Kadir Mısıroğlu Mart ayında yaptığı bir konuşmada Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'ne hakaret ve beddua etmiş, haddini ve hududunu nihayetsizce aşan çirkin bir konuşma irtikâb etmiştir.
Bu şeni konuşması ile kendi iç yüzünü izhar etmiştir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Andolsun ki sen onları sözlerinin üslûbundan tanırsın." (Muhammed: 30)
Bunlar, bu gibi kimseler, sanmayın ki bilinmiyor, tanınmıyor. İçindekini çıkarttı, bilmeyen de tanımış oldu.
İftira ve yalan bir müslümanın asla tevvessül etmeyeceği, Allah ve Resul'ünün -sallallahu aleyhi ve sellem- şiddetle ikrah ettiği necis bir iştir:
"İnsan yalanı irtikâb edince o yalanın kötü kokusuyla muhafızı olan melâike-i kirâm kendisinden bir mil uzaklaşır." (Tirmizî)
Bir yalanın yaydığı koku bu olursa, Allah dostu büyük bir âlim hakkında irtikâb edilen iftiranın, yalanın yaydığı kokunun şiddetini tasavvur etmek mümkün değildir. Bunun yaptığı da işte budur.
Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Kul bir şeye lânet ettiğinde o lanet göğe çıkar da gök kapıları kapanır giremez, yere döner. Yerin kapıları da kapanır giremez. Sağa-sola gider, gelir. Bir yer bulamayınca lânet edilen şeye gider. Eğer lânete lâyıksa ona gider, değilse söylenene geri döner." (Ebû Dâvud, Müsned)
Görüldüğü üzere aslında kendi kendisine hakaret ve beddua etmiş, kendi kendine lânet okumuştur.
Nitekim diğer bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Bir kimse müslüman kardeşine fısk ve küfür isnad etmesin. Zira o kimsede bu haller yoksa, sözler sahibine döner." (Buhârî)
Binaenaleyh bütün bu hakaretlerini bizzat Allah ve Resul'ü kendisine iade ediyor, alnına lânet mührünü basıyor. Biz de imanımızın gereği olarak bütün bu hakaretlerini, beddualarını aynen ve misliyle iade ediyoruz. Bu çirkin üslûbu biz onun gibi ağzımıza alamıyoruz ancak ne dedi ise olduğu gibi iade ediyoruz.
Bu haddini bilmez adam aynı konuşmasında Selahaddin Eyyubî Hazretleri'ne de akıl-havsala almayacak iftiralarda, hakaretlerde bulunmuş; hâşâ "şerefsiz", "hayvanoğlu hayvan" gibi hiçbir müslümanın ağzına yakışmayacak en çirkin kelimeleri kullanabilmiştir.
Daha önce de "İstiklal Marşı"na dil uzatan bu şahıs; merhum Mehmet Akif Ersoy'a da "Lan" diye hitap edip "Serseri" diyerek hakaret edebilmiş meşum ağızlı bir kimsedir.
Bu sözler asla bir müslümana yakışmaz. İman sahibi hiç kimse aslâ böyle konuşmaz.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Hakiki mü'min, insanlara dil uzatan, lânet eden, kötü davranışlarda bulunan ve hayasızca konuşan kişi asla değildir." (Tirmizi, Müsnet, C. Sağir)
"Bir kimse, Allah'ın sevdiği bir söz söyler de o söz ile Allah-u Teâlâ'nın rızasına ulaşabileceğini zannetmez. Halbuki Allah-u Teâlâ o hayırlı söz sebebiyle kıyamete kadar o kimseden râzı olur.
Diğer bir kimse de Allah'ın gazabını mucip bir söz söyler, o sözün kendisini Allah'ın gazabına ulaştırabileceğini zannetmez. Halbuki Allah-u Teâlâ o kimseye o kötü söz sebebiyle kıyamete kadar buğzeder." (Tirmizî)
Mısıroğlu da bu sözleri ile Allah-u Teâlâ'nın buğzunu ve gadabını celbetmiştir.
