"Denetleme, gözetleme, kontrol etme" gibi mânâlara gelen Murakaba, Tarikat-ı aliye'nin esaslarından mühim bir husustur.
Murakaba; kulun devamlı surette, bütün hallerini Allah-u Teâlâ'nın bildiğinin şuuruna sahip olması, bütün hareketlerinden haberdar olduğunu bilmesi, her zaman kendini kontrol altında bulundurması demektir.
Murakaba yolu ile "Hakk-al yakîn" mertebesine kadar ulaşılır. Bu mevzu sadır ilminin sahasıdır. Satır ilmi sahipleri bu sahaya giremezler ve hiçbir şey anlamazlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde buyurur ki:
"Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir." (Nisâ: 1)
İnsan tekâmül edemediği için Allah-u Teâlâ'nın kendisini görüp gözettiğini bilememektedir.
Bütün hareketleriniz Allah-u Teâlâ'nın kontrolü altındadır. Yaptıklarınızdan, sözlerinizden ve niyetlerinizden hiçbiri O'ndan gizli kalmaz.
Çünkü;
"Allah her şeyi görüp gözetendir." (Ahzâb: 52)
Yani her şeyi murakaba etmektedir.
Diğer bir Âyet-i kerime'sinde ise şöyle buyuruyor:
"Hiçbir kimse yoktur ki, üzerinde bir koruyucu, bir gözetleyici bulunmasın." (Târık: 4)
O bunların hepsini aynı seviyede işitir, görür ve bilir.
Asıl yüce makamından ayrılıp ten kafesine inen ve tekrar yüksek burçlara yükselmeye kabiliyetli bulunan ruhânî lâtifeler, ancak peşpeşe yapılacak murakabalarla yükselebilir. Murakabalardan geçtikçe iman tekâmül eder.
"Rabbini kendi içinden yalvararak, gizlice, sözle bağırıp çağırmadan sabah ve akşam zikret. Sakın gafillerden olma!" (Â'raf: 205)
Âyet-i kerime'sine göre devamlı murakaba ve tam bir ihlâs ile Allah-u Teâlâ'ya yaklaşmayı arzulayan bahtiyar bir kul için; yükselme ve feyz kapılarının açılarak başarı sebeplerinin hazır bulunduğu açık bir gerçektir.
Bu Âyet-i kerime gönül yolcularına âittir, başkalarına şâmil değildir.
•
Murakaba iki şekilde olur:
1- Zâhiri hayatını murakaba.
Dünya kazançlarının muhasebesini yapar gibi, nefisle inceden inceye hesap görmektir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Hesaba çekilmezden evvel nefislerinizi hesaba çekiniz." (Tirmizi)
Sâlik kendisini daima kontrol eder, kârını-zararını ortaya koyar. O gün vakitlerini güzel değerlendirdi ise şükreder, Allah-u Teâlâ'dan devamını diler. Beğenilmeyen işler işledi ise tevbe ve istiğfar eder, bir daha yapmamanın azmi içinde olur.
2- Mânevi terâkki ve tecellilerini murakaba.
Sâlik bütün kayıt ve şartlardan sıyrılıp çıkar, Hakk'ta fânî olarak daima Hakk'ı tefekkür eder, huzur-u ilâhî'de Hakk ile olur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Kalplerinizi murakabaya alıştırınız." (Münâvî)
•
Sâlik temiz ve gizli bir yerde kemâl-i edeple, namazdaymış gibi oturur. Gözlerini yumar, kendisini bütün düşüncelerden uzaklaştırır. Ölü gibi bütün âzâlarını hareketten alıkoyar. Kâinatı sanki hiç yaratılmamış gibi düşünür. Kendisini de mahv ve yok olmuş farzeder, fânî olur. Bütün dikkatlerini teksif ederek Hakk'a müteveccih bir hâlet-i ruhiye içine girer ve o hâlâtı yaşamaya çalışır. Böylece bir müddet kalır.
Böyle bir nimete azimle, sabırla ve gayretle yavaş yavaş ulaşabilir.
1- Murakaba-i avam: Allah-u Teâlâ'nın her yerde hazır ve nâzır olduğunu, kendisinin her hâlini gördüğünü ve bildiğini düşünmektir. Bu "Ayn-el yakîn" mertebesidir.
2- Murakaba-i Havas: Muhabbet cezbesi ile Allah-u Teâlâ'nın Ehadiyet sırlarını devam üzere görür gibi bütün eşyada düşünmektir. Bu ise "Hakk-al yakîn" mertebesidir.
Âyet-i kerime'de:
"O her şeyi çepeçevre kuşatandır." buyuruluyor. (Fussilet: 54)
Beş çeşit murakaba vardır ve bu murakabalar sıra ile yapılır. Her birinin tecelliyâtı ayrı ayrıdır.
1- Murakaba-i Ehadiyet:
Bu ilk murakabada İhlâs sûre-i şerif'inin tecelliyâtı husule gelir.
Allah-u Teâlâ buyurur ki:
"De ki: O Allah bir tekdir. Allah Samed'dir, her şey O'na muhtaç, O hiçbir şeye muhtaç değildir. Doğurmamış, doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir." (İhlâs: 1-3)
Gönül yolculuğunun ilk safhası başlar.
Allah-u Teâlâ'ya inanmış ve muhabbetini kazanmış olarak, İhlâs-ı şerif kapısından içeriye alınır, perde kapanır, orası bir gönül bahçesidir. Orada dikilen ve feyz-i ilâhî ile, nur damlaları ile sulanan marifet çiçeklerinin kokusunu almaya, birçok gizli tecellileri gönülde seyretmeye başlar ve tefekküre dalar.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Tefekkür gibi bir ibadet olamaz." buyururlar. (Münâvî)
Tabii ki bu iç âlemin tefekkürüdür, hususa âittir.
Orada o ekilen çiçeklerin kokusunu aldıkça, onu ekeni tefekkür eder ve Allah-u Teâlâ'yı yavaş yavaş gönülde arar.
Ve böylece murakabanın birincisini bitirmiş olur ve Hakk'a giden yolculuk başlar.
Nefsi secde mahallinden çıkarırken "Allah birdir" zikri verilmişti ve nefis oradan çıkarılmıştı. Bu noktada artık o talimat nefsin içine işler. Murakabaya geçince gerçekten Allah-u Teâlâ'nın varlığını ister istemez bilir.
Şeyh Es'ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri bu murakaba ile ilgili olarak "Mektubat" adlı eserinde şöyle buyururlar:
"Mübarek ve hususi zamanlarda yirmi dört saat zarfında birkaç defa kalbi bir çanak biçiminde tasavvur edip Cenâb-ı Hakk'ın nûrlarına ve feyizlerine karşı tutunuz, zikretmeyiniz. Bu Murakaba-i ehadiyet'i zikre bedel olarak kabul ediniz. Sükûnetle ve zikir yapmadan mütefekkir olunuz. İstediğiniz kadar devam ve takip ediniz. Kalp yukarı doğru müteveccih olsun. Çünkü rahmetin inmesi yukarıda olan arş cihetinden olur. Yoksa Cenâb-ı Hakk cihetlerden münezzehtir. Diğer zamanlarda zikir yapabilirsiniz. Fakat bu murakaba zikirden üstündür." (43. Mektup)