Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm - Beni Nadir Savaşı (1) - Ömer Öngüt
Beni Nadir Savaşı (1)
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Kasım 2013

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

-Hicretin Dördüncü Yılı-

Beni Nadir Savaşı (1)

 

Bi'r-i Maûne Fâciası:

Uhud savaşı'ndan dört ay sonra Safer ayında idi. Âmir bin Sa'saa kabilesi'nin lideri Ebu Berâ bin Mâlik Medine'ye gelerek Resulullah Aleyhisselâm'ı ziyaret etti ve ondan İslâmiyet hakkında bilgi aldı. Kendisi müslüman olmamakla beraber, Resulullah Aleyhisselâm'dan kabilesini irşad edecek, İslâm'ı anlatacak muallim göndermesini ricâ etti.

Ancak Resulullah Aleyhisselâm, gönderilecek dâvetçilerin bir tehlike ile karşılaşmasından endişe duydu, hatta hediyelerini bile kabul etmedi.

"Ben, Necid havalisinden endişe ederim. Dostlarımın hayatından da mesulüm." buyurdu.

Fakat Ebu Berâ gönderilecek kimselerin hayatı için kabilesi adına teminat verdi, emniyetlerini garanti etti.

Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm Ebu Berâ'nın, kabilesi arasındaki nüfuzunu göz önünde tutarak bir müddet sonra çoğu Ensâr'a mensup olan, İslâmiyet'i ve Kur'an-ı kerim'i iyi bilen ve "Ehl-i Suffe"den olan yetmiş kadar kurrâyı adı geçen kabile halkına İslâmiyet'i tanıtmak ve Kur'an-ı kerim öğretmekle görevlendirdi. Ebu Berâ'nın kardeşinin oğlu Âmir bin Tufeyl'e hitaben yazdığı mektubu da kendilerine verdi. Âmir bin Tufeyl, amcası adına Necid bölgesindeki kabileleri idare ediyordu. Münzir bin Amr -radiyallahu anh- başkanlığındaki yetmiş kişi kadar olan irşad heyeti Medine'den yola çıktı, bir süre sonra Bi'r-i maûne denilen yerde konakladı.

Maûne, Medine ile Mekke yolu üzerinde Âmir ve Süleym oğulları'nın oturduğu topraklar arasında bulunan bir kuyu olup Süleymoğulları'na daha yakındı.

İrşad heyeti kuyunun yanındaki mağarada istirahate çekildi. İçlerinden Harâm bin Milhân -radiyallahu anh- Resulullah Aleyhisselâm'ın mektubunu Ebu Berâ'nın yeğeni Âmir bin Tufeyl'e götürmekle görevlendirildi. Harâm bin Milhân -radiyallahu anh- mektubu Âmir'e verdi ve oradakileri İslâm'a dâvet etti. Baştan beri İslâmiyet'e ve Resulullah Aleyhisselâm'a karşı kin besleyen Âmir, mektubu açıp okumaya tenezzül etmediği gibi, konuşmakta olan elçiyi arkadan mızrakla öldürttü. Harâm -radiyallahu anh-in son sözü:

"Allah-u Ekber... Kâbe'nin Rabb'ine yemin olsun ki kazandım." oldu.

Âmir daha sonra kuyu başında bekleyen İslâm irşad heyetine saldırmak üzere kabile halkını tahrik etti. Fakat Ebu Berâ heyettekilerin hayatını garanti altına aldığını önceden ilân ettiği için halk Âmir bin Tufeyl'in saldırı teklifini reddettiler.

Âmir bunun üzerine, aralarında dostluk bulunan Süleym oğulları kabilesinin Ri'l, Zekvan ve Usayye kollarına başvurdu. Bedir'de müslümanlara esir düşüp Resulullah Aleyhisselâm'ın emriyle öldürülen Tuayme bin Adî'nin öz dayısı olan ve yeğeninin intikamını almak isteyen Ri'l reisi Enes bin Abbas derhal harekete geçti. Bunun için sadece kendi boyuna değil, hem Âmiroğulları, hem de Mekke'deki Nevfeloğulları ile ittifakı bulunan Süleym'in diğer kolları Zekvan ve Usayye'yi de harekete geçirdi.

