Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TARİHTEN SAYFALAR - Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed'in Akâ'id ve Kelâm İlimlerine Dâir Yeni Bir Risâlesi (1) - Ömer Öngüt
Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed'in Akâ'id ve Kelâm İlimlerine Dâir Yeni Bir Risâlesi (1)
TARİHTEN SAYFALAR
Hakan Yılmaz
1 Nisan 2013

 

Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed'in
Akâ'id ve Kelâm İlimlerine Dâir
Yeni Bir Risâlesi (1)

 

XIV. yüzyılda yaşamış olan, bu asrın ilk yarısında Osmanlılar, İnançoğulları, Menteşeoğulları ve Hamîdoğulları gibi Batı Anadolu beyliklerinin yöneticileriyle sıkı bir ilişki içinde olup, onlar adına tefsirler ve çeşitli dinî ilimlere dâir kitap ve risâleler kaleme alan Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed'in eserleri,'Osmân Gâzî ve oğlu Orhan Gâzî dönemlerini aydınlatacak, o devirden kalmış kesin birer belge niteliğindedir.

Hayâtına ilişkin mevcut bilgilere ve Orhân Gâzî'nin oğlu Gâzî Süleymân Paşa adına yazdığı "Tebâreke Tefsîri"nin târihî önemine daha önce bir makâlemizde(1) kısaca değindiğimiz Muslihuddîn Fakîh'in, esâsen tüm eserlerinin tespiti, neşri ve târihî ve bilimsel açıdan incelenmesi, Kuruluş devri Osmanlı târihinin doğru ve tarafsız bir biçimde tespit edilebilmesi açısından son derece önemlidir. Bu eserlerden her birinin, bu devrin târihini, dilini, dinî ve kültürel değerlerini tespit noktasında, tartışmalı meselelere ışık tutacak zengin bilimsel malzeme içerdiği şüphe götürmez bir gerçektir.

Muslihuddîn Fakîh'in bilinen mevcut eserleri üzerinde henüz hiçbir bilimsel çalışma ve değerlendirme yapılmamış olmakla birlikte; şimdiye dek bilinmeyen yeni eserlerinin araştırılması, ortaya çıkarılması ve neşri de, yine aynı sebeple, bu devrin karanlık ve tartışmalı noktalarının ortaya çıkarılması yönünden büyük önem arz etmektedir.

 

Muslihuddîn Fakih'in
Akâ'id ve Kelâm İlimlerine Dâir Yeni Bir Risâlesi:

İlk Osmanlılar'ın dinî ve etnik kimliği, kültürel, sanatsal ve edebî faaliyetleri hakkında günümüze ulaşabilmiş eser sayısı yok denilecek kadar azdır. Özellikle son zamanlarda, Osman Gâzî ve oğlu Orhan Gâzî dönemlerinde Osmanlı Türkmenleri'nin nasıl bir dinî inanışa sâhip olduğu, hangi mezhebe bağlı bulunduğu konusunda, kısır bir ideoloji tatmininden öteye geçmeyen birbirinden uçuk iddiâlar ortaya atılmıştır. Hangi amaçla ortaya atıldığı belli olan bu iddiâların asılsızlığı ve bilimsellikten uzaklığı âşikâr olmasına rağmen, bugüne kadar bunları ilmî delillerle çürütecek kesin bir tarihî materyal de ortaya konulamamıştır.

İşte biz, Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed'in yegâne yazma nüshası husûsî kütüphânemizde bulunan Akâ'id ve Kelâm ilimleriyle ilgili "Risâle'-i Usûl-i Dîn" adlı eserini, bu gibi tartışmalara son noktayı koyacak kesin ve net deliller içerdiği için bu makâlemizde kısaca tanıtarak, tarihî ve edebî yönden önemini, Türk dil ve kültür târihi açısından değerini örneklerle göstermeye çalışacağız.

