Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ - Mâûn Sûre-i Şerif'inin Tefsiri (4) - Ömer Öngüt
Mâûn Sûre-i Şerif'inin Tefsiri (4)
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ
Dizi Yazı - Tefsir
1 Mayıs 2013

 

Mâûn Sûre-i Şerif'inin Tefsiri (4)

 

Küfrün Bir Şubesi Olan; Riyâ:

Allah-u Teâlâ "Kıldıkları namazlarında gafil olanlar"ı beyan ettikten sonra, bu gibi kimselerin riyâkâr olduklarını da açıklıyor ve buyuruyor ki:

"Onlar gösteriş yaparlar." (Mâûn: 6)

Riyâ; insanın kendisini başkalarına üstün göstermek, onların kalplerinde yer etmek, hürmet ve tâzim beklemektir. Bu gibi kimseler yaptıkları iyilikleri kendisini övsünler, parmakla göstersinler, "Ne kadar sâlih insan!" desinler diye yaparlar. Namazı insanlar görsün diye hususiyetle herkesin görebileceği bir yerde lâubâli bir tavırla kılarlar, aslâ Allah için kılmazlar.

İbadet ettiklerini zannettikleri için, Allah-u Teâlâ'nın yanında kendilerinin çok makbul olduğu zannındadırlar.

İnsanlardan çekindikleri için kılarlar. Farzları yerine getiriyormuş gibi görünürler. Kalplerinde olmayan şeyi başkalarına karşı göstermek isterler.

Nitekim bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyurulmaktadır:

"İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah'ı pek az zikrederler." (Nisâ: 142)

Hiçbir iyi işi hâlis niyetle yapmazlar. Her yaptıkları iş başkalarına gösteriş içindir. Yaptığının karşılığını bu dünyada görmekten başka bir şey düşünmezler. Namazı gösteriş için kılarlar.

Topluluk varken itina ile namaz kılan, yalnız başına kalınca terkeden kişi münâfık ve mürâidir. Bu ise nifakın en tehlikelisidir.

Riyâ katiyetle haram olduğu içindir ki riyâkârlar azaba müstehak olurlar. Riyâkâr insan kendisine fayda verecek iyilikler yaptığını zanneder, fakat ahirete göçtüğünde hiçbir iyiliğin karşılığını göremez.

Tenhada bulunduğunda yapamadığı farzları halkın göreceği yerde yapmak riyâdır ve riyânın en fenâsıdır.

Riyâdan kıçınmak çok zordur. Çünkü riyâ, siyah karıncanın karanlık gecede siyah taş üzerinde yürümesinden daha gizlidir.

Şu kadar var ki farz olan ibadetleri aşikâr olarak yerine getirilmesinden dolayı kişi riyâkâr sayılmaz.

Amel iki türlüdür: Bir amel var, bir de amel-i sâlih var. Kişi amel işliyor amma, sâlih olmadığı için, yani yaptığı ameli ihlâsla, sırf Allah için yapmadığı için makbul değildir. Riyâ karışan ameller, âfet isabet edip de harap olan bahçeye benzer.

Amel ve ibadetleri ihlâsla yapmak farz olduğu gibi, ihlâsı terketmek de haramdır.

Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde:

"Kim Rabb'ine kavuşmayı arzu ediyorsa güzel bir amel işlesin ve Rabb'ine kullukta hiç ortak koşmasın!" buyuruyor. (Kehf: 110)

Her kim bu yüce makamı elde etmeyi arzu ediyorsa, Allah-u Teâlâ'ya takdim edebilecek amelleri işlesin. Kulluğuna, riyâkârların yaptığı gibi ne açık ne de kapalı hiçbir şirk karıştırmasın.

Bu beyanlarımız bir aynadır, herkes kendisini bu aynada görsün ve kendisini ona göre ayarlasın!

Hiç şüphesiz ki Allah-u Teâlâ "Afüvv"dür; günahları çokça bağışlayandır, engin merhameti ile günahlarından pişmanlık duyanları affeder. "Tevvâb"dır; tevbe kapısını daima açık tutmaktadır, günahtan dönenlerin tevbelerini kabul eder. "Ğafûr"dur; mağfireti bol olandır, rahmeti gadabını geçmiştir. "Ğaffâr"dır; merhameti engin olandır, uçsuz bucaksız rahmetiyle kullarının günahlarını tekrar tekrar affedip bağışlar. Bunun içindir ki kendisini bu durumda gören bir insanın bir an önce tevbe etmesi, müminlerin yoluna koyulması, istenildiği şekilde kulluk vazifelerini yerine getirmeye çalışması gerekir. Zararın neresinden dönülürse kârdır.


  Önceki Sonraki