Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm - Uhud Savaşı (9) - Ömer Öngüt
Uhud Savaşı (9)
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Şubat 2013

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

-Hicretin Üçüncü Yılı-

UHUD SAVAŞI (9)

 

Bu uyku işte bu gerçek iman sahiplerini sarmış, münâfıkların, şüphecilerin gözlerine uyku girmemişti.

"Bir kısmı da canlarının derdine düşmüştü." (Âl-i imrân: 154)

Münâfıklar Muhammed Aleyhisselâm'ın peygamberliği hakkında şüphe içinde idiler. Savaşa ganimet hevesiyle veya ihtilâl fikriyle gelmişlerdi. Çokları daha başlangıçta Abdullah bin Ubeyy ile beraber savuşup gitmiş, bir kısmı da kaçamamış kalmıştı.

Müşriklerin Uhud'u terkederken: "Yine geleceğiz!" diye tehdit savurarak ayrılmaları sebebiyle, onların canlarını kurtarmaktan başka kaygıları yoktu. Korkuları şiddetlendikçe şiddetlendi, gözlerine uyku girmedi.

"Allah'a karşı câhiliyet zannı gibi hak olmayan bir zanda bulunuyorlar ve: 'Bu işten bize bir şey var mı?' diyorlardı." (Âl-i imrân: 154)

Bu gibi zanlar ancak câhiliye halkı tarafından beslenebilir, bu gibi zanları Allah-u Teâlâ'ya şirk koşan câhil kimseler besleyebilir. Haksız yere yürüttükleri zanlarının başında da makam ve menfaatleri kastederek: "Bize de bir hisse var mı?" gibi düşünmeleri gelir.

Cevap olarak Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:

"Resul'üm! De ki: Bütün emir Allah'ındır." (Âl-i imrân: 154)

Ne onlara ne başkalarına, hiç kimseye bu iş düşmez. O dilediği gibi tasarrufta bulunur. Dilediğine zafer verir, dilediğine vermez. Güzel sonucun kendilerinin olacağını kendi dostlarına vâdetmiştir.

"Onlar kalplerinde gizlediklerini sana açıklamıyorlar." (Âl-i imrân: 154)

Müslümanlarla bu savaşa geldiklerine pişman olmuşlardı.

Münâfıkların kendi aralarında açıkladıkları, fakat kalplerinde gizledikleri durumlarını şu şekilde açıklamıştır:

"'Bu, bize âit bir şey olsaydı, hiçbirimiz burada öldürülmezdi!' diyorlar." (Âl-i imrân: 154)

Zübeyr bin Avvam -radiyallahu anh- der ki:

"Uhud'da korkunun şiddetlendiği sırada ben Resulullah'la beraberdim. Derken Allah bize bir uyku verdi. Aramızda uyuklamaktan çenesi göğsüne düşmeyen kimse yoktu.

Allah'a yemin ederim ki bu sırada âdeta rüyâda imişim gibi Muttalib bin Kuşeyr'in: 'Bu, bize âit bir şey olsaydı, hiçbirimiz burada öldürülmezdi.' dediğini işitmiş ve ezberlemişimdir."

Allah-u Teâlâ musîbetlerin arkasındaki gizli hikmeti tamamen açıklayarak onların bu iddialarına şu şekilde cevap vermiştir:

"Resul'üm! De ki:

Eğer sizler evlerinizde dahi kalmış olsaydınız, öldürülmesi takdir edilmiş olanlar, öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp giderlerdi." (Âl-i imrân: 154)

Zira Allah-u Teâlâ'nın takdirini geri çevirmek ve değiştirmek mümkün değildir. Ecel kendileri için takdir edilmiş olanlar, ölümleri nerede ve ne zaman takdir edilmiş ise, kendi ayakları ile oraya kadar giderler.

Allah-u Teâlâ müslümanların başlarına gelen hadiselerde; kalplerinde olanı denemek ve kalplerini temizlemek gibi bazı hikmetlerin bulunduğunu beyan etmek üzere şöyle buyurdu:

"Bu göğüslerinizin içindekini yoklamak, kalplerinizdekini temizlemek içindir.

Allah göğüslerin özünü bilendir." (Âl-i imrân: 154)

Şu halde imtihana çekmesi bilmediğinden değildir, kul da bilsin içindir. Kalplerin gerçek yüzü ancak imtihan anlarında anlaşılır ve özü o zaman ortaya çıkartılır. Çünkü bu imtihan lâhzaları imanın mihenk taşıdır.