Kısa zamanda bu boylardan toplanan silâhlı gruplar, Maûne kuyusu başında beklemekte olan ve gelişmelerden habersiz bulunan müslümanlara saldırdılar. Ağır yaralı olduğu için öldüğü sanılıp bırakılan Kâ'b bin Zeyd -radiyallahu anh- ile, hadise sırasında kafilenin develerini otlatmakta olan Münzir bin Muhammed -radiyallahu anh- ve Amr bin Ümeyye -radiyallahu anh- hariç hepsini şehit ettiler. Münzir -radiyallahu anh-, arkadaşlarının başına gelenlere tahammül edemeyerek müşriklere saldırdı ve o da şehit edildi. Amr bin Ümeyye -radiyallahu anh- ise esir alındı. Fakat Âmir bin Tufeyl tarafından annesinin bir köle azad etme adağını yerine getirmek için serbest bırakıldı.

Hadiseyi Cebrâil Aleyhisselâm vasıtasıyla öğrenen Resulullah Aleyhisselâm, durumu Ashâb'ına da haber verdi. Hiçbir felâket karşısında hissetmediği derecede üzüntü duydu. Otuz veya kırk gün kadar süreyle sabah namazlarında bu fâciaya yol açan kabilelere bedduâda bulundu. (Buhârî)

Ebu Berâ da kardeşinin oğlunun yaptığı bu edepsizliğe çok üzüldü, utandı, kederinden hastalanıp öldü.

Çok geçmeden bu kabilelere veba, humma, kıtlık, kuraklık düştü. Âmir bin Tufeyl bir savaş sırasında gözlerinden birini kaybetti, boynunda çıkan yumru bir çıban yüzünden de öldü.

Amr bin Ümeyye -radiyallahu anh- serbest bırakılınca yürüyerek Medine'ye doğru yola çıktı. Karkara mevkiinde Âmiroğulları'ndan iki kişiye rastladı. Arkadaşlarını Bi'r-i maûne'de şehit eden kabileye mensup kimseler olduğu zannıyla bir fırsatını bulup her ikisini de öldürdü. Halbuki onlar Resulullah Aleyhisselâm'la görüşmüşler, kendilerine eman yazısı verilmişti. Fakat Amr -radiyallahu anh-ın bundan hiç haberi yoktu.

Medine'ye geldiğinde durumu bildirdiğinde Resulullah Aleyhisselâm: "Sen ne kötü bir iş yapmışsın!" buyurdu, onların diyetlerini ödeyeceğini söyledi.

 

Beni Nadir Savaşı:

Nadiroğulları ile Kureyzaoğulları adlı yahudi kabileleri Medine'ye iki saat uzaklıkta bulunuyorlardı. Resulullah Aleyhisselâm bunların her ikisi ile de çeşitli antlaşmalar yapmıştı. Yahudilerin mal ve can emniyetleri sağlanmış, buna karşılık onların da maddi yardımda bulunmaları karara bağlanmıştı.

Şu kadar var ki; müslümanların Bedir'de elde ettikleri zafere sevindiklerini gören ve Tevrat'ta: "Sancağı yere düşmeyecek olan muzaffer peygamber" diye anılan âhir zaman nebisinin bu peygamber olduğunu söyleyen iki yüzlü yahudiler, Uhud savaşının müslümanlar aleyhine sonuçlanması üzerine tavırlarını tamamen değiştirdiler. Reci' ve Bi'r-i maûne fâciaları üzerine de müslümanların nüfuzunun iyice sarsıldığını sandılar.

Amr bin Ümeyye -radiyallahu anh- tarafından yanlışlıkla öldürülen iki kişinin diyetinin bir kısmı antlaşma gereği Nadiroğulları tarafından ödenmesi gerekiyordu. Resulullah Aleyhisselâm yanına Ashâb-ı kiram'dan on kişi aldı ve Nadiroğulları'nın bulunduğu mahalleye giderek hisselerine düşen diyeti vermelerini istedi. Aynı zamanda yaptıkları antlaşmaya ne derece sadık olduklarını öğrenmek istiyordu. Yahudiler önce bu teklifi iyi karşıladılar, fakat sonra Resulullah Aleyhisselâm'ın ayaklarına kadar gelmesini fırsat bilerek suikast yapmayı plânladılar.

Sellâm bin Mişkem onları ikaz etti. "Siz bu fikirden vazgeçiniz. Böyle bir işe yeltenecek olursanız, bu durum ona bildirilir. Aranızdaki ahdi bozmuş, kendinize yazık etmiş olursunuz." dedi. Fakat sözünü dinleyen olmadı.

