Başbakan'ın Barzani ile Diyarbakır'da bir araya gelip "Kürdistan" kelimesini kullanması "Açılım" adı altında yürütülen politikada yeni bir eşiğe geldiğimizi gösteriyor. Bu durum tartışmaları da alevlendiriyor.
Tabii tartışmalar -her işimizde olduğu gibi- işin özünü ortaya koymadan, tarafgirlik gayretiyle yapılıyor. Bu da sağlıklı analiz yapmayı ve düşünmeyi zorlaştırıyor. Burada bu zorluğu biraz aşmaya çalışacağız.
Şimdi şunu görmek lâzım: Yapılan işlere ve konuşulan sözlere baktığımız zaman "Yasakların ortadan kalkması"ndan daha öte bir durumla, siyasî bir proje ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Bu politikanın alt yapısı nasıl hazırlandı, kimlerin emeği var bilmiyoruz, ancak karşılıklı açıklamalara bakıldığı zaman şöyle bir durumla karşılaşıyoruz:
PKK çok büyük bir siyasi taviz bekliyor, istiyor. Hükümet cephesinden yapılan açıklamalarda da bu taleplerin bir kısmına açık kapı bırakılıyor.
İşte bu sebeple "Kürdistan" kelimesini Diyarbakır'da kullanmanın anlamı biraz değişiyor ve büyüyor.
Devlet; "Kuzey Irak Bölgesel Kürt Devleti"ne "Kürdistan" dememe politikasından vazgeçme kararı almış olabilir. Ancak bu kararı sessiz-sedasız uygulamanın ya da Kuzey Irak'a gittiğinizde dile getirmenin oluşturacağı algı ve ortaya çıkan durum farklı olur; Barzani'yi Diyarbakır'a çağırıp "Kuzey Irak Kürdistan Bölgesi" dediğinizde ortaya çıkan algı ve durum farklı olur. (Nitekim dikkat ederseniz Diyarbakır Belediye Başkanı Baydemir hemen "Türkiye Kürdistanı" lafını kullanmaya başlamıştır.)
Yine; bir bütünleşme savaşı verildiği, ayrılık fikirlerinin olmadığı bir tarihte "Kürdistan" demek başkadır; "Özerklik", "Büyük Kürdistan" gibi lafların dolaştığı, PKK'nın siyasal sistem dayattığı bir ortamda "Kürdistan" demek başkadır.
Biraz daha açarsak;
PKK "Konfederasyon" boyutunda bir siyasî yapının beklentisi içinde ve bunu dayatabileceği zehabında. Bu ne demek? Adı "Kürdistan" veya başka bir şey olan bir bölgede kendi silahlı gücü (ordusu), kendi polisi, kendi eğitim teşkilatı, kendi ekonomik düzeni olan özerk bir alt devlet... PKK, KCK, BDP vs. örgüt yöneticilerinin açıklamalarının alt yapısında bu var. Türkiye'ye bunu dayatabileceklerini düşünüyorlar. "Biz adı devlet olmayan devletimizi kuralım, kâğıt üstünde ismi Türkiye olan bir çatının altında durmayı kabul ederiz." demeye getiriyorlar.
PKK ve taraftarlarının sözleri, icraatları net. Fakat kamuoyu tepki göstermesin diye biraz usturuplu söylemeye çalışıyorlar ama söyledikleri, talepleri bu.
Peki PKK'yı muhatap almayı kabul eden bizim yetkililerimizin kafasında ne var? İşte onu tam bilmiyoruz. Ancak ortaya çıkan görüntü, PKK'nın istediği kadar olmasa da en azından "Federasyon" fikrine açık oldukları izlenimi veriyor. Böyle bir tavizin verilebileceğini, hatta bunun iyi bir yönetim sistemi olduğunu zannettiklerini tahmin ediyoruz. Yine aynı şekilde terör örgütü üyelerinin siyaset yapmasına izin vermenin düşünüldüğünü görüyoruz.
Bunlar az-çok belli olanlar. Silahlı yerel güvenlik gücüne, yerel eğitim teşkilatına izin vermek gibi daha ötesi bir plan ve niyet var mı bilmiyoruz? Ancak ortada -en azından bizim gibi dışarıdan takip edenler açısından- bir belirsizlik olduğu da aşikâr.
Şimdi bu çizdiğimiz resim doğru ise bu politikayı ortaya koyanlar, "Türkiye'nin anayasal ve siyasal düzenini" değiştirmek istiyor demektir. (Burada geçen siyasal düzen terimi siyasi partileri değil, "Yönetim sistemi"ni ve "Devlet teşkilatlanması"nı ifade eder.)
Tabii böyle büyük bir işe girişildiği zaman gürültüsü ve sancısı da ona göre büyük olur. (Böyle büyük bir değişimi zayıf iktidarların yapması mümkün değildir, kuvvetli iktidarların yapması ise çok ama çok zordur. Bu tür değişimler genelde büyük harplerden ve büyük toplumsal çalkantılardan sonra yaşanır.)
