Uhud savaşı'ndan sonra Resulullah Aleyhisselâm'ın gönderdiği müfreze, Ebu Seleme bin Abdülesed -radiyallahu anh-ın seriyesidir.
Esedoğulları kabilesi'nden Huveylid'in iki oğlu Tuleyha ve Seleme, Medine'ye ani bir baskın yapmak, civardaki meralarda bulunan hayvanları yağma edip almak için kabilelerini teşvik ve tahrik ediyorlardı. Müslümanların Uhud'da hezimete uğramaları onlara bu cesareti vermişti.
Bu haberi duyan Resulullah Aleyhisselâm, Ebu Seleme bin Abdülesed -radiyallahu anh- kumandasında yüz elli kişilik bir sefer hazırladı. Hicretin dördüncü yılı Muharrem ayının başında birliği yola çıkardı. Bunlara gece yürüyüp gündüz saklanarak gitmelerini, kimseye sezdirmeden düşman üzerine aniden vurmalarını bildirdi. Ebu Seleme -radiyallahu anh-e de Allah-u Teâlâ'nın emirlerine aykırı tutum ve davranışlardan sakınmasını, maiyetindeki müslümanlar için de hayırlı olmasını tavsiye etti.
Mücahidler ıssız ve sapa yollardan hızla giderek Esedoğulları'nın toplandıkları su başlarından biri olan Katan'a yaklaştılar. Esedoğulları'nın çobanlarından üç köleyi yakaladılar. Diğerleri kaçtı. Bir kısım hayvanları ganimet olarak aldılar. Daha sonra Katan'a geldiler. Esedoğulları'nı kuşattılarsa da, her biri bir tarafa dağıldı ve kaçmaya başladı. Mücahidler bulabildikleri davar ve deve gibi hayvanları toplayıp karargâha getirdiler.
Ganimetler mücâhidlere taksim edildi. Savaş olmadan geri dönüldü.
Ebu Seleme -radiyallahu anh- Resulullah Aleyhisselâm'ın süt kardeşi ve halası Berre'nin oğludur. Hanımı Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- ile birlikte önce Habeşistan'a, sonra da Akabe biatlarından bir yıl sonra Medine'ye hicret etmiştir.
Ebu Seleme -radiyallahu anh- Uhud'da yaralanmıştı, tedavi görüyordu. Katan'dan döndükten sonra yarasının nüksetmesi sonucu vefat etti. Gözlerini Resulullah Aleyhisselâm kapattı.
Resulullah Aleyhiselâm'a Hâlid bin Süfyan bin Nübeyh'in Medine üzerine yürümek için adam topladığı haberi geldi. Hâlid'i ortadan kaldırması için Abdullah bin Üneys -radiyallahu anh-i tek başına görevlendirdi. Onu Nahle'de veya Urene'de bulabileceğini, ona itimat sağlayıp rahatça yanına yaklaşabilmek için kendi aleyhinde rahatça konuşabileceğini söyledi.
Abdullah -radiyallahu anh- Hâlid bin Süfyan'ı Urene vadisinde buldu. Onu ilk gördüğünde içinde bir ürperti duydu. O sırada ikindi vakti girdiği için Hâlid'in yanına doğru giderken namazını ima ile kıldı. Kendisini, onun emrinde Peygamber'le savaşmak için gelen Huzâa'lı bir Arap olarak tanıttı. Resulullah Aleyhisselâm'ın aleyhinde öyle şeyler söyledi ki Hâlid o zamana kadar Resulullah Aleyhisselâm'dan bu şekilde bahseden ve onunla savaşmaya bu kadar hırslı bir adamla karşılaşmadığını itiraf etmek zorunda kaldı. Abdullah -radiyallahu anh-i yanından ayırmadı, akşam da kendi çadırında alıkoydu.
Adamları yanından ayrıldıktan sonra bir fırsatını bulan Abdullah -radiyallahu anh- Hâlid'i öldürdü, hemen oradan uzaklaşıp bir mağaraya sığındı. Daha sonra da Medine'ye döndü. Hâlid'in adamları çok aradılarsa da bulamadılar.
Durumu Resulullah Aleyhisselâm'a anlattığında memnun oldu ve bu hadisenin hatırası olarak ona bir âsâ verdi.
"Bu, kıyamet günü aramızda bir işaret olacak, sen cennette de bu âsâya dayanacaksın." buyurdu.
Abdullah bin Üneys -radiyallahu anh- bu kıymetli hatırayı ölünceye kadar kılıcıyla birlikte bir kında bulundurup yanından ayırmadı.