 

Müşriklerin Dönüşü:

Artık harp ateşi tamamen sönmüştü. Müşrikler müslümanlara üstün gelmişken, bu zaferden faydalanamadılar, kalplerine bir korku düştü. Savaştan el çekip Mekke yolunu tuttular. Akîk merkezine varınca orada durdular. Medine'ye girip girmemek hususunda konuştular.

Müslümanların üçte biri kadar bir topluluğun Abdullah bin Ubeyy öncülüğünde Medine'ye geri döndüklerini biliyorlardı. Onların gelip üzerlerine saldırmalarından korktular. İçlerinde yaralılar da vardı. Mekke'ye dönüp giderlerse galibiyetin kendilerinde olacağı üzerinde fikir birliğine vardılar ve dönmeye karar verdiler. Müdafaasız kalmış bulunan Medine'ye giremediler. Müslümanlardan tek bir esir bile alamadan Mekke yolunu tutup gittiler.

Müşriklerin âniden toparlanarak Medine üzerine yürümelerinden, kadınlarla çocuklara zarar vermelerinden endişe duyan Resulullah Aleyhisselâm; bunun için düşmanın gerçekten Mekke'ye gidip gitmediklerini öğrenmek istiyordu.

Hazret-i Ali -radiyallahu anh-i çağırarak:

"Git, müşrikleri takip et! Gör bakalım ne yapmak istiyorlar. Eğer onlar develerine biniyor, atlarını ise yedeklerine alıyorlarsa Mekke'ye dönmek istiyorlar demektir. Şayet atlara biniyor, develeri sürüyorlarsa niyetleri Medine'ye yürümektir." buyurdu.

Müşrikleri takibe çıkan Hazret-i Ali -radiyallahu anh- develere bindiklerini, atları ise yedeklerinde götürdüklerini gördü. Gelip durumu Resulullah Aleyhisselâm'a haber verdi.

Savaşın sonucu hakkındaki ilk haberi Mekkeliler'e ulaştıran Vahşi oldu. Hacun'a gelince en kart sesiyle: "Ey Kureyş topluluğu!" diyerek halk başına yığılıncaya kadar bağırdı. Herkes onun kötü bir haber getirmiş olmasından korkuyorlardı.

Vahşi:

"Size müjdelerim! Harp meydanında Muhammed'in Ashâb'ını şimdiye kadar görülmedik şekilde öldürdük. Muhammed'i de ağır şekilde yaraladık. Hamza'yı ben öldürdüm." dedi.

Mekkeliler sevinerek dağıldılar, bu haberi her tarafa yaydılar.

 

Müslüman Hanımlar:

"Muhammed öldü!" şâyiası Medine'de yayılmış, müslümanları derin bir hüzün kaplamıştı. Hiç kimse yerinde duramıyordu. Müşrikler çekilip gittiklerinde Hazret-i Fâtıma -radiyallahu anhâ- yanına aldığı on dört kadınla Uhud'a kadar gelmişti. Hazret-i Ali -radiyallahu anh-in yardımıyla Resulullah Aleyhisselâm'ı buldu. Mübarek yüzünü yaralanmış görünce ağlayarak boynuna sarıldı, daha sonra yarayı temizlemeye başladı. Hazret-i Ali -radiyallahu anh- kalkan ile su döküyor, o da kanı yıkıyordu. Kanın kesilmediğini görünce bir parça hasır alıp yaktı, külünü sıcak sıcak yaranın üstüne bastı. Yara yapışıp kan kesilinceye kadar bunu tekrar etti.

Sırtlarında yiyecek ve içeceklerle Uhud'a kadar koşup gelen hanımlar arasında Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz, Ümmü Süleym -radiyallahu anhâ-, Hamne bint-i Cahş -radiyallahu anhâ- da bulunuyordu. Sırtlarında kırbalarla su taşıyıp yaralılara içiriyorlar, yaralarını tedavi ediyorlardı. Kırbaları boşaldıkça büyük bir çeviklikle doldurmaya gidiyorlardı.

Müslüman hanımların savaşta yaraları sarmak, şehitleri savaş dışına çıkarmak, gazilere su dağıtmak gibi geri hizmetlerde bulunmak âdeti Uhud'da başlamış oldu.

Hisseye dahil edilmeksizin, harp ganimetinden de kendilerine bir şeyler verilirdi.

Ümmü Atiyye -radiyallahu anhâ- der ki:

"Resulullah Aleyhisselâm'la birlikte yedi gazâda bulundum. Onların yemeklerini pişiriyor, arkalarından eşyalarını toparlıyor, yaralıları tedavi edip, hastalara hizmet ediyordum." (Müslim: 1812)


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR