"Sözde hidâyete erdiği düşünülen kişinin nefsinin, daha sonra Sâdâtü'l-Enbiyâ'nın; iyilik, cömertlik, eli açıklık, yumuşaklık, hayâ, emredileni yapmak, güzel huy, takdir edilene rızâ göstermek, rızık hakkında vaadedilene güvenmek, Allah-u Teâlâ'nın minnetini görmek, tevekkül, takvîd, O'nun işine teslimiyet, her şeyden kesilip O'na doğru yönelerek O'nunla meşgul olmak, vakarlılık, huşû, alçakgönüllülük, şefkat, merhamet, taltifte bulunmak, rezânet, sıyânet, tâfî, nezâhet, inâbe, şevk, heybet, muhabbet, sürûr, Allah ile ünsiyet, göğüs genişliği, O'nun işine tâzim, O'nunla iclâl, kalbi korumak, Rabb'i murâkaba etmek, işlerde kalbin hallerini sergilemek, O'nun tedbîri hakkında Allah ile birlikte güzel ahlâk, O'nu tesbîh etmesini gerçekleştirecek olan bu husustaki uzun tutsaklıkla kalbi yakmak, kötü âkıbet korkusu, makam korkusundan dolayı kendi makamından yüz çevirmek, Hâlık için zillete düşmek, hallerle ilgili arzuyu terketmek, Allah için tevâzu elbisesini giymek... gibi ahlâklarından âciz olduğu görülür.
O gıybet etmeden oruca, veseveseye düşmeden namaza, iç geçirmeden, mırıldanmadan, itirâz etmeden yâhut şâibeye düşmeden sadakaya, söylenmeden Hacc'a, büyüklük taslamadan cihada, herhangi bir kimseye işittirmeden ve göstermeden iyi amellere yönelmez. Bunlarla tatmin olunca daha da bir acâipleşir! Allah'a döneceği ve hükmün verileceği gün için, kendine Allah'tan başka vâsıtalar edinir.
Nitekim ele geçirmesi yasaklandığı hâlde, kendini dünya kırıntılarını çoğaltma arzusuyla meşgul eder. Şükrüyle ilgili olarak da, yine bir yasağı elde etmekle iştigâl eder. Onun meşgalesi; günahlarının musîbetlerinden, uğraştığı nefsânî ayıplarından ve kendisini öne çıkaran hevâsından kaynaklanan herhangi bir kuvveti kendine isâbet ettirmektir. O kendisinin neden yaratıldığını ve niçin yaratıldığını; işinin ve âkıbetinin ne olacağını hiç düşünmez; ondan yana da bir yanılgı içindedir!
Allah-u Teâlâ'nın öğütlerini ayakta tutan Allah'ın dâvetçileri ise, onu görerek O'na dâvet ederler.
Allah-u Teâlâ indirdiği Âyet-i kerime'de şöyle buyurmaktadır:
"İçinizde insanları hayra çağıran, iyilikleri emreden, kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte onlar gerçek kurtuluşa erenlerdir." (Âl-i imrân: 104)
Onlar, kurtuluşu vaadettiği ve kendilerini hayra dâvete nispet ettiği kimselerdir.
Biri O'nun, indirdiği Âyet-i kerime'de;
"Rabb'inin yoluna hikmetle, güzel söz ve nasihatla dâvet et." (Nahl: 125)
Buyurduğu gibi; kendilerini hayra ve Allah yoluna dâvetçi kıldığı sınıftır.
Biri de O'nun, tıpkı;
"De ki: İşte benim yolum budur. Ben Allah'a dâvet ediyorum. Ben ve bana tâbi olanlar basîret üzerindeyiz. Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim, ben müşriklerden değilim." (Yûsuf: 108)
Buyurduğu gibi, Allah-u Teâlâ'nın dâvetçisi olan sınıftır.
Allah yoluna dâvet eden kimsenin durumu; nefsin ayıplarını ve âfetlerini beyan etmek, dünya hakkında zâhidliği bildirmek, işlerinde sıdkı ikâme ettirmek ve ubûdeti öğretmektir.