Zahriyye kısmına kırmızı (surh) mürekkeple atılan başlığından, tam adının "Risâle'-i Usûl-i Dîn ve Erkân-ı Vuzû'i ve's-Salâti ve Mezâhibi'l-Muhtelifâti ve Kebâyir ve Sağâyir ve Elfâz-ı Küfür" olduğu anlaşılan eser,(2) son kısmı eksik olan, tamâmı Türkçe kitap ve risâlelerden oluşan 87 varaklık küçük bir mecmû'anın içinde yer almakta olup, üslûbundan yine müellifimize âit olduğu anlaşılan "Vâkı'a Sûresi Tefsîri" ve onu tâkip eden Mehmed Şevkî bin Ahmed'in "Emîr Sultân Menâkıbı", Bâyezîd-i Bistâmî'ye âit kısa bir "Hikâyet", İbrâhîm Ethem Menâkıbı, Bişr-i Hâfî menâkıbı ve Zünnûn-ı Mısrî Kıssası'ndan sonra gelen yazmadaki yedinci eser olup, on altı varaktan meydana gelmekte ve bundan sonra Hazret-i Fâtımâ -radiyallâhu anhâ-nın "Vasiyet-nâme"sinin Türkçe tercümesi tamamlanmadan sona ermektedir.(3) Nüshanın bundan sonraki varakları kopmuştur. Unvan yaprağında yer alan dağınık fihriste bakılırsa, yazmanın kaybolan kısmı birkaç varaktan fazla değildir.(4) Üzerinde fihristle birlikte şiirler ve birkaç şifâ terkibi de bulunan iç kapakta ve unvan yaprağında temlik kaydı yer almaz.

Bununla birlikte nüshanın ketebe kaydını içeren son varağında: "Kad vaka'a'l-ferâğu min yedi'l-fakîrü'l-hakîr Mustafâ bin Muhammed (nüshada: Mahmûd)(5) -ğafara'llâhu lehümâ ve li-cemî'i'l-mü'minîne ve'l-mü'minât, âmîn" denilmek sûretiyle müellifin ismi açıkça zikredilmiş, ancak târih kısmı boş bırakılmıştır.(6) Bunun, nüshanın kopyalandığı orijinal yazmada tarih kısmının kırmızı mürekkeple yazılıp, sonradan silinmiş olması gibi mutâd sebeplerden kaynaklanmış olması büyük bir olasılıktır.

Muslihu'd-dîn Mustafâ bin Mehmed, yazdığı mukaddimede risâlenin "Sebeb-i te'lîf"ini ve eseri meydana getiren her bir bâbın içeriğini şöyle açıklar:

"Bismi'llâhi'r-Rahmâni'r-Rahîm! Ve bi-hî [nesta'în]

Elhamdü li'llâhi Rabbi'l-'âlemîn. Vâhid ü Ferd ü Samed'dür, şerîki, şebîhi, vezîri yok. Diler-ise bir kulın Sultân kılur, kimini şakî eyler. İşinde Hâkim'dür, işine kimse karışmaz. Fâ'il-i mutlak'dur, kimseye danışmaz. Kudretine ve hikmetine 'akıllar irmez. Ve dahı şükr ü sipâs, hamd ü bî-kıyâs Ol Hâlık'a kim, bu zu'efâya İslâm dînin müyesser kıldı, dîn yolın göstermeg-içün Muhammed Mustafâ'yı -sallâ'llâhu 'aleyhi ve sellem- derdümüze dermân virdi, Hakk yolın irşâd itmeg-içün, halk-ı 'âlem zulmet içre kalmış-iken dîn-îmân nûrıyla 'âlem münevver oldı. Ve dahı âli ve ashâb üzerine olsun-kim, bizüm-içün dîn İslâm yolın pâk idüb, ol vaktdan berü sürülüb dîn-i İslâm şevket bulmuşdur.

