Allah-u Teâlâ yahudilerin ve münâfıkların aşırı telâştan dolayı korkak olduklarını, müslümanlarla savaşamayacaklarını, ancak kalelerinde korunmuş olduklarında savaşabileceklerini haber verdi.
"Onlar müstahkem şehirlerde veya duvarlar arkasında bulunmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar." (Haşr: 14)
O halde bir savaş olduğunda onlardan korkmamak, bu şekildeki zaaflarını bilip ona göre savaşmak gerekir.
"Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir." (Haşr: 14)
Birbirleriyle çarpıştıkları zaman yiğitlik gösterirler. Müminlerin karşısına çıkacak olurlarsa yiğitlik gösteremezler.
Bir araya toplandıkları zaman, yiğitlik ve kahramanlık taslayarak lâf ederler, tehdit savururlar. Fakat siperler arkasından meydana çıkamazlar.
Diğer taraftan da, dahilî durumları çok perişandır, birbirleriyle boğuşur dururlar.
"Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır." (Haşr: 14)
Oysa ki onlar son derece ihtilâf içindedirler. Bir fikir etrafında toplanıp da gönül birliği ile hareket edemezler. Her biri başka arzu peşindedir. Böyle bir ordu dışarıdan ne kadar toplu ve kuvvetli görünürse görünsün, gerçekte o bir ordu değildir, bir kül yığını gibi hafif rüzgârla savrulacak kuru bir kalabalıktan ibarettir.
"Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur." (Haşr: 14)
Bu tefrika ve dağınıklık, Allah-u Teâlâ'nın emrini düşünebilecekleri bir akılları olmadığı içindir.
"(Bu yahudilerin durumu) kendilerinden az önce geçmiş ve yaptıklarının cezasını tatmış olanların durumu gibidir.
Onlara elem verici bir azap vardır." (Haşr: 15)
Sürgün olma ve zillete düşme hadisesinde Nadir oğulları'nın durumu, Bedir savaşı'nda esir düşen Mekke kâfirlerinin durumu gibidir. Bunlar da onların âkıbetlerine uğrayacaklardır. Bununla birlikte ahirette de onlara cehennem azabı vardır.
"Münâfıkların durumu şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana: 'İnkâr et!' der. İnkâr edince de: 'Ben senden uzağım, ben âlemlerin Rabb'i olan Allah'tan korkarım.' der." (Haşr: 16)
Münâfıklar, şeytanın insanlara yaptığını yahudilere yapmaktadırlar. "Müslümanlara karşı savaşın, biz sizin arkanızdayız!" diyorlar, iş başa düşünce de sırt çeviriyorlar.
"İkisinin de âkıbeti cehennemdir. Her ikisi de içinde ebedî kalacaklardır.
İşte zâlimlerin cezası budur." (Haşr: 17)
Küfür ve nifak içinde yaşamak suretiyle nefislerine zulmetmiş olanlar, sonunda böyle şiddetli ve ebedi bir azaba uğratılacaklardır.
•
Hicretin dördüncü yılı, Rebiülevvel ayı idi. Resulullah Aleyhisselâm mescidde imam olarak Abdullah bin Ümmü Mektum -radiyallahu anh-i vekil olarak bırakıp Nadir oğulları yurduna doğru hareket etti. Müslümanlar Medine'ye iki mil mesafede bulunan yerleşim merkezine yürüyerek gittiler. Resulullah Aleyhisselâm merkep üzerinde idi. Sancağı Hazret-i Ali -radiyallahu anh- taşıyordu. İkindi namazlarını Nadir oğulları'nın bağ ve bahçeleri arasında kıldılar. Daha sonra Nadir oğulları yurdu çepeçevre kuşatıldı. Yahudiler bir yıllık yiyecek depo ettikleri için kalelerinin sağlamlığına güveniyorlardı.
Yatsı olunca Resulullah Aleyhisselâm Hazret-i Ali -radiyallahu anh- ile Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-i ordugâhta görevlendirerek üzerinde zırhı olduğu halde on sahabisi ile Medine'ye hâne-i saâdetlerine döndü. Mücâhidler o gece orada sabahladılar ve tekbir getirdiler. Bilâl-i Habeşî -radiyallahu anh- sabah ezanını okudu. Resulullah Aleyhisselâm sahabileri ile erkenden gelip müslümanlara sabah namazı kıldırdı.
Resulullah Aleyhisselâm yahudilere:
"Medine'yi terkedip gidiniz!" diyerek son bir teklifte bulundu. Fakat onlar bu teklife yanaşmadılar. "Ölüm bize senin teklif ettiğin şeyden daha kolaydır." dediler.