Delilini mi istiyorsunuz? İşte Hadis-i kudsî:
"Velilerimden birisine düşmanlık eden kimseye ben harp ilân ederim." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2042)
Binaenaleyh bir Allah dostuna düşmanlık yapmak Allah-u Teâlâ'ya harp açmak demektir.
Allah-u Teâlâ'nın sevdiği seçtiği bir Zât-ı âli'ye; Kudüs'ü haçlılardan kurtarmış, takvası ve adaleti ile müslümanların gönlünde taht kurmuş bir İslâm kumandanına; eserlerinde İslâm'ı ve imanı müdafâ etmiş bir İslâm şâirine bu şekilde hadsiz ve hudutsuz bir çirkeflikle dil uzatmak için; kişinin içinde ya büyük bir küfür bulunması gerekir, yahut aklî dengesinin bozuk olması gerekir. Veyahut her ikisi.
Nitekim Kadir Mısıroğlu'nun akli melekesinin yerinde olmadığına dair raporu olduğu, Bakırköy Akıl Hastanesi'nde ve Cerrahpaşa Psikiyatri kliniğinde yattığı kendi ifadeleri ile de bilinen bir husustur.
Rahmetli Ayhan Songar'ın tanzim ettiği bu raporu kendi ağzıyla 9 Mart 2012 tarihli konuşmasında anlatıyor, hapis cezasından kurtulmak için rapor aldığını iddia ediyor. Ancak tanıyanların bildiği üzere Ayhan Songar çok kıymetli ve dürüst bir doktor idi.
Bilinen başka bir yönü de Almanya'da iken şirket ortaklığı adı altında topladığı paraları iade etmemesidir. (Bkz. s. 39)
Bunun durumu budur. Buna rağmen bu şahsa itibar edip dinleyenler olduğu için; bunun bu hezeyanlarına cevap vermek, iç durumunu ortaya sermek zaruret oldu.
Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- muhtelif Hadis-i şerif'lerinde lânet etmeyi yasaklamışlardır.
Ebu Hureyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Şüphesiz ki ben lânet edici olarak değil, ancak rahmet olarak gönderildim." (C. Sağir, Müsned)
Lânet; Allah'ın sevgisinden, ilgisinden uzaklaştırmak, "Rahmet-i ilâhî"den kovulmak demektir. Hayvana, insana, eşyaya neye olursa olsun, lânet edilmez.
Diğer Hadis-i şerif'lerde de şöyle buyuruluyor:
"Mümin lânet etmez." (Tirmizî)
"Mü'mine lânet okumak onu öldürmek gibidir." (Tirmizî)
Mısıroğlu da 31 Aralık 2011 tarihli bir konuşmasında "'Allah falana lânet etsin' demek dinde caiz değildir." diyor, "Esasen şahs-ı muayyenin telini caiz değildir İslâm'da. ... 'Allah falana lanet etsin' demek dinde caiz değildir." diye konuşuyor.
Hem böyle söylüyor, hem de pervasız bir şekilde bir Allah dostuna isim vererek lânetler okuyor. Kendi kendisini tekzip ediyor, kendi kendisini tarif ediyor.
Buradan da bunun yalan konuştuğunu anlayabilirsiniz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Allah'ı ve Peygamber'ini incitenlere, Allah dünyada da âhirette de lânet etmiştir. Onlara alçaltıcı bir azap hazırlamıştır." (Ahzâb: 57)
Hazret-i Allah'ın sevdiği, seçtiği, peygamber vârisi bir âlimi inciten kimse de bu Âyet-i kerime'nin şümulüne girer.
Bu Âyet-i kerime aynasında düştüğü durumu kendi de görsün, âlem de görsün.
Nitekim yukarıda arzettiğimiz;
"O kimsede bu haller yoksa, sözler sahibine döner." ve "Eğer lânete layıksa ona gider, değilse söylenene geri döner." Hadis-i şerif'lerinin hükmüne göre okuduğu lânetler kendisine dönüyor, kendi kendini damgalıyor.
Allah-u Teâlâ "Veli kuluma düşmanlık edene harp ilân ederim." buyururken, bir veliye lânet okuyor. İslâm mücahitlerinin, şehitlerin dostu Allah iken bir İslâm kumandanına küfür ediyor. Ne büyük cür'et, ne büyük ifsat, ne büyük yalan, ne büyük küfür.
Bilâkis bunları söyleyen Allah'ın lâneti ile lânetlenmiştir.
Zira lânet; küfür, nifak, yalan gibi ilâhî rahmetten tardedilmeye mucib suçları irtikab edenler içindir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Allah münafık erkeklere, münafık kadınlara ve kâfirlere ebedî kalacakları cehennem ateşini hazırlamıştır. Bu onlara yeter. Allah onlara lânet etmiş, rahmetinden uzaklaştırmıştır. Onlar için sürekli bir azap vardır." (Tevbe: 68)
"İşte bunlar, Allah'ın kendilerini lânetlediği, sağır yaptığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir." (Muhammed: 23)
"Allah'a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar ve Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi ayıranlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar... İşte lânet onlar içindir ve kötü yurt cehennem de onlarındır." (Ra'd: 25)
Hadis-i şerif'te de şöyle buyurulmaktadır:
"Yalan söyleyenler muhakkak lânete uğramıştır." (Münâvî)
İşte bunların durumu budur.
Bu adamın hususiyetle İslâm kahramanlarını hedef alan bu densizliklerinin, bu "Câhil cesareti"nin sebebi nedir?
Bu gibi kişiliği dengesiz, akçalı işlerde hak ve hukuka riayetsiz kimseler; kullanılmaya müsait karakterdeki kişilerdir.
Nitekim Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'ni o necis diline dolamaya çalıştığı konuşması da böyledir. Başkaları tarafından yönlendirildiği, kullanıldığı anlaşılmaktadır. Soru-cevap şeklindeki bir konuşmada kendisine sorulmadığı halde bir saat arayla iki defa iftirada bulunması ve kullandığı üslup kendisini ve arkasındakileri ele veriyor.
Binaenaleyh bazı sinsi din bölücülerinin bu gibi dengesiz kişilerin arkasına saklanarak düşmanlığını yürütmeye çalıştıkları bizce aşikârdır.
Ey sinsi iftiracılar! Bu hâinliğinizi Allah-u Teâlâ'dan gizlediğinizi mi zannediyorsunuz?
"Yoksa bizim kendilerinin sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Hayır! İşitiriz ve yanlarında bulunan elçilerim de (her yaptıklarını) yazmaktadırlar." (Zuhruf: 80)
Bu düşmanlığın sebebi nedir?
Sözlerine bakıldığında bu düşmanlığın arkasında yatan esas sebebin Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin hükm-ü ilâhî'yi ortaya seren beyanları; Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle delilli ve mühürlü; İslâm dinindeki ve vatandaki bölücülerin içyüzünü ortaya koyan eserleri olduğu görülüyor.
Nitekim, "Bu bölücüleri küfürle itham ediyor!" demek istiyor.
Halbuki bu Zât-ı âli Allah-u Teâlâ'nın beyanlarını ortaya koyuyor.
Kur'an-ı kerim'de müslümanların birleşmelerini emreden; tefrikayı, bölücülüğü şiddetle yasaklayan pek çok Âyet-i kerime mevcuttur.
Âllah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir." (En'-am: 159)
Ezcümle;
Hucurât sûre-i şerif'i: 10. Âyet-i kerime,
Mâide sûre-i şerif'i: 2. Âyet-i kerime,
Âl-i imrân sûre-i şerif'i: 103. ve 105. Âyet-i kerime'leri,
Rûm sûre-i şerif'i: 32. Âyet-i kerime,
Enfâl sûre-i şerif'i: 46. Âyet-i kerime,
Yunus sûre-i şerif'i: 19. Âyet-i kerime,
En'âm sûre-i şerif'i: 153. Âyet-i kerime,
Şûrâ sûre-i şerif'i: 13, 14, 15. Âyet-i kerime'leri,
Zuhruf sûre-i şerif'i: 65. Âyet-i kerime,
Enbiyâ sûre-i şerif'i: 92, 93, 94. Âyet-i kerime'leri,
Müminûn sûre-i şerif'i: 52-56. Âyet-i kerime'leri, dinde ayrılık yapmanın mesuliyetinin, suç ve cezâsının ne kadar ağır olduğunu beyan buyurmaktadır. Bu Âyet-i kerime'ler bölücülere hitap ediyor.
Bu hükümler Allah-u Teâlâ'nın dinde bölücülük yapanlar hakkında verdiği hükümdür, bunu beşere atfetmeyin. İlâhî hükümleri hiçe mi sayıyorsunuz? Bu Âyet-i kerime'leri görmüyor musunuz? Yoksa görmek işinize gelmiyor da mı bu zâta isnad ediyorsunuz?
Bu Âyet-i kerime'ler Allah-u Teâlâ'nın kelâmı mı, yoksa bu zâtın beyanı mıdır?
El-cevap; Allah kelâmıdır! Şu halde niçin bu zâta isnad ediyorsunuz? Allah-u Teâlâ'nın bölücüler hakkında verdiği küfür hükmünü niye bu zâta atfediyorsunuz?
Meğer size söylenenler Hakk sözü imiş, halk sözü değilmiş!..
Bu sebeple bu zâta düşmanlık yaptığını zannedenler aslında Allah-u Teâlâ'nın hükmüne düşmanlık yapıyorlar. O'na muhalefet ediyorlar.
"Allah'a ve Peygamber'ine muhalefet edenler, işte onlar en aşağılık kimseler arasındadırlar." (Mücâdele: 20)
Bugün ağızlarına geleni konuşmaya çalışıyorlar. Ama öyle bir gün gelecek ki hiç konuşamayacaklar!
"O gün, (hakikatleri) yalanlayanların vay haline!
Bu, onların konuşamayacakları gündür.
Kendilerine izin de verilmez ki mazeretlerini beyan etsinler.
O gün, (hakikatleri) yalanlayanların vay haline!" (Mürselât: 34-37)
Bu hatırlatmaların ve ikazların muhatabı olan din bölücüleri olsun, ahir zaman âlimleri olsun, kendisini allame zanneden câhiller olsun bu zâta düşmanlık yapmaya çalışmışlardır.
Halbuki bu hatırlatmalar yapıldığı zaman, teşekkür edip, "İşittik, iman ettik." demeleri gerekmez miydi?
"Kendisine Rabb'inin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir?
Muhakkak ki biz zâlimlerden öç alacağız." (Secde: 22)
İşte bunlar, bu din bölücüleri; teşekkür etmek yerine, Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'ni "kullanılan bir kimse" gibi göstermek, iftira ile karalamak isterler.
Kadir Mısıroğlu da bu iftiralara sahip çıkıyor, "Bunlar memur" diye iftira atıyor.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu iftiralara Temmuz 2009 tarihli Hakikat Dergisi'nde cevap verdi. Bu iftiraların arkasında kimlerin olduğunu, bu iftiraların niye yapıldığını izah etti. Mahkemelerde büyük bir hukuk mücadelesi verdi. Televizyonlarında tekzipler yayınlamak zorunda kaldılar. Bütün bunların hepsi "Hain Tezgâh" isimli eserinde ayrıca yayınlandı.
Bütün bunlar ortada olduğu halde yine de "Çamur at, izi kalsın" niyetinde oldukları için bu iftiralara sahip çıkmaları bundandır.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Hazret-i Allah'ın dinini tahrif eden, Hazret-i Kur'an'ın hükümlerini kaldırmaya çalışan, Sünnet-i seniyye'ye muhalefet edenlere karşı bayrak açıp Hakk'ı ve hakikati söyledi. İşte o Zât-ı muhterem Hakk adamı, Hakk'ın hizmetkârı idi. Onu Hakk kullanıyordu. O Hakk'ın memuru idi.
Peki bu iftiracılar neyin müdafii? Kimin memuru?
Bunları kim kullanıyor?
Bunlar nefis ve şeytanın memuru olmuşlardır, farkında bile değildirler.