Ölüm döşeğine düştüğünde, yakınlarına onu kefenin içine koymalarını ve kendisiyle gömmelerini vasiyet etti. Vefatında vasiyeti üzerine kefeninin içine kondu.
Yakalandığı hummâ sebebiyle Bedir savaşı'na katılamayan Abdullah -radiyallahu anh-, Uhud başta olmak üzere sonraki bütün savaşlara iştirak etmiştir. Mısır'ın fethinde, Afrika savaşlarında da bulunmuştur.
Hicaz bölgesindeki hemen hemen bütün Arap kabileleri puta taptıkları için Kureyş kabilesi'ne bağlı idiler. Her sene Hacc mevsiminde Mekke'ye gittiklerinde Kureyşliler'in İslâmiyet aleyhindeki propagandaları ile karşılaşıyorlar, dolayısı ile aslını esasını anlamadan İslâmiyet'e düşman kesiliyorlardı.
Uhud savaşından sonra Kureyşliler'in itibarı yükselmiş, Arap kabileleri'nin de cesareti artmıştı. İslâm'a karşı besledikleri düşmanlıklarını açığa vurdular. Bu arada yahudilerle münâfıklar devamlı aleyhte propaganda yapıyorlardı. Müslümanlar için Medine'de emniyet geniş ölçüde sarsıldı. Silâhsız kimse gezemiyor, geceleri bile silâhlarıyla yatıyorlardı. Resulullah Aleyhisselâm müslümanları daima teselli ediyor, her türlü tedbirleri almayı da ihmal etmiyordu.
Resulullah Aleyhisselâm'ın asıl gayesi savaşmak değil; İslâm dini'ni yaymak, insanları zulmetten nura, dalâletten hidayete eriştirmekti. İslâmiyet'i yaymak için her fırsatı değerlendirmeye çalışıyor, bu hayırlı iş için de civardaki kabileler arasına muallimler gönderiyordu. Bu muallimleri bağrına basıp İslâm'ı öğrenen kabileler olduğu gibi; hususi olarak dâvet ettiği halde hâinlik yapan, muallimleri öldüren kabileler bile vardı.
Medine civarında oturan Adal ve Kare kabileleri'nden birkaç kişi Resulullah Aleyhisselâm'a gelerek kendilerine müslümanlığın esaslarını göstermek, Kur'an öğretmek için birkaç muallim istemişlerdi. Resulullah Aleyhisselâm müşriklerin Medine'ye karşı bir hazırlıkta bulunup bulunmadıklarını öğrenmek ve ona göre tedbir almak üzere Ashâb-ı kiram'dan bazılarını hazırlamış bulunuyordu. Bu bakımdan onların bu isteğini müsâit karşıladı.
Hiç tereddüt etmeden Âsım bin Sâbit -radiyallahu anh- başkanlığında on kişilik bir heyeti onlarla birlikte gönderdi.
Âsım bin Sâbit -radiyallahu anh- Bedir savaşı'nda müşriklerin ele başlarından Ukbe bin Ebu Muayt'ı, Uhud savaşı'nda da azılı müşrik kadınlarından Sülâfe'nin iki oğlunu öldürmüştü. Bunun içindir ki Sülâfe, onun başını getirene yüz deve vereceğini vâdetmiş, ayrıca kafa tasıyla şarap içmeye yemin etmişti.
Yolda giderken, adı geçen kabilelerin elçilerinden biri, müslümanlarca öldürülmüş olan Hâlid bin Süfyan'ın intikamını almak için fırsat kollayan Lihyanoğulları'na gizlice haber gönderdi. Daha önceden bu hususta anlaşma yapmışlardı. Bunun üzerine Lihyanlılar'dan yüz kadar okçu, Mekke ile Usfan arasındaki Reci' suyu yakınlarında müslümanları kuşattılar. "Bize teslim olursanız, size sözümüz var, hiçbirinizi öldürmeyeceğiz!" dediler.
Âsım bin Sâbit -radiyallahu anh-: "Ben müşriklerin himayesini hiçbir zaman kabul etmem." diyerek teslim olmayı reddetti.
Daha sonra da:
"Allah'ım! Peygamber'ini durumumuzdan haberdar et!"
Diye duâ ederek müşriklere ok atmaya başladı. Sonra mızrakla ve kılıçla savaşan Âsım -radiyallahu anh- müşriklerden bir kişiyi öldürmüş iki kişiyi de yaralamıştı. Çetin bir mücadele sonunda:
"Allah'ım Ben ilk günler senin dinini korudum, sen de bugün benim cesedimi koru!" dedi ve ardından yedi arkadaşıyla birlikte şehit oldu, ikisi esir alındı.
