Ubeyy bin Halef, Bedir'de öldürülen kardeşi Ümeyye bin Halef gibi müslümanların en büyük düşmanlarındandı. Bedir'de esir alınmış, bedel verip kurtulmuştu.
Kardeşinin öcünü almak için Resulullah Aleyhisselâm'ı öldürmeye yemin etmişti.
Resulullah Aleyhisselâm:
"Ben Ubeyy'den emin değilim, şayet hücum ederse bana haber veriniz." buyurdu.
Gerçekten de bu sırada Ubeyy atını hızla sürüp, avazı çıktığı kadar: "Ey Muhammed! Ya sen ya ben!" diye bağırarak hücum etti.
Ashâb'dan bazıları:
"Yâ Resulellah! İçimizden birimiz ona karşı koysak olmaz mı?" diye sordular.
"Bırakınız gelsin!" buyurdu.
İş ciddiye bindiği zaman hiç kimseye benzemeyen Resulullah Aleyhisselâm'ın o sıradaki celâdeti hiç kimsede yoktu. Hâris bin Sımme -radiyallahu anh-in elinden harbesini aldı, bir hamle yaparak fırlattı. Boynunun miğferle zırh yakası arasındaki kısmından vurup yaraladı. Ubeyy darbeyi yediği zaman atının üstündeydi. Aldığı bu yara üzerine sığır böğürür gibi böğürerek yere yuvarlandı. Kaburga kemiklerinden bazısı da kırıldı.
Müşrikler onu hemen kaldırarak cephe gerisine götürdüler. Ağrısı sızısı dayanılacak gibi değildi. "Vallahi Muhammed beni öldürdü!" diyordu. Arkadaşları: "Sen aklını kaybetmişsin! Sendeki yaranın hiç ehemmiyeti yok!" demişlerse de: "O bana Mekke'de iken:
'Seni ben öldüreceğim!' dediğini duymadınız mı?
Vallahi o benim üzerime tükürse yine beni öldürür." dedi. Mekke'ye dönerlerken bir gün sonra yolda öldü.
Hâris bin Süreyd münâfıklardandı. Babası Süreyd câhiliye dönemindeki Buas savaşlarında Mücezzer'in babası Ziyad'ı öldürmüştü. Bir müddet sonra da Mücezzer bir fırsatını bulup Süreyd'i öldürdü.
Resulullah Aleyhisselâm'ın hicretinden sonra gerek Hâris gerek Mücezzer müslüman olmuşlarsa da, Hâris'in kalbindeki Mücezzer'e karşı olan düşmanlık gitmemişti. Bedir'de Mücezzer'i öldürmek için fırsat kollamışsa da başaramamıştı. Uhud'da müslümanlar bozguna uğrayınca, Hâris bir fırsat düşünüp ansızın Mücezzer'i arkasından kılıçla vurup öldürdü.
Resulullah Aleyhisselâm Hamrâül-Esed'den döndükten sonra Hâris bin Süreyd mahkeme edildi. Suçlu olduğu meydana çıkınca da kısas yoluyla öldürüldü.
•
Uhud'da müşriklere ok yağdıranların ilki Kuzman'dı, müslümanlar bozulup dağıldıkları zaman kılıcının kınını kırmış, müşriklerden birkaç kişiyi yere sermişti. Kendisi de yaralandı.
Daha önceleri Kuzman'ın adı anıldıkça Resulullah Aleyhisselâm:
"Dikkat edin, o adam Cehennemliktir!" buyururdu. (Müslim: 112)
Derken Kuzman ağır şekilde yaralandı. Acısına dayanamayarak kılıcının kabzasını yere, sivri ucunu da iki memesinin arasına dayadı, sonra kılıcının üzerine yüklenerek intihar etti.
Durum Resulullah Aleyhisselâm'a intikal ettiğinde şöyle buyurdu:
"Bazen bir adam cehennemlik olduğu halde görünürde cennetlik bir kimsenin yaptığını yapar. Bazen de bir adam cennetlik olduğu halde insanların gözleri önünde cehennemlik bir kimsenin yaptığını yapar." (Müslim: 112)
Resulullah Aleyhisselâm'ın geleceğe dâir verdiği haberler zamanla olduğu gibi zuhur etmiştir, her biri birer mucizedir.
Mus'ab bin Umeyr -radiyallahu anh-in şehâdetinden sonra Resulullah Aleyhisselâm sancağı Hazret-i Ali -radiyallahu anh-e verdi ve çok şiddetli bir şekilde savaşa girdi. Yanında toplanan grupla birlikte düzenli olarak dağa doğru çekilmeye başladı. Kendilerine hücum eden müşriklerin arasından yol açıyorlardı. Durumu farkeden müşrikler çekilme harekâtını önlemek için hücumlarını daha da arttırdılar. Fakat mücâhidlerin hamleleri karşısında başarısızlığa uğradılar.