"Doğrusu birçokları bilmeden heva ve heveslerine uyarak halkı şaşırtıyorlar. Muhakkak ki Rabb'in hududu aşanları çok iyi bilendir." (En'âm: 119)
"Bunlar memur." iftirasını atan Kadir Mısıroğlu kimin memuru olduğunu, kimin adına konuştuğunu açıklasa da öğrensek.
Kadir Mısıroğlu diyor ki:
"Ömer Öngüt'ün her müslümana din ayrı din güdüyor diye hücum etmesi bundandır."
Selçuklular, Osmanlılar kendisine bu adı takmadı diye kendince teviller yaptıktan sonra da söyle konuşuyor:
"Şimdi sen nasıl süleymancı adıyla müslüman adı sana yetmiyor mu, diye ad alıyorsun o halde bu dindir diyor Ömer Öngüt."
Kadir Mısıroğlu Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin hükm-ü İlâhi'yi ortaya koyan beyanlarına karşı laf-ı güzafla ve hakaretlerle kendisini siper ediyor, ancak Allah-u Teâlâ'nın hükmünü hükümsüz kılmaya çalıştığını, onun hükümlerinin karşısında siper olmaya çalıştığını bilmiyor. Cevap olsun diye ortaya koyduğu şey ise uzun uzun -tarihî gerçeklerle de örtüşmeyen şekilde- "Osmanlı, Selçuklu kendisine 'Osmanlı', 'Selçuklu' demedi de başkaları bu ismi verdi" demekten ibaret. Farz-ı muhal, onun bu sözlerini doğru kabul etsek; kendilerine "Biz Süleymanlıyız" diye isim vermeye çalışanların durumu ne olacak? Bunu da bir izah etseydi ya!
Başkaları adına yapılan avukatlık işte bu kadar!
Binaenaleyh Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu din kurucu fırkaların iç yüzünü ortaya serip bunların İslâm dini'nin yerine kendi zan ve hükümlerini koymalarına engel olduğu için; bu Zât-ı âlî'yi düşman bellediler. Hükm-ü İlâhî'nin karşısına çıkmaya cesaret edemedileri için düşmanlıklarını sinsice, yalan ve iftira ile, karalamaya çalışarak yürütmeye çalıştılar. Böylece şeytanın kullandığı memuru oldular. Gayelerine ulaşmak için her türlü gayr-i meşru yolu mübah gördüler.
"İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti biz Kitap'ta açıkça belirttikten sonra gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet ediciler lânet eder." (Bakara: 159)
Hiç şüphe olmasın ki Cenâb-ı Hakk bunlara fırsat vermeyecek. Zira onların karşısında Cenâb-ı Hakk var, Hakk ehli var. Allah ve Resul'ünün kendi namına kullandığı, sevdiği, seçtiği kulları var. Onların izinden giden İslâm taifesi var.
"Ümmetimden bir taife kıyamet kopuncaya kadar Hakk yolunda muzaffer olmakta devam edecek, muhalefette bulunanlar onlara zarar veremeyecektir." (Buharî)
800 yıldır müslümanların hayırla yad ettiği, milyarlarca müslümanın "İyi biliriz" şehadetinde bulunduğu Kudüs fatihi Selâhaddin Eyyubî'ye fütursuzca beddua eden, "Şerefsiz", "Hayvan oğlu hayvan" diyebilen bu adamdan her şey beklenebilir!
Yine bu millete "İstiklâl Marşı" gibi bir hediye bırakan Mehmed Akif Ersoy'a "Serseri" diye hakaret eden bu adamdan her şey beklenebilir!
İşine gelen kimseleri müdafa etmek için ahkâm-ı ilâhi'yi hükümsüz kılmaya kalkıyor, hükm-ü ilâhî'yi beyan ettiği için Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'ne çirkefçe hakaretlerde bulunuyor. Bu adamın ne olduğunu kendisi de bilsin, adam diye onu dinleyenler de bilsin, âlem de bilsin.