Allah'a dâvet eden kimsenin durumu ise; O'nun nimetini neşretmek, minnetinden bahsetmek, O'nun üstünlüğünü yaymak, yüceliğini zikretmek ve Allah'ı Vahdâniyyet'i hususunda tenzih etmektir.
İşte bu da ancak, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- e tâbi olan ve O'nun yolu üzere Allah'a ulaşmak için mücâdele vererek O'na biat eden için geçerlidir.
•
Peygamberlerin yolu velilerin yolundan başkadır. Peygamberler O'nun dilemesiyle himâye edilmeye ehildir; veliler ise O'na yönelmeleriyle O'nun hidâyetine ermeye ehildir.
Nitekim O, indirdiği Âyet-i kerime'de bunu beyan ederek şöyle buyurmuştur:
"Allah dilediği kulunu zâtına seçer, kendisine yönelen kimseye de hidâyet eder." (Şûrâ: 13)
O seçtiği kimsenin kalbini kendine doğru çeker, sonra da onun kalbini, kendisine çekeceği bir yol üzere kendisine doğru seyrettirir. O'na yönelen ise, kendisine O'na yönelme yolunu açarak hidâyetine erdirdiği bir kimsedir. Peygamberlerin yolu tahsis edilme yolu, velilerin yolu ise; tâ ki O'na vâsıl oluncaya kadar, kalpleri tathir ve ahlâkı tasfiye ile, sıdk ve bağlılık üzere kullarına meşru kıldığı lütuf yoludur. Peygamberlere onları nefisleri yoluyla değil, çekilmeleri yoluyla sirâyet ettirir. İşte peygamberlerle velîler arasındaki fark budur.
Sonra bir de O'nun, velilerden sırf kendi hizmetinde bulunmaları için kendilerini seçip temizlediği, Allah-u Teâlâ'ya dâvet eden, yarın mahşerde velilerin saflarının öncülüğü ile kendisini senâya da ehil kılacağı bir "Bayraklılar ashâbı" vardır ki;(*) onlar peygamberlerin yolu üzere kendilerini seçtiği "Hassü'l-hâs"; yâni "Seçkinlerin de seçkini" dir. O kalplerini onların yolu üzere kendisine çekip de seyrettirdiği için, cezbe ile onları kendisine seyrettirir, sonra da onları nefsen bu yol üzerinde yürütür.
Onlar peygamberler ve veliler arasında, kendilerinden başkalarını ikâme ederler.
Onlar, neredeyse peygamberlerin yakınına kadar ulaşmışlık üzeredir, diğer veliler de onun idrak ve anlayışı üzerindedir.
Onların uykusu da, uyanıklığı da çok büyüktür. Onlar bu lütuf yoluyla seyrettikleri için peygamberlerin yolunu da görürler. (devam edecek)
(*) Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin burada işaret ettiği "Bayraklılar ashâbı" sınıfını ve burada vasıflarını zikrettiği, onların öncüsü olan zâtın alâmetlerini bir Hadis-i şerif'lerinde açıkça beyan ederek şöyle buyurmuşlardır:
"Mehdî'nin çıkış alâmetlerinden bir tanesi de; batıdan, başlarında Kinde kabilesinden ayağı sakat bir adamın bulunduğu Bayraklılar'ın çıkmasıdır."
Nuaym bin Hammâd'ın Ka'b -radiyallahu anh-in senediyle rivâyet ettiği bu Hadis-i şerif için, bakınız: Suyûtî, "Kitâbu'l-Arfi'l-Verdî fî Ahbâri'l-Mehdî", 7/13, Süleymaniye Ktp. Cârullah Efendi, nr: 1494, s. 99.
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin burada sıraladığı vasıflar Hâtemü'l-evliyâ'ya âit olduğuna göre, bu Hadis-i şerif'te alâmetleri zikrolunan zâtın da Hâtemü'l-evliyâ olduğunda hiçbir şüphe yoktur.