Muhterem Okuyucularımız;
Öyle bir devirdeyiz ki, dünya kurulalıdan beri fitne ve fesadın ayyuka çıktığı böyle bir devir gelmiş değil. İlâhî emirler arkaya atılıyor ve hükümsüz sayılıyor.
Allah-u Teâlâ'nın bunca ihsanları karşısında bunca isyan! Helâk olan eski kavimler bollukta iken, sefahat içinde iken belâ ve âfâtlara uğramışlardır. Onların birer kabahatlerinden ötürü başlarına felâketler gelmişti. O kavimlerin yaptıkları kabahatlerin bugün hepsi yapılıyor. Her kötülüğün anası bu devirde mevcut. Onun için böyle bir devir gelmiş değil.
Ahkâm-ı ilâhi zaten yaşanmıyor, her türlü illet almış başını yürümüş. Eskiden sıkıntı vardı, İslâm'ı yaşamak zordu; ancak herkes helâli-haramı bilirdi, Allah-u Teâlâ'nın hükmünü yaşayamasa bile iman ederdi. Bugün ise rahatlık var, dünyevî imkânlar var. Ve fakat iman yok! Allah-u Teâlâ'nın hükmüne teslimiyet yok.
Yani bu nimetler bizi şükre ve taate sevkedeceğine azdırıyor ve Hakk'tan uzaklaştırıyor.
Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsi'de buyurur ki:
"Benim cinlerle ve insanlarla önemli bir hadisem var! Ben yaratıyorum, benden başkasına ibadet ediliyor! Ben rızıklandırıyorum, benden başkasına şükrediliyor." (Taberânî)
Bu ayki konumuz bir nasihat babından önemine binaen hazırlanmıştır. Dikkatlice incelenip okunduğunda, imanın ve iman kurtarmanın ne kadar mühim olduğu anlaşılacaktır. Bu fitneler hepimizi, evlâd-u ıyâlimizi celbetmekte, sûret-i haktan görünüp hatalara, isyan ve günahlara sürüklemektedir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde inananlara şöyle emir buyuruyor:
"Ey iman edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun." (Tahrîm: 6)
Allah-u Teâlâ bu emr-i ilâhisi ile, müminleri kendilerini korumakla mükellef tuttuğu gibi; evlâd-u ıyâlini de ateşten korumakla mükellef kılmıştır. Aksi halde mesuldür.
Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Fitne-fesadın çoğaldığı bir zamanda ibadet etmek, bana hicret etmek gibidir." (Müslim: 2948)
Fitne zamanında yapılan ibadetin faziletli olması, insanların ekserisi fitneye karışarak ibadetten gafil kaldıkları içindir. Allah-u Teâlâ bir kulunu muhafaza edip hıfz-u himâye ve tasarruf-u ilâhîsine aldığı zaman böyle oluyor.
Konunun içerisinde izahatı yapılan Hadis-i şerif'te bir yer var, Resulullah Aleyhisselâm "Ne zaman ki..." buyurduktan sonra "...herkes kendi görüşünü beğenir, kimse kimseyi tanımaz bir hâle gelirse..." diyerek bugünkü durumu tarif ediyor; "Herkes reyini beğenecek, kendi reyine göre hareket edecek." Ve işte o gün geldiğinde "O zaman kendini kurtarmaya bak ve halk tabakasını bırak!"
Halk tabakasını bırakıp kendini kurtarma zamanı. Rabb'im kurtardıklarından etsin.
Neden kurtaracaksın kendini?
Fitnelerden, nefsâni arzulardan, şehvetin pençesinden, şeytanın adımlarından, şeytanlaşmış arkadaşlardan ve yoldan çıkmaya sebep olacak dünya ve içindeki her şeylerden...
Artık kimse hakikati dinlemez oldu. Görünüşte inanıyor, "Doğru söylüyorsunuz." diyor. Ancak o an menfaati neredeyse oraya dönüyor. Onun için:
"Halk tabakasını bırak!", mesuliyetten de kurtul.
Görünüşte inanmaktadır ancak akıl hocaları çoktur, pabucunu ters çevirir.
Onun için Hakk'a bak, halk tabakasını bırak. Hakk'ın hükmüne râm ol, halkın zannından uzak ol. Kendi reyini beğeniyor, kendi görüşünü beğeniyor, Allah-u Teâlâ'nın hükmünü, ilâhi emri kenara atıyor. Her akıl sahibi aklını ileriye sürecek ama senin söylediklerin boş olacak.
Biz ne yapıyoruz, yaptığımız işler, konuştuğumuz sözler, kalbimizdekiler Hakk'a ve O'nun rızâsına uygun mu bakmıyoruz. Kendimizi Hakk'a göre ayarlamıyoruz, halka bakıyoruz, halkın yaptığını yapmaya, gittiği yoldan gitmeye bakıyoruz. Halka kulak veriyoruz. Halbuki bizim kendimizi Hazret-i Allah'a ve Resulullah'a göre ayarlamamız gerekmez mi?
Hazret-i Allah'a ve Resul'üne kaçmamız gerekmez mi?
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Allah'a kaçınız!.." buyuruyor. (Zâriyat: 50)
O'nun Zât-ı ulûhiyetine ilticâ edin, her işinizde O'na itimat ve teslimiyette bulunun.
Hıfz-u himayesine sığınılacak, yardım istenecek, kapısına başvurulacak yegâne mabud O'dur.
Bâki esselamü aleyküm ve rahmetullah...
Ashâb-ı kiram'dan Sâlebetü'l-Haşenî -radiyallahu anh- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e:
"Ey iman edenler! Siz kendi nefislerinizi ıslah etmeye bakın. Siz doğru yolda bulundukça yoldan sapanların size zararı olmaz." (Mâide: 105)
Âyet-i kerime'sinin tefsirini sorduğunda, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Yâ Ebu Sâlebe! İyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış. Ne zaman ki aşırı derecede cimrilik hâkim olur, nefislerin arzusu peşinden gidilir, dünya ahiret üzerine tercih edilir, herkes kendi görüşünü beğenir, kimse kimseyi tanımaz bir hâle gelirse, o zaman KENDİNİ KURTARMAYA BAK VE HALK TABAKASINI BIRAK! Muhakkak ki sizin arkanızda karanlık gece parçaları gibi fitneler vardır. O fitneler içerisinde, sizin üzerinde bulunduğunuz inancın benzerine sımsıkı yapışan bir kimse için, sizden elli kişinin sevabı kadar sevap vardır."
Ashâb-ı kiram: " Yâ Resulellah! Onlardan elli kişinin sevabı kadar sevabı vardır değil mi? (Yani 'Sizden' kelimesi yanlışlıkla mı kullanıldı?)" diye sorduklarında buyurdu ki:
"Hayır! Sizden elli kişinin sevabı kadar sevap alır. Çünkü siz iyiliklerde yardımcı bulursunuz, fakat onlar bulamazlar."
(Ebu Dâvud - Tirmizî - İbn-i Mâce)
Bu ayki konumuz bir nasihat babından önemine binaen hazırlanmıştır. Dikkatlice incelenip okunduğunda, imanın ve iman kurtarmanın ne kadar mühim olduğu anlaşılacaktır.
Bu fitneler hepimizi, evlâd-u ıyâlimizi celbetmekte, sûret-i haktan görünüp hatalara, isyan ve günahlara sürüklemektedir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde inananlara şöyle emir buyuruyor:
"Ey iman edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun." (Tahrîm: 6)
Ateşin taşla tutuşturulması, şiddetine, hararetinin fazlalığına dair bir işarettir.
Allah-u Teâlâ bu emr-i ilâhisi ile, müminleri kendilerini korumakla mükellef tuttuğu gibi; evlâd-u ıyâlini de ateşten korumakla mükellef kılmıştır. Aksi halde mesuldür.
Bu devirde bu koruma nasıl olur?
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz aşağıdaki mucize Hadis-i şerif'lerinde hem bu devri tarif ediyor, hem de " korunma ve kurtulmanın yolu" nu gösteriyor.
Ashâb-ı kiram'dan Sâlebetü'l-Haşenî -radiyallahu anh- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e:
"Ey iman edenler! Siz kendi nefislerinizi ıslah etmeye bakın. Siz doğru yolda bulundukça yoldan sapanların size zararı olmaz." (Mâide: 105)
Âyet-i kerime'sinin tefsirini sorduğunda, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Yâ Ebu Sâlebe! İyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış. Ne zaman ki aşırı derecede cimrilik hâkim olur, nefislerin arzusu peşinden gidilir, dünya ahiret üzerine tercih edilir, herkes kendi görüşünü beğenir, kimse kimseyi tanımaz bir hâle gelirse, o zaman KENDİNİ KURTARMAYA BAK VE HALK TABAKASINI BIRAK!
Muhakkak ki sizin arkanızda karanlık gece parçaları gibi fitneler vardır. O fitneler içerisinde, sizin üzerinde bulunduğunuz inancın benzerine sımsıkı yapışan bir kimse için, sizden elli kişinin sevabı kadar sevap vardır."
Ashâb-ı kiram: "Yâ Resulellah! Onlardan elli kişinin sevabı kadar sevabı vardır değil mi? (Yani 'Sizden' kelimesi yanlışlıkla mı kullanıldı?)" diye sorduklarında buyurdu ki:
"Hayır! Sizden elli kişinin sevabı kadar sevap alır. Çünkü siz iyiliklerde yardımcı bulursunuz, fakat onlar bulamazlar." (Ebu Dâvud - Tirmizî - İbn-i Mâce)
İşte o zaman bugün. Çok nazik davranmak lazım, çok dikkatli davranmak lâzım.
Cenâb-ı Hakk'tan kopmayacaksın, Hakk ile olacaksın, Hakk ile vazife göreceksin. Fazla sivrilmeyeceksin. "Düzelteyim!" , "Yapayım!" zamanı değil, " Kurtulma!" zamanı.
Zira Resulullah Aleyhisselâm'ın;"Kendini kurtarmaya bak ve halk tabakasını bırak!" buyurduğu zaman bu zaman. Halk tabakasını bırakıp kendini kurtarma zamanı. Rabb'im kurtardıklarından etsin.
Neden kurtaracaksın kendini?
Fitnelerden, nefsâni arzulardan, şehvetin pençesinden, şeytanın adımlarından, şeytanlaşmış arkadaşlardan ve yoldan çıkmaya sebep olacak dünya ve içindeki her şeylerden...
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz'den rivayetle Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Ameller niyetlere göredir, herkese niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah'a ve Resul'üne ise onun hicreti Allah'a ve Resul'üne olur. Kimin hicreti elde edeceği dünyaya veya evleneceği bir kadına ise onun hicreti hicret ettiği şey için olur." (Buhârî, Müslim)
Allah'tan ve Resulullah'tan uzaklaştıran her şeyden kaçmak. Kabre girdiğimizde Resulullah'ın, vekili olan o yüce velinin yüzüne bakmaya yüzümüz olmayacak her şeyden kaçmak.
Bıraktıkları usül ve esaslarla, edep ve adabına uygun hareket etmek... Hülâsa gerek hali hayatında gerek mematında kitaplarına sarılarak düsturuna riayet edelim ki dünyada da, ukbada da onlarla beraber olabilelim.
Şöyle bir düşünün, onlar;"Bizden sonra Hazret-i Mehdi'ye tâbi olun, gelmesine Allah-u âlem 25-26 sene var ve o ancak ihlâs sahiplerini ordusuna alır." (2006) buyuruyorlarken, Mehdi Aleyhisselâm'ın yanında olabilmek için ne yapıyoruz? İhlâsımızı, ubudiyetimizi mi artırıyoruz? Kendimizi başıboş zannedip serkeşlik mi ediyoruz? Vel hasılı kelâm bu yolun sahibi var. Biz kendimize gelelim, kendimizi kaybetmeyelim. Yolunda olalım, yolunda ölelim inşallah-u Teâlâ...
Dikkat ederseniz Cenâb-ı Hakk'ın izniyle lüzumu kadar bu halkı uyandırmaya çalıştık. Resulullah Aleyhisselâm'ın" İyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış." emr-i şerif'ine ittiba ettik. Emr-i bilma'ruf ve nehy-i anil-münker vazifesini bihakkın yerine getirmeye gayret ettik.
Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan, hiç kimseden çekinmeden hakikatleri neşrettik. Defaatle dergilerimizle, kitaplarımızla halkı uyandırmaya, her türlü hakikati duyurmaya çalıştık. Fakat ruh ölmüş. Ruh ölü olduğu için dirilmiyor.
Nitekim Hadis-i şerif'te bir yer var, Resulullah Aleyhisselâm "Ne zaman ki..." buyurduktan sonra " ...herkes kendi görüşünü beğenir, kimse kimseyi tanımaz bir hâle gelirse..." diyerek bugünkü durumu tarif ediyor;" Herkes reyini beğenecek, kendi reyine göre hareket edecek." Ve işte o gün geldiğinde "O zaman kendini kurtarmaya bak ve halk tabakasını bırak!"
Onun için Hakk'a bak, halk tabakasını bırak. Hakk'ın hükmüne ram ol, halkın zannından uzak ol. Kendi reyini beğeniyor, kendi görüşünü beğeniyor, Allah-u Teâlâ'nın hükmünü, ilâhi emri kenara atıyor. Her akıl sahibi aklını ileriye sürecek ama senin söylediklerin boş olacak. Biz ne yapıyoruz, yaptığımız işler, konuştuğumuz sözler, kalbimizdekiler Hakk'a ve O'nun rızâsına uygun mu bakmıyoruz. Kendimizi Hakk'a göre ayarlamıyoruz, halka bakıyoruz, halkın yaptığını yapmaya, gittiği yoldan gitmeye bakıyoruz. Halka kulak veriyoruz. Halbuki bizim kendimizi Hazret-i Allah'a ve Resulullah'a göre ayarlamamız gerekmez mi?