Resulullah Aleyhisselâm zırhı üzerinde olduğu halde, Sa'd bin Muaz -radiyallahu anh- ile Sa'd bin Ubâde -radiyallahu anh-in arasında her ikisine dayanarak Uhud kayalığına doğru ilerledi.
Yaralı ve takatsiz olduğu için öğle namazını oturarak kıldı, müslümanlar da arkasında oturarak kıldılar.
Resulullah Aleyhisselâm Uhud dağındaki kayalığa çıkıp orada dinlenmek istiyordu. Fakat çok yorgun ve bitkin bir halde olduğu için yürümeye takati yoktu.
Talha bin Ubeydullah -radiyallahu anh- hemen yere çöktü, sırtına alarak kayalığa kadar çıkardı.
Ashâb-ı kiram Resulullah Aleyhisselâm'ı görünce sevindiler, etrafında toplanınca üzüntüleri dinmişti.
Müslümanların Uhud kayalığına çıktığını gören Ebu Süfyan da bir takım müşriklerle başka bir yoldan üst tarafa çıkıp ansızın üzerlerine hücum etmek istedi. Müslümanlar üzerlerine taş atarak müşriklerin dağa çıkmasına engel oldular.
Ebu Süfyan, Resulullah Aleyhisselâm'ın sağ olup olmadığı hakkındaki şüphesini gidermek için müslümanlara karşı üç kere: "İçinizde Muhammed var mı, sağ mı?" diye bağırdı. Resulullah Aleyhisselâm cevap verilmemesini söyledi. Ebu Süfyan: "Ebu Bekir sağ mı, Ömer sağ mı?" diye üç kere tekrarladı. Karşılık verilmeyince, ordusuna dönerek: "Hepsi ölmüş!" dedi. Sevindiler.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- dayanamayıp: "Ey Allah'ın düşmanı! Vallahi yalan söylüyorsun!" dedi. Ashâb da bunu tekrarladı. Ebu Süfyan: "Bizim Uzzâ putumuz var, sizin yok!" diye seslendi. Resulullah Aleyhisselâm ashâbına: "Buna cevap vermeyecek misiniz?" buyurdu. "Ne diyelim?" dediler. "Allah bizim sahibimizdir. Sizin sahibiniz ve Mevlâ'nız yoktur deyiniz." buyurdu. Onlar da bunu aynen söylediler.
•
Ebu Süfyan'ın karısı Hind, diğer Kureyş'li kadınlarla beraber savaş meydanının tenhalığından istifade ederek şehit düşen müslümanların burunlarını, kulaklarını kestiler, karınlarını yardılar.
Müminler çok büyük bir imtihandan geçmişlerdi. Tam zafer elde edilmek üzere iken yenilgiye uğramışlar, Resulullah Aleyhisselâm'ın şehit olduğu söylentisi yayılmış, yetmiş müslüman şehit olmuş, yaralıların acıklı durumu gözler önünde müşahede edilmiş, Kureyş ordusunun Medine'ye girip şehri yağma edeceği kaygısı belirmiş... Hülâsa bütün bu durumlar üzüntü üstüne üzüntü olmuştu.
Uhud kayalığında iken Allah-u Teâlâ müminlere tatlı bir uyku verdi.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Sonra o üzüntünün ardından Allah size öyle bir güven, öyle bir uyku indirdi ki, içinizden bir kısmını bürüyordu." (Âl-i imrân: 154)
Şiddetli korku içinde olan bir kimseyi uyku tutmayacağı malumdur. Uykusuzluk devam ettikçe de sinirler gerilir, huzursuzluk olur. Böyle bir hâl içinde iken uyuyabilen bir kimse korkuyu unutmuş, bir emniyet duymuş, kalbinde bir sükûnet bulmuş demektir.
İşte müminler bu korkular içinde iken Allah-u Teâlâ bir emniyet bahşetti, uyuklamaya başladılar.
Ebu Talha -radiyallahu anh- der ki:
"Uhud günü kendilerini uyku bastıranlar arasında ben de vardım. Kılıcım elimden düşer gibi oluyor, sonra onu alıyordum, tekrar düşüyor tekrar alıyordum." (Buhârî)
Böyle bir emniyet duygusu Bedir'de de cereyan etmişti:
"O zaman Allah kendi katından bir güven işareti olmak üzere, sizi hafif uykuya daldırıyordu." (Enfâl: 11)
Bu uyku normal bir uyku olmayıp Allah-u Teâlâ'dan gelen feyz ve sükûnettir. Müminler için fevkalâde ilâhî bir yardım olmuş, vücutlarını rahata kavuşturduğu gibi, gönüllerini de huzura erdirmiştir.
Şu kadar var ki orada bütün müminlere inen bu uyku, hepsini birden bastırmamıştı. Müminler Muhammed Aleyhisselâm'ın Allah tarafından gönderilen hak peygamber olduğuna ve sözleri kendi arzusundan olmayıp vahiy olduğuna kesin şekilde inanmışlardı. Allah-u Teâlâ'nın bu dine yardım edeceğine, kendilerini düzlüğe çıkaracağına kesin ümitleri vardı.