi Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle sâbit bir meseledir. Dolayısıyla bu mevzu ancak, bu Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerden ilham alarak; doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ'nın bildirmesi ve ilhâmı ile konuşan Evliyâ-i kirâm Hazerâtı'nın çözebileceği bir esrâr-ı ilâhî'dir. Bu esrâr-ı ilâhî'yi diline dolayan kalbi ve kulağı hasta kimselerin iddiaları ise tamamen boş ve yersizdir.