Hazret-i Allah'a ve Resul'üne kaçmamız gerekmez mi?
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Allah'a kaçınız!.." buyuruyor. (Zâriyat: 50)
O'nun Zât-ı ulûhiyetine ilticâ edin, her işinizde O'na itimat ve teslimiyette bulunun.
Hıfz-u himayesine sığınılacak, yardım istenecek, kapısına başvurulacak yegâne mabud O'dur.
Ma'kıl bin Yesar -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde ise buyururlar ki:
"Fitne-fesadın çoğaldığı bir zamanda ibadet etmek, bana hicret etmek gibidir." (Müslim: 2948)
Fitne zamanında yapılan ibadetin faziletli olması, insanların ekserisi fitneye karışarak ibadetten gafil kaldıkları içindir. Allah-u Teâlâ bir kulunu muhafaza edip hıfz-u himâye ve tasarruf-u ilâhîsine aldığı zaman böyle oluyor.
Bugün o gün gelmiştir. Halk tabakasını bırakma zamanı. Ve kendini kurtarma zamanı!
Niçin? Çünkü bu zaman seyyiat zamanı, âhir zaman...
Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Fuhuş ve ahlâksızlık açıkça yapılıncaya ve dirhem ile dinara tapılıncaya kadar, şöyle şöyle oluncaya kadar kıyamet kopmaz." (Ahmed bin Hanbel)
Bu Hadis-i şerif'ler kıyametin küçük alâmetlerinin bir bir zuhur ettiğini göstermektedir.
"Bir memlekette zinâ ve fâiz yaygınlaşırsa, o memleket halkı Allah'ın azabını mutlaka helâl kılmış, hak etmişlerdir." (Taberâni)
"Zinâ gibi fuhşiyâtın zuhûru, yerin sarsılmasına mûcib olur." (Camius-sağir)
Ahkâm-ı ilâhi zaten yaşanmıyor, her türlü illet almış başını yürümüş. Eskiden sıkıntı vardı, İslâm'ı yaşamak zordu; ancak herkes helâli-haramı bilirdi, Allah-u Teâlâ'nın hükmünü yaşayamasa bile iman ederdi. Bugün ise rahatlık var, dünyevî imkânlar var. Ve fakat iman yok! Allah-u Teâlâ'nın hükmüne teslimiyet yok.
Yani bu nimetler bizi şükre ve taate sevkedeceğine azdırıyor ve Hakk'tan uzaklaştırıyor.
Halk bu isyanlarının cezalarını hiç şüphesiz ki görecektir.
Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsi'de buyurur ki:
"Benim cinlerle ve insanlarla önemli bir hadisem var! Ben yaratıyorum, benden başkasına ibadet ediliyor! Ben rızıklandırıyorum, benden başkasına şükrediliyor." (Taberânî)
Öyle bir devirdeyiz ki, dünya kurulalıdan beri fitne ve fesadın ayyuka çıktığı böyle bir devir gelmiş değil.
İlâhî emirler arkaya atılıyor ve hükümsüz sayılıyor.
Allah-u Teâlâ'nın bunca ihsanları karşısında bunca isyan! Helâk olan eski kavimler bollukta iken, sefahat içinde iken belâ ve âfâtlara uğramışlardır. Onların birer kabahatlerinden ötürü başlarına felâketler gelmişti. O kavimlerin yaptıkları kabahatlerin bugün hepsi yapılıyor. Her kötülüğün anası bu devirde mevcut. Onun için böyle bir devir gelmiş değil.
Bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"İnsanlara mutlaka öyle bir zaman gelecek ki, malı helâl yolla mı, haram yolla mı aldıklarına aldırış etmez." (Buhârî)
İşte o gün bu gündür!
Dergilerimizde bu hususu defaatle şöyle yazdık:
"Öyle ki Hakk'tan kopulduğu, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerin umursanmadığı, sadece dünyaya rağbet edildiği, günahların açık olarak işlendiği ve isyana dönüştüğü, dünya kurulalıdan beri bir eşinin gelmediği, böyle bir bunalım geçirilmediği, her türlü fitnenin ortaya çıktığı, Allah'ın dinine değil, ilâh edindiği imamına tabi olunduğu, Resulullah Aleyhisselâm'a dil uzatıldığı, küfrün hoş görüldüğü, imanla küfrün, hakikat ile dalâletin karıştırılmaya çalışıldığı, Allah düşmanlarına iltifat edildiği, Allah'a harp ilân edildiği, faiz, zina, fuhuş, içki, kumar, hırsızlık, rüşvet, çıplaklık, futbol gibi küfür âdetleri ve daha birçok Allah'ın yasakladığı şeylerin yapıldığı ve yaşandığı bu zamanda elbette bu isyan cezasız kalmaz.
Şöyle bir bakın; dinsizlik, imansızlık, küfür, nifak, sahtekârlık, fitne, ihanet, arsızlık, gasp, terör, katliam, yalan-dolan, cinayet, soygun, lüks, süs, israf, rüşvet, irtikab, suistimal, iftira vs... Bunlar artık âhir zaman alâmetleri olarak önümüzde her gün duyduğumuz şeyler... Namaz, oruç, zekât, nikâh gibi Hazret-i Allah'ın emirleri ise hafife alınmaktadır.
Kadınlardan erkeklerden her çeşit içkiyi içen, her türlü kumarı oynayan, her türlü fuhşu yaşayanlar var.
Zinâ, fuhuş ve hayâsızlık çoğalmış hatta alenileşmiş, açıktan yapılıyor, uyuşturucular ve haplarla halk zehirleniyor.
Kadın ve erkekler zıvanadan çıkmış, iffet ve namus kavramı unutulmuş. Nefis ve şehvetin esiri olunmuş.
Kumar olan şans oyunlarıyla meşgul olunuyor.
Fâiz alıp verme artmış.
Gayr-i meşru yollar tutuluyor, Lût kavminin helâkına mucip olan kötülükler yapılıyor, eşine hayızlı ve nifaslı iken mukarenette bulunanlar çıkıyor.
Evlilikte en mühim şart dinî nikâh olduğu halde, mehir şart olduğu halde, kadının bu meşru hakkı verilmiyor. Mehirin adını bile duymayanlar var.
Haksız yere adam öldürmeler çoğalmış, büyü, sihir ve fal işleri insanların uğraşısı olmuş, bunlardan medet umuluyor.
Süs, lüks içimize girmiş, zenginler zekâtı unutmuşlar.
Kimisi çocuk olmaması için ilâhî hükmü değiştirmeye çalışarak her türlü çareye başvuruyor, kimisi çocuk daha doğmadan ana karnındayken öldürüp katil oluyor, kimisi de çocuk olsun diye her türlü hayâsızlığa ve zinâya râzı oluyor.
Kimisi saçlarını boyuyor, tırnaklarına oje sürüyor, kat olduğu için ve su geçirmediği için cünüp geziyor. Kimisi de saçlarını ondüle yapıyor, düzeni bozulmaması için kafasını yıkamıyor.
Gusül alınmıyor, abdest de öylesine...
"Dinin direği" olduğu halde namaz kılınmıyor. Kılanların yüzde doksanı taharete, istibrâya dikkat etmediği için, abdestsiz namaz kılıyor da haberi olmuyor."
Artık kimse hakikati dinlemez oldu. Görünüşte inanıyor," Doğru söylüyorsunuz." diyor. Ancak o an menfaati neredeyse oraya dönüyor. Onun için:
"Halk tabakasını bırak!" , mesuliyetten de kurtul.
Görünüşte inanmaktadır ancak akıl hocaları çoktur, pabucunu ters çevirir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz gelecekle ilgili hadiseler hakkında haber verirken bir noktasında şöyle buyuruyorlar:
"Bir kimse hakkında ne kadar kahraman zattır, ne kadar zarif kişidir, o ne kadar akıllı kimsedir, diye övülür. Halbuki onun kalbinde hardal tanesi kadar iman yoktur." (Müslim, Fiten)
İşte bu zaman.
Yani ruhu ölmüş, canlı cenaze.
Hülasâ-i kelâm; ne Hazret-i Allah'ın hakkı olan Hakkullah'a, ne Hazret-i Allah'ın hukuku Hukukullah'a, ne Hazret-i Allah'ın beyanı olan Kelâmullah'a riayet ediliyor. Yani dikkat edilmiyor. Kul hakkına riayet ise zaten kalmamış. Amma orada çok ince hesap var...
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Ümmetim üzerine öyle bir zaman gelecektir ki İslâm'ın yalnız ismi, imanın resmi, Kur'an'dan ise harf ve hurufat kalacak.
Gayretleri mideleri, dinleri para, kıbleleri karıları olacak. Onlar aza kanaat etmeyecekler, çok ile de doymayacaklar."
Dikkat edin! Bunu Resulullah Aleyhisselâm buyuruyor.
İnsanlar bu hâle geldiği zaman bunlar zuhur edecek ve çeşitli ibtilâlara maruz kalacaklar.
•
Âhir zamanda çıkan birçok kötülük ve haramlar olmasına rağmen çok mühim gördüğümüz birkaçını ele alıyoruz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde iman eden müminleri şöyle tarif ediyor:
"Onlar büyük günahlardan ve hayâsızlıktan kaçınırlar. Kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar, affederler." (Şûrâ: 37)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde buyurdular ki:
"Hayâ ile iman bir arada bulunur, birbirinden ayrılmazlar. (yani biri gidince öteki de kalmaz)." (Câmiu's-sağir)
Hayâ, bir müminde bulunması gereken en mühim hususiyetlerden birisidir.
"Utanmazsan dilediğini yap!" (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2002)
Hadis-i şerif'i müslümanların en belirleyici ahlâki vasfını ve terbiyesinin karakterini belirlemektedir.
"Onlar ki, mahrem yerlerini herkesten korurlar." (Müminûn: 5)
Enes -radiyallahu anh-in rivâyet ettiği diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
"Her dinin bir ahlâkı vardır, İslâm'ın ahlâkı da hayâdır." (İbn-i Mâce: 4181)
Durum böyle olunca işi ciddi tutmak, Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm'ın hükmünün olduğu yerde mahlûkun hükmünün geçmeyeceğinin idraki içinde olmak gerekir.
Zinâ, fuhuş ve benzeri gayr-i meşru hayasızlıkların yaygınlaştığı bir memleketin ve halkının başına herhangi bir felâket ve musibetin geleceği mukadderdir. Bugün olduğu gibi.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:
"Bir memlekette zinâ ve fâiz yaygınlaşırsa, o memleket halkı Allah'ın azabını mutlaka helâl kılmış, hak etmiştir." (Taberâni)
Daha evvel arzettiğimiz gibi Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Çalgıcı kadınlar ve çalgı aletleri türediği zaman... Kızıl rüzgâr, zelzele ve yere batma gibi... Afetleri bekleyin." buyurmuştu.
Bunlara itibar ve rağbet ediliyor. Bütün fuhuş, fenalık, rezalet alenen meydanda. Sanat adı altında yapılıyor ve televizyonlarda gösterilerek onca imanlar söndürülüyor. Allah-u Teâlâ onlara lânet eder, hiçbir surette onlara rahmet nazarı ile bakmaz.
Cahş'ın kızı Zeynep -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyururlar ki:
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bir kere telaşla:'Lâ ilâhe illâllah'diyerek odama girdi. Baş parmağıyla onu takip eden (şehadet) parmağını halka yaparak;
"Yaklaşan fitne ve belâdan vay Arapların haline! Bugün Ye'cüc ve Me'cüc seddinden bu kadar delik açıldı."
Bu sırada ben; 'Yâ Resulellah! İçimizde bu kadar sâlihler varken biz de helâk olur muyuz?' diye sordum.
"Evet fısk-ı fücür, fuhuş, masiyet çoğalınca (helâk olursunuz)" diye cevap verdi." (Buhârî Tecrîd-i sarîh: 1372)
O gün gelmezden evvel tevbe edip Allah ve Resulü'ne yönelenlere ne mutlu! Allah-u Teâlâ dilediğini dilediği şekilde kurtarır. Bu gibi kimselerin dünyası saâdet olur. Çünkü o Hakk ile idi, halk ile değil.
Hadis-i şerif'te ise:
"Allah bir topluluğa azap indirince, bu azap onların hepsine dokunur. Sonra kıyamet gününde herkes kendi ameline göre haşrolunur. (Sâlihler mükâfatını görür, fâsıklar azap olunur.)" buyuruluyor. (Buhârî Tecrîd-i sarîh: 2119)
İyiler saâdet-i ebediye'ye nâil oldukları gibi cennet-i âlâ'ya girerler, en güzel bir hayatla yaşarlar, kendilerine vadolunan ilâhi mükâfatlara nâil olurken sonsuz bir hayatla müşerref olurlar.
Ve fakat azgın nankörlere gelince küfürleri sebebiyle bu azgın cahillere hazırlanmış ilk ziyafet kaynar sudur. Sonra cehenneme atılırlar. Ateş içinde yiyecekleri zakkum, içecekleri kanlı irindir. İsyan edip karşı gelenlerin cezası budur.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Hayânın azlığı küfür alâmetidir." buyururlar. (Münâvî)
Dinin öngördüğü nikâha önem verilmedi. Ahkâma mucip âile hayatı yaşanmadığı için nesil de böyle oldu.