Pes, tâlib-i dîn olan, vâcibdür-kim dîn yolı ne'ydügin bileler, andan erkân-ı salâtı ögreneler, andan dürlü dürlü muhtelif mezheblerden [68a] sakınalar. Zîrâ kim âhir zamânuñ âhir şerridür, câhiller 'âlemi dutmışdur. Andan günâh-ı kebâyiri ve günâh-ı sağâyiri bileler, ihtirâz ideler, andan elfâz-ı küfürden sakınalar, tâ kim Hakk Te'âlâ Hazreti'ne lâyık olalar.

İmdi bunlaruñ cümlesini ilmimüz irdügünce beyâz eyleyelüm, tâ kim dîn mezhebi, i'tikâdı pâk olana âsân ola. Zîrâ kim bunları bilmek farz-ı 'ayındur.

Pes, bu risâle'i altı bâb üzerine itdüm, adını 'Usûl-i Dîn' didüm:

Bâbü'l-evvel: Mesâ'il-i dîn,

Bâbü's-Sânî: Erkâni'l-vuzû',

Bâbü's-Sâlis: Erkâni's-Salât,

Bâbü'r-râbi': Günâh-ı kebâyir ü sağâyir,

Bâbü'l-hâmis: Mezâ[hibü']l-Muhtelifât,

Bâbü's-sâdis: Elfâz-ı küfür.

Pes, bir kişi bilmezlikle, ya gadab ile, ya kinlik ile bir Şer'a muhâlif [söz] söyler, küfür bu üç nesneden gelür. Anuñ-içün kim Resûlu'llâh -sallâ'llâhu 'aleyhi ve sellem- buyurmışdur: 'Her vakt tevbe ve istiğfâr üzerine oluñ kim, bile añsuzda ecel irişe, ecel hôd ardumuzcadur.' Resûlu'llâh -'aleyhi's-selâm- kendüsi dâyim istiğfâr iderdi, bize ol istiğfârı itmek sünnet oldı."(7)

Bundan sonra müellif, zikrettiği altı "Bâb"ı, ilk Bâb'dan başlayarak eserin sonuna kadar açıklar. İlk Bâb'da sorular ve cevaplarla müslümanlığın esasları, İmânın ve İslâm'ın şartları(8), ikinci Bâb'da Abdest'in şartları,(9) üçüncü Bâb'da namazın rükünleri ve şartları,(10) dördüncü Bâb'da büyük ve küçük günahlar,(11) beşinci Bâb'da aralarında Râfızîler'in ve Hâricîler'in de bulunduğu İslâm'dan ve ehl-i sünnet yolundan sapmış muhtelif mezhepler hakkında kısa bilgiler,(12) son Bâb'da ise "Elfâz-ı küfür" başlığı altında küfre götüren sözlere dâir örnekler ele alınır.(13)

Muslihuddîn Fakîh, eserinde özellikle geniş izah ve tahkike giriştiği konularda meseleyi Âyet'ler ve Hadîs'lerle, Şer'î dayanaklarını ibrâz ederek işlemek sûretiyle verdiği bilgilere kat'iyyet ve kesinlik kazandırmış; dikkat gerektiren çok önemli konularda, okuyucuya uyarı ve nasihat mâhiyetinde güzel ve yararlı telkinlerde bulunup samîmî ve içten duâlar ederek, eserine apayrı bir etkileyicilik ve çekicilik katmıştır.

 

Risâlenin, Asrın Dinî, Siyâsî ve Edebî Târihi Açısından Önemi:

Mustafâ bin Mehmed el-Ankaravî'nin "Usûl-i Dîn" risâlesi; Orhân Gâzî, Osmân Gâzî ve Murâd Hüdâvendigâr'ın şahsında, XIV. yüzyıl Osmanlı beylik yöneticileriyle emirleri altındaki Türkmenler'in dinî inançlarının mâhiyetine, hükümdarlık statülerine, kavmî geleneklerine ve dil ve edebiyat husûsundaki faaliyetlerinin seviyesine ilişkin önemli bilgiler içermektedir.