Bu sözleri ile;
"Ölülerinize sövmeyiniz. Çünkü onlar gönderdiklerine kavuştular." (Buhârî, Eb-u Dâvud)
"Ölülerinizi hayırla yâd ediniz" (Tirmizî)
Hadis-i şerif'lerine iman etmediği ortada olduğu gibi bu kadar pervasızlık hiçbir imanlı dilden zuhur etmez.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"O bir söz atmaya dursun mutlaka yanında onu gözetleyen, söylediği her sözü zabteden (bir melek) hazır bulunur." (Kaf: 18)
Kendini hem âlim, hem din adamı sanır,
Dinle bütün ilgisi böyle sanmasıdır.
Ortaçağın ve İslâm tarihinin de en büyük kumandanlarından birisidir. 1169 yılında Mısır sultanı oldu. Mısır'da şiîliğin bütün izlerini yok etti. Ehl-i sünnet mezhebini tekrar kurdu. Bir daha şiîliğe dönülmemesi için çok akıllıca tedbirler aldı. Bu işi yumuşaklıkla ve büyük maharetle yaptı, hiçbir sertlik göstermedi.
Sudan, Suriye, Hicaz, Yemen ve civar memleketlerde hakimiyetini kurdu. Dünyanın en büyük ve en kudretli hükümdarlarından birisi oldu.
Hayatının on bir yıllık kısmını, Suriye ve Filistin'de haçlılarla mücadele ile geçirdi.
1186 yılında büyük haçlı ordusunu imha ederek, ortaçağın en büyük muharebelerinden birini kazandı.
88 yıldır hırıstiyan hakimiyetinde bulunan ve müslümanların üçüncü kutsal şehri olan Kudüs-ü şerif'i Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-den sonra ikinci olarak fethetti. Kısa bir zamanda bütün Filistin'den haçlıları kovdu.
O İslâm'ı haçlılardan korudu, sen ise haçlıların torunlarına sığındın nefsin için. İngiliz adaletini övüyorsun ancak Selahaddin'in adaletine dil uzatıyorsun. Bu mu müslümanlık? Bu mu tarihçilik?
1917'de Kudüs'e giren İngiliz Ordusunun Komutanı General Allenby, Selahaddin Eyyubî'nin Şam'daki mezarına gitmiş ve mezara vurarak; "Kalk Selahaddin, biz yine geldik" demişti. 1920'de Şam'a giren Fransız General Gora da Sultan Selâhaddin'in kabrini tekmeleyerek: "Ey Selâhaddin! Haçlı Seferi şimdi bitti! İşte biz döndük!.." demişti.
Selahaddin Eyyubî'ye bir bu Haçlılar düşmanlık yapıp kin kusuyor, bir de Mısıroğlu.
Selâhaddin Eyyûbî'nin vefatını başveziri Şam sokaklarında dellâl gezdirerek şöyle duyurmuştu:
"Ey ahali! Bilmiş olunuz ki Mısır'ın, Sudan'ın, Libya'nın, Filistin'in, Şam'ın, Haleb'in, Musul'un, Hicaz'ın ve daha nice İslâm ülkelerinin hükümdarı olan Sultan Selâhaddin Eyyûbî vefat etmiş, Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur. Şahsi parası cenaze masraflarına yetişmediği için bunlar yakınları ve dostlarınca karşılanmıştır."
Allah râzı olsun, bu zât-ı muhterem böyleydi.
Sen kendi âkıbetine bak! Sırtında taşıdığın nice kul hakları ve vebâl var. Müslümanlardan toplayıp iade etmediğin paralar var. Sen din adına dünyayı tercih ettin, "cehennem odunu" oldun.
"Onlar hidayeti verip sapıklığı, mağfireti bırakıp azabı satın almış kimselerdir. Ateşe ne kadar da dayanıklıdırlar!" (Bakara: 175)
Onlar ise din adına ahireti tercih ettiler şehit oldular.
"Allah'a ve peygamberlerine iman edenler, işte onlar Rableri katında sıddîklar ve şehitlerdir. Onların mükâfatları ve nurları vardır." (Hadîd: 19)
Bedduâ ettiğin, "Hain" dediğin zâtlarla arandaki fark bu.