Bu hayâsızlık insanları imansızlığa sevketti. Hayasızlık ve imansızlık neticesinde de nesil bu hale geldi. Hiçbir hüküm tanımıyor.
Hayâ müminin ziynetidir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Hayâ ancak hayır getirir." (Müslim)
Dinimiz evlilik dışı münasebetleri haram kılmıştır. Çok çirkin bir fiil olup, şiddetle yasaklanan büyük günahlardan birisidir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Zinâya yaklaşmayın. Çünkü o, şüphesiz hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur." buyuruyor. (İsrâ: 32)
Çünkü insanı tahrik ederek zinâya götüren şehvet duygusundan ve tehlikelerden emin olmak, ancak zinâya yaklaşmamakla mümkün olur. Yaklaşıldığı takdirde bu emniyeti sağlamak güçleşir.
Zinâ öyle bir hayasızlıktır ki, neticesinde nesep bozulur, nesiller soysuzlaşır. Oysa ki İslâm dini neslin korunmasına büyük önem vermektedir.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde:
"Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın." (En'am: 151)
Buyurmuş, adam öldürme fiilini zinâ fiili ile anarak yasaklama getirmiştir. Çünkü zinâ da aslında nesli öldürme niteliğindedir.
"Onlar ki, eşleri ve câriyeleri dışında mahrem yerlerini herkesten korurlar." (Meâric: 29-30)
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"İlmin kalkması, cehaletin kökleşmesi, çeşitli içkilerin içilmesi, zinânın çoğalması kıyamet alâmetlerindendir." (Buhârî. Tecrîd-i sârîh: 71)
"Zinâdan sakınınız. Zira zinâda dört hâl vardır. Yüzde olan güzellik nurunu, rızıkta olan hayır ve bereketi giderir. Cenâb-ı Allah'ın gadabını ve uzun süre cehennem azâbına uğramayı gerektirir." (Camius-sağir)
"Zinâ, fakirlik meydana getirir." (Münâvî)
"Kim iki çene arasını (haram lokma ve kötü sözden), iki bacak arasını (zinâ ve kötülüklerden koruyacağına) bana söz verirse ben de ona cenneti söz veririm." (Buhârî. Tecrîd-i sârîh: 2032)
En mühimi de uhrevî zararlarıdır ki, bu gibi kimselerde Allah korkusu ve ahiret endişesi zayıflar, kalbi kararır.
Gözün, dilin, elin, kalbin, ayağın zinâsı vardır. Çok dikkat etmek lâzımdır, imanî bir meseledir. Hazret-i Allah'ın sana takdir ettiği nasibini eşini beğenmiyorsun, Hazret-i Allah'ın istemediği, takdir etmediğine gidiyorsun. Bu, Hazret-i Allah'ı gadaplandırır. Eşine ihanet edene melekler lânet eder. İnsan evine, eşine sâdık olmalı, zinâya gitmemeli, harama giden kapıları kapatmalıdır. Huzuru için, ihlâsı için ve âhireti için.
Hadis-i şerif'lerde şöyle buyuruluyor:
"Bir kul zinâ ettiği zaman, iman nûru kalbinden çıkar, bir gölge gibi başının üstünde durur. Ancak tam bir tevbe ettiği zaman dönüp kalbine girer." (Camiüs-sâğir)
"Bir kimse zinâ ederse imanı ondan çıkar. Şu kadar var ki tam bir pişmanlıkla hâlisan tevbe ederse affolunur." (Tirmizî)
"Şüphesiz zinâ eden kimselerin vücudu kıyamet gününde ateş kesilir, fırın gibi alev alır parlar." (Camius-sağir)
Bu hususta Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kadınları" Miraç Gecesi" kimisi göğüslerinden, kimisi ayaklarından başaşağı asılmış olduğu halde görmüş, Cebrâil Aleyhisselâm da bunların," Zinâ eden ve çocuklarını öldüren kadınlar!" olduğunu haber vermişti.
Bu ilâhi beyanlar imanlı kadını titretir. İmansız kadını ise ancak cehennem titretir.
Küffar bu necip milleti hiçbir şekilde yenemedi, bozamadı. Ancak fâizi sokmakla, haram lokmayı tattırmakla, bu güzel millet bozuldu.
Dinimiz fâiz ile fâizin girdiği bütün kazanç yollarını kesin olarak haram kılmıştır.
Haram oluşu hem Âyet-i kerime hem Hadis-i şerif ile sabittir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde:
"Fâizi yemeyiniz." (Âl-i İmran: 130)
"Allah alış-verişi helâl, fâizi haram kılmıştır." buyuruyor. (Bakara: 275)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Allah fâiz yiyeni, yedireni, şahitlerini ve kâtibini lânetlemiştir." (Tirmizî)
"Fâizde alan-veren eşittir. (günaha ortaktır.)" (Müslim)
Fâizin helâl olduğunu iddiâ etmek küfürdür.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz fâizin her çeşidinin günahını otuz altı zinâya eşit saymıştır.
Âyet-i kerime'lerde:
"Ey iman edenler! Allah'tan sakınınız. Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah'a ve Peygamber'ine açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer fâiz almaktan tevbe ederseniz, ana paranız yine sizindir. Böylece ne kimseye haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz." buyuruluyor. (Bakara: 278-279)
Fâizciler hakkında buyurulan hem lâfzî hem de manevî ve şiddetli tehdit hemen hemen başka hiçbir tahrim âyetinde yer almış değildir.
Allah ve Resul'üne harp ilân etmiş olan bu gibi kimseler en şiddetli bir dil ile lânetlenmişlerdir.
Aslında onların ne Hazret-i Allah'la ne de Resul'ü ile harp etmeleri mümkün değildir. Asıl harbi Allah ve Resul'ü onlara açmıştır. Fâizcilerin dünya ve ahirette hezimete uğrayıp perişan olmaları mukadderdir.
Hakk'tan kopmuşlar. Kimi türeme imamların, kimi de şeyh zannettiği şeytanların peşinde ve izinde. Kimisi küffara hayran, İslâm'ın yalnız ismini taşıyor.
Zenginler sarhoş, kadınlar çılgın, orta tabaka şaşkın ve şuursuz.
Gönüller hep perişan.
Harama irtikap edenlerin oturduğu koltuk elektrikli sandalyedir. O kişi, o anda ölüme mahkûmdur. Yani ruhu o anda ölmüştür, yaşayan canlı cenazedir. O koltuğa hevesli, cebine hevesi çok amma, oturduğu anda elektrikli sandalyeye oturduğunu çok iyi bilmelidir, ebedî hayatını söndürmüştür.
Şu Âyet-i kerime'yi düşün ve günahlarına tevbe et! Hazret-i Allah'tan affını iste! Allah'ın dinini, Resulullah Aleyhisselâm'ın sünnetini yaşamayı gaye edin ve azmet!
"Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. O yine de çoğunu affeder." (Şûrâ: 30)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyurur ki:
"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, fâiz yemeyen kimse kalmayacaktır. Fâizin kendisini yemese bile tozunu yutacaktır." (Ebu Dâvud)
Bunun da sebebi, bugün ekseri insanlar fâizle iş görüyor. O alıp vermiyor amma, fâizci ile alış-veriş yaptığı için onun tozu ona dokunacak.
Fâizin bu derece yaygınlaşması kıyamet alâmetlerindendir.
Bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyuruyorlar:
"Menfaati celbeden her borç, fâiz gibi haramdır." (C. Sağir)
Bugün fâizsiz banka adı altında kurulan finans kurumlarının da diğer bankalardan hiçbir farkı yoktur. İşte Hadis-i şerif, işte bu bankaların durumu!
Bu mevzu "Kıyamet alâmetleri" ndendir. Sebepli sebepsiz, haklı haksız, her gün onlarca insan öldürülmekte ve katil olunmaktadır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, insanlara öyle bir zaman gelecek, katil niçin öldürdüğünü, maktül de niçin öldürüldüğünü bilmeyecektir." (Müslim: 2908)
Bugünkü anarşi beyan ediliyor.
Niçin öldürdüğünü, kimi öldürdüğünü bilmiyor. Sebep yok, maksat yok.
Bütün bu kötü haller ve icraatlar hep kötü idareciler sebebiyle husule geliyor. Onlar münafık olacaklar. Görünüşte ismi İslâm, fakat isimde kalmıştır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Herc çoğalmadıkça kıyamet kopmayacaktır."
Buyurmuşlar, Ashâb-ı kiram: "Herc nedir yâ Resulellah?" diye sorduklarında:
"Katildir katil!" buyurmuşlardır.(Müslim: 157)
•
Haksız yere kasten bir kimseyi öldürmek büyük bir suçtur. Bu cinayeti işleyenler dünyada kısasa, ahirette ise cezaya uğrar.
Kur'an-ı kerim'de öldürmenin haram olduğuna dair pek çok Âyet-i kerime vardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde bir mümini haksız yere öldürmenin büyük bir cinayet olduğunu ve o nispette cezaya sebep olacağını beyan buyurmaktadır:
"Kim bir mümini kasten öldürürse, onun cezası, içinde devamlı kalacağı cehennemdir." (Nisâ: 93)
Çünkü o, çok büyük bir suç işlemiştir.
"Allah ona gazap etmiş, lânetlemiş ve büyük bir azap hazırlamıştır." (Nisâ: 93)
Cehennemde ebedî kalma cezası, katilin tevbekâr olmamasına âittir. Tevbesinin kabul edilip edilmemesi ise Allah-u Teâlâ'nın iradesine bağlıdır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre diğer bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Eğer gök ve yer sakinleri bir müminin kanının akıtılmasına (öldürülmesine) katılsalar, Allah mutlaka onları cehenneme yüzü üzere sürer." (Tirmizî. Diyât 8)
İnsanların nazarında dünya büyük ve önemli bir varlık olmasına rağmen, bir mümini öldürmenin anlatılmayacak derecede tehlikeli ve korkunç bir âfet olduğu belirtilmektedir.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Kim bir cana kıymamış, ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir kimseyi öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir." (Mâide: 32)
Burada insan hayatının ne kadar değerli olduğu gözler önüne serilmektedir.
Haksız yere bir başkasının hayatını alan veya ölümüne sebep olan kimse, yalnızca bir kişiye zulmetmekle kalmamış, aynı zamanda insan hayatının ulvîliğini ayaklar altına almış, bu hususta başkalarına da cesaret vermiş, Allah-u Teâlâ'nın gazabını haketmiş olur.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Mümin haram olan kanı akıtmadıkça, dininin geniş alanında kalır." buyuruyorlar. (Buhârî)
Bir mümin büyük günahlar işlese de; tevbe eder, kul haklarını öderse, Allah-u Teâlâ'nın affına uğrayabilir ve dininin geniş alanında kalır. Fakat kendisine mümin kardeşinin kanı bulaşan kimse, aff-ı ilâhiden ümitsiz olarak yaşadığından, dini de hayatı da onu sıkar. Huzur içinde yaşayamaz.
Öldürülen insanın velisi, kısas yoluyla katilin öldürülmesini istese bile, bu ceza dünyadaki cezasıdır. Ölenle öldürülen arasındaki diğer hükümler ahirete kalmıştır.
İlâhî mahkemede ilây-ı kelimetullah için öldüren kurtulacak, fakat gayr-i meşru bir maksatla öldüren, öldürdüğü kimsenin de günahını yüklenerek hesap yerinden ayrılacaktır.
"Şüphesiz ki dünyanın yok olup gitmesi, Allah katında haksız yere bir mümini öldürmekten daha hafiftir." (İbn-i Mâce: 2619)
Bir iman zafiyetinin neticesi olarak, çocuğu olmayan nice kimseler, olsun diye her türlü hileye başvurdukları gibi; birçok kimseler de olacak olan çocuğu olmasın diye İslâmî olmayan usüllere başvurmaktadırlar.
Bu ise günümüzün mühim hastalığıdır. Bu gibi yersiz hareketler takdir-i ilâhiyi bozmaya çalışmak mânâsına gelir.
Allah-u Teâlâ'ya teslim olan, onun taksimât-ı ilâhîsine râzı olur, telâşa lüzum görmez, doktorlara başvurmaz.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Cenâb-ı Hakk'ın takdirine râzı olan kimse gönül zenginliğine sahip olur." (Münâvî)
Bütün bunlar hep şeytanın oyunları ve icraatlarıdır.
Nitekim Âyet-i kerime'de buyurulduğu üzere şeytan cennetten kovulduğunda insanları nasıl yoldan çıkaracağını itiraf ederek şöyle dedi:
"Öyle ise beni azdırdığın için andolsun ki, ben de onları saptırmak için, senin doğru yolun üzerinde tuzak kuracağım." (A'raf: 16)
Onları şaşırtıp eğri büğrü yollara sevketmenin çarelerini arayacağım.
İşte Âyet-i kerime'ler, işte yaptıkları işler!
Rahim bir kabre benzer
Dıştan iç âlemi bilinmez
Allah-u Teâlâ onu dayadı döşedi
Çocuk için müdahale edilmez.
Bu nokta çok mühimdir, bugünün çok mühim bir hastalığıdır.
Hatta o kadar ki, çocuk olsun diye yabancı yerden alanlar bile var.