Burada soru şudur: Sancılı ve büyük bir işe giriştik. Fakat gittiğimiz yol doğru mu, yanlış mı?
Bizce bir değil, birçok yanlış var.
Daha önce yaptığımız analizlerde vurguladığımız temel hususu konunun hassasiyetine binaen tekrar vurgulayalım: Çözmeye çalıştığımız sorunun iki boyutu var. Birisi kültürel haklar ve yasakların kalkması kısmı, diğeri siyasî taviz, siyasal düzen değişikliği talepleridir. Bizim üzerinde durduğumuz ve çok önemli gördüğümüz kısmı ikinci kısmıdır. Dolayısı ile bizim ne Kürt kardeşlerimize karşı bir garazımız vardır, ne de kör bir ırkçı takıntımız vardır. Bizim derdimiz -büyüklerimizden de gördüğümüz ve öğrendiğimiz üzere- devletimizin güç ve kuvvetinin pekişmesi, dünya sahnesinde yükselmesidir. Bu niyeti Türk-Kürt her müslümanın taşıması gerektiğine inanıyoruz. Zira küffar Haçlı niyetini değiştirmiş değil. Bu küffara karşı 1000 yıldır kalkan olan bu ülke, bu millet hâlâ bu mirasın taşıyıcısıdır. Eksiğiyle-fazlasıyla, yanlışıyla-doğrusuyla bu böyledir.
Dolayısı ile bu küffarın bu ülke ve millet üzerinde yapmaya çalıştığı ameliyatlara alet olmak, PKK gibi "Hınçak-Taşnak" benzeri, adı parti icraatı terör olan örgütlere siyasal zemin hazırlamak çok büyük bir hatadır. Türkiye, cumhuriyet tarihinin en güçlü bir dönemini yaşarken merkezî otoritenin gücünü zayıflatacak siyasî düzen değişikliklerine gitmek, PKK militanlarının siyaset adı altında Kürt halkı üzerinde tahakküm kurmasına müsaade etmek akıl kârı bir iş değildir.
Son 2-3 yılda bu konudaki doğrulara ve yanlışlara dair bu sayfalarda birçok yazı kaleme alındı.
Tespitlerimizi tekrar özetler ve sıralarsak:
1. Karşımızdaki örgüt, -gerçekten- terörü siyaset haline getirmiş bir örgüttür. Kin ve nefretle yoğrulmuş bir ideolojiyle yetişen terör mensuplarını şefkatle kucaklayınca her şey güllük-gülistanlık olacak zannetmek abesle iştigaldir.
"Avrupa gözlüğünü takınca ne oluyor? Şu oluyor:
Barış düşmanı örgüt "Barışsever", dünyanın en antidemokratik örgütü "Demokrat" ... Terörün adı "Siyaset"; molotofun, polis bıçaklamanın, işyeri yakmanın, otobüs kundaklamanın adı "Demokratik eylem"; devleti, ülkeyi, hükümeti, başbakanı tehdit etmenin adı "Siyasi söylem" oluyor. Doçka uçaksavarı ile sınırı geçen teröristi öldüren asker "Provokatör" damgası yiyor." (Haziran 2011, "-PKK, KCK, BDP- Büyük Bir Ateş Yakmaya Hazırlanıyorlar!", s. 38)
""Barış", "Demokrasi", "Kardeşlik" gibi bütün kavramların ırzına geçen; bütün bu kavramlardan anladığı tek şey "Öcalan'ın serbest bırakılıp siyaset yapmasına izin verilmesi" olan; yöre halkına elinde silah her türlü yıldırma taktiğini uygulayan; ... uyuşturucu ticareti yapan; İslâm'la alakaları düşmanlık boyutunda olduğu halde "Sivil itaatsizlik" adı altında camilerde bölücülük yapan; ... Kürt gençlerini devlet düşmanlığı ile, faşist bir zihniyetle dolduran; ... despotluğun her türlü yöntemini içselleştirmiş bir örgütle karşı karşıyayız." (s. 39)
"Daha önce de söylediğimiz gibi; en mühim nokta karşınızda muhatap aldığınız kişidir, "İnsan" unsurudur. Kendi halkını baskı ile, silah ile, katliam ile hizaya getirmeye çalışan bir terör zihniyetini muhatap aldığınız takdirde en mükemmel sistemi, en ideal özgürlükleri getirmiş olsanız bile sonuç hüsrandır. Gideceği nokta da Hınçak, Taşnak zihniyetin esir aldığı Ermenistan gibi bir ucubedir." (Ağustos 2011, "Terör Biter mi?", s. 40)
2. Diğer taraftan bizim bu "Açılım" politikasına başladığımız yer yanlıştır. PKK gibi siyasal talepleri olan ideolojik ve silahlı bir terör örgütünü kesin bir askerî zafer kazanmadan görüşme masasına çağırmak, taviz vermeyi peşinen kabul etmek demektir. Zafer kazanmış kumandan edasıyla ortada dolaşan terör baronlarını büyük tavizler vermeden silah bırakmaya ikna etmek ham hayaldir... Öncelikle Amerika'ya rağmen Kuzey Irak'taki terör yuvalarını işgal edersin, örgütün lojistiğini kesersin, nefes alamaz hâle getirirsin, ondan sonra elini uzatırsın. Olması gereken buydu.