Şimdi eserin ışık tuttuğu bu meseleleri, müellifin çağdaş birer belge niteliğindeki kayıtlarıyla birlikte kısa başlıklar altında ele alalım.

1. İlk Osmanlılar'ın Dinî Anlayışının Mâhiyeti:

Kurucu hükümdar Osmân Gâzî devrinden beri Osmanlı hânedânı ile yakın bir ilişki içerisinde bulunan Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed'in "Usûl-i Dîn" adlı risâlesinde, günümüz araştırmacıları arasında en çok tartışılan meseleler arasında yer alan Osmanlılar'ın kuruluş devrindeki inançlarının mâhiyeti ve ünlü Yunan başpiskopos Gregory Palamas'la görüşen dânişmendlerin ve ulemânın hıristiyanlığın temel öğretilerine bakış açısını kesin olarak çözmemizi sağlayacak önemli bilgiler vermiştir.

Aralarında Ahmet Yaşar Ocak, Umar Ö. Oflaz ve Halil İnalcık'ın da bulunduğu bir kısım araştırmacı, zorlamadan öteye geçmeyen basit bir takım varsayımlarla, ellerinde hiçbir bilimsel delil olmadığı hâlde İlk Osmanlılar'ın râfızî kökenli olduğunu, başlangıçta Türkmenler arasında Alevî-Bektâşî kültürü hâkim iken, bu inancın XV.-XVI. yüzyılın dogmatik, medrese anlayışını temsil eden ulemâsı tarafından Sünnîliğe tahvil edildiğini öne sürmüşlerdir.

Hâlbuki Muslihuddîn Fakîh'in uç Türkmenleri'ne kendi mezheplerini ve hak olan dört Sünnî mezhebi ikrâr yolundaki şu telkinleri, aynı yıllarda bölgeye gelerek onların inancını yakından teşhis eden İbn-i Battuta'nın tasvirlerine uygun şekilde, Osmanlılar'ın râfızîlikten tamâmen uzak bir din anlayışını benimseyip Ehl-i sünnet i'tikâdı üzre bulunduklarına ve İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin mezhebine tâbî olduklarına kesin bir kanıt teşkil etmektedir:

"Mes'ele: Sorsalar; 'Ne mezhebdensin?' Cevâb eyit-kim: 'İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'-i Kûfî -rahmetu'llâhi 'aleyhi- mezhebindenem!' Mes'ele: Sorsalar; 'Mezheb kaçdur?' Cevâb eyit-kim: 'Dörtdür: İmâm-ı A'zam, İmâm-ı Şâfi'î, İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı Hanbelî -rıdvânu'llâhi 'aleyhim-, budur' di, 'dahı Hakk'dur.'"(14)

Uç Türkmenleri'nin dinî misyonunun en güçlü temsilcilerinden biri olan müellif, "Bâbü'l-hâmis" (Beşinci Bâb)'da "Mezâhib-i Muhtelifât" başlığı altında, yukarıda saydığı dört Hakk mezhebin dışında kalan sapkın mezheplerin kısa tasvirlerine geçmeden önce yine, Osmanlılar'ın kurucu atadan beri Ehl-i Sünnet mezhebi üzre bulunduklarını, Alevîliğin kökenini teşkil eden Râfızîlik de dâhil olmak üzre, bâtıl mezheblerden hiçbiriyle uzaktan-yakından alâkaları olmadığını açıkça ibrâz eden şu ifâdelere yer vermiştir:

"Bu şimdiki zamânuñ halkı içre dürlü mezhebler, dürlü sûretler, dürlü kisvetler, bed i'tikâdlar peydâ olmışdur. Zîrâ âhir zamânuñ şerri 'alâmetidür, mülhidler cihânı dutmuşdur, şeytân -'aleyhi'l-la'ne- havâle olmışdur, azgunluklar zuhûr itmişdür. Kimi Rafaza'yı dîn itmekle, kimî hâricîlık ile, kimi Cebrî, Kaderî ve kimi Cahîmiyye ve kimi Mürciyye, kimi Şî'a ve kimi Evliyâ'iyye ve kimi Hurûfiyye'lük ve kimi Sûfîlık ile, her biri [74b] bir yol-ile i'tikâd bağlamışlardur, tamuya lâyık olmışlardur. Zâhiren müslimânuz dirler, ammâ dînleri mezheblerini yitürmişlerdür. Anlar kim müslimânlardur, dünyaya tâlib, râğıb olmışlardur, içlerinden hevâ ve heves, bid'at, şöhret, tefâhir, kibr ü 'unvân-birle mutassıf olmışlardur. Ekser 'avratlarına tâbi' olmaklık ile âhiret unudulmuşdur. Ol kim Ehlu'llâh'dur, başın hırkaya çekmişlerdür, mürâyî câhiller salusı 'âlemi dutmışdur. Her biri bir sûretle okuyanlar dahı ekser 'amel üzre degüllerdür, 'amel ider az kalmışdur ve halk bir-birin azdurmak üzredür.

Resûlu'llâh -sallâ'llâhu 'aleyhi ve sellem- buyurupdurur: "'Benî İsrâ'il kavmı yetmiş iki bölük oldılar, benüm ümmetüm yetmiş üç bölük olısar. Anlaruñ bir bölügi ehl-i cennetdür, bâkîsi tamulıkdur.'didi. Ashâb anı işitdiler, eyitdiler: 'Yâ Resûla'llâh! Biz ol bölügüñ kangısındañuz?' Eyitdi: 'Ben ve ashâbum ol bir bölükdendür.' didi.

Kıyâs eyle-ki; bu 'âleme fuzelâ, zühhâd, 'ubbâd, ehl-i keşef, pür kerâmet ehli kim bu 'âleme gelmişlerdür, anlar dururken 'aceb bize kim dirler? Husûsâ [75a] şimdiki zamânda dînin-mezhebin la'înüñ iğvâsından, yaramaz yoldaş şerinden pâklikle kurtarıbilmek hayli bahâdırlıkdur."(15)

Görüldüğü üzre müellif, "Rafaza'yı dîn itmek" ifâdesiyle, İslâm'dan uzaklaşmış olan Râfızîliği ayrı bir din olarak değerlendirmekte, müslümanları onlardan ayrı bir kategoriye sokmakla birlikte onları da dinlerinin hukûkuna hakkıyla riâyet etmedikleri için eleştirmektedir.

Osmanlı uç Türkmenleri'ni dinlerini muhâfaza etmeleri yönünde ihtar eden Muslihuddîn Fakih, devamla bu dalâlet "tâ'ife"leri arasında yer aldığını belirttiği Râfızîlik'ten de onları sakındırıp, haklarında son derece açık ve net olan şu bilgiyi vermiştir:

"Bir tâ'ife dahı Râfızî'dür; anlar Ebû Bekr'e, 'Ömer'e, 'Osmân'a buğz iderler: 'Biz âl-i evlâd-ı 'Alî'ye, Hasan'a, Hüseyn'e uyaruz!' dirler, ammâ Âl-i evlâd anlardan bîzârlardur."(16)

Dolayısıyla ulemâsı ve kadıları rafızî olmak şöyle dursun, yazdıkları kitap ve risâlelerde halkı diğer bâtıl mezheplerle birlikte râfızîliğe karşı da uyaran bir beyliğin hükümdârının ve halkının râfızî olduğunu iddiâ etmenin akıl ve mantıkla bağdaşır hiçbir tarafı yoktur.