Resulullah Aleyhisselâm'ı bir evin gölgeliğinde oturttuktan sonra damdan başına taş yuvarlayarak öldüreceklerdi. Cebrâil Aleyhisselâm gelerek durumu bildirdi. Resulullah Aleyhisselâm hemen bulunduğu yerden kalkarak Ashâb'ı ile beraber oradan uzaklaştı. Yahudiler suçüstü yakalanmış oldular. Resulullah Aleyhisselâm Medine'ye döndükten sonra Muhammed bin Mesleme -radiyallahu anh-i göndererek on gün içinde orayı terketmeleri haberini iletti. Aksi halde kendileri ile savaş yapılacaktı.

Bu karar Allah-u Teâlâ'nın şu hükmüne uygun düşüyordu:

"Bir kavmin (antlaşmayı bozmak hususunda) hâinlik yapmasından çekinirsen, sen de hak ve adaletle (onların seninle yaptıkları antlaşmayı aynı şekilde onlara at (antlaşmayı bozduğunu onlara bildir).

Çünkü Allah hâinlik yapanları sevmez." (Enfâl: 58)

Onların sürgün edilecekleri zaten Tevrat'ta da yazılı bulunuyordu. Allah-u Teâlâ suçlarına göre bu şekilde cezalandırmaya hükmetmişti.

Nadiroğulları hemen yol hazırlığına başladılar, yol azıklarını hazırladılar.

Fakat baş münâfık Abdullah bin Übeyy yahudilere haber salarak kendilerine destek vâdetti, yerlerinden ayrılmamalarını, Resulullah Aleyhisselâm'a karşı gelmelerini istedi. Onlar da buna güvenerek kalelerine kapandılar. Resulullah Aleyhisselâm'a da haber gönderdiler ve: "Biz yurdumuzdan çıkıp gitmeyeceğiz, elinden geleni geri koyma!" dediler.

Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime'lerde Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:

"Resul'üm! Münâfıkların ehl-i kitap'tan inkâr eden dostlarına: 'Eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız biz de sizinle beraber çıkarız. Sizin aleyhinizde kimseye aslâ uymayız. Eğer savaşa tutuşursanız mutlaka size yardım ederiz.' dediklerini görmedin mi?" (Haşr: 11)

Münâfıklar küfürde ve nankörlükte kardeşlikleri olan o kâfirlere sözde destek vermeye çalışıyorlardı. Onları çıkartmamak için her türlü itaatsizliği ve isyanı göze alacaklarını, şayet çıkmalarına mani olamazlarsa kendilerinin de yurtlarını ve mallarını bırakıp onlarla beraber gideceklerini, gitmelerine mani olacak olan kimseleri aslâ dinlemeyeceklerini söylüyorlardı. Savaşta düşmanlarına karşı onlardan tarafa olacaklarına ve savaşacaklarına yemin ederek söz veriyorlardı.

Halbuki onlar bu sözleri söylerken, bu sözlerini yerine getirmemek niyetiyle verdiklerinden dolayı yalancıdırlar.

"Allah onların yalancı olduklarına şâhitlik eder." (Haşr: 11)

Onlar yeminlerinde durmayacaklar ve dediklerinin hiçbirini yapmayacaklardır.

Bundan sonra Allah-u Teâlâ münâfıkların durumunu daha geniş anlatarak şöyle buyurdu:

"Andolsun eğer onlar çıkarılsalar, onlarla beraber çıkmazlar. Savaşa tutuşmuş olsalar onlara yardım etmezler, yardım etseler bile arkalarını dönüp kaçarlar, sonra kendilerine de yardım edilmez." (Haşr: 12)

Şayet münâfıklar yahudilere yardımcı olacak olurlarsa, münâfıklar kesinlikle bozguna uğrayıp kaçacaklardır. Ne onlara yardım ederler, ne de onlarla birlikte savaşırlar.

Gerçekten de böyle oldu. Ne onlarla beraber çıktılar, ne de savaştılar.

"Onların kalplerinde sizin korkunuz Allah'ın korkusundan fazladır. Böyledir, çünkü onlar anlamayan bir topluluktur." (Haşr: 13)

Münâfıklar Allah'tan korktuklarından daha çok müslümanlardan korkuyorlardı. Gizli ve açıkta olanı bilen, her şeyi gören ve azabı şiddetli olan Allah-u Teâlâ'dan sakınmıyorlar, azabından korkmuyorlar ve gizli gizli münâfıklık ediyorlardı.


  Önceki Sonraki