Kimileri de tüp bebek usûlüne başvuruyorlar. Bu ise doğrudan doğruya bir hayâsızlıktır, ilâhî ahkâma uygun değildir ve aynı zamanda zinâdır.
Bu ahkâm harici girişimlerin içinde bir de sperm bankalarının çıkması vardır. Bu hayâsızlık, bu ahkâm tanımama, bu çirkeflik ve pislik bu kadar yangınlaşmıştır. Bunlar tamamen sapmışlıktır. İslâm dini bunların hepsini reddeder.
Öyle bir hayâsızlık ki ileride kendi öz kardeşleriyle evlenmeler gündeme gelir. Bu tür çirkefliklerle nesil karışır ve bilinmez bir hâl alır. Gayr-i meşru babası belli olmayan çocuklar dünyaya gelir.
Bütün bunların İslâmiyet'le alâkası yoktur." Müslümanım!" diyen her kişi bu tür hayâsızlıklardan uzak durur, karışmaz, ilgilenmez, yaklaşamaz ve bu tür oluşumlara fetvâ veremez...
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Allah her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerde neyi eksik neyi ziyade edeceğini bilir." (Ra'd: 8)
Burada Allah-u Teâlâ ilminin mükemmelliğini ve hiçbir şeyin O'na gizli kalamayacağını, bütün canlıların dişileri arasında hamile kalanların erkek mi dişi mi, hilkati tam mı eksik mi, güzel mi çirkin mi, uzun mu kısa mı ve daha buna benzer bütün hususları ezelî ilmi ile kuşattığını haber vermektedir.
Normalden farklı olan erken doğumlar veya sakat doğanlar bile kendiliğinden olmuş şeyler değildir, sırlar âleminde Allah-u Teâlâ'nın ilmi ve iradesi sayesinde meydana gelen hadiselerdir.
"O'nun katında her şey ölçü iledir." (Ra'd: 8)
Başından sonuna kadar belli sınırlar içinde bir takdir iledir. Her şeyin haddi ve hududu vardır. Bu miktar ve sınırı aşmaz ve ondan daha aşağı da düşmez. O'nun ilmi ile çerçevelenmiş olmayan hiçbir şey yoktur.
Allah-u Teâlâ'nın kelâmına iman eden böyle işlerle uğraşmaz. İman etmeyenin ise İslâm'la ilgisi kalmaz.
•
Çocuk olması için bu kadar ısrarlı olmak bu derece hata ise, çocuk aldırmak da büyük günahtır ve Hazret-i Allah'ın takdirine tamamen karşı gelmektir. " Sen verdin, ben istemiyorum." mânâsına gelir. O verdi sen istemedin, O seni ister mi? Sen artık Hazret-i Allah'ın kulu değilsin, nefsinin ve şeytanın kulusun.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Geçim endişesi ile (fakirlik korkusuyla) çocuklarınızı öldürüp canına kıymayın." (İsrâ: 31)
Bu Âyet-i kerime'de belirtildiği gibi kürtaj bir cinayettir. Cahiliye devrinde kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Aynı cahiliyet devam ediyor. Bugün ise daha rahimde iken öldürüyorlar. Bu apaçık bir katliamdır, Allah-u Teâlâ'nın hükmüne rızâ göstermemektir.
"Biz onların da sizin de rızkınızı veririz." (İsrâ: 31)
Rızıkla ilgili düzenleme Allah-u Teâlâ'nın elinde olduğuna göre; çoluk çocuk sahibi olmanın, çocukların kız veya erkek olmasının fakirlikle hiçbir ilgisi yoktur demektir. Kullarına bir babanın evlâdına olan merhametinden daha çok merhametlidir, çocukların rızkını kendi teminatı altına almıştır.
"Onları öldürmek gerçekten büyük günahtır." (İsrâ: 31)
Bu cinayetin vebali pek büyüktür. Çünkü beşeriyetin devam etmesi evlât silsilesinin devamına bağlıdır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadırlar:
"Yeryüzünde bir kötülük işlendiği vakit, ona şâhid olan bunu takbîh ederse (kötü olduğunu teyid ederse) o kötülüğü görmemiş gibi zararından kurtulur.
O kötülüğe şâhid olmadığı halde, işittiği zaman memnun kalan kimse, sanki şâhid olmuş gibi manen zarar görür." (Ebu Dâvud, Melahim 17, 4345)
Sırf güzellik uğruna, güzel görünmek için kişinin kendi yaratılışını değiştirmesi câiz değildir. Bu sebeple yapılan estetik ameliyatları tamamen nefsânîdir ve câiz görülmemiştir. Ancak zaruret tedavi amacı ile olur, aksi takdirde keyfidir, haramdır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Allah, dövme yaptıranlara, kaşlarını inceltenlere, dişlerini seyrekleştirenlere, Allah'ın yarattığını bozanlara lânet etsin." buyurdular. (Riyazüs-salihin: 3/1677)
Oysa bugün birçok kadın güzel görünmek adına kaşında gözünde değişiklik yapıyor, hatta yüzünden ya da vücudundan estetik ameliyat oluyor. Kapalısı da yapıyor, açığı da yapıyor.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabb'i olan Allah'ın şanı ne yücedir!" buyuruyor. (A'râf: 54)
Hükmünü hiç kimse değiştiremez, verdiği kararı hiç kimse bozamaz. Emir, yasak, tedbir ve idare, tam tasarruf O'na aittir.
Diğer Âyet-i kerime'lerde ise şöyle buyuruluyor:
"Hüküm yücelerin yücesi Allah'ındır." (Mümin: 12)
Çünkü O, mülkünde yücedir, dilediğini yapar, dilediği hükmü verir. O'nun verdiği hükümler belirli bir zaman ve asır ile sınırlı değildir. Kıyamete kadar geçerlidir.
"Rabb'inin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tamamlanmıştır, tam kemalindedir. O'nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur." (En'âm: 115)
Allah-u Teâlâ'nın rahmetinden ebediyen kovulmuş olan şeytan insanların apaçık düşmanıdır ve onları cehenneme götürmek için bütün gücüyle ve ordusuyla çalışır.
Onu kınanmaya, kovulmaya ve ahirette de kendisine uyanlarla beraber ebedî azaba mahkum etti.
Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'sinde şeytanın yapacağı düşmanlığı haber veriyor:
"Onları mutlaka saptıracağım." (Nisâ: 119)
Onların zamanlarından, iş ve güçlerinden, istidatlarından, mal ve evlâtlarından bir kısmını kendim için ayıracağım. Yollarına tuzaklar kurup, büyük bir kısmını benim yolumda çalıştıracağım.
Bâtılı hak, eğriyi doğru, kötüyü iyi, çirkini güzel, günahı sevap göstererek, vesvese ve iğvâlarımla onları hidayet yolundan mutlaka çevireceğim.
"Onları boş kuruntularla oyalayacağım." (Nisâ: 119)
Kalplerine hırs ve tamah, uzun ömürler yaşamak, amelsiz olarak cennete girmek, sebeplere tevessül etmeksizin maksada ulaşmak gibi olmayacak birtakım kuruntuları ilkâ edeceğim. Onları kıyameti, hesabı, cenneti ve cehennemi düşünmek hissinden mahrum bırakacağım.
"Onlara emredeceğim, benim emrimle hayvanların kulaklarını yaracaklar." (Nisâ: 119)
Nitekim câhiliye devri Arapları, bir dişi deve beş defa doğurur ve beşincisi erkek olursa kulağını delerler ve artık ondan faydalanmayı kendilerine haram sayarlardı. Onu putlarına adarlar, bu bir şirk ve küfür iken ibadet yaptıklarını zannederlerdi.
"(Şeytan dedi ki) Onlara emredeceğim, Allah'ın yaratışını değiştirecekler." (Nisâ: 119)
Yaratılışın şeklini veya sıfatını değiştirerek durumunu başka şekle sokacaklar. Organlarını yaratılış görevlerinin dışında kullanacaklar. Kadın yerine erkek, erkek yerine kadın kullanacaklar. Nikâhı bırakıp zinâya gidecekler. Cinsiyeti belli etmeyecek kılıklara bürünecekler. Erkeklerin kadınlara, kadınların erkeklere benzemesine çalışacaklar. Temizi bırakıp pisliğe koşacaklar, menfaati bırakıp zararı seçecekler. Doğruluğu budalalık, eğriyi hüner sayacaklar. Vazifeden kaçıp oyuna gidecekler. Helâle haram, harama helâl, iyiye kötü, kötüye iyi diyecekler. Hayır yerine şer işleyecekler. Sakallarını bıyıklarını yolacaklar. Yüzlerini boyayacaklar. İmar edilmesi gerekeni yıkıp, yıkılması gerekeni imar edecekler. Yaratılışın zıddına alışkanlıklar edinecekler.
Bundan da öteye; Yaratılanı yaratıcı yerine koyacaklar. Tevhid'den çıkacaklar, İslâm dinini bozmaya çalışacaklar, kendi düşüncelerine uygun bâtıl dinler kuracaklar, sahte liderler edinecekler, şeytanlık peşinde dolaşacaklar.
Şeytan böyle demişti, dediği gibi de istediğini yaptırıyor. Bunları yaptırırken de onlara bir tat ve ümit veriyor, peşinde koşturuyor, rızâ-i Bâri'den uzaklaştırıyor.
"Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse, şüphesiz ki o apaçık bir ziyana uğramıştır." (Nisâ: 119)
İnsanın insanlığı şeytana düşman olmayı gerektirir. Fakat insan, şeytanın hile ve yalanlarına o kadar kapılıyor ki onu dost edinmeye başlıyor. Onun bu dostluğu, onların karşılıklı düşmanlıklarının dostluğa dönüşmesi mânâsına gelmez. Ancak insanın, düşmanı tarafından kandırıldığı mânâsına gelir. İnsan şeytanla ebediyyen dost olamaz. Çünkü şeytan ona hiçbir zaman dost gözüyle bakmaz.
Avf bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Kıyamet kopmadan önce vuku bulacak alâmetlerden altı şeyi sayınız:
1. Benim ölümüm.
2. Kudüs'ün fethedilmesi.
3. Koyun vebası gibi bir hastalıkla insanların kırılması.
4. Mal çokluğu ki, birisine yüz altın verildiğinde onu az görerek öfkelenmesi, memnun olmaması.
5. İstisnasız her Arap evine girecek bir fitnenin yayılması.
6. Sizinle sarı ırk arasında bir barış antlaşmasının yapılması, onların bu barışı bozmaları ve her birinde on iki bin kişi bulunan seksen sancakla gelip size hücum etmeleri." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1313)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri" Kıyamet ve Alâmetleri" isimli eserinde bu Hadis-i şerif'in izahını yaparken şöyle buyuruyorlar:
"İlk iki alâmet gerçekleşmiştir, üçüncü ve dördüncü alâmetler henüz vuku bulmamıştır.
Beşinci ise televizyon vesaire, buna mümasil fitneler her eve girdi. Bu vasıtalarla her rezalet yapılıyor." (Kıyamet ve Alâmetleri, s. 62)
Öyle değil mi? Buna mümasil fitneler, televizyon olsun, internet olsun her eve girmedi mi?
Üsame -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Benim gördüğümü görüyor musunuz? Ben sizin evlerinizin arasında fitnelerin yerlerini yağmur yerleri gibi görüyorum." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 889 - Müslim: 2885)
Böyle fitneler olacak,..
Şimdi bu fitnelerin haber verilmesi ve izâhı ile ancak hakikati görebiliyoruz. Resulullah Aleyhisselâm'a, onun vekiline teşekkür etmemiz gerekmez mi?
Binaenaleyh bu bir zaruret değildir." Fitne!" buyurulduğuna göre müslüman bir zaruret olmadığından bunlardan ictinab edip kaçınmalı, kendini ve âilesini korumalıdır. Olabildiğince kullanmamalıdır. Zaruret " İş" icabı ise işini görüp kapamalıdır.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri üç ayda bir vakıf binasında yaptıkları sohbetlerinin video kasetlerinin çoğaltılarak dağıtılması için talepte bulunulması üzerine şöyle buyurmuşlardı:
"Her televizyonun girdiği ev sinemadır. Bunu böyle bilmek gerek. Fitnedir, zinâdır, ahlâksızlık mektebidir. Bunun için kardeşlere bir kaset için televizyon aldırmayalım. Evini ahlâksızlık yuvası yapmayalım. Sinemaya çevirmeyelim, muhafaza edelim. Kasetleri çekelim amma hatıra olarak kalır ve fakat meydana vermeyin. Televizyon almaya sebep olmayalım.
Fakat Cenâb-ı Hakk bizi her türlü gösterişten, medihten uzaklaştırsın. Methi katiyyen sevmiyorlar, niçin? Mahlûkun methedilecek nesi var? Bir damla kerih su! Senin aslın budur, üstündeki yapın Hazret-i Allah'a aittir. Hazret-i Allah'ın olanı benim gibi göstermek şirktir. Gizli şirktir, bir puttur. Onun için övünürsen Allah ile övün. Amma aslın bir damla kerih sudur, eğer övünebileceksen onunla da övün. Amma ondan utanıyorsun amma aslın budur. Niye aslını saklıyorsun da Allah-u Teâlâ'nın sana bahşettiği nimeti, ziyneti benim diye gösteriyorsun."
Bir gün bir kardeşimize internetin ne olduğunu suâl ettiler. Kardeşimiz Zât-ı âlilerine internetin ne olduğu hakkında az ve öz bazı bilgiler aktardı. Bu izahattan sonra;
"Sakın evinize koymayın." buyurdular.
Dikkat ederseniz her türlü fitne, her türlü ahlâksızlık fütursuzca yayılıyor, çoğalıyor.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, onlar seni Allah'ın yolundan saptırırlar." (En'am: 116)
Ve bu ahir zamanda durum daha da büyük fecaat arzediyor.
Binaenaleyh zina, fuhuş, boşanmalar, aile içi huzursuzluklar almış başını gidiyor. Bunun en büyük müsebbibi bu fitnelerdir.
Ahlâkı bozan yayınları yapanlar şu Âyet-i kerime'yi unutmamalıdır:
"Müminler arasında hayâsızlığın, kötü sözlerin yayılmasını arzu edenlere dünyada da ahirette de can yakıcı bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz." (Nûr: 19)
İnternetin vakit israfı, ruh sağlığının bozulması, âilevî hayatı olumsuz etkilemesi, dolandırıcılık ve sahtekârlıkların artması, devamlı bilgisayar başında oturulması sebebiyle sağlık problemlerinin ortaya çıkması vs. gibi daha pek çok zararlara da sebep olduğu bir gerçektir.
Gençlerin en verimli çağları boş bir işte heba oluyor. Allah yolundan, ibadetten mahrum kaldıkları gibi; toplumsal faaliyetlerden de uzak kaldıkları için eksik yetişiyorlar, hayata hazırlanamıyorlar. Terbiyeleri ilerleyecek yerde geriliyor, bozuluyor. Sosyalleşme zayıflıyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde:
"Gençliklerinde ibadet eden gençlerin, ihtiyarlıktan sonra ibadete başlayanlar üzerine olan fazileti, peygamberlerin diğer insanlar üzerine olan fazileti gibidir." buyurarak gençlik döneminin kıymetini bizlere haber vermektedir. (C. Sağir)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in beyanı karşısında genç nesil ne durumda? O güzelim sıhhat dolu boş anları boş ve faydasız hevâ ve hevesler peşinde koşmakta sarfediliyor. Nefis ve şeytana uyuluyor, şehvet galebe geliyor, zinâ ve fuhuş kapısından giriliyor. Futbol, sinema, bilgisayar oyunları, internet aracılığı ile gençlerin eline hiçbir şey geçmeden, Yaratan'a kulluktan bihaber bir şekilde vakitler adeta öldürülüyor.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Onlar ki, boş şeylerden yüz çevirirler." (Müminûn: 1-2-3)
Hadis-i şerif'te ise:
"İki mühim nimet vardır ki, insanlardan çoğu onda aldanıyorlar; sıhhat ve boş vakit." buyuruluyor. (Buhârî)
Diğer bir husus; Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Zinâya yaklaşmayın." buyuruyor. (İsrâ: 32)
"Yapmayın" değil,"Yaklaşmayın!" yani " Zinâya giden haram yolu kapatın!" demektir, uzak durun...
İnternetteki bu görüşme siteleri bir nevi yaklaşma, yakınlaşma kapısı değil midir?
İnternetin zararları o kadar çoğaldı ki; boşanmalar, zinâ, mahrem hallerin ve bilgilerin paylaşılması yaygınlaştı ve tabii normal bir hâl gibi algılanır hâle geldi.
Nefisler tekâmül etmemiş olduğundan ve şeytan da bize sûret-i haktan görünerek bunu iyi gösterdiğinden günah kapısı aralanıyor, iman zedeleniyor, küfre adım atılıyor. Ahkâm unutuluyor, namahrem kalkıyor ve şeytanın nefsin arzusu peşinden gidiliyor. Sonuç; zinâ, fuhuş, çarpık ve haram her şey husule gelebiliyor.
Nice ehl-i takvâ nefsine uymakla helâk oldu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Allah'ım beni göz açıp kapayıncaya kadar nefsime bırakma!" diye niyaz ederken, sen neyine güveneceksin?
Yusuf Aleyhisselâm peygamberliğe seçilmiş bir beşer olması hasebiyle bir an için kadına meyletmişti.
Âyet-i kerime'de:
"O kadın gerçekten niyetini kurmuştu. Eğer Rabb'inden bir işaret görmemiş olsaydı, belki Yusuf da ona kastetmiş gitmişti." buyuruluyor. (Yusuf: 24)
O anda karşısında babasının süretini gördü, her zaman olduğu gibi Allah-u Teâlâ'nın yardımı imdadına yetişerek, onu ilk anda zinâ felâketinden ve ihanetten kurtardı. Şeytan kandırmak için yol bulamadı.
Yusuf Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ'nın hıfz-u himayesinde idi, onu O kurtardı. Binaenaleyh kim" Ben yapmam, haram işlemem!" diyebilir?
Ailenin, eşinin, çoluk-çocuğunun, kimseye göstermediğin fotoğraflarını, videolarını internette teşhir etmen doğru değildir.
Yurtdışı gezilerine hanımıyla giden bir kimse hakkında;
"Hani sen müslümandın? Hanımını teşhir ediyorsun." buyurmuşlardı.
Hâl böyle iken; eşinin, kızının, çoluk-çocuğunun fotoğraflarını internetten yayınlaması; zâhiren görüşmesi câiz olmayan kişilerle sohbet adı altında internet ortamında görüşmesi, konuşması asla uygun değildir ve bu hayâsızlık merdivenine doğru çıkılan ilk basamaklardandır.
Hülasâ-i kelâm;
Harama götüren ne ki varsa meşru değildir!
Şu Hadis-i şerif'leri arz ederiz:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Bir şeyde hayâsızlık bulunursa mutlaka onu lekeler. Bir şeyde hayâ bulunursa mutlaka onu güzelleştirir." (Tirmizî)
"Gençlik delilikten bir şubedir. Kadınlar da şeytanın bir tuzağıdır." (Ebu Nuaym)
"Dünya tatlı, göz kamaştırıcı ve çekicidir. Allah onu sizin kullanmanıza verecek ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyaya aldanmaktan sakının. Kadınlara kapılmaktan korunun. Çünkü İsrailoğullarında ilk fitne kadınlardan çıkmıştır." (Müslim)
"Üç kimse vardır ki Allah kıyamet günü onların yüzüne bakmaz ve alçaltıcı bir azap vardır. Zinâ eden yaşlı, yalancı idareci, kibirli fakir." (Müslim)
"Bir genç kız bir erkekle beraber idi. Onları şeytandan emin görmedim." (Tirmizî)
"Şehvetle bakmak göz zinâsıdır." (Buhârî)
Diğer bir hususa gelince;
Allah-u Teâlâ büyük bir rahmet olmak üzere erkek ve kadın müminlere ayrı ayrı hitap ederek gözlerini bakılmaya uygun olmayan yerlere bakmaktan sakınmalarını emir buyurmuştur:
"Resul'üm! Mümin erkeklere söyle: Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu şekilde davranmaları kendileri için daha temiz bir harekettir. Şüphesiz ki Allah onların bütün yaptıklarından haberdardır." (Nûr: 30)
Bu hitâb-ı İlâhi Hazret-i Allah'ındır. Müslüman erkekler Hazret-i Allah'a inanıp iman ediyorlar ise bu Âyet-i kerime mucibince amel etmelidirler.
Müminlere yakışan yabancı kadınlara bakmamaktır.
"Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar, ırzlarını namuslarını korusunlar. Ziynet (yerlerini) açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan kısımlar (yüz ve eller) müstesnâdır. Başörtülerini (göğüs ve boyunları görünmeyecek şekilde) yakalarının üstüne koyup örtsünler. Ziynetlerini kocaları veya babaları veya kayınpederleri veya oğulları veya kocalarının oğulları veya kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kızkardeşlerinin oğulları veya müslüman kadınları veya cariyeleri veya kadına ihtiyacı bulunmayan (iktidarsız) hizmetçiler veya kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz." (Nûr: 31)
Bu hitâb-ı İlâhi Hazret-i Allah'ındır. Müslüman hanımlar Hazret-i Allah'a inanıyorlarsa bu Âyet-i kerime mucibince âmel etmelidirler.
Allah-u Teâlâ kadının örtünmesini emrederken, buna riâyet hususunda erkeği de kadını da uyarmaktadır.
Allah-u Teâlâ evlenme imkânı bulamayan, teşebbüs ettiği halde nikâh için gerekli olan ihtiyaçları tedarik edemeyen ve yardım göremeyen kimseleri, onlara bu imkânı bahşedene kadar nefislerini haramdan korumaya dâvet etmekte ve Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Evlenemeyenler de, Allah lütfu ile kendilerini zenginleştirinceye kadar iffetlerini korusunlar." (Nûr: 33)
Bu gibi kimseler oruç, zikrullah, arzuyu harekete geçirecek her türlü husustan uzak kalmak gibi yolları izlemek suretiyle iffetli kalmaya gayret gösterirler.
İffetli yaşamaya çalışmalarının bir mükâfatı olarak bir gün olur nimete ve servete nail olabilirler.
"Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, itaat eden erkekler ve itaat eden kadınlar, sâdık erkekler ve sâdık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, huşû duyan erkekler ve huşû duyan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve iffetlerini koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve Allah'ı çok zikreden kadınlar; İşte Allah bunlar için mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır." (Ahzâb: 35)
Şu Âyet-i kerime'ler de unutulmamalıdır:
"Sonunda oraya varınca kulakları, gözleri ve derileri yaptıkları hakkında onların aleyhinde şâhitlik ederler.
Derilerine: " Aleyhimize niçin şâhitlik ettiniz?" derler. " Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştır, yine O'na döndürülüyorsunuz." cevabını verirler." (Fussilet: 20-21)
Bu hususta Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri'nin beyanını da arz edelim:
"Özellikle kadınların resimlerinin, ahlâkı ne kadar bozduğu, temellerini nasıl sarstığı ve insan ruhunun alçalmasına ne derece sebebiyet verdiği şununla anlaşılır:
Nasıl ki merhume ve rahmete muhtaç bir kadın cenazesine nazarı şehvet ve hevesle bakmak ne kadar ahlâkı tahrip eder. Öyle de ölmüş kadınların sûretlerine, resimlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan sûretlerine nefsanî heva ve hevesle bakmak, derinden derine hissiyât-ı ulviyeyi insaniyeyi sarsar, tahrip eder." (Sözler 25. söz 4. esas)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadırlar:
"Sizin en hayırlınız, ahlâkça en güzel olanınızdır." (Buhârî)
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz;
"Edep, ilimden önce gelir!" buyurmuşlardır.
Bir başka beyanlarında ise;
"Hayası olmayan kişinin kalbi ölmüştür." buyururlar.
Yolumuzun büyüğü;"Yolumuz baştan başa edeptir." buyuruyorlar.
Edep, kulun kendisini Cenâb-ı Hakk'ın iradesine tâbi kılması, güzel ahlâklı olmasıdır.
Hem Hazret-i Allah'a karşı edepli, hem Resulullah'a karşı edepli, hem de mürşide karşı edepli olmak yolun esaslarındandır.
Her zaman her yerde edepli, hayalı, ahlâklı olmaya çalışmalıdır!
Hadis-i şerif'te;
"Hayasızlık insanı küfre düşürür." buyuruluyor.
Haya, binayı ayakta tutan direk gibidir. Hayasız kimsenin de imanını muhafaza etmesi bu derece zordur.
Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz;
"Hayâ imandandır." buyurmuşlardır. (Buhâri)
Hazret-i Lokman Aleyhisselâm şöyle buyururlar:
"Edep asaletten, ilim maldan hayırlıdır."
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz ise;" Haya, edep insanın siperidir, koruyucusudur." buyurmuşlardır.
Edep kazanmaya çalışmak, para kazanmaya çalışmaktan evlâdır...
İmâm-ı Rabbani -kuddise sırruh- Hazretleri;
"Edebi gözetmeyen Allah'a kavuşamaz!" buyurarak, edebin ne kadar elzem ve gerekli olduğunu beyan etmişlerdir.
Hazret-i Mevlânâ;" Kur'an'ın mânâsı âyet âyet edepten ibarettir." buyurmuşlardır.
Edep bir mânevi disiplindir, havaîlik ve avarelikten, sünepelik ve serkeşlikten uzak kalmaktır. Daima uyanık bulunmaktır. Cenâb-ı Hakk'ın görüp gözettiğini bilmektir. Her an Hakk'ın huzurunda olduğunu bilmek, Hakk ile olmaktır.
İnsanlarla güzel geçinmek, mütevazi olmak, iyilik etmek, riyâdan, kibirden, hasetten, menfaatten kaçınmak edeptendir.
Nefs-i emmârenin sıfatları olan; cehâlet, cimrilik, hırs, kin, kibir, gadap, şehvet, tamah, hased, riyâ, yalancılık, kötü huyluluk, boş ve faydasız şeylerle uğraşmak, istihzâ, ahmaklık, unutkanlık, buğz, çabuk isyan, çok yemek, çok içmek, çok konuşmak, fazla neşe, âvârelik, şımarıklık, din ehlinin hâlini inkâr... ve benzerleri gibi alâmetlerden ve huylardan, hallerden kurtulmaktır.
Resul-i Zişân -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Hakiki mânâsı ile Allah'tan hayâ etmek şöyle olur:
Başını ve başında bulunan göz, kulak ve dil gibi âzâlarını, karın boşluğunda bulunan kalp, mide ve benzeri âzâlarını Allah'ın emirlerine aykırı hareketlerden muhafaza etmelisin. Bunun yanında ölümü hatırından çıkarma. Âhireti isteyen, dünya güzelliklerine gönül bağlamaz. Kim bunları yaparsa Allah'tan hakkıyla hayâ etmiş olur." (Tirmizî)
Edep insana şeref verir, şerefli insanların şerefini artırır ama" Kötü bir edeple şeref olmaz, itibar olmaz."