"Kâfir olup da âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar da cehennem halkıdırlar." (Hadîd: 19)
Edebiyat dünyamızın kahramanlarından, tarihî bir şahsiyetti. Dinsizliğin, küfür milletlerine hayranlığın moda olduğu bir asırda İslâm'ı, Kur'an'ı müdafaa ediyor, imanı tavsiye ediyordu:
"İmandır o cevher ki, İlâhî ne büyüktür!
İmansız olan paslı yürek sînede yüktür!"
Ne kadar güzel söylemiş Mehmet Akif. Çok güzel bir insan. İmanlı bir insan.
İmanının bir tezahürü olarak ihtiyaçlı olsa bile asla maddeye iltifat etmemişti. İstiklâl Marşı'nı yazdığında, Millet Meclisi'nde o devrin mebusları ayakta dinleyerek büyük bir teveccühle onun şiirini seçmişlerdi. Kendisine takdim edilen ödülü ihtiyacı olduğu halde almadı, hepsini bağışladı. Mısıroğlu ise müslümanların parasını topladı, daha sonra da hesabını veremedi.
Merhum Akif hicret etti, Mısır'a gitti. Mısıroğlu ise Avrupa'ya, haçlıların torunlarına sığındı.
Aradaki fark bu kadar büyüktür.
Bu fark "İman" farkıdır.
Böyle bir adam bu zevât hakkında konuşabilir mi?
Konuşamaz!
Asla konuşmaya sahib-i selâhiyet değildir, olamaz.
Gurur, kibir, nefis neler yaptırıyor adama...
Kadir Mısıroğlu İslâm âlimi gibi ahkâm keseceğine müslümanlardan toplayıp iade etmediği paraların hesabını versin.
Almanya'da iken saf ve temiz müslümanlardan "Şirket kuruyoruz, şunu yapacağız, şöyle ortak olacaksınız" diyerek binlerce mark topladı. Sonra şirket ortağı olduğunu zanneden müslümanlara haber vermeden kapağı tekrar Türkiye'ye attı. Parasını isteyenlere de şirket battı dedi. Topladığı paraları, defalarca kendisine söylenmesine rağmen geri iade etmedi. (Almanya'ya gitmeden önce Türkiye'de para topladı. Bu paraları giderken kime emanet etti? Akıbeti ne oldu?)
Bu mudur müslümanlık?
Suheybü'l-Hayr -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Herhangi bir kimse ödünç alacağı şeyi sahibine ödememek kararı ile borçlanırsa Allah'ın huzuruna hırsız olarak çıkar." (İbn-i Mâce: 2410)
İşte bunun yaptıkları, işte Hadis-i şerif!
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in bedduâsı ne büyük bir bedbahtlıktır:
"Altın, gümüş, libas kulu olan kimseler sürünsün, kahrolsun!" (Buhârî: 1218)
Ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz tarafından lânetlenmek ne kötü bir âkıbettir:
"Para ve pulun kulu kölesi olana lânet olsun." (Buhârî, Tirmizî, İbn-i Mace)
Bu Hadis-i şerif'lerin aynasında bu adama bak, durumunu gör! İşte lânet bu gibi kimseleredir. Bunu Resulullah Aleyhisselâm söylüyor.
Bir husus daha var ki:
Resulullah Aleyhisselâm bir diğer Hadis-i şerif'inde:
"Bizi aldatan bizden değildir." buyuruyor. (Münâvî)
Binaenaleyh müslümanları aldatanların, yalan söyleyenlerin durumu budur.
Lânete uğrayanlar bunlardır.
"Bir defa yalan söyleyen üç defa lânete müstehak olur." (Münâvî)
Lânet üstüne lânet...
Bu Hadis-i şerif'lere bak, bu gibi yalancılara bak, bunların durumunu gör.
Haram ve yalanın olduğu yerde İslâm yoktur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki:
"Amelleri Tihame dağı kadar büyük olan nice topluluklar vardır ki kıyamet günü haşredilecekler ve cehenneme atılmaları emredilecek."