Nitekim o, sözkonusu bâbın sonunda i'tikâdın ehl-i Sünnet'ten başkasına olamayacağını kuvvetli bir vurguyla bir kez daha dile getirerek, bu konudaki asılsız ve mesnedsiz tartışmalara son noktayı koymuştur:

"Şeytân -'aleyhi'l-la'ne- bu miskîn cühelâyı Hakk'dan dûr idüb tamuya lâyık itmişdür. Pes, kavl 'ulemânuñdur, i'tikâd ehl-i Sünnet'üñdür. 'Âkil oldur kim 'ulemânuñ kavlinden şaşmaya. Ehl-i 'ilim ne-kadar fâsık ise, câhil 'âbidden efdaldür."(17)

(Devam Edecek)

 

(1) Krş. H. Yılmaz, "Muslihuddîn Fakîh ve Orhan Gâzî'nin Oğlu Gâzî Süleymân Paşa Adına Yazdığı 'Tebâreke Tefsîri'", HAİD, XIX/220 (Ocak/2012), s. 45-46.

(2) Krş. Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed el-Ankaravî, "Risâle'-i Usûl-i Dîn", vr. 67b, st. 1-2. 210x150 (190x120) mm. ebatındaki yazma iki ayrı müstensih tarafından istinsah edilmiş olup, başlangıçtan üzerinde durduğumuz risâleye kadarki ilk 66 varak 15, bundan sonraki kısım ise her biri 16 satırlık 21 varak olmak üzre toplam 87 varaktan oluşmaktadır. Nüshadakî Âyet'ler, Hadîs'ler, önemli sözler, Risâle ve konu başlıklarının tamâmı kırmızı (surh) mürekkeple yazılmıştır.

(3) Mecmû'ada, üzerinde durduğumuz "Usûl-i Dîn" risâlesi ve onunla birlikte kayıtlı olan diğer 7 eserin adları, sıralaması ve varak numaraları şöyledir:

1. "Tefsîr-i Sûre'-i Vâkı'a": vr. 1b-30b.

2. "Menâkıb-ı Hazret-i Emîr Sultân -rahmetu'llâhi 'aleyh-": vr. 31a-57a.

3. "Hikâyet-i Şeyhü'l-Muhakkıkîn, Kutbü'l-'Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî -kaddesa'llâhu sırrahu'l-'azîz": vr. 57a-59a.

4. "Menâkıb-ı İbrâhîm Ethem": vr. 59a-60b.

5. "Menâkıb-ı Bişr-i Hâfî -rahmetu'llâhi 'aleyh-": vr. 61a-64b.

6. "Kıssa'-i Zünnûn-ı Mısrî -rahmetu'llâhi 'aleyh-": vr. 65a-66a.

7. "Risâle'-i Usûl-i Dîn…": vr. 67a-82b.

8. "Vasiyyet-nâme'-i Fâtımâ -radiyallâhu 'anhâ-": vr. 83b-87b.

(4) Krş. Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed el-Ankaravî, "Risâle'-i Usûl-i Dîn",

(5) Müstensih burada müellifin babasının adını 'Mahmûd' olarak yazmıştır, fakat bunun "Mehmed' olduğu açıktır. Çünkü o, 'Mehmed'in ikinci "mim"inden sonra "dal"ı önce doğru olarak yazmış, sonra aslî nüshadaki yazılışından buradaki ismin "Mehmed" mi, "Mahmûd" mu olduğunu çıkaramayıp, "dal"ı tekrar üzerinden geçerek "vav"a dönüştürmeye çalışmış, sonuna da bir "dal" daha ekleyerek "Mahmûd" ismini ortaya çıkarmıştır.