Lokman Hekim Hazretleri çok yüksek edebe malikmiş. Sormuşlar;" Bu edebi nerden tahsil ettiniz?"
"Edepsizden!" buyurmuş." Nasıl?"
"Kötü gördüğümü yapmamaya çalıştım, iyi gördüğümü de benimsedim."
Demek ki, kötü de büyük bir numune.
Edep hususunda Şeyh Es'ad Efendi -kuddise sırruh- Efendi Hazretlerimiz'in" Divân-ı Es'ad" isimli eserinden bir şiirini arz edelim:
"Benim gözüm edep sofrasındaki nimetlerden asla doymaz. Her ne kadar cihanda edebin birçok ihsânlarını görmüş ise de.
Hızır'dan ölümsüzlük âleminin hayat suyunu isteyen insanın edep menbaından bir kaç yudum içmesi lâzımdır.
Övünmek, kibir ve cehalet illetlerinin def'i için edep ilâcı gibi hiçbir ilâç görmedim.
Akıllı insan edep eteğine sıkı sıkı sarılırsa kâdir kıymet tahtını ve itibar sadrını elde etmiş demektir.
Sülûk mumunun ışığı, cânı cânâna ulaştırır. Edebin parlak ayı ise gözü aydınlatır.
Eğer edep çeşnisinden dudaklarına bir zerre bulaştırmamış iseler, dostların sözünde ve dudağında güzellik neşesi bulunmaz.
Ey Es'ad, seferden vatanına dönünce edep ummânından (dostlarına hediye olarak) bir kaç inci getir."
Efendimiz edebi ne güzel tarif buyurmuşlar. Allah râzı olsun.
İnsan çok dikkatli olmalı, edepsizlikten, hâyâsızlıktan, ahlâksızlıktan, çirkin şeylerden, ahkâm-ı ilâhi sınırını, hududunu aşmaktan, çiğnemekten sakınmalı, nefis ve şeytandan Hazret-i Allah'a çok sığınmalı, O'nun muhafaza etmesini, korumasını, gönülden dilemelidir.
Dünya ve ahirette en büyük rehberimiz en güzel numunemiz; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz duâlarında şöyle buyuruyorlar:
"Ey kalpleri çeviren Allah'ım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl!"
"Ey kalpleri çeviren Allah'ım! Kalplerimizi senin taatına çevir." (Buhârî)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyururlar:
"Akıllı kimse kendisini sorguya çeken (muhasebe eden) ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz kimse nefsinin hevâsına uyan ve Allah'tan olmayacak şeyler bekleyendir." (Tirmizî)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde kadınların vücut hatlarını belli eden ve şeffaf elbiseler giymelerini yasaklamıştır:
"Cehennemlik bazı kadınlar vardır ki, örtülü fakat çıplaktırlar. Her iki tarafa salınırlar. Onlar cennete girmeyecek ve onun kokusunu da duymayacaklardır." (Müslim)
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz ise, ince ve şeffaf elbiseler giymiş oldukları halde yanına gelen Temim oğulları kabilesinden bir takım kadınlara:
"Eğer siz mümin iseniz, bu elbiseler müminlerin elbisesi değildir." demiştir.
Bir defasında da huzuruna ince başörtülü bir gelin getirilmişti. Ona şöyle dedi:
"Nûr suresine inanan bir kadın bunu örtünmez."
Bir defasında da yanına ince bir başörtü ile giren Hafsa binti Abdurrahman -radiyallahu anhâ-nın başörtüsünü yırtmış ve ona kalın bir başörtü örtmüştür.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- evden dışarı çıkacak olan kadının örtünmesi ile ilgili olarak da şu sözü söylemiştir:
"Müslüman kadın, bir ihtiyacı olduğu zaman, vücudunu gizleyen bir elbise içinde evden dışarı çıkmaktan menedilemez. Ancak bu öyle bir örtü olmalıdır ki, eve dönünceye kadar onu kimsenin tanımaması gerekir."
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Ümmetimin son zamanlarında döşeli süslü oturaklara benzeyen eyerler üzerinde cami kapılarına gelip inen erkekler olacaktır. Karıları ise giyinik fakat çıplaktırlar. Başları üzerinde arık melez develerinin hörgüçlerine benzer durum vardır. Onları lânetleyin, çünkü onlar lânetlenmişlerdir.
Şayet önünüzde başka milletlerden bir millet bulunacak olsa, sizden önceki ümmetlerin kadınlarının size hizmet ettikleri gibi, bu kadınlar da onlara hizmet etmekten çekinmezler." (İbn-i Hibban)
Cidden Allah-u Teâlâ'dan çok korkmamız lâzım.
•
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"İki sınıf var ki bunlar cehennemliktir, fakat henüz onları göremiyorum. (Bunların biri) giyimli fakat çıplak; (erkeklere) meyleden, (kendilerine) meylettiren kadınlardır. Bunların başında yana yatmış deve hörgücünü andıran şeyler vardır. Bunlar asla cenneti göremeyecek, kokusunu da alamayacaklardır." (Müslim)
"Henüz göremiyorum." buyurmaları, ileride, ahir zamanda çıkacaklarına işarettir. Biri giymiş ama çıplak. Niçin? Vücut hatları belli olduğu için.
İkincisi erkeklere meyleden ve kendilerine meylettiren kadınlar, ki saçlarını deve hörgücü gibi yaparlar. Bu iki hususta ciddi ikazlar var.
Tesettür kıyafeti yüz ve ellerin dışında kalan bedenin tümünü örtecek şekilde ve vücudun çizgilerini göstermeyecek şekil ve bollukta olmalıdır. İçini gösterecek şekilde (şeffaf) olmamalı. Dikkatleri çekecek şekilde, renk ve desende olmamalıdır.
Hadis-i şerif'te:
"Bir kadın koku sürünerek dışarı çıkar ve kokusunu başkalarının duymasını arzularsa, zinaya bir adım atmış olur." buyurulmuştur. (Tirmizî Edep: 35)
Kadın kokular sürüp camiye bile gidemez. Bir gün koku sürünen bir kadın, Ebû Hureyre -radiyallahu anh-in yanından geçerken ona" Nereye gidiyorsun?" diye sordu. Kadın: " Camiye" diye cevap verince Ebû Hureyre -radiyallahu anh-:
"Kokulandığın halde mi?" diye tekrar sordu. Kadın" Evet" dedi.
Ebû Hureyre -radiyallahu anh- Hazretleri bunun üzerine şöyle buyurdu:
"Dön ve yıkan. Çünkü Peygamberimizden dinledim:
'Kokulanan bir kadın mescide giderse, dönüp gusletmedikçe Allah onun namazını kabul etmez.'"
Kadınlar âile içinde veya kendi cinsleri ile bir araya geldiklerinde koku sürünebilirler. Ancak evden dışarı çıkarken, câmide veya yabancı erkeklerin bulunduğu yerlerde koku sürünmeleri, bu erkeklerin dikkatlerinin kadınların üstüne çekilmesine yol açar.
Ebu Musa -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Bir kadın güzel koku sürünüp bunu hissetsinler diye bir topluluğa uğrarsa, zinâ etmiş olur." (Ebu Dâvud: 4174 - Tirmizî: 2787)
Erkeklerin kadın elbisesi, kadınların da erkek elbisesi giymelerini Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz yasaklamıştır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- der ki:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, kadın elbisesi giyen erkeğe ve erkek elbisesi giyen kadına lânet etti." (Ebu Dâvud)
Kadınların haklarını en iyi veren İslâm dinidir, bu hususta Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadırlar:
"Kadınların haklarına riayet ediniz. Bu hususta Allah'tan korkunuz. Zira siz onları Allah'tan emanet olarak almışsınızdır." (Ebu Dâvud)
Kocaların hakkı çok yüksektir. Fakat kadınların da hakkı vardır.
"Kadınlar hakkında Allah'tan korkunuz. Çünkü siz onları Allah'ın emaneti olarak aldınız. Onların ırzlarını Allah'ın kelimesi (nikâh akdi) ile kendinize helâl kıldınız." (İbn-i Mâce: 3074)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Vedâ Hutbesi'nde şöyle buyuruyor:
"Ey insanlar!
Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız."
Emanet aldınız.
Emanet olduğu bilinirse hayat tatlı, güzel olur. Bu da huzurla mümkündür.
Binaenaleyh Allah-u Teâlâ'dan korkun, riayet edin hükme. Haksız yere sövme, dövme...
İyâs bin Abdullah -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz haksız yere eşini dövenler için şöyle buyurmuşlardır:
"Karılarını döven kimseleri hayırlılarınız olarak bilmeyiniz." (İbn-i Mâce: 1985)
Yavaş, yumuşak insanlar az hata yapar. Sert insanlar çok hata yaparlar.
Haksız yere dövme, mazlum ah edebilir. Ancak namustan emin değilseniz bırakın. Namustan şüphe etmiyorsanız o zaman tutun. Çünkü bu devirde namuslusunu bulmak zor, buldun şükret. Diğer eksiklerini de idare ediver, mühim olan namus.
Meşru olmayan sebeplerde sabrı gerektirir, tahammülü, katlanmayı gerektirir. Niçin? Birbirlerinize emanetsiniz, çocuklarınız var, aileleriniz var. Ayrıldınız ne olacak? Yenisi daha iyi olacak mı? Acaba bu evlilikte ne hikmetler vardı da oldu, hiç düşündünüz mü? Hazret-i Allah, bir sert, bir yumuşak biri diğerini idare ediyor. Kimini olduruyor, kimini erdiriyor.
Şu kadar var ki hakiki mümin; sıkıntı ve cefâ anında huzuru bulandır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivâyet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:
"Mümin bir erkek mümin bir kadına, hoşuna gitmeyen bir huyundan dolayı buğzetmesin. Eğer onun bir huyundan hoşlanmıyorsa, başka bir huyundan hoşlanabilir." (Müslim)
Halife Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz çok celâlli bir zât-ı âliydi, şeytan bile korkardı.
Hanımından sıkılmış ve bunalmış olan bir zât bir gün Halife'ye giderek hanımını şikâyet etmek ister, fakat daha Halife'nin yanına girmeden Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz'in hanımının kendisiyle çekiştiğini duyar ve" Ben kimi kime şikâyet ediyorum" diyerek geri döner.
Tam dönerken Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz önüne çıkar." Niye geldiğini" sorar, o da: " Ben hanımımdan bizar kalmış, bunalmış ve onun için şikâyete gelmiştim. Fakat sizin hanımınızın size söylediği sözleri duydum, benim hanım bu kadar ileri gitmiyor, kimi kime şikâyet edeceğim diye dönüyorum" der.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz:
"Benim hanımım evimi muhafaza eder, çorbamı pişirir, çocuklarıma bakar, cehennemden bana perdedir.
Bu yaptığı hareket ahkâm dairesindedir.
Onun haricinde olsa ben onu yok ederim." buyurarak;
"Senin hanımın bunları yapıyor mu?" diye sorar.
"Yapıyor!" cevabını alınca;
"Daha ne istiyorsun?" diyerek o zâtı gönderir.
Hülasâ-i kelâm!
Şer'î hudutlar tamamsa diğer hususlar eğriyse eğriliğiyle idare etmemiz lâzım.
Erkek eşini haksız yere sövüp dövmemeli, onun emanet olduğunu bilmeli, her ihtiyacını temin etmeli, kaba, haşin olmamalı, şefkat ve merhametle muamele etmelidir.
Ahmet Yesevi -kuddise sırruh- Hazretleri karısına sabır etmişti. Birçok veli hanımına sabırla veli olmuşlar. Çünkü kadın zayıftır, konuşabilir, kıskançtır üzebilir. Sabır ne güzeldir. İdare ne güzel bir meziyettir.
Birçok erkekler kadın yüzünden ermiştir. Birçok kadın da var ki erkeklerin huysuzluğu yüzünden ermiştir. Bedava bir şey vermiyorlar.
Erkek de kadın da evine bağlı olmalıdır. Bilhassa gelişen teknoloji; internet, medya, televizyon, sinema gibi zamane aygıtları Hazret-i Allah'ın hoşlanmadığı boşanma denilen kapıyı çalmaktadır. Bunların yaydığı fitneler nefse hoş gelmekte fakat imanlar kaymakta, haramlar işlenmekte, lüzumsuz yere vakit israf edilmektedir. Çünkü bunlar küfür basamaklarına adım atmaktır. Böylece bu fitne aletlerinden yuvalar yıkılmaktadır. Nefisler yol bulmakta, şeytan azdırmaktadır. Bu yüzden uzak durulmalıdır.
Hadis-i şerif'lerde belirtilen kıyametin küçük alâmetlerin başlıcaları hülâsa olarak şunlardır:
• İlmin ortadan kalkıp cehâletin yerleşmesi,
• Zinânın alenî hâle gelmesi,
• Sarhoşluk veren içkilerin yaygınlaşması,
• Oyun ve çalgı âletlerinin ortaya çıkması ve yaygınlaşması,
• Câriyenin (köle kadının) efendisini doğurması,
• Çobanların zenginleşerek bina yapmakta yarışması,
• Zekât verilecek kimse bulunamayacak kadar servetin çoğalması,
• Adam öldürme hadiselerinin fazlalaşması,
• Emanetin ganimet bilinmesi,
• Elli kadına bir erkek düşecek şekilde erkek nüfusunun azalması,
• İnsanların hayatlarından bıkarak ölülere gıpta etmesi,
• Cihad ve irşad faaliyetleri terkedilecek,
• Namaz kılınmayacak,
• Zekât angarya kabul edilecek,
• Fâiz yemeyen kimse kalmayacak,
• Büyük bir bereketsizlik olacak,
• Gasp hadiseleri çoğalacak,
• Liderliğe elverişli kişiler azalacak,
• Fâsıklar toplumun efendisi hâline gelecek,
• Anne-babaya isyan edilip erkekler hanımlarının emrine girecek,
• Akrabalık bağları kesilecek,
• Sonra gelenler geçmişlerine lânet okuyacak,
• Yalancılar tasdik edilip doğru konuşanlara itibar edilmeyecek,
• Şerrinden korkulan kimselere itibar edilecek,
• Ticareti dürüst olmayan kimseler ele geçirecek,
• İş ehil olmayanlara verilecek,
• Aza kanaat edilmeyecek, çok ile doyulmayacak,
• Yağmurlar, yıldırımlar çoğalacak,
• Deprem ve zelzeleler artacak,
• Madenler yok olacak,
• Mescidler süslenmekle birlikte ibadete önem verilmeyecek,
• Sadece din dışı ilimler öğrenilecek,
• Âni ölümler çoğalacak,
• Erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla yetinecek,
• Kadınlar her hususta ön plâna çıkarılacak,
• Erkekler kadınlara benzemeye çalışacak,
• Açıklık çıplaklık yayılacak,
• Fuhuş ve hayâsızlık çoğalacak...
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretlerimiz'in bu konu hakkında zaman zaman yaptıkları bazı sohbetlerinden kısa beyânlarını arz edelim:
"Bugünü siz dıştan görüyorsunuz. Hiç de farkında değilsiniz, içi kaynıyor. Küfür içinde yaşıyor, yaşamak istiyor. Ancak helâl-haram katiyen aramıyor. Her birisi kendi nefsinin arzusuna dalmış gidiyor. Kimisi futbol peşinde, kimisi fâiz peşinde, kimisi deniz peşinde. Her bir insanın kendine göre tuttuğu bir yolu, muhabbet ettiği yolu var. Fakat Hazret-i Allah'a, Resulullah'a gönül veren çok az.
•
Bunun içindir ki içki, kumar, fuhuş, faiz, denize çırılçıplak girilmesi gibi ve buna mümasil küfür âdetlerinin yerleşmesi, bunların yaygınlaşması, hakikatin kalkması ile artık insanlar her şeye müstehak olmuş demektir.
Kadınlar çılgın, erkekler sarhoş, orta tabaka şaşkın, zenginler azgın.
Hırsıza usta, edepsize sanatkâr ismini vermişler. Şimdi ona sanat dedirttiler, edepsizliğe sanat dedirttiler. Nasıl ki, fahişeye sanatkâr diyorlarsa edepsizliğe de sanat dedirttiler.
•
Efendim bana bir afet gösterecekleri zaman rüyâmda topu gösterirler. Oradan anlarım ki, o işin kötü olduğunu onunla gösterirler. Cenâb-ı Hakk'ın da çok gadap ettiği bir şey. Çünkü futbola dalan her şeyi unutuyor. Hani bir tabir var, 'Yaşasın, kim yaşasın da belli değil.' Millet artık uydum kalabalığa gitmiş. Hakikatmiş, sahteymiş hayır, hayır uydum kalabalığa. Nereye gidiyorsun? Allah-u Teâlâ bizi zerreden hesaba çekecek. Nereye gidiyorsun, gidişin ne? Yaşasın, ama kim yaşasın yahu?
İhvan amma, gönlünde maç var, futbol var. Onun için icraatı da yapılıyor. Belki de onlarla haşrolunur. Muhabbeti nereye galip gelirse onlarla haşrolunur.
•
Fakir der ki; bankanın önünden, siyasetçinin önünden, futbolun önünden geçme, bu üç yerden kaç! Çünkü bankada fâiz, siyasette yalan, futbolda şeytan var.
•
İhvan kurtuldu hamdolsun, kurtulan kurtuldu. Onun için ihvanla ashâbı bir tutuyorlar. İhvan her şeyden sıyrılmış, partiden sıyrılmış, futboldan sıyrılmış. Ama bazı ihvanlar futbola dalmış. Futbol da çok kötü şey, illet. Futbol da çirkin, sahası da çirkin, orada yapılan hareketler de çirkin.
Millet bozuldu artık, çok çirkin bir iş. Efendilik, centilmenlik bunların hiçbiri kalmadı, döndü artık. Onun için korkuyorum bu milletin başına ne gelir? Bak Irak'ın başına ne geldi? Şimdi feryat ediyorlar ama iş işten geçti.
Ne futbolla ilgimiz var, ne maçla ilgimiz var, ne denizle, ne siyasetle. Hiç, hiç. Bizi çekmiş kenara. Hamd-ü senâlar olsun. Elhamdülillâh, elhamdülillâh.
•
Fakat çok kötü bir nesil yetiştirdiler. Futbola çok önem verdiler. Rusya içkiyi sudan ucuz veriyormuş, votkayı. Neden? Halkı sarhoş yapacak, dediğini yapacak, gürültünün içine karışmış. Burası da futbola önem verdi. Halk futbola dalsın, bizi bıraksın, bizim işimize karışmasın. Futbola dalsın ve çok fena daldı. Herkesin gönlünde futbol var. Çürüdü gönüller, çürüdü, yandı. Hazret-i Allah'a, Kitabullah'a, Resulullah'a muhabbet kalmadı. Çürüdü, yandı, bitti. Bu gönül şimdiden yanarsa zaten yandı, gitti. Zaten yandı, gitti. Bunlardan ikrah etmek lâzım. Çok kötü bir adet, çok kötü bir şey, edepsiz. Eskiden böyle değildi. Eskiden futbol yine eski futboldu. Kötülüktü, ama vurma, kırma adeti yoktu.
•
Bir şey icat etmişler Hazret-i Allah'a şirk koşmak maksadıyla. Tavlanın o kadar büyük günahı var ki, şirk koşuyorsun. Bugün insanlar onu bir oyun zannediyor. Ne maksatla yapıldığını bilmiyorlar. Futbol çok büyük günahtır. Hikmeti, sebebini halk bilmiyor. Bir tutuldun hepsi gitti. Hepsi uçurumdan gitti. Fakat halk bilmiyor bunu. Biz kendi işimize bakalım. Ama halk gitti...
Şu futbola, müziğe, sinemaya, tiyatroya, fuhuşa gösterilen rağbete bir bak! Onun için bu millet nasıl kırılacak bilmiyorum. Bu isyan cezasız kalmaz!..
Allah'ım korusun."
Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'inde dünya hayatının gelip-geçici, ahiret hayatının ise ebedi olduğunu haber vermiş, müminleri dünya hayatına bağlanarak ebedi hayatlarını mahvetmekten sakındırmıştır:
"Sakın sizi dünya hayatı aldatmasın!" (Fâtır: 5)
Bir Âyet-i kerime'sinde de buyurur ki:
"Onlara dünya hayatının tıpkı şöyle olduğunu anlat:
O, gökten indirdiğimiz suya benzer ki, o su sayesinde yeryüzünün bitkileri birbirine karışır, arkasından da rüzgârın savurduğu çöp kırıntısı haline döner.
Allah her şeyin üstünde bir kudrete sahip olandır." (Kehf: 45)
İşte dünya hayatının sonu böyledir. Başlangıçta pek güzel bir manzara teşkil ediyor, daha sonra bir felâketle mahvolup gidiyor.
Servet ve evlât, gayesine uygun olarak kullanılırsa cennetin, kullanılmazsa cehennemin kapısını açar. Bunlar dünya hayatına âit birer ziynettir. Allah katında asıl hayırlı olan şey ise salih amellerdir.
Nitekim Âyet-i kerime'de:
"Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Bâki kalacak olan sâlih ameller ise, Rabb'inin katında hem sevapça daha hayırlıdır, hem de ümit etmeye daha lâyıktır." buyuruluyor. (Kehf: 46)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Amelleri Tihame dağı kadar büyük olan nice topluluklar vardır ki kıyamet günü haşredilecekler ve cehenneme atılmaları emredilecek."
Ashâb-ı kiram:'Namaz kıldıkları halde mi ya Resulellah?' diye sorunca şöyle devam etti;
"Evet bunlar namaz kılarlar, oruç tutarlar, geceleri çok az uyurlardı. Ama kendilerine azıcık bir dünyalık arz edildi mi dört elle sarılırlardı." (Irakî, Muğni lll. 204)
"Ey iman edenler! Ne mallarınız ne evlâtlarınız sizi zikrullahtan alıkoymasın.
Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır." (Münâfikûn: 9)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki gayretleri mideleri, şerefleri servetleri, kıbleleri karıları, dinleri dirhemleri ve dinarları olacak. Onlar mahlûkatın en şerlileridir ve onların Allah katında hiçbir nasipleri yoktur." (Deylemî)
Böyle zamanda böyle insanlar gelecek ve insanlar da böyle cezalanacak.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e;" Dünya neden ibarettir." diye sorulduğunda:
"Dünya, Mevlâ'nın zikrinden ve taatinden seni meşgul eden ve gaflete düşüren şeydir." buyurdular.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Ey Ebu Zerr! Gemiyi yenile, çünkü deniz derindir. Tekmil azığını al, çünkü sefer uzaktır.
Yükünü hafiflet, çünkü dağlar arasındaki yol sarp ve meşakkatlidir.
Amelini hâlis kıl, çünkü iyiyi kötüden ayırt eden Allah her şeyi, her yapılanı görür." (İbn-i Hâcer, Münebbihât)
Dünyadan sıyrılacaksın. Sıyrılmak demek; muhabbeti kalbinden çıkaracaksın. Kalbine muhabbetle zikrullahı yerleştireceksin, O'na yöneleceksin. İşte o zaman yükleri atmış olursun. Hani atan? Herkes yüküne sarılmış, rızâya sarılan nerede?
Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Dünyayı ahirete tercih eden kimseyi Hakk Teâlâ üç şeye mübtela kılar. Birisi üzüntü, gam ve ıstıraptır ki ebediyyen kendisinden ayrılmaz. İkincisi kalp fakirliğidir ki, o kimsenin dünya ihtiyaçları tükenmez. Üçüncüsü, hırs ve tamahtır ki, kendisi hayat boyunca doymak bilmez."
Ahirete inanan bir kimse için; " Neresine güveniyorsunuz bu dünyanın!" diyorum. Ama ahirete inanmayan yapacağını yapacak ve gideceği yere gidecek. Cennet-i alâ'da hak, cehennem de hak...
Diğer bir Hadis-i şerif'te ise
"Dünyadan sakınınız. Çünkü dünya Harut ve Marut'tan daha fazla büyüleyicidir." buyruluyor. (Tirmizî)
Zavallı insan bir hayalâthane dünya için ebediyatını kaybediyor.
Yine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Dünya için çalışmakta hırs göstermeyiniz. Herkes dünyada kendine ne takdir edilmişse ona kavuşur." buyuruyorlar. (İbn-i Mâce)
Tûli emeli bırakmak lâzım. Çünkü senin değil, dünyanın bile ömrü azaldı.
"Para, dirhem, ipek ve kadife kulu olan kimseler yüzüstü düşsünler, kahrolsunlar." (Buhâri: 1218)
İnsanın kaydığı en çok iki yer vardır; kadın ve dünya muhabbeti...
Bir başka Hadis-i şerif'te yine şöyle buyuruluyor:
"Ey Ademoğlu! Sana kâfi gelecek nimetler varken, seni azdıracak şeyleri istiyorsun.
Ey Ademoğlu! Ne aza kanaat ediyorsun, ne de çoğa doyuyorsun." (Beyhâki - C. Sağir)
Mal, dost, ahbap kabre kadar gider, amel seninle gider.
Cenâb-ı Fahr-i Kaînat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Ben Havz'ın başına sizden önce varacağım. Onun genişliği Eyle ile Cuhfe arası gibidir. Sizin benden sonra şirk koşacağınızdan korkmuyorum. Fakat ben sizin dünya hakkında yarışa girişeceğinizden ve birbirinizle çarpışıp sizden öncekilerin helâk olduğu gibi helâk olacağınızdan korkuyorum." (Müslim: 2296)
"Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizî)
İnsanın kabirdeki bu yaşayışı dünyadan alâkasını kestiği andan itibaren başlar.
Bahçeye düşersen saadet, çukura düşersen felâket. Onun için insanın hazırlanması lâzım.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif'lerinde:
"Dünya ahiretin tarlasıdır." buyururlar. (Münâvî)
Ek ki biçebilesin.
"Herkese yaptığının karşılığı tam olarak verilir. Çünkü Allah onların ne yaptıklarını en iyi bilendir." (Zümer: 70)
Size dünyayı terk edin demiyorum. Yalnız dünya için çalışırken ebedi hayatın saadetini de ihmal etmeyin. Çünkü dünya malı dünyada kalacak. Önümüzde öyle büyük fırtınalar varki hiçbir şey kalmayacak. Biz hazır olalım. İmanla göçmek için çareler arayalım. Onun için cihat yolunda bulunalım. O'nun yolunda olalım, O'nun yolunda ölelim.
Hazret-i Allah'ın, Resulullah'ın ve onun varislerinin getirdiklerinin, bıraktıklarının emanet olduğunu bilelim; azmayalım, şaşmayalım!
Allah'ımız bizi Emanet-i İlâhiye'ye hakkıyla riayet edebilmeyi, onların beğeneceği gibi olabilmeyi lütuf ve kereminden ihsan ve ikram etsin.
Allah-u Teâlâ yeryüzünü içindekileri ile beraber insanoğluna musahhar kılmış, istifadesine arzetmiştir. Bütün bunlar dünya hayatını geçinmek ve faydalanılmak üzere verilmiş birer vasıta olması itibariyle birer nimet iseler de, asıl aranılacak gaye bunlar değildir, bunların faydası geçicidir. Birçok insan ise bütün bunlara düşkündürler.
"İnsanın gönlünü çeken kadınlar,
Oğullar,
Yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşler,
Salma ve güzel atlar,
Sağmal hayvanlar ve ekinler sevgisi insanlara hoş gösterildi." (Âl-i imrân: 14)
1- Allah-u Teâlâ bu ilâhî beyanına kadınlardan başlıyor. Zira dünyadaki fitnelerin en şiddetlisi kadınlar sebebiyledir.
Üsame bin Zeyd -radiyallahu anhümâ-'dan rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i Şerif'lerinde:
"Benden sonra erkekler için kadından daha zararlı bir fitne bırakmadım." buyurmuşlardır. (Müslim: 2740)
Şu kadar var ki kadınlarla ülfetin maksadı ırzını koruma ve çocukların çoğalması olursa, bu durum arzulanan ve teşvik edilen bir husustur.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i Şerif'lerinde:
"Evleniniz, çok olunuz! Zira ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla geçmiş ümmetler üzerine iftihar ederim, övünürüm." buyurmuşlardır. (Ebu Dâvud)
Neslin devamı, ahlâkın korunması, toplumun sağlam temel üzerinde tutulması, milletin bekâsı için evlenip âile yuvası kurmak müekked sünnetlerden birisidir.
Abdullah bin Amr -radiyallahu anhümâ-'dan rivayet edilen diğer bir Hadis-i Şerif'lerinde ise şöyle buyururlar:
"Dünya bir metâdır, o metânın en hayırlısı ise sâliha bir kadındır." (Müslim: 1467)
Böyle bir kadının, hayatı müddetince kocasını ne derece mesut edeceği izaha muhtaç olmayan bir hakikattir.
2- Çocukları sevmek, övünme ve ziynet için olursa Âyet-i Kerime'nin hükmüne girer.
Nitekim bir Âyet-i Kerime'de:
"Servet ve oğullar dünya hayatının süsüdür." buyurulmuştur. (Kehf: 46)
Çocuk anne-babaya ilâhî bir hediye, ilâhî bir emanettir. Ümmet-i Muhammed'in çoğalması gayesiyle güzel bir terbiye ile yetiştirirlerse elbette hayırlı bir iş yapılmış olur. Böyle güzel bir terbiye ile yetiştikleri için anne-baba da onun ecir ve sevabına ortak olurlar.
Eş ve çocukları baştacı edip bütün mesaisini onlara ayıran, helâl ve haram sınırlarını gözetmeden onların rahatı için gecesini gündüzüne katıp uğraşırken ibadet ve taatı terkeden, yapması gereken infak ve hayırları yapmayan, böylece Hakk'tan uzaklaşan kimseler için mal ve evlât birer fitnedir. Kalbi dünya ile meşgul ettikleri için onlara fitne denilmiştir.
Nitekim Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının!" (Teğâbün: 14)
Dini hayata, hayır ve infaka, ahlâk ve fazilete karşı olan her davranış bu Âyet-i kerime'nin şümulüne girmektedir.
Kimi eşler vardır ki kocalarının, kimi çocuklar da vardır ki babalarının düşmanıdırlar. Bu düşmanlık onları sâlih amellerden alıkoymak mânâsınadır. İbâdet ve taatten meşgul ederler. Haram kazanca ve günah olan işlere sevk ederek büyük mesuliyetlere maruz bırakabilirler.
Onların sebebiyle gelmesi düşünülen dünyevî ve uhrevî zarar ve ziyanlardan kaçınmalı, dikkatli ve tedbirli olmalıdır. Bununla beraber sakınacağız diye bunaltıp sıkmamalı, ahkâm ölçüleri dahilindeki kusurlarını bağışlamalıdır.
3- Servete gelince; sahibini gurura kaptırıp onu insanların haklarını çiğneyen bir kişi yaparsa kötüdür.
Hadis-i Şerif'lerde şöyle buyuruluyor:
"Her ümmet için bir fitne vardır. Ümmetimin fitnesi de maldır." (Tirmizî)
Servet ve evlât, gayesine uygun olarak kullanılırsa cennetin, kullanılmazsa cehennemin kapısını açar. Bunlar dünyaya âit birer ziynettir.
"Benden sonra size dünya nimetlerinin ve ziynetlerinin açılıp onlara gönlünüzü kaptıracağınızdan korkuyorum." (Buhârî - Müslim)
Kişi o malı elde etmek için birçok tehlikeyi göze alabilir.
Fakat mal sahibi, serveti ile hem Yaratan'ının hem de insanların haklarına riâyet ederse o mal güzel bir şeydir.
Diğer bir Hadis-i Şerif'te:
"Sâlih bir insan için helâl mal ne güzeldir!" buyurulmuştur. (Münâvî)
4- Övünmek ve nefsini tatmin etmek için yetiştirilen at, sahibi için vebaldir. İnsanlar bu gibi binekleri hoş gördüler ve sevilecek şey bunlar zannettiler. Bu gibi şeylerin süslü ve hoş görünmesi insanoğlunun fıtrat ve yaratılışı icabıdır.
Sahipleri bunları Allah yolunda kullanmak üzere beslerlerse sevap kazanırlar.
Nitekim bir Âyet-i Kerime'de:
"Ey inananlar! Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın!" buyuruluyor. (Enfâl: 60)
At, Allah-u Teâlâ'nın Kur'an-ı kerim'de üzerlerine yemin ettiği yaratıklarındandır. (Âdiyât: 1)
5- Deve, sığır ve hayvanlardan binek ve yiyecek için olanlar, ekilen ve dikilen şeyler de bunun gibidir.
Bütün bunlar insanın Allah'tan uzaklaşmasına ve günah kazanmasına sebep olurlarsa kötüdürler. Zamanımızda birçok insanlarda görülen durum budur.
Bunların haklarına riâyet edilirse, bunlarla dini ve vatanî vazifeler yerine getirilirse her biri birer nimettir, ilâhî birer lütuftur.
"Bunlar dünya hayatının geçici birer menfaatidir." (Âl-i imrân: 14)
Bununla beraber hepsi de dünyevîdir, geçicidir, fânidir. İnsan bunlarla yetinmemeli, ebedî hayatını temin etmek için yorulmalıdır.
"Oysa gidilecek yerin güzel olanı Allah katındadır." (Âl-i imrân: 14)
Cennet-i âlâ bütün güzelliklerin kemâle erdiği Allah yolcularının son durağıdır. Ebedî ve sermedî nimetler sahiplerine orada verilecektir. Bu ise saâdetlerin en büyüğüdür.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"İnsanlara öyle bir zaman gelecektir ki, aralarında dini üzerine sabreden, ateşi elinde tutan gibidir." (Tirmizî)
Bu güçlükler içerisinde azmeden, Allah'ına yönelen, yürümeye çalışan kimseler için hem dünyada hem de ahirette büyük saâdetler vardır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Ümmetim fesada düştüğü bir zamanda Sünnet-i seniyyeme sarılanlara yüz şehit sevabı vardır." (Beyhakî)
Ma'kıl bin Yesar -radiyallahu anh-den rivayet edilen diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise buyururlar ki:
"Fitne-fesadın çoğaldığı bir zamanda ibadet etmek, bana hicret etmek gibidir." (Müslim: 2948)
Fitne zamanında yapılan ibadetin faziletli olması, insanların ekserisi fitneye karışarak ibadetten gâfil kaldıkları içindir. Allah-u Teâlâ bir kulunu muhafaza edip hıfz-u himâye ve tasarruf-u ilâhîsine aldığı zaman böyle oluyor.
Hadis-i şerif'lerde mal fitnesinden ve kadın fitnesinden haber veriliyor:
"Her ümmetin fitnesi vardır, benim ümmetimin fitnesi maldır." (Tirmizî)
"Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım." (Buhârî)
Ebu Sâidi Hudri -radiyallahu anh- Hazretleri, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz minbere oturdu biz de etrafına oturduk. Resulullah şöyle buyurduğunu haber verdi:
"Benim sizin hakkınızda korktuğum benden sonra üzerinize dünya süsü ve çiçeğinin açılmasıdır." (Buhârî)
"Şüphesiz dünya hoş ve göz alıcıdır. Şüphesiz Allah sizi dünyada hakim kılacak, sonra da nasıl davranacağınıza bakacak. Dolayısıyla dünyadan sakının, kadınlardan da sakının." (Müslim)
"Ahirete göre dünyanın durumu birinin şu parmağını denize daldırması gibidir. Parmağın denizden ne kadarla döndüğüne bir baksın." (Müslim)
Kullarına takip edecekleri kurtuluş yollarını göstermektedir. Onlar için neyin menfaatli olduğunu çok iyi bilir, onlar için koymuş olduğu hükümlerde sonsuz hikmetleri tecellî eder.
"Allah sizin tevbenizi kabul etmek istiyor." (Nisâ: 27)
Bu beyân-ı ilâhî Allah-u Teâlâ'nın günahkâr kulları üzerindeki rahmet, merhamet ve mağfiretinin ne kadar engin olduğunu apaçık göstermektedir.
"Şehvetlerine uyanlar ise sizin büsbütün yoldan çıkmanızı isterler." (Nisâ: 27)
Şüphe yok ki Hakk'tan sapanların peşisıra gitmekten, şehvetlerin ardınca gitmek üzere onlarla yardımlaşmaktan daha büyük bir sapıklık olamaz.
"Ancak tevbe edip iman eden ve sâlih amel işleyenler başka. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok çok bağışlayıcı, engin merhamet sahibidir.
Kim tevbe edip sâlih amel işlerse, şüphesiz ki o tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner.
Onlar ki yalan yere şâhitlik etmezler. Boş sözlerle karşılaştıkları (faydasız bir şeye rastladıkları) zaman izzet ve şereflerini koruyarak oradan geçip giderler." (Furkân: 70-72)
Bu felâketleri durdurtacak bir tek şey varsa, Allah-u Teâlâ'ya yönelmek ve nasuh bir tevbe ile tevbe etmektir. Yoksa gadâb-ı İlâhi'ye sebep teşkil edecek olan bütün kötülükler işleniyor.
Yunus Aleyhisselâm'ın kavmi dışında; inkâr ettikleri, yoldan çıktıkları halde, başlarına gelecek azabın belirtilerini görünce tevbe etmiş ve affedilmiş, azaptan kıl payı kurtulmuş bir kavim yoktur.
Nitekim Âyet-i kerime'sinde Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:
"(Azap geleceği vakitte) iman edip de imanı kendisine fayda sağlayan bir memleket halkı varsa, şüphesiz ki Yunus'un kavmidir.
İman ettiklerinde kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık ve onları bir süre daha bu dünyada faydalandırdık." (Yunus: 98)
Allah katında bir kavmin helâk edilmesine dair hüküm çıktıktan sonra iman etmenin ve yalvarmanın hiçbir faydası olmadığı, inen hiçbir azap geri alınmadığı halde; onların bu yeis halindeki imanları hüsn-ü kabul görmüş, ümitsizlik halinde yaptıkları tevbeleri makbul olmuş, azap üzerlerine sarkıtıldıktan sonra kaldırılmıştır. Şayet iman edip tevbe etmemiş olsalardı, cezalarını bulacaklardı. Helâk olan kavimler hakkında bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Uyarılıp da söz dinlemeyenlerin sonlarının nasıl olduğuna bir bak!" (Yunus: 73)
Yok eğer bu azgınlığa devam edersek başımıza geleceklerden de haber verelim.
Çok şiddetli harpler var, öyle harpler ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde: " Elli kadına bir erkek düşecek kadar erkeklerin azalacağını" haber vermişlerdir. (Buhârî)
Bunun için; zelzeleler, yere batmak, kılık değiştirmek ve buna benzer felâketler beklenebilir.
Allah-u Teâlâ buyurur ki:
"Eğer o ülkelerin halkı inansalardı ve bize karşı gelmekten sakınsalardı; elbette onlara göğün ve yerin bolluklarını verir, bereketler açardık. Fakat yalanladılar, biz de onları yaptıklarına karşılık yakalayıverdik." (A'râf: 96)
Günahlardan tevbe etmekle darlık ve sıkıntıdan insanların kurtulabileceğine, nimetlere şükretmekle bolluk ve genişliğin devam edip artacağına inanmadılar. Bütün helâk edilen milletler bu şekilde müstehak olarak helâk edildiler.
Hazret-i Allah bu kadar gadab ediyor. Tevbe edip rızası mucibince, istikamet üzere hayatını idame ettirenler ise Hazret-i Allah'ın mükâfatına nail olurlar.
"Yaptığı zulümden sonra tevbe edip hâlini düzelten kimse, bilsin ki Allah onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir." (Mâide: 39)