"Bunlar zulüm gördü, onun için dağa çıktı. Şefkat elimi uzatırsam dağdan inerler." gibi nostaljisi olanlar varsa gözlerinin açılması çok sürmez.
"... bunları dağdan gönüllü indirmenin bir yolu var. Bu teröristlere 'Gelin burayı size bıraktık, elindeki silahınla gel, buranın polisi-askeri, valisi-kaymakamı sen ol.' derseniz dağdan iner... İsmi federasyon olmuş, konfederasyon olmuş, eyalet olmuş, üniter sistem olmuş... Hiç farketmez." (Ağustos 2011, "Terör Biter mi?", s. 40)
"... terörün yuvalandığı bölge kalıcı olarak işgal edilmedikçe bu böyle devam eder gider. ... Tabii bu bazılarına uç bir teklif gibi gelebilir. Ancak eninde sonunda Türkiye'nin istese de istemese de geleceği nokta bu olacaktır." (s. 41)
"Binaenaleyh, bitirilmesi gereken örgütün karargâhıdır, elebaşılarıdır. Dünyadaki benzer vakalar incelendiğinde de görülecektir ki, elebaşı yakalanmadan, karargâhı yok edilmeden bu tür hareketlerin son bulması mümkün değildir." (Eylül 2012, "Elebaşıları Yakalanmadan, Karargâhları Dağıtılmadan Terör Bitmez", s. 43)
3. Federal sistem; bu teknoloji çağında hiçbir lüzumu olmayan, bilakis sakıncaları olan bir sistemdir. Sultan Abdülhamid merkezî otoriteyi kuvvetlendirerek Osmanlı'yı ayakta tuttu. ABD konfederal sistemden merkezî yönetimin kuvvetli olduğu daha merkezci bir sisteme geçti. Büyük devletler dağınıklıktan merkezîliğe evrilerek büyük oldular. Biz ise merkezîlikten dağınıklığa evrilmek istiyoruz.
"Dikkat ederseniz bir federasyon tartışmasıdır gidiyor. Amerikan düşünce kuruluşlarının ve küresel sermaye cemaatinin desteklediği bu fikri, tesirinde kalıp makbul görmeye başlayanlara şunları da hatırlatmak isteriz: ..." (Mayıs 2013, "Bulanık Suda Balık Avlamaya Çalışanlar", s. 44)
"Yok biz taviz verelim, bu işten kurtulalım!" derseniz yine de kurtulamazsınız. Çünkü özerklik adı altında kin ve nefretle dolu bir örgütü siyasî bir teşkilat haline getirtip, idarî mekanizmaları teslim ederseniz en kısa zamanda çok daha büyük bir tehditle karşınıza çıkar, toprak ister, denize inmek ister, onu ister bunu ister." (Temmuz 2012, "-PKK Ne Zaman Silah Bırakır?- Terörle Mücadele Azim ve Kararlılıkla Olur!", s. 42)
"Türkiye'ye "Çözüm", "Barış" gibi isimler adı altında "Siyasî Taviz" dayatıldığını, Fuller gibilerinin yazdığı kitaplarda da "Eğer bu meseleyi çözmek istiyorsanız azınlıkların siyasî taleplerini kabul etmelisiniz." diye nasihat verildiğini görürsünüz. ... Türkiye'ye taviz nasihatı verenlerin karşılanmasını bekledikleri "Siyasî talepler" nerede başlayıp nerede son bulmaktadır?" (Şubat 2013, "Dikkat Edelim, Türkiye'nin Menfaatlerine Aykırı Siyasî Tavizler Vermeyelim!", s. 46)
4. Barzani ve PKK gibi aktörlerin cesaretlendirilmesi, bu aktörlerin Türkiye'nin siyasal çıkarlarına tehdit oluşturacak şekilde talepler dile getirmesi çatışma tehlikesini büyütmekten başka bir işe yaramaz. Gidişat o yöndedir.
"Aksi halde büyük bir hata yaptığınızı bilin. Türklere değil, Kürtlere de büyük bir kötülük yaptığınızı bilin. Gidiyorsunuz ama duvara doğru gittiğinizi bilin. Amerika ve İsrail amcanız sizin için savaşmaz. Veyahut daha ötesi Türkiye siyasal çıkarları için onlarla savaşmayı bile göze alır." (Eylül 2013, "'Büyük Kürdistan' Hayali Sadece Çatışma Tehlikesini Büyütüyor!", s. 44)
Binaenaleyh; çatışma yaşanmamasının rahatlığı cazip bir durum, ancak unutmayalım ki 1998-2004 arasında da çatışma yaşanmıyordu.
PKK gibi bir terör örgütünün önünü açacak icraatlar bazen günü kurtarıyor gibi görünse de; uzun vadede fitneyi ve çatışma tehdidinin boyutunu büyütüyor.