Âsım -radiyallahu anh-ın başını Sülâfe'ye götürüp yüz deveyi almak isteyen Lihyanlılar, aniden üzerlerine saldıran arılar yüzünden cesedine yaklaşamadılar. Arıların dağılması için geceyi beklemeye mecbur kalan Lihyanlılar bu defa da birdenbire yağmaya başlayan yağmurun meydana getirdiği sellerin şehit cesedini sürüklemesiyle emellerine kavuşamadılar. Cesed daha sonra da bulunamadı. Bu hadiseden dolayı Âsım -radiyallahu anh- arıların koruduğu kişi mânâsına gelen "Hamiyyüd-debr" lâkabıyla meşhur olmuştur.
•
Lihyanlılar, esir ettikleri mücahidlerden Hubeyb bin Adiyy -radiyallahu anh- ile Zeyd bin Desinne -radiyallahu anh-ı götürüp Mekkeliler'e sattılar. Her ikisi de Bedir'de Kureyş'in ileri gelenlerini öldürmüşlerdi.
Zeyd -radiyallahu anh-ın idamında müşriklerin bütün ileri gelenleri bulunmuştu. Başını alacak kılıcın tam sıyrıldığı anda Ebu Süfyan kendisine: "Doğru söyle! Şimdi senin yerinde Muhammed olsa, onun öldürülmesini tercih eder miydin?" dedi. Zeyd -radiyallahu anh- hiç tereddüt etmeden: "Aslâ!... Ben öleyim de peygamberimin vücuduna bir diken bile batmasın!" diye cevap verdi. Ebu Süfyan bu imanı görünce ister istemez şu hakikati itiraf etti ve: "Hiç kimse Muhammed kadar arkadaşları tarafından sevilmemiştir!" diye bağırdı.
Zeyd -radiyallahu anh-ı dininden döndürmek için oka tutmuşlarsa da, bu onun imanını artırmaktan başka bir işe yaramadı. Daha sonra da Bedir'de öldürülen Ümeyye bin Halef'in oğlu Safvan'ın kölesi tarafından şehit edildi.
Hubeyb -radiyallahu anh- bir müddet Mâviye adındaki azadlı bir kadının evinde hapis tutuldu.
Sonradan müslüman olan Mâviye der ki:
"Ben Hubeyb'den daha hayırlı bir esir görmedim. O zaman Mekke'de üzüm bulunmadığı ve kendisi de zincire bağlı olduğu halde, kendisini üzüm salkımından üzüm yerken gördüm. Herhalde bunu ona rızık olarak Allah veriyordu." (Buhârî)
Öldürmek için Hubeyb -radiyallahu anh-ı Harem bölgesinden dışarı çıkarıp Tenim'e götürdüler. Öldürüleceğini anlayınca hiç metanetini bozmadan izin istedi, iki rekât namaz kıldı, o andan itibaren idam edilecek müslümanların namaz kılması âdet oldu.
İslâmiyet'ten vazgeçmesi şartıyla serbest bırakılacağı kendisine bildirildi. Hubeyb -radiyallahu anh- ise: "Benim için ölmek, dinimden dönmekten daha hayırlıdır." dedi ve direğe çekilerek şehit edildi.
Hubeyb -radiyallahu anh- son dakikalarında: "Allah'ım! Burada selâmımı Resul'üne ulaştıracak bir yüz göremiyorum. Bari selâmımı ona sen ulaştır!" diye duâ etti. O anda Resulullah Aleyhisselâm Ashâb'ı ile oturuyordu. "Ve aleyhisselâm!" buyurdu. Orada bulunanlar: "Yâ Resulellah! Kimin selâmını aldın?" dediler. "Kardeşiniz Hubeyb'in selâmını." diye cevap verdi ve: "Kureyş Hubeyb'i şehit etti." buyurdu.
Bu mâsum peygamber temsilcilerine yapılan vahşice hareketten Resulullah Aleyhisselâm da Ashâb-ı kiram da çok üzüntü duydular. Resulullah Aleyhisselâm, yaptıklarından dolayı onları Allah'a havale etti.
Münâfıklar ise bu hadiseyi fırsat bilerek fesatçılığa başladılar. "Yazık oldu şu işkenceye uğratılanlara ve öldürülenlere!" gibi lâflar ediyorlardı.