Artık onlarla çarpışmaktan başka yol kalmamıştı. Mücâhidler ok ve taş yağmuru ile tazyik edip sıkıştırdılar. Kuşatma onbeş-yirmi gün sürdü.
Yahudiler kalelerden çıkıp çarpışmayı göze alamadıklarından, kuşatmanın bir hayli güç olacağı muhakkaktı. Resulullah Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ'nın izniyle bir plân tatbik etti. En yakın yahudi ev ve kalelerini yıktırma, hurma ağaçlarını yakıp kesme emrini verdi. Böylece hem kalplerine korku ve dehşet salmak, hem de kaleden dışarı çıkıp çarpışmaya zorlamak istiyordu.
Mücahidler evleri yıkmaya ve hurma ağaçlarını kesmeye başlayınca Nadir oğulları: "Yâ Muhammed! Sen bizi yeryüzünde fesat çıkarmaktan men ediyorsun. Şimdi bu hurma ağaçlarını kesmek ve yakmak da ne oluyor?" diyerek bağrıştılar.
Hurma ağaçlarından bilhassa halkın meyvesini yemediği ağaçlar yakılmış ve kesilmişti. Yahudi kadınları Acve diye anılan iyi cins hurma ağaçlarının kesilmesine dayanamıyorlar, feryad edip yakalarını yırtıyorlardı.
Bu bağrışmalar bir kısım müslümanları da tereddüde sevketti.
Bunun üzerine nâzil olan Âyet-i kerime'sinde Allah-u Teâlâ müslümanların hurma ağaçlarını yakma ve kesme hadiselerinin hepsinin kendi emir ve iradesiyle olduğunu beyan buyurdu:
"Herhangi bir hurma ağacını kesmeniz ve gövdeleri üzerinde dimdik bırakmanız Allah'ın izniyle idi. Bir de yoldan çıkan fâsıkları rezil etmek içindi." (Haşr: 5)
Böyle bir tatbikat, savaşlarda uygulanan baskı türlerinden birisidir. Nadir oğulları o bölgeden sürülmek istemiyordu. Dolayısıyla bir kısım hurma ağaçlarının kesilip yakılması, onların yer ve yurtlarına bağlı kalmalarını sağlayan bağlarının kopmasına yardımcı bir savaş unsurudur.
Şayet savaşın kazanılması için tahribatın yapılması zorunlu ise yapmak câizdir.
Bu Âyet-i kerime ayrıca yahudileri kuşatma esnasında askeri harekâtı engelleyen bazı hurma ağaçlarının kesilmesine ve yakılmasına işaret etmektedir. Harekâta engel olmayan ağaçlara ise dokunulmamıştır.
Nadir oğulları münâfıklardan da, Kureyza oğulları yahudilerinden de bekledikleri yardımı göremeyince korkuya kapıldılar ve teslim olmaya mecbur oldular.
Resulullah Aleyhisselâm istekleri üzerine onlara eman verdi, hiçbirinin canına dokunmadı. Silâhlarından başka olan mallarından develerine yükleyebildikleri kadar eşya alarak çıkıp gitmelerine müsaade etti.
Nadir oğulları müslümanların yıkmadığı evlerini de kendi elleri ile yıktılar, müslümanlar oturmasınlar diye evlerinin direklerini devirdiler, tavanlarını göçürdüler, oturamaz hale getirdiler.
Sürüldüklerine üzülmediklerini göstermek için kadınlar en kıymetli elbiselerini giyinmişler, altın ve gümüş ziynetlerini takınmışlardı. Defler ve düdükler çalarak büyük bir gösteri ile çekip gittiler. Bu cezayı yaptıkları entrikalara göre hafif bulmuşlar, cana minnet bilmişlerdi.
•
Onların bu durumları ile ilgili olarak nâzil olan Âyet-i kerime'lerinde Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ı tesbih etmektedir. O Azîz'dir, hükmünde hikmet sahibidir." (Haşr: 1)
Dilediğine izzet verir, dilediğini zelil eder. O'na karşı gelmek isteyenler sonunda mağlup ve zelil olurlar.
Bununla beraber O Hakim'dir, yaptığını hikmetle yapar.
"Ehl-i kitap'tan inkâr edenleri, ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur." (Haşr: 2)
Bu, yahudilerin toplu halde Arap yarımadasından çıkarıldıkları ilk sürgündür. Çünkü bundan önce böyle bir zillete düşmemişlerdi.
"Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız." (Haşr: 2)
Oldukça güçlü ve kuvvetli ve iyi savaşçı olmaları, kalelerinin sağlam, sayı ve kuvvetlerinin çok olması sebebiyle, bu şekilde zillet ve horluk içinde yurtlarından çıkacaklarını beklemiyordunuz.
Size ve sizin zannınıza kalsaydı çıkmayacaklardı. O halde onları siz çıkarmadınız...