Ashâb-ı kiram: 'Namaz kıldıkları halde mi ya Resulellah?' diye sorunca şöyle devam ettiler;
"Evet bunlar namaz kılarlar, oruç tutarlar, geceleri çok az uyurlardı. Ama kendilerine azıcık bir dünyalık arz edildi mi dört elle sarılırlardı." (Irakî, Muğni lll. 204)
İşte Hadis-i şerif, işte dünya muhabbetinin, menfaatin verdiği zarar...
Gerek konuşmalarından, gerekse onu tanıyanların beyanlarından anlaşıldığı üzere bu adam büyük bir kibir ve benlik içerisindedir.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Yeryüzünde haksız yere böbürlenip büyüklük taslayanları âyetlerimi idrakten çevireceğim, anlamaktan mahrum edeceğim." (A'râf: 146)
Kibriya ve azamet Allah-u Teâlâ'ya mahsustur. Büyüklük ve ululuk ancak O'na yakışır.
Resulullah Aleyhisselâm da şöyle buyuruyor:
"Kim ki ben âlimim derse, bilin ki o câhildir." (Münâvî)
O ise şöyle diyor:
"Aklımın zekâtını versem, beni tımarhaneye götüren yüz adam ihya olurdu"
O aklı kim verdi? Kimin malıyla övünüyor, kime tefahür ediyorsun?
"İnsan, bizim kendisini nutfeden (kerih bir sudan) yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o apaçık bir hasım kesilmektedir." (Yâsin: 77)
Kendini akıllı zannediyor amma şeytanın yapamayacağını akıllı zannıyla yapıyor...
"Kendinde varlık görmen, diğer günahlarla kıyaslanmayacak kadar büyük günahtır."
"Bir kimseye ilim olarak Allah'tan korkar olması yeterlidir. Bir kimseye cehâlet olarak da kendini beğenmesi, nefsine mağrur olması yeterlidir." (Câmiü's-sağîr: 6240)
Hadis-i şerif'leri bu gibi kimseleri tarif eder.
Kendisini tarihçi zannediyor; ancak Selahaddin Eyyubî, Mehmet Akif Ersoy gibi tarihî şahsiyetlere hakaret yağdırıyor.
Kendisini İslâm alimi yerine koyuyor; ancak büyük bir Allah dostuna, Allah-u Teâlâ'nın sevdiği seçtiği kuluna hakaret ediyor, lânet okuyor.
Kendisini allame zannediyor ancak zır cahil olduğu anlaşılıyor.
"Nefsinin hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah'ın da dalâleti hak ettiğini bilerek saptırdığı; kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?" (Câsiye: 23)
•
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Yalandan sakınınız. Zira yalan ile iman bir arada bulunmaz." (Ahmed bin Hanbel)
O ise, seksen yaşına gelmiş, ahir ömründe iftira ve sövgülerle nam sürmeye, taraftar toplamaya çalışıyor.
Eskiden konuşmalarını dinleyen, kitaplarını okuyan çoktu. Ancak millet baktı ki hiç de öyle birisi değil, etrafından uzaklaşmaya başladı.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Resul'üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)" buyuruyor. (Furkân: 43)
Bunlara bakarsın güya ibadet de ederler, müslüman gibi de görünürler. Fakat Allah-u Teâlâ kalbe ve niyete bakar.
"Sen o münâfıkları gördüğün zaman, kalıpları hoşuna gider ve söylerlerse dediklerine kulak verirsin." (Münâfikûn: 4)
Bu adamın durumu bu olduğu halde bunun gibi câhillere hâlâ itibar edenlerin olması kıyamet âlametidir.
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Bid'at sahibi, mânen küçük kişilerin yanında ilim aramak, kıyamet alâmetlerindendir." (Câmiu's-sağîr: 2475)
"Nadir bulunur tıynet-i kemâlde kusur,
Kem mayeden eyler ne ki eylerse zuhur."
•
"Onlar kendi yüklerini, kendi yükleriyle beraber daha nice yükleri taşıyacaklar ve uydurdukları şeylerden kıyamet günü mutlaka sorguya çekileceklerdir." (Ankebut: 13)