Allah-u Teâlâ'yı canlarından, gözlerinden, eli ve ayağından hülâsa ihsan ettiği, ikram ettiği her şeyden fazla severler. Zira her şeyi O'nun yarattığını ve O'nun verdiğini onlar bilir. Hepsi O'nundur ve O'ndandır. Verdiği her şeyden fazla Allah-u Teâlâ'yı severler. O'nu görür, O'ndan olduğunu da görür. Bu hâlî şükürdür.
Onlarda irade yaşamaz. İradelerini Allah-u Teâlâ'nın iradesine bağlamışlardır. Hükme bağlıdırlar, çıkacak ilâhi hükme göre hareket ederler.
Sabaha kadar ibadet eder eder, sabahleyin de yaptığı ibadete gözyaşı ile istiğfar eder; af olması için, ibadet ve taatlarının kabul olunması için duâ ve niyazda bulunur. Çünkü o Allah-u Teâlâ'yı biliyor, yapamadığını da çok iyi biliyor. Aşk ateşi ile yanar, Allah-u Teâlâ ile beraber olmayı her şeyden fazla tercih eder.
Bir Hadis-i kudsi'de şöyle buyuruluyor:
"Kulum beni zikrettiği zaman ben onunlayım." (Buhârî)
Size bu anlatılanlar hazine-i ilâhiden alınan inci ve elmaslardır ve fakat siz bunları anlamadığınızdan taş mesabesinde görüyorsunuz.
Allah-u Teâlâ çok geçmez büyük bir fil gönderecek. Bu ilâhi mücevherâtın saçıldığını gördüğü zaman bu incilerden acaba nasipdar olan var mı diye parmakla araştıracak.
•
Fakat anlaşılıyor ki Allah-u Teâlâ dilediğini dilediğine duyuruyor.
Ve dikkat ederseniz, ben hiç ilim okumadım. Bu arzettiğimiz ilim "İlmullah"tır.
Allah-u Teâlâ bana ne öğretirse onu biliyorum, ne söyletirse onu söylüyorum. Ben bu ilmi bilmiyordum ki, kitap da hiç okumam, kitapta da bu ilim yok. Onun için deriz ki;
"Ben bilmiyordum ki söyleyeyim, kitaplarda yok ki okuyayım."
Bunlar bana ait değil. Ben kendimi takdim ederken diyorum ki; "Değersiz bir mahlukum, hüküm ve değer Hazret-i Allah ve Resul'e âittir."
Rabb'im ne öğrettiyse, ne döktüyse, kalbime ne yazdıysa size olduğu gibi açıyorum.
Hiç şüphe yok ki çok büyük zâtlar gelmiştir, bunları biliyorlardı, fakat onlara müsaade etmemiş de fakire etmiş, siz de bunlardan istifade ediyorsunuz.