(6) Krş. Mustafâ bin Mehmed, a.g.e., vr. 82b. Burada ferağ kaydının bir alt satırına herhangi bir târih belirtilmeksizin: "Hicreti'n-Nebî -'aleyhi's-selâm-" kaydı düşürülmüştür. Bu kayıt, Mustafâ el-Ankaravî'nin eseri te'lif ettiği târihin asıl nüshada yazılı bulunduğunu, ancak bu târihin herhangi bir sebeple elimizdeki nüshada düşmüş olduğunu kesinleştirir.

(7) Krş. Mustafâ bin Mehmed, a.g.e., vr. 67b, st. 3-16, vr. 68a, st. 1-16.

(8) Krş. Mustafâ bin Mehmed, a.g.e., vr. 68b-69a.

(9) Krş. Mustafâ bin Mehmed, a.g.e., vr. 69a-69b.

(10) Krş. Mustafâ bin Mehmed, a.g.e., vr. 69b-73a.

(11) Krş. Mustafâ bin Mehmed, a.g.e., vr. 73a-74a.

(12) Krş. Mustafâ bin Mehmed, a.g.e., vr. 74a-77a.

(13) Krş. Mustafâ bin Mehmed, a.g.e., vr. 77a-81a.

(14) Krş. Mustafâ bin Mehmed, a.g.e., vr. 68b, st. 3-7.

(15) vr. 74a-75a. Müellif Ankara Millî Kütüphane yazmaları içinde kayıtlı tasavvufî bir eserinden bize intikâl eden birkaç varakta XIV. yüzyıl halkının bozuk gidişâtından benzer ifâdelerle yakınmış; Ca'fer-i Sâdık -radiya'llâhu 'anh-in bir sözüne atıfla kendisinin de başını hırkaya çekmiş ve din kardeşlerine fayda sağlamak için gurbeti seçmiş "Ehlu'llâh"tan biri olduğuna açık bir gönderme yapmıştır: "Ehl-i zamân azdı ve dîn-i Muhammediyye'de olanlarıñ hâlleri döndi ve tağân ve dahhâl çoğaldı ve dîndâr olanlara i'tibâr kalmadı ve 'ulemâ'-i dîne rağbet kalmadı ve yetmiş üç mezhebi bilür az kaldı. Ve şol Şer'î 'ameller ki, hevâsına muvâfıkdur, anı kabûl idüp işlerler ve şol Şer'î 'ameller ki, hevâlarına muhâlif, anı terk iderler. Eger buña delîl isterseñ: 'harik terâ' kavliyle 'âmil ol! Ya'nî şol [Hadîs-i] şerîf ki hevâlarına muhâlif ola, anı zikr eyle, gör anlarda İslâm eseri var mıdur? Zîrâ necâseti tahrîk itmeyince kokusı tuyılmaz. İmdi bu zamân bir zamân oldı-ki, mü'minlere siyâh-pûş olub, mâtem ve yas tutacak vakıtlardur. Bu zamân halkı: 'en-nâsü icnâsi ekserihâ incâs' kavline mâ-sadak düşmişde ve âhiret ahvâlin tefekkür itmemekde: 'el-'avâm ke'l-hevâm' olmışlardı. …Eyle olsa bu fakîr dahı Ca'fer-i Sâdık Hazretleri gibi başı hırkaya çeküb kendimi gurbete bırakdım ve bu halka merhamet itdüm ve anlaruñ necâtlarıyçün ve dîn karındaşımızdañ kıyâmete varınca tâlib-i Hakk olanları nefs-i emmâre ilinden halâslarına sebeb ve matlûblarına vâsıl olmalarına bâ'is olmak içün bir alay kitâblardan bu kitâbı Türkî dilince cem' ve tercüme eyledim, tâ ki fâ'idesi 'âmma ola." Millî Ktp. Yzm. nr.: A-2082, vr. 98a, 99a.

(16) Krş. Mustafâ bin Mehmed, a.g.e., vr. 75b, st. 8-10.

(17) Krş. Mustafâ bin Mehmed, a.g.e., vr. 76a, st. 15-16; 75b, st. 1-2.


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR